The Karate Kid, Başlangıç (Inception), 27 Ağustos – 02 Eylül 2010 seansları için tıklayınız.
Aylık arşivler: Ağustos 2010
Kalmak İçin Gitmek: Revolutionary Road
Sözlerin boğazınıza düğümlenmesi gibidir hayat. Her yutkunuşta acı verir. Sarılmak bu kadar mı zordur öteki zamana? Yoksa geri kalmak mıdır iç çekişin sinsiliğinde hayat. Uzun mudur hayat, yoksa çığlık atana dek mi süreriz kervanımızı? Yol upuzun oysa ki… Sonunu görmek mümkün olmuyor. Yolun sonuna koşabilmektir yalnız kovboyların derdi. Hayat bir iç çekiştir yeri geldiğinde. Sabırsız, yer yer de dingin. Kana kana su içmenin keyfidir umuda sarılmanın verdiği haz. Ya da karda açan bir çiçeğin sessizliği, gülümseyişi, titreyişi… Hayat, sonsuz bir uçurumdur… Döner durur kendi içine…
Revolutionary Road iki kere izlemiş olduğum bir filmdir. Hayat kendi içine evrilirken sinemanın buna kayıtsız kalamayışının kanıtı. Her anı gerçektir. Ya da gerçeğin bu olduğuna şartlanmışızdır. Sanırım kitabi bir eleştiri yapamayacağım bu film hakkında. Şeffaf olan bir şeyler var ya da her şey şeffaf. İçinize işliyor ya da benzer durumlara gebe kalmışsa sizin de hayatınız içinize işlemekten başka da çare kalmıyor. Filmde Amerikan Banliyo yaşamına dair, süslü tekdüze hayatlara dair bir eleştiri var. Sam Mendes sanki anlattığı konuda ihtisas yapmışçasına döktürüyor. Filmin sosyolojik boyutundan da öte psikolojik tespitleri, bu tespitleri ifade edişi her sahnenin altını sağlam bir şekilde dolduruyor. Komşu misyonunun ya da o dayatılmış misyonun katkısı da ustaca işlenmiş. Kate Winslet ve Leonardo DiCaprio da döktürmekten öte kariyerlerinin zirve noktasını çizmiş oluyorlar. Titanic sonrası gözlerimiz de yaşarmıyor değil bu uyumlu çifti gördüğümüz zaman. Kitap uyarlaması olduğu aslında her halinden belli olsa da bunun altından ustaca kalkmış yönetmen.
İnsanın kendi gerçeğini çizmesi üzerine bir film aslında Revolutionary Road. Dış faktörlerin insan psikolojisine ne derece etki ettiğine işaret ediyor. Pencereden esen buz gibi bir rüzgâr misali. Aslında her şeyin özünde de o buz gibi esen rüzgâra verilen tepki yatıyor. Sözde gerçeklikleri ne derece arkamıza alabildiğimiz, söylenen sözleri, sosyal statü diye konumlandırılan ünvanların ezici gücünü ne kadar göz ardı edebildiğimizle âlâkalı anlatılanlar. Birilerine kulak asmanın saçmalığı, gitmenin bir noktada kalmak, kalmanın da bir noktada da gitmek olduğunu görememenin cehaletini duyumsatıyor. Revolutionary Road derdini çok aşan bir üslûba sahip: “Herkes boşluğa düştüğünü fark eder ama umutsuzluğu görmek cesaret ister.” Durup düşünmek, düşündükçe daha derin anlamlar aramak amacıyla ustaca çalışılmış replikler bunlar. Gerçi kitabın yazarı Richard Yates’in sayesinde vücut bulmuş bir anlatımdan bahsediyoruz. Ama Sam Mendes daha iyisini yapamazdı sanırım. Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun’da beni yüzleştirdiği, gerçek dediğim olgu bu filmde tamamen altüst oldu. Aile ne olursa olsun dimdik ayakta duran, tüm sırların, yalanların tek bir potada eritildiği yarı saha maçıyken Sam Mendes aile içinde aile yaratmış. Bir şey içinde başka bir şey var yani. Daha da özüne iniyoruz sosyal statülerimizin. İşte indiğimiz o en derin çukurda da varoluşumuz yatıyor çırılçıplak bir şekilde. Umutsuzluğu görmek cesaret istiyor, büyük zorluklara katlanmak gerekiyor. Aynı zamanda gitmenin kalmak olduğuna dikkat çekiyor. Hayatta kalmak zor bir uğraşken gitmek de zorlaşıyor. İçiçe geçen bir takım gitgelleri tasvir ediyor film.
