Tykwer’den Mahremiyeti Yıkan Film

3 – Üç (Drei)
Yönetmen-Senaryo: Tom Tykwer
Görüntü: Frank Griebe
Oyuncular: Sophie Rois (Hanna), Sebastian Schipper (Simon), David Striesow (Adam)
Yapım: X Filme-ARD-Arte (2010)

Sinemada, aksiyon ve gerilim filmleriyle tanınan Alman yönetmen Tom Tykwer, seyirciyi şaşkınlığa uğratarak biseksüel ilişkilere kamera çeviriyor.

Yirmi yıldır beraber yaşayan doktor Hanna’yla heykeltıraşlara destek veren galeride çalışan Simon’un mutsuz hayatı, bilmeden aynı insanla ilişkiye girerek birdenbire seks dolu bir mecareya dönüşüyor. Simon, siyah-beyaz düşler görürüyor hep. Berlin’de, heyecansız hayatında sığındığı bir yer oluyor o düşler. Pankreas kanseri annesi de ölüyor. Kendisi de testislerinden birini aldırmak zorunda kalıyor. Kendisine bakan hemşirenin geçmişteki sevgilisi olduğunu fark ediyor Simon. Hemşire, Simon’dan olan bebeği aldırmış vakti zamanında. Öte taraftaki Hanna, Simon’un hastaneye yattığını bilmeden tiyatro kapısında Simon’u beklerken hayatına girecek doktor Adam’la tanışıyor. Aralarında birdenbire cinsel çekim başlıyor ve fırsatını buldukça Adam’ın evinde yatıyorlar. Yönetmen nedense, Simon’la Hanna’nın sevişmelerini pek göstermemiş. Adam’ın yolu Simon’la da kesişiyor sıcak havuzda. Cinsel çekim başlıyor ve birbirinden habersiz bu üç insan beraber oluyorlar. Heteroseksüel ve biseksüel sevişmeler, mahremiyet duvarları yıkılarak perdeden yansıyor. Adam da evli. Karısından ayrı ve arada bir gördüğü oğlu da var.

Postmodern zamanlarda…

İyi bir müzisyen de olan 1965 Wuppertal doğumlu Alman yönetmen Tom Tykwer, 1998 yapımı nefes kesici “Lola Rennt – Koş Lola Koş” filmiyle tanındı. 2002 yapımı “Heaven – Cennet” filmini, büyük usta Krzysztof Kieslowski ve Krzysztof Piesiewicz’in ortak senaryosundan çekmişti Tykwer. Kieslowski usta, 1996’da erken ölümü olmasaydı, Dante’nin “İlâhi Komedya”sından “Cennet”, “Araf” ve “Cehennem”i üçleme olarak sinemaya uyarlayacaktı. Üçlemenin diğer filmi “L’Enfer – Cehennem”i, 2001 yapımı “No Man’s Land – Tarafsız Bölge” filmiyle bilinen Bosnalı yönetmen Danis Tanoviç tarafından yönetilmişti. Tykwer, 2006’da Patrick Süskind’in “Das Parfum – Koku” romanından “Perfume: The Story of a Murderer – Koku: Bir Katilin Hikayesi” filminden sonra, tam bir aksiyon olan ve final bölümü İstanbul’da geçen 2009 yapımı “The International – Uluslararası” filmini çekti. 2010 yapımı “Drei / 3 – Üç filmi, görebildiğimiz hiçbir filmine benzemiyor ve eşcinsel sevişmelerine bakabilmek gerçekten zorlu bir macera. Yakın zamanlarda, eşcinsel ilişkilerde mahremiyete sırtını dönen filmler oldu. İngiliz ressam – yönetmen Peter Greenaway’in 1996 yapımı “The Pillow Book – Tual Bedenler”, Wong Kar Wai’nin Tykwer’in filmiyle yarışan eşcinsel sevişmeleri ayrıntılı gösteren 1997 yapımı “Chun Gwon Cha Sit – Mutlu Beraberlik”, Pedro Almodovar’ın 2004 yapımı “La Mala Educacion – Kötü Eğitim”, seyircileri bir hayli sarsıyordu. William Friedkin’in 1980 yapımı “Cruising – Devriye” filminde eşcinselliğin simgelerle yüklü bir şey olduğunu da öğrenmiştik. Kesinlikle insanların cinsel tercihlerine eleştiri getirilmemeli. İnsanlar özgürdür. Ama, bazı şeyler böyle açıkça olduğunda insan ne yapacağını şaşırıyor. Belki de böyle filmleri 18 yaşından küçükler görmemeli. Postmodern zamanlar hayatı kaosa döndürüyor işte. Bu filmden geriye kalan en güzel şey, Berlin ve Londra görüntüleri. Filmin görsel anlamda çarpıcı olduğunu belirtmeliyiz. Berlin’deki gece çekimleri estetik anlamda filme zenginlik katmış. Öncelikle yağan yağmurlarla. Simon’un düşleri de siyah-beyaz yansımış. Bir de, geçmişte klâsik sinemada çoğu zaman olan perdede görüntülerin bölünmesi tekniği Tykwer’in bu filminde de sıkça kullanılmış. Aynalar koridoru gibi, kişiliklerin bölünmesini simgeliyor sanki bu.

