Adil Kral Zamanında Din Savaşları

Kral Henry (Henri of Navarre)
Yönetmen: Jo Baier
Roman: Heinrich Mann
Senaryo: Cooky Ziesche-Jo Baier
Müzik: Henri Jackman-Hans Zimmer
Görüntü: Gernot Roll
Oyuncular: Julien Boisselier (Henri 4), Joachim Krol (Théodore), Andreas Schmidt (Bartas), Roger Casamajor (Rosny), Cléo Stefani (Gabrielle), Armelle Deutsch (Margot), Sven Pippig (Beauvoise), Sandra Hüller (Catherine), Hannelore Hoger (Catharina), Ulrich Noethen (Charles 9), Devid Striesow (Dük d’Anjou), Gabriela Maria Schmeide (Marie), Adam Markiewicz (Dük d’Alençon), Wotan Wilke Möhring (Guise)
Yapım: ARTE-BR-Degeto Film (2010)

Alman yazar Heinrich Mann’ın iki ciltlik ronmanından uyarlanan “Kral Henry”, Katoliklerle Protestanların din uğruna vahşi katliamlarını dışavurumcu bir görsellikle beyazperdeye yansıtıyor.

Film, din için savaşmış Protestan ve Katolik ölülerin üzerine açılıyor. Fransa’da, 16. yüzyılda Protestanlara “Huguenot” diyorlar. Katolikler yenilmiş ve ellerinde bir tek Paris’teki saray Louvre kalmış. Fransa’nın güneyinde, Pirene Dağları’ndaki Bask bölgesinde küçük krallık Navarre’ın küçük prensi Henri gelecekte Fransa’nın kralı hayaliyle şatoda büyüyor. Öğretmeni ve her şeyi de Beauvoise onun. Henri genç bir prens olduğunda, Paris’teki saraydan barış teklifi gelir. Güçlü kadın Catharina de Medicis, kızı Margot’yla Henri’nin evlenmesiyle Katoliklerle Huguenotlar arasında katliamların biteceğini söylüyor. Acaba öyle midir? Her şeyi “en ince ayrıntısına” kadar plânlayan Catharina, krallığını sağlamlaştırabilmek için yeryüzündeki tüm ihtirasları üzerinde toplamış bir kadın. Oğlu kral Charles 9’un ruhunu tüketmiş. Küçük oğlu Dük d’Anjou bir eşcinsel ve saray için veliaht dünyaya getirmesi uzak ihtimal. Çünkü o, kadınlardan tiksiniyor. En küçük oğlu Dük d’Alençon da sessizce köşesinde bekliyor. Ama, barış için Margot’nun Navarreli Henri’yle evlenmesi gerekiyor. Catharina, plânlarını yavaş yavaş uygulamaya koyuyor. Çocukken, öğretmeni Beauvoise tarafından banyo yaptırılan Henri, bu banyolarda üşüdüğünden olmalı banyoyu pek sevemiyor. Arada bir banyo yaptığı için vücudu da balık gibi kokuyor. Üstelik sarımsağı da çok seviyor Henri. Onun balık kokusu Paris’teki saraya kendinden önce geliyor ve Margot, kokan bu adamla evlenmek istemiyor. Bu Margot sarayın çapkını. Hoşlandığı erkekle özgürce oluyor. Son gözdesi de halkın sevgilisi Guise. Nostradamus’un adil kral olacağını tahmin ettiği Henri, Paris’e Huguenotlarıyla beraber geliyor. Önce annesi vefat ediyor. Sonra da Margot’yla tanışıyor Henri. Margot, başta Henri’ye uzak dursa da hemen cinsel çekim başlıyor aralarında ve ipinden boşalmış gibi sevişiyorlar. Margot istemese de Henri’yle evlenmek zorunda kalıyor.

