Kâbus Dolu Dehşet Gecesi

Vahşet Sapağı (Snarveien / Detour)
Yönetmen-Senrayo: Severin Eskeland
Müzik: Stein Berge Svendsen
Görüntü: Bjørn Eivind Aarskog
Oyuncular: Sondre Krogtoft Larsen (Martin), Marte Cristensen (Lina), Malin King (Lotta), Jens Hultén (Polis Gunnar), Johan Hedenberg (Bosse), Inga Didong Harrie (Ellinor), Knut Walle (Edgar), Jeppe Laursen (Lasse)
Yapım: Norveç (2009)

Norveç sinemasından gelen korku – dehşet filmi “Vahşet Sapağı”, tam anlamıyla kan fışkırtan kasvetli dehşet dolu bir korku filmi. Filmde Hitchcock’un da ruhu dolaşıyor.

İki sevgili, Martin ve Lina, Norveç sınırına doğru arabalarıyla yol alıyorlar. Bagajlarında da içkiler var. İçkileri arkadaşları Lasse’ye götürüyorlar. Polis Gunnar yollarını kesiyor. Onları anayoldan ormanın içindeki yola yönlendiriyor. Her şey yolundan çıkıyor ve perde de kıpkırmızı kana boyanıyor çok geçmeden. Bir gece boyunca süren bu filmi seyrederken Hitchcock ustayı hatırladık. Usta, 1960 yapımı “Psycho – Sapık” filmini yaptıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye düşündü. Gerçekten “Sapık” filminden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı ve kanlı korku filmleri perdeyi kuşatmaya başladı. Macar kökenli Amerikalı yönetmen Nimród Antal’ın 2007 yapımı “Vacancy – Boş Oda” filmi de Hitchcock ruhunu taşıyordu.

Gecenin karanlığında…

Bu derin ve karanlık ormanda her şey ters gitmeye başlar iki sevgili için. Önce yollarına Bosse çıkıyor. Sonra güzel Lotta’yı buluyorlar yol kenarında. Hemen arkalarında polis Gunnar bitiyor. Gunnar, Lotta’yı Martin ve Lina’yı da götürerek “ailesine” teslim ediyor. Ormanın içinde iki yaşlı çift, Ellinor ve Edgar yaşıyor. Oğulları da Bosse. Çok geçmeden, Martin ve Lina bu evde bazı şeylerin ters gittiğini anlarlarken kendileri dehşetin içine düşüyorlar. Ardından da kanlı bir mücadale başlıyor gecenin derinliğinde. Filmdeki karakterler gerçekten iyi işlenmiş. Gunnar’a hayat veren İsveçli oyuncu Jens Hultén tek kelimeyle muhteşem bir performans sunuyor filmde. Filmin görselliği de çarpıcı. Sinemaskop görüntüler de kuşatıcıydı. Bu kasvetli filmde bazı anlar insanı gerçekten irkiliyor. Dehşet ve korku filmlerini sevenleri biraz olsun doyurabilecek bir film “Snarveien / Detour – Vahşet Sapağı…”

(05 Ağustos 2010)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com

Kurtlar Vadisi Filistin’in Dev Kadrosu

Pana Film’in yapımcılığını üstlendiği ve Filistin’de yaşanan insanlık dramını konu alan Kurtlar Vadisi Filistin filminin dev kadrosu belli oldu. Bu hafta çekimlere başlayacak olan filminde Necati Şaşmaz, Gürkan Uygun ve Kenan Çoban’ın yanı sıra Erdal Beşikçioğlu, Erkan Sever, Zafer Diper, Umut Karadağ ve Mustafa Yaşar rol alıyor. Filmin kadın başrol oyunculuğunu ise Nur Aysan üstleniyor. 05 Kasım 2010’da Türkiye ve dünyada aynı anda vizyona girecek Kurtlar Vadisi Filistin’in yapımcılığını Pana Film adına Raci Şaşmaz, yönetmenliğini ise Zübeyr Şaşmaz üstleniyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Rus Ajanlar Amerika’yı Kuşattı

    Ajan Salt (Salt)
    Yönetmen: Phillip Noyce
    Senaryo: Kurt Wimmer
    Müzik: James Newton Howard
    Görüntü: Robert Elswit
    Oyuncular: Angelina Jolie (Evelyn Salt), Liev Schreiber (Ted), Chiwetel Ejiofor (Peabody), Daniel Olbrychski (Orlov), August Diehl (Mike Krause)
    Yapım: Columbia (2010)

    Bu film, Amerika’da patlayan Rus ajanlar üzerine düştü. Güzel Rus ajan Anna ve bu filmin güzel ajanı Ev Salt neredeyse aynı işi yapıyorlar. Hollywood hayatın önüne geçip eski Soğuk Savaş casuslarının hallerini perdeye yansıtıyor.