(01 Temmuz 2011)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com

Dünyanın En Lânetli Adamı

Aşka Şans Ver (La Chance de Ma Vie)
Yönetmen: Nicolas Cuche
Senaryo: Luc Bossi-Laurent Turner
Müzik: Christophe Lapinta
Görüntü: José Gerel
Oyuncular: Virginie Efira (Joanna), François-Xavier Demaison (Julien), Raphaël Personnaz (Martin), Thomas N’Gijol (Vincent), Yves Jacques (Maxim), Elie Semoun (Philippe), Marie-Christine Adam (Dominique), Francis Perrin (François)
Yapım: Fidélité Films-TF 1 Films (2010)

Fransız yönetmen Nicolas Cuche’ün ikinci uzun filmi “Aşka Şans Ver”, başkalarının ilişkilerini düzelten, ama beraber olduğu kadınlara kötü şans getiren Julien’in hikâyesi. Film insanı gülmekten kırıp geçiriyor.

Daha çok televizyon dizileri çeken Fransız yönetmen Nicolas Cuche, ilk filmi “Jojo la Frite – Jojo’nun Yeri”ni 2002’de çekmişti. Orijinal anlamı “Hayatımın Şansı” olan 2010 yapımı “La Chance de Ma Vie – Aşka Şans Ver”, yönetmenin ikinci sinema filmi. Yönetmen Cuche, Fransız sinemasındaki komedi filmlerinde kendine sağlam bir yer edinmeye başladı. Yönetmenin televizyon için çektiği dizi filmleri de keşfetmek gerek, ama nasıl? Bu dizilerin görselliği gerçekten çarpıcı ve insanı sinema filminin içine çekiyor sanki.

Kendi hayatı berbat…

Julien Monier, evlilik danışmanı. O, kadın ve erkek arasındaki sorunları çözüyor, onlara mutluluk sunuyor. Kilisedeki nikâhta, ayrılma noktasına gelen çifti barıştırıp, adeta yeniden birbirine aşık eden Julien, kendi hayatına girmiş kadınlarla durumunu düzeltemiyor. Sorun kendisinde tabii ki. Film, kilisedeki nikâha gelmeden, kendini rahiplerle dolu bir manastıra kapatmış Julien’i buluyor önce. Üzerindeki lânetten ve uğursuzluktan boğulan, artık beraber olduğu kadınların başına fazla felâket getirmeden bu dünyanın nimetlerine sırtını dönerek manastırda inzivaya çekilmiş Julien. Elbette buraya gelene kadar yaşanmış bazı şeyler de var. Kilisedeki nikâhta, kavga eden gelinle damadı barıştırdıktan sonra hayatının kadını Joanna Sorini’ye gözleri takılıveriyor. Böyle güzel bir kadının kendinden çok uzakta olduğunu düşünmeye başlayan Julien, tıpkı filmlerdeki gibi onunla iletişim kurabiliyor. Bir zaman sonra Joanna’nın evli olduğunu da öğreniyor. Üstelik Joanna’nın evliliğindeki sorunları çözme işi de yeni işi oluyor. Ama, aşk hiç tahmin edilemeyen, ne zaman ve nerede ne olacağını bilemediğiniz bir şey. Bütün plânların ötesinde bir şey. Ateş bacayı sarıyor, Julien’le Joanna kendilerini yatakta buluveriyorlar. Bu bir gecelik bir “sonsöz” mü, yoksa sonsuza kadar sürecek bir aşkın “önsöz”ü mü? Bu sorulara cevap aranırken, aradaki her şey seyirci için tadından yenmez mükellef bir seyirliğe dönüşüyor. Bir an kendinizi Blake Edwards filmlerinin içindeymiş gibi sanıyorsunuz. Filmde bolca Edwards tadı veren “burlesk”, bir komedi filmi kuşatıyor ve seyirci de ipinden boşalmış gibi kahkahalara boğuluyor. Bazı belden aşağı esprilerin de zarif olduğunu belirtmeliyiz. Çünkü buralarda kadınlar kahkakahayı patlatıyorlar. Asansörde Joanna’nın halleri, Joanna’yla Julien’in babası François’nın köpeğinin arasında geçen tüm sahneler, Joanna’nın elektrikli araba tasarımını Güney Koreli yatırımcıya sunarken, yanlış çantadan çıkardığı “vibratör”, Uzakdoğulu taksi şoförünün Paris’te adres araması gibi birçok şey seyirciyi gülmekten midesine kramp indiriyor. Son yıllarda hiçbir filmde bu kadar gülmemiştik.

