04 Haziran 2010 Haftası

“Yaşamaya Değer”: yeter ki öldüğünüz güne, sevmenin ve sevilmenin ılık rüzgârı içinde sevinçle başlamış olun. İşte bu zarif filmi görmek için de yaşamaya değer, inanın!

11 yaşında zekâ küpü kız Paloma, mensubu olduğu zengin ailesinin varlığından bıkmış halde kendi doğum gününde intihara karar vermiş olsa da, yaşadıkları apartmanın ellili yaşlarındaki kapıcısı, yalnız ve suratsız bayanın küçük dairesindeki arka odada nasıl zengin dünyalar saklı olduğunu keşfettiğinde, hayata bakışı genişleyip değişmeye başlar… Yeni apartman sakini dul centilmen Kakuro Ozu’nun, dış dünya ile arasına duvar örmüş bu ‘özel kadın’a, uzun yıllar sonra, belki de ilk kez ‘özel’ hissettirmesi ile birlikte de artar.

Zaten asıl mutluluk, mırıldanan bir kediyi sevmek, bir kitabın içinde kaybolurken çikolatayı ağızda eritmek, kibar bir beyefendiyle akşam yemeği ve beraber bir film izlemek değil midir? Paloma, mutluluğun resimlerini çizmeye başladığında ise… Biz izleyiciler için neredeyse bir sağaltım niteliğinde bu film. İnsan olduğunu duyumsamanın güzelliğini unutanlar için özellikle. Yaşamdan ödünç alınıp filmin içinde yer verilmiş karakterler… Ve sinemanın insan ruhuna nasıl iyi geldiğinin misali!

“Ölümcül Takip”, seri katil doğası, adaletin tecellisi için kurulmuş mekanizmanın bozukluğu ve vicdan üzerinden sunduğu gerilimi, önemli referans filmleri anımsatmasına karşın kendine özgü sürprizlerle bezemiş: Her daim karşımıza çıkmayan bir sinemanın ve oyuncuların gerçekliği, özellikle final bölümlerindeki sertliğin etkisini arttırabilir.

“Koy” adlı, Oscar ödülüyle taçlandırılmış mükemmel belgesel, memeliler sınıfının insangiller familyasından olan yaratıkların, besin zincirinin en tepesinde, en zeki, gezegenin tek egemeni ve başka canlıları acı çektirerek öldürme ritüellerine sahip olmaları nedeniyle, memeliler sınıfının, balinalar takımının, yunus balığıgiller familyasındakileri nasıl acımasızca katlettiklerine odaklanıyor. Bu filmi, memeliler sınıfının insangiller familyasında olmasına rağmen doğaya saygı ve sevgi duyanların izlemelerinden çok, bu saygı ve sevgiden nasiplenmemiş olanlar izlemeli ki, vicdan denilen güç onları insafa getirsin!

“Koleksiyoncu”, eğreti çıkış noktasının, tek bir şeye, “Testere”nin ev versiyonu olmasına hizmet ettiği sadist film! Hırsızlık amacıyla girdiği evde, aileyi işkencelerle katleden seri katille karşılaşan adamın, içeride özenle kurulmuş ölümcül tuzaklardan sakınmaya çalışması sanki bir oyun ve seyirci de bu son derece vahşi oyunun kan sever alıcısı! Bu kadar sömürü inanılır gibi değil… Sadece, başroldeki Josh Stewart’ın en az film denli tuhaf ve ‘az rastlanır çekiciliği’ için gidilebilirse de, önermek sağlıklı değil.

“Cennet Batıda”, Ege kıyılarından Paris’e uzanan zorlu yolculuğu boyunca genç kaçak göçmen Elias’ın ‘gözlerinden’ izlediğimiz Avrupa denilen uygarlığın (!), didik didik edilmesi. Siyasal sinemanın büyük ismi Costa-Gavras, bir düşün peşinden koştuğu günler boyunca katı gerçeklere çarpıp yaralar alan ama sonunda ‘tuzla buz olması’ kaçınılmaz olan genç adamla seyahat ettirdiği seyircisine, tek bir plânı bile aksamayan akıcı filmi yani bu uzun yol boyunca, tarihi yaşlı kıtanın suç ve günahlarının ağırlığını hissettiriyor. Medeniyetin insanları nasıl mutsuz – yalnız kıldığını örneklemeyi de ihmâl etmiyor. Önemli ve değerli bir film; gerçekten de çok şey söylemeyi becerebilen kusursuz bir örnek. Ferzan Özpetek’in “Serseri Mayınlar”ından anımsayabileceğiniz parıldayan yetenek Riccardo Scamarcio, yorulmak bilmeyen bu genç adamın saf enerjisini aynen aktarıyor.

(03 Haziran 2010)

Ali Ulvi Uyanık

[email protected]