    Film, Kuzey Kore’nin zindanlarında açılıyor. Evelyn “Ev” Salt, ajan olmakla suçlanıyor ve işkenceler görüyor. Ev, görünüşte petrol arayan bir şirketin elemanı. Görüşmelerden sonra takasla Ev, bu zindandan kurtuluyor. Kendisinin bu derin kaostan çıkması için bir Alman araknolog Mike Krause çaba göstermiş. CIA, ekipten bir ajan kaybolmuşsa kaybolmuştur diye düşünüyor. Filmin girişi bir an insanın ruhunu daraltıyor. Hollywood’un sağ kanadı, “Pentagon”un görevli memurları gibi propaganda filmlerine girişiveriyorlar. Kuzey Kore “şer ekseni”nde değil miydi? Hollywood, Amerikan halkını yeni bir savaşa mı hazırlıyor? Propaganda filmlerinin ardından savaş patlak verdiğinde halk her şeyi “normal” karşılıyor. Bu filmde hiç kötü Amerikalı olmadığını da belirtelim. Hatta ABD Başkanı bile iyilerin iyisi.

    Soğuk Savaş gibi…

    Hikâye iki yıl sonrasına gidiyor. Ev, kendisi için çaba göstermiş Alman Mike’le evlenmiş ve “petrolcü işi”ne devam ediyor. Her zamanki sabahlar gibi yine işe gidiyor. Evlilik yıldönümlerinde hemen eve dönmek istese de bir Rus çıkıyor ortaya. Orlov, CIA içinde Rus ajanlar olduğunu söylüyor. Orlov, kendisini sorguya alan Ev’i suçluyor Rus ajanı olmakla. Rusya’da çocuklar, Amerikan İngilizcesini ve Amerikan yaşam tarzını öğrenerek ajan olarak yetiştiriliyorlarmış. Sonra da Amerika’ya gönderiliyorlarmış. Ev, iddiaları reddetse de CIA ajanı Peabody kuşkuyla yaklaşıyor ve ardından nefes kesen bir aksiyon başlıyor böylece.

    1950 doğumlu Avustralyalı yönetmen Phillip Noyce, 1989 yapımı gerilim filmi “Dead Calm – Ölüm Sessizliği”nde güzel Nicole Kidman’ı tanıtmıştı. Yönetmen, 2002’de “Rabbit – Proof Fence – Çit” filminde Avustralya’da Aborjin çocuklarının kaçırılışını ve Hıristiyan geleneklere göre yetiştirilmesini eleştirel bir dille anlatmıştı. Noyce’u, aktör Harrison Ford’la yaptığı 1992 yapımı “Patriot Games – Tehlikeli Oyunlar” ve 1994 yapımı “Clear and Present Danger – Açık Tehlike” filmleriyle de hatırlayabilirsiniz. Yönetmen son dönemlerde televizyona ağırlık vermişti. Noyce, belgeselden gerçekçi filmlere, gerilimden uç noktada aksiyona kadar birçok film yönetti. “Ajan Salt” filmi de kendi geçmişinin bir yansıması gibi. Politik gerilimden aksiyona ve gerçekliğe kadar hepsi var bu filminde. Aslında Noyce’un bu filmi, Amerika’da patlak veren Rus ajanları olayının üzerine düştü. Anna Chapman adını almış güzel Rus ajan İrene Kutsov, Noyce’un ajanı Ev Salt gibi. Her şey üst üste biniyor işte. Bu da Noyce’un filmine yarıyor elbette.

    Köstebek kimdi?..