Filmin muhteşem oyuncularından 1977’de Brüksel’de doğmuş Virginie Efira, Joanna karakterine güzelliğini de katmış. 2005 yılından bu yana sinema ve televizyon dünyasında bulunan oyuncu, Fransız ve Belçika’da sinema filmlerine yüzünü armağan ediyor. Bizler onu daha yeni keşfediyoruz. Filmin diğer lokomotifi 1973 doğumlu Fransız oyuncu François-Xavier Demaison. 2005’te filmlerde görünmeye başlayan bu oyuncu, Cécile Telerman’ın 2005 yapımı “Tout Pour Plaire – Eyvah Yaş Otuz Beş” filminde emlâkçıyı canlandırmıştı. Valérie Guignabodet’nin 2009 yapımı “Divorces – Boşanmalar” filmiyle de ilk başrolüne ulaştmıştı. Filmden yansıyan Paris ve Brüksel fotoğrafları da güzel.

(01 Temmuz 2011)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com

İspanyol Sinemasından Depresif Gerilim

Julia’nın Gözleri (Los Ojos de Julia)
Yönetmen: Guillem Morales
Senaryo: Oriol Paula-Guillem Morales
Müzik: Fernando Velázquez
Görüntü: Óscar Faura
Oyuncular: Belén Rueda (Julia/Sara), Lluis Homar (Isaac), Pablo Dergui (Angel), Francesc Orella (Müfettiş Dimas), Joan Dalmau (Créspulo), Boris Ruiz (Blasco), Julia Gutiérrez Caba (Bayan Soledad), Andrea Hermosa (Lia), Daniel Grau (Dr. Román)
Yapım: Universal-Antena 3-Mesfilms (2010)

Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun sunduğu “Julia’nın Gözleri”, toplumda görünmez ve silik bir katilin yanlızlığıyla katili arayan Julia’nın nefes kesen gerilimi.

Gözleri görmeyen Sara, teypten duyulan hiç sevmediği Dusty Springfield’in “The Look of Love” şarkısıyla tedirginlik içinde bilmediği bir şeyden kaçarak evin bodrum katına sığınıyor. Tavanda asılı ipi boğazına geçiriyor. Fotoğraf makinesinin flâşı ortalığı aydınlatırken bir ayak sandalyeye dokunuyor ve Sara ölüyor. Gökbilimci ikiz kız kardeşi Julia da, başka bir mekânda boynunda sarılı eşarpla boğulur gibi oluyor o anda. Ardından Julia, psikolog kocasıyla Sara’nın evine geliyor ve Sara’nın cesediyle karşılaşıyorlar. Bundan sonra film, seyirciyi tam bir gizemin içine çekerek merak duygusunu sonuna kadar taşıyan bir gerilim yapıtına dönüşüyor. Bazı anlarda seyircinin gerçekten nefesi kesiliyor. İyi yazılmış senaryo, iyi oyunculuklar ve fonda duyulan gerilime destek veren Fernando Velázquez’in müzikleri, 1975 Barcelona doğumlu yönetmen Guillem Morales’in 2010 yapımı “Los Ojos de Julia – Julia’nın Gözleri” filmine çok şey katıyor.

