Son yıllarda festivaller ve etkinliklerde belgesel sinemanın tanımları için bazı sorunlar yaşanmaya başlandı. Belgesel filmler için kurulan jüriler karşılarına gelen filmlerin çeşitliliği karşısında şaşırıyorlar. Yarışma sonunda jüriler, akademisyenler, seyirci ve yaratıcılar arasında çok farklı, uzlaşmaz ve sonucu tartışmalı anlayışlar ortaya çıkıyor. Seyircinin ayakta alkışladığı bir “belgesel” jüri tarafından belgesel kabûl edilmiyor, vs. Hatta çıkan tartışmalar sonunda yaratıcıya belgeselin ne olduğu üstüne formüller önerenler, nutuk atanlar bile oluyor. Fakat bazı değişimi sezen bazı anlayışlar da var. Çünkü yarışma sonunda bazı rahatsız jüri üyeleri veya akademisyenler tek tek gelip yaratıcıdan “sana haksızlık ettik galiba!” dercesine özür diliyor ve davranışlarının nedeni sorulduğunda da cevaplayamasalar bile “içimden öyle geldi” davranışları gösteriyorlar. Bunlar neden oluyor diye sormak gerek?
Çünkü dünya çok değişti ve her geçen gün de hızla değişiyor. Televizyon kameraları artık her yerde… Kameralar artık neredeyse savaşları canlı yayına aktarıyor. Belgeselin ilkçağının klâsik örneği “Kuzeyli Nanook” vb. bir insan / doğa olayını keşfetmek ve onunla ilgili bir belgesel yapmak artık çok gerilerde kaldı. Öyle bir şey / birisi bulunsa bile televizyon kameraları onu haber programlarında iki dakikada içinde tüketip bir kenara bırakmış oluyor!
Belgeselin ilkçağını, zamanında TRT’de de oynayan “Leonardo da Vinci” zaten kapatmıştı. Anlatıcının görüntü akışına girip çıktığı, düzenlenmiş sahnelerle birlikte (yarı – yapıntı / restore edilmiş kalede Leonardo Da Vinci’nin yaşamıyla ilgili canlandırılmış sahneler!) bu dizi ile belgesel başka bir çağa girmişti.
Ön belirtilerini, yine TRT’de izlediğimiz “İpek Yolu”ndan sonra belgesel sinema “Baraka” ile de yeni bir çağa girdi. Baraka, her gün dünya üzerinde yayın yapan binlerce televizyon ekranında görülen görüntülere karşı verilen en güzel bir cevaptı. Üzerinde 20 yıl geçse de belgeselin çıtası artık Baraka’nın koyduğu gerçeğin lirik anlatım çıtasıdır.
Film üretim tarzı pelikül filmden elektroniğe doğru değiştikçe, üretim tarzı da artık yaratıcının kişisel tasarrufu altına girdi / giriyor. Belgeselci artık çekeceği konu için sermayeden izin almak zorunda değil. Belgeselci artık televizyonun kendisine dayattığı içerik ve formatları da kullanmak zorunda değil. Belgesel (ve kısafilm) şimdi altın çağını yaşıyor. Belgeselin artık bir ucunda Kuzeyli Nanook diğer ucunda da Baraka var. Bu çizginin yan kutuplarında da görsel antropoloji ve etno-kurmaca var.
Belgesel bu geniş skalada yeni keşifler yaparken, ağdalı ve şiirsel bir metinle görüntülere zorla başka anlamlar yüklemeye çalışan TRT belgeselleri bir yana, acaba biz bu gelişimin neresindeyiz? Üniversiteler hâlâ kitaplardaki tanımlarla eğitime devam ederken, festivaller / etkinlikler de hâlâ eski yarışma veya gösterim başlıklarını korumaya devam ediyorlar. Yeni anlatımlı belgeseller eski biçim, içerik ve formatlardan izin almak zorunda değil. Atı alan Üsküdar’ı zaten geçmiş durumda. Jüriler ve akademisyenler bu yeni eğilimleri görseler iyi olacak. Yoksa daha çok özür dilemek zorunda kalacaklar.
(Bu yazı, yazarı ve alındığı yayın yeri belirtilerek, dileyen herkes tarafında izinsiz olarak yayınlanabilir veya bir kısmı alıntılanabilir.)
(20 Nisan 2011)
Hüseyin Kuzu
Senarist / Öğr. Gör.
Sine – Sen Eğitim ve Araş. Dai. Bşk.