    Aslında seyircinin kafası karışıyor başlarda. Film ilerledikçe ve Ev, maharetlerini perdede göstermeye başladıkça seyirci de eğlenmeye başlıyor. Hapseldildiği yerden kurtulan Ev’in TIR’ın üzerinde kaçışı gerçekten nefes kesici. Aslında hikâye, Sovyetler dağılınca bunu hazmedemeyen eski KGB ajanları, Soğuk Savaşı sürdürüyorlar. Amerika’ya yaklaşan Rusların devlet başkanına suikast yapılırsa, Ruslar da buna misilleme yaparsa her şey eski haline döner umuduyla “uyuyan ajan” Ev Salt’u bu suikast için görevlendirmişler. Amerikan Başkanı’nın kilisedeki cenaze töreni bunun için uygun. Chenkov, yani Salt da görevini yaptıktan sonra Orlov’la buluşuyor. Orlov, rehin aldığı Salt’un kocasını öldürünce Salt, küçük bir katliam yapıyor ve asıl köstebeğin peşine düşüyor. Yarım saate yakın süren final bölümü gerçekten nefes kesici ve polisiye filmlerdeki gibi insanda merak duygusunu uyandırıyor. Perdede görmek gerekecek. Gerçekten, “Ajan Salt”, insanda “007 James Bond” filmleri tadı da bırakıyor. Hem Soğuk Savaş dönemlerindeki hem de günümüzde aksiyona dönüşmüş “007 James Bond”lar gibi. “Ajan Salt”, sıkı bir casusluk filmi. Filmin filnalinin de boşlukta kaldığını belirtelim. Belki devamı gelecektir, kim bilir…

    (05 Ağustos 2010)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Pak Panter

    Murat Aslan’ın yönettiği ve Ufuk Özkan, Metin Zakoğlu, Doğa Rutkay ile Sümer Tilmaç’ın oynadığı Pak Panter, 05 Kasım 2010’da UIP Filmcilik dağıtımıyla Arzu Film – Fida Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Özel olarak kurulmuş Pak Panter teşkilâtı ve istihbarat elemanlarının başından geçen son derece aksiyonel ve bir o kadarda komik maceraların anlatıldığı, izlendikçe ve serileri üretildikçe tıpkı James Bond ve Pembe Panter filmleri gibi kendi kitlesini oluşturacak olan serinin ilk filmi Pak Panter içine düştüğü durumlarla kendi halklarının gözünde komik durumlara düşen “paranoyak yönetim anlayışı”nın geleneklerini hicvediyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • Arzu Çevikalp Yazıyor
  • Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Pak Panter yazısına devam et
  • Her Şeyi Ters Giden Adam

    Ciddi Bir Adam (A Serious Man)
    Yönetmen-Senaryo-Kurgu: Coen Kardeşler
    Müzik: Carter Burwell
    Görüntü: Roger Deakins
    Oyuncular: Michael Stuhlbarg (Lawrence “Larry'” Gopnik), Richard Kind (Arthur Amca), Fred Melamed (Sy Ableman), Sari Lennick (Judith Gopnik), Aaron Wolff (Danny Gopnik), Jessica McManus (Larry Gopnik)
    Yapım: Focus (2009)

    Sinemanın muhteşem kardeşleri Coenler, yine seyirciyi ruhundan vuran unutulmaz bir film yarattılar “Ciddi Bir Adam”la. Bu filmde Yahudi kültürünü dinin yönlendirdiğini de fark ediyorsunuz. Bu kültür insanlara hayatının zor anlarında bir hikâyesiyle yol mu gösteriyor? Aynı durumları ve zorlukları yaşamış Yahudiler, kendi deneyimlerini başka Yahudilere aktarıyorlar. Psikaytrist gibi.

    Akademi’nin 2009 ödüllerinde film ve senaryo dallarında aday olan “A Serious Man – Ciddi Bir Adam”, Yahudi mizahı ve kültürüyle beslenen keşfedici bir film. Bu filmi seyrederken Yahudilerin de bizler gibi insan olduğunu anlıyorsunuz. Tüm karakterler, traji-komik durumlar, hikâyeler gerçekten etkileyici. Aslında bu film, seyirciyi şaşırtan bir girişle hikâyesine başlıyor. Gerçekten beklenmedik ve Yahudi kültürü üzerine öğretici bir giriş bölümü bu. Ayrıca bir kısa film gibi. Film, 20. yüzyılın başlarında açılıyor. Yahudi Velvel (Allen Lewis Rickman), kar fırtınasının sürdüğü gecede mutlu evine dönüyor ve karısı Dora’ya (Yelena Shmulenson) müjdeyi veriyor. Velvel yaşlı Groshkover’e (Fyvush Finkel) yardım ettiğini ve eve davet ettiğini söyler. Dora, hayalettir diye yaşlı adamın göğsüne bıçağı saplayıveriyor. Adam güler ve tipinin içine dalar ve kaybolur. Coenler, bir Yahudi sözünü söylüyorlar bu bölümde: Başınıza ne gelirse gelsin sakin karşılayın… Bu giriş bölümünde Aşkenaz Yahudilerin Almanca kökenli Yidişçe konuşuluyor. 2. Dünya Savaşı’nda Yahudi soykırımında çoğunlukla Aşkenazlar trajedileri yaşamıştı.

