Yüreklerindeki sese kulak veren âşıkların bu yolculuk esnasında kaybolmalarını içtenlikle aktaran sıcacık bir film var karşımızda…
Hayatınızda kaç kere aşık oldunuz, ya da gerçek aşkı tattınız? Eğer cevabınız “aşık oldum”dan yanaysa hayata dair birçok detayı Matmazel Chambon (Madamoiselle Chambon) filminde bulacaksınız. Ama üzülerek söylüyorum ki, “ah nerede o eski aşklar” diye sitem edeceksiniz. Çünkü Matmazel Chambon çok basit bir aşk hikâyesinden oldukça gerçekçi bir durum yaratan ve “hayatın içinden” olan tüm olayları kendi iç dünyasıyla birleştiren bir film. Buradan yola çıktığımızda mutsuzlukla mutluluğu, ışık ve gölgeyi aralarına ufak ufak serpiştirdiği aşk kırıntılarıyla donatıp, yarım kalmış, yeri dolmamış, ölümcül bir tutkuyla sarmalanmış, bastırılmış duyguların adeta yeniden yaşanmasına neden olan Matmazel Chambon bunu gayet iyi aktarıyor. Ama bu avantajına rağmen ağır aksak ilerleyen temposu ile Fransız filmlerine alışık olmayanlar için bir dezavantaj haline dönüşebilir. Bu çok da önemli değil diyorsanız doğru adrestesiniz!
Gelelim hikâyemize… Bir varmış bir yokmuş, ufak bir kasabada şantiye görevlisi olarak çalışan Jean çok mazbut ve ailesine düşkün biriymiş. İşinden evine gelir, evinden işine gidermiş. Yüreği her zaman sevgiyle dolu olan Jean eşi dışında bir başkasını sevmenin belirsizlik olduğuna inanırmış. Ama ne yapsın adamcağız bir gün okul dönüşü çocuğunu almaya gittiğinde öğretmeni (Matmazel Chambon) onu bir anda etkileyivermiş. Kim inanırdı ki yasak aşkın yaşanacağına! Yaşanmış işte, hem de öyle bir yaşanmış ki kelimeler adeta kifayetsiz kalmış.
Gerçek Aşkın Kaideleri
Bu hikâyeyi baz aldığımızda bazen ağızdan çıkan cümlelerin, davranışlar kadar etkili olmadığını görebiliriz. Meselâ kanadı kırık kuş misali sevgiyi başka kollarda arayanlar vardır ama gerçek aşkın ruhunu bu kadar samimi bir dille, hem de daha az diyalogla anlatan hikâyeler çok fazla çıkmaz karşımıza. Çünkü çoğu filmde klişe olan gençlik aşkları işlenir. Lâkin buradaki durum biraz farklı… Jean ve yasak aşkı başlatan Matmazel Chambon orta yaş krizine yakalanan yetişkin insanlardır. Mantıklı olarak düşündüğümüzde, insanlara hayatta olduğunu hatırlatan gerçek aşklar ancak orta yaş sendromu yaşayan kişilerin uğrak yerleridir. Geçmişlerinde aşkın kalıcı etkisiyle tanışamamış orta yaşlılar, tatminsizliğin içlerini kemirmesiyle yepyeni diyarlara yelken açarlar. Zaten yaşadıkları hayattan başı dönmüş insanların başka diyarlara yelken açmalarının sebebi gözü daha kara olmaları değil midir? Tıpkı Matmazel Chambon ve Jean çiftinde olduğu gibi… Her ikisi de kendilerini farklı yollardan ifade ederler. Ama bu ifade biçiminde unutulmaması gereken bir şey vardır. O da gerçek aşkın kavuşamamaktan ibaret olduğu…
Kavuşmak Veyahut Kavuşamamak
Çoğu zaman kafamızda hayal ettiğimiz “mutlu son” perdesi gerçek aşkın bir yansıması değildir. Amma velâkin, kısa süreli yaşanan aşk her şeye bedeldir. Çünkü heyecan, macera ve kaçamak üçlüsü evliliği çatırdayan bazı erkekler için idealken, yalnız kalpli kadınlar için de kaçış noktasıdır ve aşkın ne zaman geleceği hiç belli olmaz. Bu da aşkı daha cazip hale sokar. Peki, Matmazel Chambon ve Jean çiftinin yaşadığı aşka ne demeli, onların aşkını nasıl değerlendirmek gerekiyor? Bana soracak olursanız ikisinin arasında yaşananlar boşlukları doldurmak için yola çıktıkları bir gezinti sanki… Batan geminin sularında yüzen bu iki erişkin insan, hayatlarını sıradanlıktan kurtarmak adına böyle bir yola başvuruyorlar. Yalnız beni ve izleyicileri derinden etkileyeceğini düşündüğüm çok önemli bir sahne var o da şu: Çocuğunu ve karısını iyice ihmal eden Jean artık tüm riski göze alarak Matmazel Chambon’la Paris’e gitmeye karar verir. Bavulunu alıp evden çıkar. Çıkış o çıkıştır. Sonradan fark ederiz ki, evdeki hesap çarşıya uymaz. Jean aniden metroda belirir ve trenin kalkmasına çok az kalmıştır. Ama bir türlü Matmazel Chambon’un yanına gidemez. Tam seviniriz şimdi kavuşacaklar diye. İşte tam o anda hüzünleniriz ve içimiz burkulur. Zaten filmin de asıl amacı budur. Ne demişler “Âşıkların dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkânıdır.” (özlü sözün orjinalinde insanlar lâfı geçmektedir)
Duygu Yüklü Bir Fransız Yapımı
Yukarıdaki paragraftaki özlü sözü çok güzel bir şekilde filmin altına süpüren yönetmen Stephane Briza seyircisine gizli bir mesaj vererek yapılan hatalardan ders alınması gerektiğini her fırsatta dile getiriyor. Ayrıca tipik Hollywood filmlerinde kullanılan efektler olmadan dramatik bir yapı inşa eden film, yalnızlığın ve tatminkâr olamamanın zorluklarını ön plâna alarak bu duyguyu izleyenlere zerk ediyor adeta. Buna ek olarak; doğaçlama oyun çıkaran oyuncuların da filme katkısı büyük…
Sonuç olarak; İstanbul Film Festivali’nde izlediğim en etkili filmlerden biri olan Matmazel Chambon uzun zamandır hem beyazperdede seyretmeyi istediğim, hem kendi halinde bir Fransız filmi, hem de karmaşık Hollywood filmlerinin oldukça uzağında yer alan bir yapım.
(11 Mayıs 2010)
Arzu Çevikalp
Allahaşkına Sadi Bey, böyle bir yazıyı nasıl yayımlarsınız? Çok kötü bir yazı. İmlâ hatalarını bir kenara bırakın, bozuk anlatımlar var. Son cümleden bile belli. Sizin gibi bir siteye böylesine kötü yazanlar yakışmıyor Sadi Bey. Saygılar…
Zalim’e katılmıyorum. Burası Edebiyat Fakültesi Güzel Yazı Sanatı Dersi için açılmış bir site değil. Kaldıki çok yönlü ve ne aradığımızı anlatan bir yazı.
Zalim isimli kullanıcıya hitaben: Yoruma değil yorum yapan kişiye bakmak gerek yorumu değerlendirmek için: “Bence gayet hoş ve anlaşılır bir şekilde okudum, okurkende zevk aldım…”