Uluslararası İstanbul Film Festivali’ni başından beri, yani daha “Sinema Günleri” diye anıldığı yıllardan beri izleyen biri olarak, otuzuncu yıla varmış olmanın memnuniyeti içindeyim. Çünkü bu bizim festivalimiz, yani o on beş günde İstiklâl Caddesi’nden sel gibi akan, sinemaları dolduran insanların festivali. İstiklâl Caddesi’ni bir sembol olarak da kabûl edebiliriz. Malûmunuz, artık festivalimizin amiral gemisi Emek yok, karşı çıkışlar da şimdilik somut bir yarar sağlamadı. Atlas Sineması yerli yerinde şükür, sevgili Beyoğlu Sinemamız da. G-Mall gitmiş, yerine Nişantaşı Citylife (City(s) gelmiş bu yıl. Bir de AFM Fitaş Beyoğlu Sinemaları var ki, şahsen benim için filmlerin hangi salonda oynayacağı gidip gitmeme konusunda tayin edici olabilir. Çünkü bazı salonlar, klaustrofobiyi azdırmak için birebir. En azından, son gittiğim İF’te öyleydi. Kadıköylüler, gene babadan kalma Rexx’e gidecek. Keşke diyoruz, çok daha modern ve rahat olan CKM’yi de düşünselermiş.
Festival yazısı konusu bitmez, ama daha önümüzde uzun günler var. Diyorum ki ilk solukta size beni nelerin heyecanlandırdığını söyleyeyim ki, 30. Yıl’ın nimetleri de ortaya dökülsün. Nelerden heyecanlanıyorum? Öncelikle çok sevdiğim ve günümüzün en iyi yönetmenlerinden biri olduğunu düşündüğüm Claire Denis’in: 1) Beş filmlik bir retrospektifinin sunulacak olması, 2) Çoğu filminin müziklerini yapmış olan Nottingham’lı rock grubu Tindersticks’i “Claire Denis Film Müzikleri 1996-2009 / Tindersticks Konseri – Müzik ve Film” başlığını taşıyan özel bir projede izleyecek olmamızdan. Kendisi aynı zamanda uluslararası jüride.
Çok sevdiğim yönetmenlerin yeni filmlerini görecek olmaktan da pek keyifliyim. Örneğin, adını ilk kez Torino’da duyduğum, benim FİPRESCİ jürisinde olduğum yıl “Family” adlı mini dizi uyarlamasıyla yarışmaya katılan Michael Winterbottom’ın programda iki filmi var. FİPRESCi, TV uyarlamalarını kabûl etmediği için içimiz yanarak filmini gözardı etmiştik ama, o gün bugün her filmini izlemişimdir. İngiliz yönetmenin, 2010 yapımı iki filmini, gene TV dizisi uyarlaması olan “The Trip / Yolculuk”u Uluslararası Yarışma’da, “The Killer Inside Me / İçimdeki Katil”i ise, Akbank Galaları’nda izleyeceğiz. İlk kez “Yumurta” adlı filmiyle yüreğimizi ağzımıza getiren İsveçli yönetmen Bent Hamer’le ise, “Hjem Til Jul / Yeni Yıl” ile hasret gidereceğiz. Ne de olsa “O’Horten” ve “Factotum”dan bu yana (ki ikisini de çok sevmiştim) iki yıl geçti.
Israrla bugüne kadar bağımsız kalan kıymetli yönetmenim John Sayles de “Amigo” adlı filmiyle “Yıllara Meydan Okuyanlar” bölümünde yeralıyor. Aynı bölümde, soğuk nevale fakat çok iyi yönetmen Bertrand Blier’in de son filmi var. Üstat “Le bruit des glaçons / Buz Sesi”nde, kanserin evine taşındığı bir adamın hikâyesini anlatmış, doğru söylüyorum. Peter Weir, Nikita Mikhalkov, Zhang Yimou, Stephen Frears de, Festivalin en iyi bölümlerinden biri olan “Yıllara Meydan Okuyanlar”ın yönetmenleri arasında. Ama beni asıl ilgilendiren, hemen hemen her yıl bir film yaparak gençliğini sürdüren 1908 Aralık doğumlu Portekizli yönetmen Manoel de Oliveira. Kendisine saygılarımızı sunuyoruz ve bir mucize ile daha onlarca yıl film yapmasını diliyoruz.
Ama bütün bunlar, Akbank Galaları’nın daha bir gösterim filmi nitelikli filmleri, çok sevdiğimiz NTV Belgesel Kuşağı, Mayın Tarlası, Sinema İnsan Hakları Yarışması filmleri bir yana, sadece bu yıla mahsus iki bölüm var ki, dikkatinizi çekmek isterim: “Bir Zamanlar Festival’de: SİYAD’ın Keşifleri” ile “Film Gibi 30 Yıl”. Bültende, “Bu bölümde,” diyor, “filmleri gösterilen yönetmenleri bugün çok iyi tanıyoruz. Ancak, evvel zaman içinde onlarla Emek Sineması’nın, Atlas’ın ya da Alkazar’ın koltuklarında tanışmıştık.” Gerçekten de öyle olmuştu. Hatta ben bir kısmı sayesinde, program açısından en iyi yıllardan biri olan 1984’te Pangaltı İnci koltuklarında da benzer heyecanlar yaşamıştım. İşte bu bölümde, Festival sayesinde keşfettiğimiz bir yönetmenin bir filmini yazdık. Benim payıma, bu ilk filminin ardından peşini hiç bırakmadığım Peter Greenaway’in “The Draughtman’s Contract / Ressamın Kontratı” filmi düştü. Festivalin 30. yılının bir başka özel bölümü ise, sinemayı (en azından, belirli bir sinemayı) bu festival sayesinde keşfetmiş on dokuz yönetmenimizin en çok etkilendiği filmlerden oluşuyor. Hatta 30. yıl kitabında onların seçtikleri filmler üzerine yazdıkları, bizim değerlendirme yazılarımız ve festivalin otuz yıllık macerasının anlatıldığı söyleşiler de varmış.
Şöyle söyleyeyim, bizim vaktiyle yakaladığımız, ancak yaşı daha genç olanların ve düpedüz genç olanların kaçırdığı pek çok önemli filmi bu yuvarlak hesap festival yılında izlemek mümkün olacak. Biletler 19 Mart’ta yani önümüzdeki Cumartesi satışa arzedilecek. Seçmek de zor, maliyeti de ağır olabiliyor ama gerçekten de bugünün büyük ustalarının eski filmlerini görme şansınız, şansımız olacak. Kolay gelsin diyoruz. Keyfini çıkarın…
(12 Mart 2011)
Sevin Okyay