Alanya’da, Zeynep Banu Özbek’in başkanlığını yaptığı Sinematek Derneği’nin yönetiminde tam 9 yıldır düzenlenen bir Belgesel Film Festivali var. Şu anda gönüllülük esasına dayanarak yürüttükleri bu işi uluslararası alana taşımak için kaynak aramakta olan festivalin 9. yılında birbirinden değerli yönetmenlerin belgeselleri 10 – 15 Mayıs tarihleri arasında ücretsiz olarak gösterildi. Bizde sadibey.com okuyucuları için değerleri yönetmenlerimiz Metin Avdaç ve Yasin Ali Türkeri ile belgesel üzerine söyleşiler yaptık. Keyifle okumanız dileğiyle…
Metin Avdaç Röportajı
Fotoğrafçılıkla başlayıp belgeselciliğe doğru yol alan bir yönetmen Metin Avdaç. 1998 yılında çocukluk yıllarından beri elinden düşürmediği fotoğraf makinesini yanına alıp disiplinli bir fotoğraf eğitimi için İFSAK’ın kapısını çalıyor. Haftasonları aldığı fotoğraf eğitimi kendisine yetmemeye başlayınca da hafta içleri de gider oluyor İFSAK’a. Bu durum kursta edindiği dostlarıyla olan bağını kuvvetlendiriyor ve aradan geçen 4 yıl sonunda “Işığımızın Emekçileri” (2002) adındaki ilk belgesel fotoğraf çalışmasını gerçekleştiriyor. İlk yapıtının ardından kısa aralıklarla 3 belgesel film daha çekiyor yönetmen.
“Kara Altından Altın Mikrofona” adlı son eseriyle 9. Alanya Belgesel Film Festivali’ne katılan Metin Avdaç’la konuştuk…
Doğa fotoğrafçısı ve aynı zamanda belgesel film yönetmenisiniz Metin Bey, fotoğrafa ve belgeselciliğe olan ilginiz nasıl başladı, bizimle paylaşır mısınız?
1962 yılında Batman’da doğdum. Babam Batman’da Türk Petrol Ofisi’nde işçi olarak çalışıyordu. O sıralar Türk Petrol Ofisi’nin çalışanları için açtığı sosyal tesislerdeki yazlık ve kışlık sinemalardan bizde yararlanıyorduk. Bu yüzden sinemayla tanışmam çocukluk yıllarıma rastlar, daha 9 – 10 yaşlarındayken Yılmaz Güney filmlerinin sıkı bir takipçisiydim. O tarihlerde sinema gösterimleri sırasında filmler bazen kopardı. Bende makinistlerin çöpe attıkları o filmleri toplar, kendi kurduğum bir düzenekle arkadaşlarıma film gösterimleri yapardım. İnsanlara film kareleriyle bir şeyler anlatmak içimde ta o yıllardan beri vardı.
Daha sonra hayatınızın akışı içerisinde fotoğrafı ve belgeseli nasıl buldunuz?
İlk ve orta öğrenimimi TPO’da (Türk Petrol Ofisi) yaptım. Liseyi bitirdikten sonra yüksek gerilim hatlarında çalışmak üzere elektrik teknisyeni olarak işe başladım ve emekli olana kadar bu mesleğe devam ettim. 1998 yılına kadar kendimi fotoğraf konusunda geliştirmeye çalıştım ve sonrasında İFSAK’dan ilk profesyonel fotoğraf eğitimimi aldım. Ben o tarihlerde görev dolayısıyla Tekirdağ Çorlu’da yaşıyordum, bu yüzden haftasonları fotoğrafçılık eğitimi için İstanbul’a gitmem gerekiyordu. Bir süre sonra haftasonları aldığım eğitim bana yetersiz gelince İFSAK’a hafta içlerinde de gitmeye başladım ve bu durum onlarla olan bağımı kuvvetlendirdi. Bu süreçten sonra fotoğrafla birlikte belgesel de hayatıma girdi.
İlk belgeselinizi ne zaman çektiniz ve ardından hangi eserleriniz geldi?
Yüksek gerilim hatlarında çalışan elektrik teknisyenlerinin hayatlarını anlatan “Işığımızın Emekçileri” (2002) ilk belgesel – fotoğraf çalışmamdır. Hemen sonrasında 2003 yılında “Torakçılar”ı, 2004 yılında ise “Beyaz Saray” adlı belgeselimi çektim ve şu an 9. Alanya Belgesel Film Festivali’nde gösterimde olan “Kara Altından Altın Mikrofona” adlı eserimi 2009 yılında tamamladım.