    Her şey tepetaklak…

    İşte bu sözler tam da fizik profesörü Lawrence “Larry'” Gopnik’e uyuyor herhalde. Film, 1967 yılına, ABD’nin Ortabatı eyaletlerinden Minnesota’ya gidiyor. Bloomington şehrinde ağırlıklı olarak Alman ve İskandinav nüfusu yaşıyor. Elbette Yahudiler de yoğunlukta. Film, Yahudileri, dinlerini, kültürlerini, sosyal hayatını gerçekten etkileyici yansıtıyorlar. Yahudileri tanıdıkça (din ağırlıklı dinlerinden dolayı çok zorlu bir şey bu) saygınız artıyor. Bu iyi ve güzel insanlar İsrail’e gidince neden acımasız olabiliyorlar diye şaşırıyorsunuz. Mizahı ve kültürü zengin olan insanlar, başkalarına acı verebilir mi? Evet, bu film, hayatı tepetaklak giden Larry’nin hikâyesini anlatıyor. Sınıfında keyif alarak fizik dersini öğrencilerine sevdirmeye çalışan Larry, karısı Judith, oğlu Danny ve kızı Jessica’yla mutlu mesut yaşadığını düşünürken karısı ona komşuları Sy’la ilişkiye girdiğini söylüyor ve hayatın öteki yüzüyle karşılaşıyor Larry. Karısı boşanmak istiyor. Bu öyle basit değil. Hem hükümet hem de dini olarak boşanmaları gerekiyor. Larry, hahamlara başvuruyor. Larry’nin bir de Güney Koreli öğrencisi Clive Park (David Kang) var. Fizik dersinden kötü not alıyor. Zarfın içindeki paray Clive’ın mı? Dürüst ve işini seven bir Yahudi olan Larry, her gün evden işe, işten eve gidip geldiği hayatında birçok şeyin ve tam bir kaosun ortasında olduğunun farkına varamamış. Evlerinde kalan kumarbaz kardeşi Arthur’un evde pek sevilmediğini bile ancak anlıyor. Rutin gibi veya ayrıntı gibi görünen şeyler hayatın aslında kendisi. Larry, bu zorlu anların içinde hayatın zorluklarını ve kaderi fark ediyor. Filmin girişindeki yazı belki de onun ve birçok insanın yol göstericisi.

    Filmde gerçekten insanı zorlayan, Yahudi kültürünü öne çıkaran anlar da var. Larry’nin oğlu Danny’nin Mitsva günü de var. Bir bakıma ergenlik yaşına gelmiş Yahudi gençlerinin vaftiz edilmesi gibi bir şeye benziyor bu. Elbette “şabat” bayramı da var. Yahudiler, şabat gününde, cumaları çalışmıyorlar ve dinlenme günü geçiriyorlar. Hahamlar da bir psikolog gibi. Katoliklerdeki günah çıkarmaya hem benziyor hem de benzemiyor bu ilişki. İnsan, konuşmak ve çıkış aramak için hahamlara gidebiliyor. Coen kardeşlerin bulabildiğiniz filmlerini arşivinize katabilirseniz bu sinema anlamında bir zenginlik katabilir hayatınıza. “Ciddi Bir Adam”, iyi bir film ve insanı bir an için bile sıkmıyor. Bir film insanı sıksa ne olacak ki? Sanat sanattır… Bu filmin görüntüleri ve kurgusu çarpıcı. Müzikleri de ruhlara iyi geliyor. Feministler bu filme de kızacaklar. Bu filmde de kadınlar erkeklere felâket getiriyorlar.

    (05 Ağustos 2010)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com