Paris’ten Sevgilerle (From Paris with Love)
Yönetmen: Pierre Morel
Hikaye: Luc Besson
Senaryo: Adi Hasak
Müzik: David Bucley
Kurgu: Frédéric Thoraval
Görüntü: Michel Abramowicz
Oyuncular: John Travolta (Charlie Wax), Jonathan Rhys Meyers (James Reece), Kasia Smutniak (Caroline), Richard Durden (Büyükelçi Bennington)
Yapım: Wanrer Bros-Europa Corp. (2009)
Batılıların kendilerine benzemeyen kültürdeki insanlara önyargılı baktığı filmlerden olan “Paris’ten Sevgilerle” yer yer ırkçı ve öfkeli şiddet yüklü bir film.
Ünlü Fransız yönetmen Luc Besson’un hikâyesini yazdığı ve yapımcılarından biri olduğu “From Paris with Love – Paris’ten Sevgilerle”, batının doğuya saldırgan bakışını yansıtan yer yer ırkçı bir film. Hayata diyalektik açıdan bakamazsanız, bu filmin manipüle ettiklerine hemen inanırsınız. Batılılar, kendilerine benzemeyen herkese ve her şeye saldırıyorlar. “Paris’ten Sevgilerle” filmine göre Çinliler ve Pakistanlılar çok tehlikeli. Hepsi suç için doğmuş. Çinliler, batıdaki tüm uyuşturcu trafiğini yönlendirirler. Pakistanlıların hepsi terörist bir canlı bomba. İnsan önyargılar ve ırkçılıklar yüzünden kederlere düşüyor. Doğru tarafları olabilir. Ama tüm bir toplumu öyle sunmak elbette çok ürkütücü bir şey. Kızılderilere soykırım yapıldı Amerika’da. Bu soykırımda tüm bir toplum mu suçluydu? Mafyayı yaratan Amerika’nın her ferdi mi gangsterdi? Ya Fransızlar? Amerika gibi günahın ülkesi olan Fransa’nın günahları da Amerika’dan az değil. Dünyadaki tüm halkların soylu tarafları var. Eğer suçlar ortaya çıkıyorsa bu emperyalizmin yaydığı bir şeydi. Hem suçlar hem de şiddet. Konjektüre göre bazı örgütleri yaratan batı, işi bittikten sonra kontrol edemediği o örgütlerin şiddeti kendisine yönelince tam bir Frankenştayn oluyor. Politikadan nefret ediyoruz ama batıdan öyle yalanlar ve manipülasyonlar üzerimize yağıyor ki… Propaganda tehlikeli bir oyuncak.
Paris’te şiddet ve heyecan…
Ama bu film, tüm politik yönlerini bir tarafa bırakabilirseniz tam anlamıyla birinci sırııf bir aksiyon ve şiddet filmi. “Paris’ten Sevgilerle”, bir zamanların Soğuk Savaş dönemlerinin “007 James Bond” filmlerinin tadını veriyor. Evet, bu filmi perdede seyretmeye doyamıyorsunuz. Kurgusu ve senaryosu iyi olan filmde, öncelikle John Travolta’nın performansı heyecan verici. Dazlak ve küpeli Wax, “çömez” ajan James’le Paris’i birkaç gün içinde kan gölüne çeviriyor. James, Paris’te Amerikan Büyükelçisi Bennington’ın ufak tefek işlerini görerek ajanlıkta “tecrübe” kazanıyor. James bir de Caroline adında bir genç kadına aşık. Onunla evlenmeyi bile hayal ediyor. Ama hayatına birdenbire Wax girince ajanlıkta epey yol alacağını da anlıyor. Wax, ajanlığın “inceliklerini” de James’e uygulamalı olarak gösteriyor. Wax, bu şehre indiğinde Paris’te hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Romantizmin şehrinin karanlık yüzüne dalan Wax, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını da gösteriyor James’e. Gerçekten kaç zamandır böyle nefes kesici birinci sınıf bir aksiyon filmini perdede görmemiştik. Filmdeki şiddetin çok sert olduğunu da belirtmeliyiz. Kanlar neredeyse fışkırıyor her yere. Wax ortaya çıktıktan sonra temposu bir an düşmeyen filmde seyirci ancak final bölümünde nefes alabiliyor. James’in bir santraç ustası olduğunu da belirtmeli.
Sinemaseverler, 1977 doğumlu İrlandalı oyuncu Jonathan Rhys Meyers’ı Woody Allen’ın 2005 yapımı “Match Point – Maç Sayısı” filminde Chris Wilton karakteriyle hatırlayabilirler. John Travolta, “Paris’ten Sevgilerle” filminde John Badham’ın 1977 yapımı “Saturday Night Fever-Cumartesi Gecesi Ateşi” filmindeki gibi sanki dans ediyordu şiddet sahnelerinde. 1964 yılında doğan Fransız Pierre Morel, yönetmenliğe kameramanlıktan geçti. Sinemaseverler bu yönetmenin 2008 yapımı “Taken – 96 Saat” filmini hatırlayabilirler. Luc Besson, yönetmen Morel’e tam anlamıyla destek veriyor. Çünkü Morel, kameraman olarak birçok uluslararası aksiyon filminde çalıştı. Yani bu işi iyi biliyor. Morel, David Lynch’in 1984’te çektiği “Dune” (Kumul) bilimkurgusunu yeniden çekmeyi düşünüyor. “Dune”un yazarıysa Frank Herbert.
(23 Haziran 2010)
Ali Erden