Finali nefes kesiyor…

Julia, kız kardeşinin intihar ettiğine inanmıyor ve kız kardeşi gibi depresif bir çıkmazın içine düşüyor. Küçük ipuçlarıyla bilmediği katilin peşinde dolaşan Julia, bir andan sonra katille yan yana geliyor. Önce kız kardeşinin komşularıyla tanışıyor Julia. Sara gibi kör olan Bayan Soledad’la iletişim kuruyor. Bayan Soledad’ı önce kocası, sonra da oğlu Angel terk etmiş. Yalnız bir yaşlı kadın o. Kız kardeşinin cenazesinde de Bay Blasco ve kızı Lia’nın varlığını öğreniyor Julia. Hikâyenin derinliğinde de bu komşulardan şüphelenmeye başlıyor. Lia, trajedisini yaşamadan önce, Julia’yı gerçekliğe biraz daha yaklaştırıyor final bölümünde. Julia, körlerin gittiği Baumann Merkezi’nde rastlantıyla kız kardeşinin sevgilisi olduğunu öğreniyor. Sonra, elinde flâşlı fotoğraf makinesi olan katil onu merkezde buluyor. Katilin peşine takılan Julia’nın gözleri de kararmaya başlıyor yavaşça. Portekiz sınırındaki otelde kız kardeşinin sevgilisini arıyor sonra Julia. Kocası Isaac, onu paranoyalarından uzaklaştırmaya çalışsa da Julia, otel çalışanı yaşlı Créspulo’nun, silik kişilikli ve görünmez insanlar üzerine fikirlerini öğrendikten sonra olaylar hızla gelişiyor. Önce, kocası otoparkta kayboluyor. Ardından Dr. Román, donör bulunduktan sonra Julia’yı ameliyat ediyor. Julia, ameliyattan sonra kız kardeşinin evine yerleşiyor. Dr. Román, hasta bakıcı olarak, Julia’nın hastanede bir ara göz göze geldiği Iván’ı gönderiyor. Julia da gelenin Iván olduğunu sanıyor. Julia’nın gözleri ameliyat edildiği için bandajlı elbette. Yönetmen, finale kadar katilin yüzünü göstermiyor. Seyircinin gözleri de bandajlı sanki bu anlarda. Bu da merak duygusunu ve gerilimi çoğaltıyor. Özellikle, Julia’nın kız kardeşinin evindeki anlarda seyirci o yüzü görmek için streslere düşüyor. Neredeyse Julia gibi depresif ruh halini yaşıyor sanki seyirci. Katilin evinde geçen anlarsa, tam anlamıyla nefes kesiyor. Elbette gözlerdeki bandaj da çıkıyor bu anlarda. Filmde, özellikle giriş bölümündeki gerilim seyirciye çok şey vadediyor. Yönetmen Morales bu sözünde duruyor ve filmin derinliğinde seyircilere heyecanlı anlar yaşatıyor. Julia’nın, Baumann Merkezi’nin bodrum katındaki koridorda katilin peşine düşmesi estetik anlamda da çarpıyor seyirciyi. Filmin adının nereden geldiğini katilin kim olduğunu öğreniyorsunuz en sonda. Aslında, katilin ruh hali de önemli filmde. Hiç fark edilmeyen, başka insanlarca yokmuş gibi davranılan insanlar, bu filmin katili gibi varolmak için öldürürler mi? Gerçekten bu çok derin bir psikososyal sorun olabilir. Depresif haller gibi.

1964’te Meksika’nın Guadalajara şehrinde doğan Guillermo del Toro’nun sunduğu “Julia’nın Gözleri”, Hollywood filmlerindeki korku – gerilim duygusunu seyirciye her an duyuran filmlerden. Toro’yu, 2006 yapımı “El Labirento de Fauna – Pan’ın Labirenti” filminden hatırlayabilirsiniz. Sara ve Julia’yı canlandıran 1965 Madrid doğumlu Belén Rueda, Juan Antonio Bayona’nın 2007 yapımı “El Orfanato – Yetimhane” filminde Laura karakterinde görünmüştü. 1957 Barcelona doğumlu Lluis Homar, Pedro Almodóvar’ın 2009 yapımı “Los Arazos Rotos – Kırık Kucaklaşmalar” filmindeki kör yönetmen Mateo karakteriyle biliniyor.

