06 Ağustos 2010 Haftası

“Ajan Salt”, duyguların yasaklandığı geleceğin totaliter toplumuna dair “Equilibrium” ya da yine bu yıl izlediğimiz, bireysel intikam hikâyesi “Law Abiding Citizen – Adalet Peşinde” gibi oldukça ‘uç’ senaryoları ile dikkat çeken Kurt Wimmer’ın muhayyilesinden çıktığı için dur durak bilmeden ‘uçmuş’. En seçkin CIA ajanlarından bir kadının, istendiğinde hemen harekete geçirilebilen, çok özel olarak yetiştirilmiş sayılı Rus suikastçılardan biri olduğunun açığa çıkmasından sonra başlayan kaçıp kovalamacalar boyunca sürprizlerin sürprizleri doğurması iyi de, gerçekliğin inandırıcılık çizgisi aşılırsa bu artık bir bilgisayar oyununa döner ki, işte burada tam da bu olmuş. Angelina Jolie’nin “Lara Croft”laşmasının önü açıldığından, ayrıntılar gereksizleşmiş. Yönetmen Phillip Noyce, aksiyonda birinci sınıf bir gösteri sunuyor zaten. Dileyenler tadını çıkarabilir.

“Ciddi Bir Adam”, boşanıp başka biriyle evlenmek isteyen karısı, sürekli ot çeken oğlu, tüm işi saçlarını yıkamak olan kızı, koltukta uyuyan kumarbaz biraderi, çırılçıplak güneşlenen bir komşusu, ırkçı olan bir diğeri ve tuhaf bir Koreli öğrencisi olan fizik profesörü Larry’nin, yaşadığı sorunlar nedeniyle üç hahama danışma sürecini öykülüyor. Başka bir anlatımla, Yahudi Larry’nin arka arkaya dizilen problemlerinin müsebbibi ve çözümü olarak neye inanması gerektiğine dair bocalamalarını aktaran ‘başyapıt düzeyinde bir kara mizah’. Gerçekten de, tüm bu kötü sıralama Tanrı’nın işi, işaretleri mi… Yoksa düzensizliğin düzeni midir? Bir fizik profesörünün tüm bu ‘düzeni anlamaması’ üzerinden, Coen’lerin ulaştığı seviyede, ‘olgun bir sinema’nın tüm ayrıntıları saklı; bu film, lezzetinin sürekli damağınızda kalmasını istediğiniz bir tatlı gibi… Bir sinema eserini zevkle izleten tüm veriler, sadece bir bilet ötede! Kaçırmanız affedilemez.

“Vahşet Sapağı”, ıssız yolda genç çifte kurulan tuzakların onları adım adım ölüme yaklaştırmasını kameralar vasıtasıyla internet üzerinden pazarlama fikrini işleyen ve meselâ, heyecanı cinayetlerle artan BBG Evi’ni röntgenlediğimiz “My Little Eye”ın açık alana uyarlaması gibi duran korku-gerilim. Tabii, ‘derin Amerika’daki ‘deli aile’lerin eline geçen kurbanların kaçış hikâyelerine de çok benziyor (buradaki ‘derin İskandinavya’). Yani bu denli ‘tanıdık’! Ancak, film ortalama da olsa bir sürprizi var: Seyircinin izlemeyi arzu ettiği ya da umduğu gibi değil, farklı bir yönde hareket etmek! Benzerlerinden ayrılan bir noktasını da, ‘gerçeğe görece daha yakın olması’ şeklinde tanımlamak mümkün.

“Zorlu Görev”, ‘Rock and Roll’ kavramının içinde -skandallardan ‘genel ahlâka aykırı her şey’e- ne varsa sakınmadan ortalığa döken ‘ayıp güldürü’. Kuşkusuz İngiliz, doğaldır ki seksi, muhakkak çılgın rock yıldızı ile onun Amerika’da konser vermesini sağlayacak olan ve giderek ‘ahlâksız’laşan plâk şirketi görevlisinin ‘utanç verici’ sahneleri, ufak çaplı gülme krizlerine girmenize neden olabilirler. Bu filme, Londra – New York – Las Vegas ve Los Angeles hattında, kentlerin, müziğin, deliliklerin, kahkahaların buluştuğu uçarı bir randevu da diyebiliriz. İlgililerine…

(04 Ağustos 2010)

Ali Ulvi Uyanık

ali.ulvi.uyanik@gmail.com