Kate Winslet beyazperdede hayatının performanslarından birine imza atmış. Kavga sahnelerinde yaratılan gerçeklik, aslında hepimizin somut anlamda ya da içsel olarak kendi kendimizle yaşadıklarımıza ayna tutuyor. Başlarda iki kişilik bir dünya tasavvur edilirken dakikalar aktıkça filmi izlerken bu dünya da küçüldükçe küçülüyor. Filmde fonda da iki adet çocuğu var başroldeki çiftimizin. Ama bu çocukları doğru düzgün perdede göremiyoruz. Daha doğrusu bize pek gösterilmiyorlar. Kendimiz olabildiğimiz noktada çocuklar da silikleşmeye başlıyor. İsteklerimiz, hayallerimiz, umutlarımız olunca asıl önemli olan kendimizi buluyoruz ve bizden diye atfedilen parçalarımız silikleşiyor. Filmde çocukların pek görünmeyişi de anlatılmak istenen vahim durumu daha iyi kavrayabilmemiz açısından yerinde bir tercih olmuş. Şayet gelmek üzere olan üçüncü çocuğu hiç görmesek bile varolmaya başlaması ve hakkında konuşulanlar sayesinde dehşete kapılıyoruz. İnsanoğlunun varoluşu başkalarının zorlamalarından, gelenekçi yaklaşımların oluşturduğu dayatmalardan, kendimiz olamayıp esir kalmış ruhlardan ibaretmiş meğer. En kötüsü ve her şeyi özetleyen de aslında sahip olduğumuzu zannettiğimiz şeylerin aslında bize sahip olmasından kaynaklanıyor oluşuymuş meğer. Oturduğumuz ev, sahip olduğumuz araba, koltuklarımız, değerli mücevherlerimiz, takım elbiselerimiz, çocuklarımız… Aslında her şey bizi esaretin gölgesinde bırakmaya başlamış. Umutsuzluk da işte yavaş yavaş tüm bunların farkedilebildiği noktada kendisini göstermeye başlıyor. Cesareti de farkındalığından alıyor. April’in ölüme doğru yol aldığı sahne ve hemen sonrası yüreğimi sızlattı. Farkedemediğim bir noktaya taşıdı beni. Bu da cinsiyetsizlik aslında. Film karı – koca misyonunu somut anlamda apaçık gösteriyor olsa da anlatılmak isteneni kavradıktan sonra hepimizin aslında birer et parçası olduğumuzu fark etmemizden öteye geçemiyor. Kadın ya da adam, ya da yoldan geçen biri, eve giren deli -ki aslında kim deli?- gibi gibi bir sürü cevapsız ama kimliksizliğin eşiğine gelmiş sır gibi saklanan bir cinsiyetsizlik.
