1926 yılında Ermenistan’da çekilen ve bir Kürt kadınını ele alan Zarê adlı film, tarihte Kürtleri konu edinen ilk film olarak kabûl edilir. Siyah beyaz ve sessiz bir filmdir Zarê, kürt halkının uzun süre içinde bulunduğu durumu da filmin bu hali özetler niteliktedir.
“Savaş bölgelerinden gerçek görüntüler çekmek istiyordum; yani o savaş makinelerini, harcanan paraları, o dağlara dikilen bayrakları, kendi kendimizle nasıl savaştığımızı… Arkamızda JİTEM, arkamızda PKK, arkamızda vali ve biz film çekiyoruz. Her makara dağın başında çekiliyor, sarılıyor ve Almanya’ya gönderiliyor. Altmış dört kutu film çektik; bütün çekebildiğimiz odur. Yarısında da, zaten tipiden gözükmediği için, fazla bir şey çıkmamıştır.” diye anlatıyor yönetmen Reis Çelik, Işıklar Sönmesin filminin hikâyesini. Filmde, bir çatışma sonrası düşen çığın altında kalanlardan sadece bir gerilla ve bir asker kurtulur. Ölümü koltuk altlarında gezdiren bu iki karakter, Türkiye’de hâlâ çözülememiş sorunun başkahramanlarıdır. Yıllardır bir iç savaş yaşayan bu topraklarda sanatın bu alanda çıkıp söz söyleyememiş olmasını “beni en çok iğneleyen ve ileri iten şeydi” şeklinde yorumluyor yine Reis Çelik. Işıklar Sönmesin, Mülteci gibi filmleriyle varolan, yaşanan acıları daha çok kişiye duyurmaya çalışan Çelik’in filmleri vizyona girdiği dönemlerde çok ilgi görmese de, bu alana ilk direk kamerayı tutan yapıtlardır. Son olarak ülke sınırları içerisinde ilk kez dili Kürtçe olarak yasaklanmadan gösterime giren Min Dit filmi ise Kürt Sinemasının varlığını geniş kitlelere duyurmayı başarmıştır.
90’larda Turgut Özal’ın Kürt sorununa çözüm olabilecek açılım yolları, Kürtlerin varlığını devlet eliyle kabûl etmesi bu alandaki sanatçılara da moral olmuş ve Kürt Sineması adına yapılan çalışmalara hız vermiştir. Sonrasında açılımın yine önü kesilecek ve Kürt sinemacılar duracaktır. Günümüze gelindiğinde ise Kürt sineması yine açılımın sağladığı ortamın faydasını görerek kendini bu sefer kısık sesle değil, bağırarak duyuracaktır. Popüler bir tarzda, karikarütize edilmiş karakteriyle eleştirilen Mahsun Kırmızgül’ün Güneşi Gördüm filmi ise, eksiklerine rağmen insani yönüyle bir uyanış sağlamıştır.
Önyargıları kaldıracak dil sinema
Tarihsel sürecine baktığımızda 90’lardan sonra gelişim gösteren Kürt sineması aslında 1926’lara kadar uzanır. 1926 yılında Ermenistan’da çekilen ve bir Kürt kadınını ele alan Zarê adlı film, tarihte Kürtleri konu edinen ilk film olarak kabûl edilir. Siyah beyaz ve sessiz bir filmdir Zarê, kürt halkının uzun süre içinde bulunduğu durumu da filmin bu hali özetler niteliktedir. Türk sinemasında Kürtler yanık tenleri, bozuk Türkçeleriyle hep kaba halleriyle, töre cinayetleriyle yer bulmuşsa da ilk defa gerçek kimliklerini Yılmaz Güney yansıtmıştır. Güney’in Seyithan (1968), Endişe, Umut, Sürü (1978) ve Yol (1982) filmleri Kürtlerin yaşadığı dramı anlatır. Dönemin şartları ve yasaklar sebebiyle bu filmlerde sadece tek tük Kürtçe kelime kullanılmış, hatta Seyithan filmindeki Nebahat Çehre’nin Keje adlı bir karakteri canlandırması uzun bir süre sorun olmuştur. Sonraki yıllarda Güney verdiği bir röportajda, Kürtçe film çekmenin mümkün olmadığını söyleyecektir.
Aynı toprak üzerinde, aynı acıları ve sorunları yaşayan iki kardeş milletin birbirine bu kadar yabancılaştırılmış olması sistemin istediği bir şeydir. O kadarki, bu toprakların bir zenginliği olan bir dili Kürtçeyi siyasallaştırmış, tek bir kelimesi bile bölücülük olarak damga yemiştir. Şimdiyse Başbakan’ın köy isimlerini Kürtçe söylemesi, devlet eliyle bir Kürtçe televizyon kanalının açılmış olması, aslında yasağın ne kadar da maksatlı bir ötekileştirme olduğunun göstergesidir. Çok geç kalınmış konuşmalar ve tartışmalar sorunun Kürt halkı olmadığını göstermektedir. Sorun bu iç savaştan nemalananların rantları uğruna verdikleri mücadeledir.
Kürt halkının kendini doğru ifade edebilmesi, Batılının Doğuluyu ötekileştirmeden yakınlaşmasını sağlaması açısından sinema önemlidir. Çekilen acıların ortak olduğunu anlatan filmler, önyargıları zayıflatacaktır. Yasak altında gelişen her yapı gibi Kürt sinemasındaki filmler çoğunlukla siyasal söylenmeler içerse de, İki Dil Bir Bavul gibi naif filmler iki kardeş milleti yeniden yakınlaştıracaktır.
(12 Ağustos 2010)
Ayşe Şahinboy Doğan
Gerçek Hayat Dergisi’nde yayınlanmıştır. (Ağustos 2010)