Düğünün olduğu gün katliamlar başlıyor. Anne Catharina, kral oğlundan emir çıkarttırıyor Huguenotların amiralinin öldürülmesi için. 1572’deki bu katliama “Bartholomew Günü” deniliyor. Ayrıca bu katliam “kan ve düğün” olarak da tarihe geçti. Katolikler, 30 bin Protestanı katletti bugünde. Bir süre sonra öldürüleceğini anlayan Henri saraydan ve Paris’ten kaçıyor. Bir zaman sonra hayatının kadını Gabrielle karşısına çıkıyor. Güzel ve zeki Gabrielle onu hemen büyülüyor. Tahta geçmek ve Margot’dan ayrılmak için Katolikliğe geçen Henri’nin peşini trajedi hiç bırakmıyor. Gabrielle öldükten sonra Toskanalı Medici ailesinin orta yaşlı kızı Marie’yle varis için evlenmek zorunda kalıyor Henri 4. İspanya’yla savaşa hazırlanırken, 1610 yılında “kırmızı saçlı” Charentais tarafından arabanın içinde bıçakla öldürülüyor Henri 4. Marie, kendini başka kadınlarla aldatan Henri 4’ten kıskançlık intikamı mı alıyordu? Gerçekten bu filmde kıskançlık, içten hesapçılık, entrikalar ve birçok şey tam anlamıyla Shakespeare tadında. Bir de doğrudan Margot’yu anlatan bir film vardı. Patrice Chéreau’nun 1994 yapımı “La Reine Margot – Kraliçe Margot” filmi de önemlidir. Isabelle Adjani, Daniel Auteuil, Virna Lisi ve Vincent Perez’in başrolde olduğu bu filmin müziklerini Goran Bregovic yazmıştı. Muhteşem etkileyicilikteki unutulmaz görüntülerse Philippe Rousselot’ya aitti. Chéreau’nun filmi, “baba” Alexandre Dumas’nın (1802 – 1870) aynı adlı romanından çekilmişti.

Dışavurumcu estetik…

1949’da Münih’te doğan Alman yönetmen Jo Baier, sosyalizmi savunan dışavurumcu Alman yazar Heinrich Mann’ın (1871 – 1950) “Die Jugend des Königs Henri Quatre – Kral IV Henri’nin Gençliği” (1935) ve “Die Vollendung des Königs Henri Quatre – Kral IV Henri’nin Gelişimi” (1938) adlı romanlarını beyazperdeye uyarlamış. Mann, bu iki ciltlik eserinde gücün insanlık yararına kullanılabileceğini savunmuş. Mann, 19. yüzyıl Fransız felsefesine de yakın durmuş yazarlardan. Din savaşlarını anlatan yönetmen, öncelikle savaş ve katliam anlarını dışavurumcu bir görsellikle perdeden yansıtıyor. “Bartholomew Günü”nde sarayın koridorlarındaki ve sokaklardaki cesetler, sanki dışavurumcu bir tablo gibi perdeyi kaplıyor. Zaman zaman kendinizi büyük ressam Francisco Goya (1746 – 1828) tablolarının içindeymiş gibi hissediyorsunuz. Goya, modern resmi de etkilemiş önemli bir sanatçı. Dışavurumcular, gerçeküstücüler ve izlenimciler onun işlerinden ilham aldılar hep. Yönetmen Baier’in filminde Alman sinemasının dışavurumcu estetitiği de fark ediliyor. Mekânda uzayan gölgeler ve silüet yansımaları gibi. Yönetmen, savaş anlarında çok yakın çekimler yapmış. Kamera da sürekli sarsılıyor. Bu anlar, fonda duyulan çığlığa dönüşen müziklerle beraber Henri’nin iç dünyasının dışarı yansıması gibi. Her şey Henri’nin zihninde kaosa dönüşmüş. Filmde yer yer gerçeküstücü estetik de öne çıkıyor. Dışarıdan içeriye yansıyan gün ışığıyla özellikle “zincirlemeli” geçişler. 1970 yılında Nantes’ta doğan Fransız oyuncu Julien Boisselier, bizde Isabelle Broué’nin 2004 yapımı “Tout le Plaisir est Pour Moi – Zevk Düşkünü” filminde François karakteriyle hatırlanıyor. Filmin diğer Alman ve Polonyalı oyuncuları, gerçekten muhteşem Fransızca konuşuyorlar. Elbette filmde Fransızca’nın yanında İtalyanca ve birazcık Latince de duyuluyor. Hikâyesini akıcı bir dille anlatan ve muhteşem bir görsellikle yansıtan “Kral Henry” sezonun önemli filmlerinden.

(Bu yazı 12 Ağustos 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

(12 Ağustos 2011)

Ali Erden

[email protected]