Revolutionary Road tam da anlatmaya çalıştığını anlatmış, izleyenleri kilitlemiş dediğimiz yerde biraz gereksiz bir biçimde uzamaya başlıyor. Frank’in hastaneden çıkıp caddede koşmaya başladığı sahnede her şey çözümlenmişti aslında ve burda da ekranın kararması gerekiyordu. Ama ardarda bir dizi zorlama kapanış sekansı daha geldi. Wheeler’ları efsaneleştirme çabası olmamış. Wheeler’lar silinmeye mahkûm karakterleri oynamamışlar mıydı film boyunca. Gerçi tam olarak bu hükme de karşı çıkan sahneler de yoktu. Ama şekil itibariyle Avrupa Sinemasına çok çok yakın duran bu film final itibariyle de netleşmeye mahkûm olmamalıydı. Filmle ilgili tek rahatsızlık duyduğum nokta bu, yani Kate Winslet’in perdeden ayrıldıktan sonraki tüm sahneleri. Ama her şeye rağmen yıkılamayan tabular aslında kendi özümüzde başlıyormuş fikri güzel işlenmiş.
İzlemesi zor bir roman ve okuması da oldukça zor bir film Revolutionary Road. Son yılların en başarılı Amerikan filmi. Bağımsız olmayan ama bağımsıza en yakın duran, Amerikan yaşam tarzını eleştirirken Avrupa’nın yozluğuna da ışık tutan bir film…
Yönetmen: Sam Mendes
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Kathy Bates, Kathryn Hahn
Görüntü Yönetmeni: Roger Deakins
Senaryo: Justin Haythe, Richard Yates (Kitap)
Müzik: Thomas Newman
Yapım: 2008, ABD/İngiltere, Renkli
(31 Ağustos 2011)
Görkem Akgün
Aykut Oray Kısa Filmleri Gecesi
Geçen sene bu ay kaybettiğimiz Aykut Oray, oynadığı kısa filmlerin gösterileceği geceyle anılıyor. Her zaman öğrencilere ve kısa filmcilere destek olan sanatçının rol aldığı ve katılımın herkese açık olduğu gecede gösterilecek filmler şunlar: Pembe İnek (Yön: Onur Gürsoy), Hücre (Kemal İleri), İş Görüşmesi (Gökhan Özdemir), Ayak Altında (M. Cem Öztüfekçi), Gerçeğin Hikâyesi (Yasemin Çağan Boğalıoğlu), Yemekteyiz Öğrenci Evi (Enver Engin Karalar). Etkinlik, 04 Eylül 2010 Cumartesi günü saat: 20:30’da “Klaxon Kültür Merkezi, İstiklal Cad. Olivia Geçidi, No:5, D: 2, Beyoğlu, İstanbul” adresinde yapılacak. Tel: (0212) 2442464.
Osman Nuri Ergün’ü Kaybettik
Sinemamızın sevilen yönetmenlerinden Osman Nuri Ergün, yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak 24 Ağustos 2010 Salı günü hayata veda etti. 1928 yılında Çayeli’nde doğan ve sinemamızda Kemal Film yönetmeni olarak da bilinen Osman Nuri Ergün’ün yönettiği filmler arasında Cilalı İbo ve Tophane Gülü, İzmir Ateşler İçinde, Sevgili Halam, Aşk Mahkumu, Mor Defter, Fakir Gencin Romanı, Ali Baba Kırk Haramiler, Bir Pınar ki, Mahşere Kadar, Saymadım Kaç Yıl Oldu, Herşeyim Sensin gibi filmler var. Afiş ve jeneriklerde adı genellikle O. Nuri Ergün olarak geçen yönetmenin cenazesi, yarın Bebek Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.
Ankara Büyülüfener Sinemaları
Bahçelievler Büyülüfener Sineması, Kızılay Büyülüfener Sineması, 27 Ağustos – 02 Eylül 2010 seansları için tıklayınız.
Pinema Film Filmleri
İntikam Peşinde (Edge of Darkness), Örnek Aile (The Joneses), Ev, Selvi Boylum Al Yazmalım, Salgın (The Crazies), Aşkın Yaşı Yok (The Rebound), Kara Köpekler Havlarken, Genç Victoria (Young Victoria), Sevgili John (Dear John), Romantik Komedi, Gecenin Kanatları, 27 Ağustos – 02 Eylül 2010 seansları için tıklayınız.
