Hani uzun bir otobüs yolculuğuna çıkarsınız… Gecenin bir yarısından sonra yolcular uykuya yenik düşer ve eğer uyuyamayanlardansanız karanlığı tarar gözleriniz… Uzakta soluk ışıklar; ara sıra geçilen benzin istasyonlarında konaklamış kamyonlar; ay ışığı altında ağaçlıklar, tepeler, tarlalar, küçük kasabalar boyunca elektrik direklerinin aydınlattığı kırmızı tuğlaları açıkta ya da cepheleri aceleyle sıvanmış evler; devlete ait ruhsuz binalar… Sabah gün ağarırken camiye giden yaşlılar… Mahmur yüzler… Sabah çorbası için konakladığınız lokantanın enfes mercimek çorbası… Kötü ses düzeninde çalan türkü… Ve yolculuk boyunca pencereden gördüğünüz yüzlerin arkasına saklanmış hayat hikâyeleri… Yorgun gönüller, gerçekleşememiş hayaller, suya düşmüş umutlar, derinlere atılmış acılar, pişmanlık yüklü gözler, bir ışık arayan bakışlar, heba olduğu düşünülen yıllar…
Nuri Bilge Ceylan, ‘duyulara’ ve kalbe, sonra beyne sızan filminde, Çehov’a saygılar sunsa da, bu topraklara sarılmış. Anadolu’nun, kavruk çocukların, tüm zaaflarına karşın kalbi -şükür ki- aklının önüne geçen ‘okumuş adamların’, çemberin dışına çıkamayıp rüzgâra karışacak güzel kızların, delikanlıların, günah işlese de, suçlu olsa da herkes gibi ‘kurban’ olan sert bakışlı katillerin, bizim filmimizi çekmiş. Yani aslında, ‘yalnız ve güzel’ sözünün arkasında durup, onun ‘Nuri Bilge Ceylan’ olmasını sağlayan ülkesine 157 dakikalık bir armağan vermiş. Diğer çalışmalarından farklı olarak fotoğraf estetiğini çok öne çıkarmadan, yalın, ıssız, büyülü bir öykü anlatmış. Bir cinayet soruşturmasının etrafında tüm bir dünya nasıl kurulur, karakterlerden yola çıkarak ‘çözümsüz insan ruhuna’ nasıl bakılır; neredeyse dersini vermiş. Bu filme ‘matematik kafasıyla’ gidecek olanlar sevmezler; hiç zahmet etmesinler… Aklınızın kapısını aralık bırakacak fakat yüreğinizi sonuna dek açacaksınız, işte o zaman çok seveceksiniz. Ben bu toprakların insanı olarak, kendimi gördüm ve ilginçtir, yönetmenin gösterdiklerinden çok göremediklerimle dâhil oldum filme. Tüm iyi yönetmenlerde olduğu gibi, Ceylan sadece aynayı tuttu… Aynanın arkasında ise tüm bir insan yaradılışı saklıydı.
Kuşkusuz filmin eksileri var (oyuncular arası dengesizlik meselâ); hiç sorun değil. Nasıl ki, salona girerken iyi niyetlerini vestiyere bırakanlar, film izlerken ‘tweet’ atan magazin yazarlarının ukalâlıkları, Batı’daki seyircilerin / eleştirmenlerin düşünceleri, Oscar adaylığı vs. hiçbir ama hiçbir şey beni etkilemiyorsa, bu satırları okuyanlara önerim de, gidin ve Anadolu’da kaybolun. Lütfen dikkatle izleyin, kendinizi mutlaka görüp hissedeceksiniz.
(27 Eylül 2011)
Ali Ulvi Uyanık
ali.ulvi.uyanik@gmail.com
Bir Zamanlar Anadolu’da için en doğru yazılardan birisi buydu sanırım. Filmi henüz izleyememiş olmanın verdiği burukluk nedeniyle,film hakkında bir çok yazı okudum,çıktığı günden beridir. Ve nedense ısrarla gitmemek için diretiyorum filme. Sanırım son gün gidip “sinemada en son izleyen kişi” ünvanını sahiplenmek istiyorum, son seans’da izleyerek… Ali Ulvi Uyanık’a teşekkürler, en güzel ve akıcı yazılardan birisi ile beni buluşturduğu için… Sevgiler.