Metin Bey belgesellerinize baktığımızda genellikle emekçilerin hayatını konu edinen filmler çektiğinizi görüyoruz, bunun özel bir sebebi var mı?
Ben işçi emeklisiyim; ağabeylerim, dayılarım, babamda öyle. Hepsi işçilik yaparak hayatlarını kazanmış insanlar. Çocukluğumdan beri işçi sınıfının içinde yaşadığım için emekçi insanların yaşadıkları sıkıntıları birebir gözlemleme imkânım oldu ve ister istemez bu durumdan etkilendim.
Son Belgeseliniz “Kara Altından Altın Mikrofona”nın diğer filmlerinizden daha farklı olduğunu düşünüyorum, bu sefer kameranızı emekçilerin yaşamına değil Batman’ın geçmişine çevirmişsiniz, bu konuda neler söylemek istersiniz?
Aslında çekmeyi düşündüğüm başka bir belgesel projesi için araştırmalarıma devam ederken, Batman’ın yerel gazetesinin küçücük bir köşesinde, 1968 yılında Hürriyet Gazetesi’nin açtığı Altın Mikrofon Yarışması Ödülü’nü Batman’a kazandıran orkestranın haberini gördüm ve hemen plânlarımı değiştirip bu konuda belgesel çekmeye karar verdim.
Bu konuda belgesel yapmak sizin için neden önemliydi?
Çünkü Batman 1960’lı yıllarda orkestrası olan TPO (Türk Petrol Ofisi) açtığı sosyal tesislerde, yüzme havuzlarına, tenis kortlarına, bale okullarına sahip bir şehirken şimdi kadınların intihar etme oranın yüksek olduğu bir şehir haline geldi. Oysa Batman geçmişte böyle bir şehir değildi. Belgeselimde bu kötüye doğru gidişten öncesini anlatmak, Batman’ın tarihine ışık tutmak benim için önemliydi.
Bundan 40 yıl önceki orkestra çalışanlarına nasıl ulaştınız?
Orkestra elemanlarından Ahmet Sayman ve Tomris Özışık zaten ulaşabileceğim kişilerdi. Araştırmalarımın sonucunda bütün orkestra elemanlarını buldum, fakat grupta çalışanlardan ikisi vefat etmişti. Bir diğer elemanınsa sağlık durumu iyi değildi.
Filmi tamamlamanız ne kadar zaman aldı?
Hazırlıklara hemen başladık, müthiş bir telefon trafiği yaşandı. O döneme ait insanlarla birden fazla röportaj yaptık ve dayanışma halinde bu filmi bir yıl içinde tamamladık.
Filmin galasına orkestra elemanlarından katılanlar oldu mu?
Galayı İstanbul Pera Müzesi’nde yaptık. Yaptığımız galaya Altın Mikrofon Yarışması’nı düzenleyen Hürriyet Gazetesi’nin o dönemki Genel Yayın Müdürü, aynı zamanda da yarışmanın fikir babası olan Necati Zincirkıran ve Türk Petrol Ofisi Orkestrası’nın üyeleri katıldılar. Çok duygusal anlar yaşandı, gülündü, ağlandı.
“Kara Altından Altın Mikrofona” Batman’ın tarihine ışık tutması açısından önemli bir eser, filminiz için kaynak bulmakta zorlandınız mı?
“Kara Altından Altın Mikrofona” tamamen dayanışma içinde çekilmiş bir belgesel film oldu, tabi yinede belli bir maliyete katlanmak durumunda kaldım. Aldığım kredilerle gereken parayı karşılamaya çalıştım, daha sonra emekli olunca da aldığım ikramiye ile borçlarımı kapattım. Ne yazık ki belgesel film için kaynak bulmak kolay olmuyor, hâlbuki geçmişteki değerlerimizi geleceğe taşımanın bir yolu da belgesellerdir, bu yüzden desteklenmelerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Alanya’dan döndükten sonra elektrik teknisyenleriyle ilgili bir belgesel çalışmasına daha girişeceğim fakat artık emekli maaşıyla geçiniyorum kaynak bulamadığım takdirde bir daha belgesel çekmeyi düşünmüyorum.
Bu konudaki sıkıntılarınızı çözmeniz dileğiyle röportajı burada sonlandırıyoruz. Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
(17 Mayıs 2010)
İlayda Vurdum