Gaziosmanpaşa CineMa Sinemaları
Gaziosmanpaşa CineMa Sinemaları, 27 Ağustos – 02 Eylül 2010 seansları için tıklayınız.
Bahçeşehir Sun Flower Sinemaları
Bahçeşehir Sun Flower Sinemaları, 27 Ağustos – 02 Eylül 2010 seansları için tıklayınız.
Tüm Şirketler
Tüm Şirketler,
20 – 22 Ağustos 2010 Haftasonu (Weekend),
20 – 22 Ağustos 2010 Zirve 20 (Top 20) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.
UIP Filmcilik
UIP Filmcilik, 20 – 22 Ağustos 2010 Haftasonu Box Office listesi için tıklayınız.
Van CineVAN Sinemaları
Van CineVAN Sinemaları, 27 Ağustos – 02 Eylül 2010 seansları için tıklayınız.
Mehmet Soyarslan, Hakan Sonok’la Yaptığı Özel Söyleşiyle sinemazon.com’a Konuk Oldu
Özen Film yönetiminde 40 yılını tamamlayan Mehmet Soyarslan, özel söyleşisiyle sinemazon.com’a konuk oldu. Titanic’ten (2 milyon 844 bin kişi) Kahpe Bizans’a (2 milyon 460 bin kişi), Cesur Yürek’ten (1 milyon 111 bin kişi) Temel İçgüdü’ye (900 bin kişi), Aşkın Gözyaşları’ndan Evde Tek Başına’ya, Toprağın Teri’nden Son Osmanlı: Yandım Ali’ye kadar pek çok fenomen filmi sinemaseverlere sunan Özen Film 70 yaşını kutlamaya hazırlanırken, 1970 yılından bugüne şirketin yönetiminde bulunan Mehmet Soyarslan sinemazon.com’dan Hakan Sonok’un sorularını cevapladı.
Ve Sinema Programı, Arzu Film Ekolü’nü İnceliyor
Birsen Hatipoğlu Yıldız’ın yapımcısı olduğu Ve Sinema, 28 Ağustos Cumartesi günü 17:15’de TRT Haber TV’de, komedide Arzu Film ekolü, ekolün lokomotif filmleri, bu filmlerin bizi en çok güldüren sahnelerini inceliyor.
Programda, haftanın yenilerinden, ölüm temalı bir gizem-gerilim filmi Diriliş ve yeniden çevrim The Karate Kid ele alınıyor. Animeseverleri mutlu edecek bir etkinlik haberi olan Pera Film’de Anime Günleri programın bir başka dikkat çeken konusu. Sinema yazarı Rasih Yılmaz’dan film yorumları, iç ve dış basından derlenen sinema haberleri ve dahası Ve Sinema’da.
Umut Sanat Filmcilik
Umut Sanat Filmcilik, 20 – 22 Ağustos 2010 Haftasonu Box Office listesi için tıklayınız.
Misafir (Yönetmen: Ozan Aksungur)
Ozan Aksungur’un yönettiği ve Halit Ergenç, Lale Mansur ile Yeşim Ceren Bozoğlu’nun oynadığı Misafir, 20 Mayıs 2011′de M3 Film dağıtımıyla Zeryen Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Oktay, yıllardır yaşadığı Paris’ten memleketi Kütahya’ya gelir. Şehri yeniden terk etmek üzereyken bir uzak akraba evinde Ayşe ile karşılaşır. Ayşe, evliliğinde mutsuz, taşralı bir kadındır. Hayatını katlanılabilir kılan iki şey vardır: Oğlu Ahmet ve komşusu Makbule ile yaşadığı gizli ilişki. Ta ki, yıllar sonra Oktay’ı yeniden karşısında görene kadar. Oktay ve Ayşe, yıllar sonra mutluluğu birbirlerinde bulurla bulurlar. Mutluluğu sürdürmenin yolu ise, Ayşe’nin Oktay’la birlikte Paris’e gitmesidir.
- Basın Bülteni: 1 / 2
- Fotoğraflar
- Fragman