(28 Haziran 2011)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com

İFSAK’ta Yeni Dönemde Yapılacak Film Analizi Seminerlerinin Konuğu Nuri Bilge Ceylan

Sinema meraklılarına yönelik düzenli olarak Film Analizi Semineri serisi düzenleyen İFSAK, 01 – 29 Temmuz 2011 tarihleri arasında Ali Şimşek’in eğitmenliğinde yeni bir seminer daha organize ediyor. Beş hafta sürecek olan eğitimde, yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri mercek altına alınıyor. Her Cuma günü saat 19:30’da İFSAK binasında yapılacak olan seminer serisi süresince katılımcılar Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini belli kavramlar çerçevesinde ele alarak çeşitli sorulara eğitmenleri eşliğinde yanıtlar bulmaya çalışıyor olacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İFSAK’ta Yeni Dönemde Yapılacak Film Analizi Seminerlerinin Konuğu Nuri Bilge Ceylan yazısına devam et
  • Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Köyceğiz’de

    6. Köyceğiz Kaunos Altın Aslan Türk Filmleri Festivali’nde dün akşam Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in gösterimi yapıldı. Gösterim sonrasında Alin Taşçıyan’ın filmin başrol oyuncularından Güneş Sayın ile yaptığı söyleşide filmin yapım aşaması seyirciyle paylaşıldı. Film, lise yıllarından beri arkadaş olan Ender ve Çetin’in dostluğu konu alınıyor. Tam hayatları düzene girdiğinde yurtdışındaki arkadaşları Fikret annesiyle babasını kaybeder. Fikret, Almanya’ya dönerken Ankara’da okuyan kız kardeşi Nihal’in onlarla kalmasını ister. Ender ve Çetin birbirinden habersiz Nihal’e aşık olurlar.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Köyceğiz’de yazısına devam et
  • İlk Yerli Çocuk Kahramanı HeroTürk’ün Çizgi Film ve Sinema Filmi Çalışmaları Sürüyor

    Gazeteci Fehmi Demirbağ’ın senaryosunu yazdığı ilk Türk çocuk kahramanı olan HeroTürk’ün romanı çıktı. Roman için İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, “Bu çocuklarımız için iyi bir rol model” dedi. Callisto Kitap tarafından çıkarılan HeroTürk romanına kitapla ilgili görüşünü yazan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, bugünün orta yaşlı bireylerinin Teksas’larla Tommiks’lerle büyüdüklerini, hayal dünyalarının yabancı olan kültürlerin kahramanları ile yoğrulduğunu belirtti. Edebiyat, çizgi film ve sinema dünyasına bir Türk çocuk kahraman kazandırmaya amaçlayan HeroTürk’ün çizgi film ve sinema filmi için çalışmaların sürdürüldüğü bildirildi.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İlk Yerli Çocuk Kahramanı HeroTürk’ün Çizgi Film ve Sinema Filmi Çalışmaları Sürüyor yazısına devam et
  • Amerikan Pastası’nın Devam Filminin Çekimlerine Başlandı

    Fenomen haline gelen Amerikan Pastası serisinin devam filmi American Pie: The Reunion’ın çekimlerine geçtiğimiz haftalarda başlandı. Filmde 10 yılı aşkın bir süre önce tanıştığımız ve artık birer yetişkin olan Jim, Michelle, Finch, Kevin ve Oz, East Great Falls Lisesi’nin mezunlar gününde tekrar bir araya geliyor. Beraber geçirecekleri bu haftasonunda macera dolu bir eğlencenin onları beklemesi süpriz olmasa gerek. Michigan’lı 4 gencin bekirliklerini kaybetmek üzerine 1999 yazında girdikleri iddiadan yıllar geçmiştir. Jim ve Michelle evlenmiş, Kevin ve Vicky veda etmişlerdir.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Paradoks Sine-Felsefe Yaz Seminerleri 4: Sleepy Hollow, Geçmişin Travması ve Fantastik Terapi

    SİYAD üyesi felsefeci – sinema yazarı Metin Gönen eğitmenliğindeki Paradoks Sine-Felsefe Yaz Seminerleri, 4. haftasında Tim Burton’ın yönettiği Hayalet Süvari (Sleepy Hollow) filmini Geçmişin Travması ve Fantastik Terapi başlıklarıyla birlikte inceliyor. Konusu 1799 yılında geçen Hayalet Süvari’de Washington Irving’in orijinal öyküsünde portresi çizilen geleneklerin kıskacındaki karanlık ve belirsiz ortama sonuna kadar sadık kalındı. Seminer, 26 Haziran Pazar günü 11:00 – 15:00 saatleri arasında “Validebağ Adile Sultan Kasrı Öğretmenevi, Kadıköy” adresinde yapılacak.

  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Paradoks Sine-Felsefe Yaz Seminerleri 4: Sleepy Hollow, Geçmişin Travması ve Fantastik Terapi yazısına devam et