Yıllardır çeşitli sorunlarla mücadele eden sinema emekçilerinin sorunları meclise taşındı. Sinema Emekçileri Sendikası’nın (SİNE-SEN) girişimleri sonucu harekete geçen DSP Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş sinema emekçilerinin sorunlarına ilişkin mecliste bir soru önergesi verdi. Ağırbaş önergesinde “Hükümet, sinema emekçilerinin sorunlarını çözecek adımları ne zaman atacaktır? Bu konuda ne gibi düzenlemeler yapılması gündemdedir?” diye sordu. Ağırbaş, önergedeki sorularının Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını talep etti.
Basın Bülteni
Fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Sinema Emekçilerinin Sorunları Meclise Taşındı yazısına devam et →
Arslan Kacar’ın senaryosunu yazdığı Son Durak (The Final Destination), önümüzdeki aylarda Uzman Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
Film 1965 – 1974 yılları arasındaki Elazığ Keban Barajı mağdurlarını anlatıyor. Keban Barajı’nı ve sonrasını, gerçek öykülere dayanarak anlatan film, ülkemizde hâlâ sürmekte olan baraj projelerine çözümler sunacak. Filmin kahramanları çevremizde gördüğümüz insanlardır. Mizahi ve duygusal ağırlıklı anlatımıyla, cehaleti komik ama hüzünlü örnekleriyle gösterecek olan film, toplumsal yaşamın kanayan yaralarının, eğitimle çözümlenebileceğine dikkat çekmeyi hedefliyor.
Basın Bülteni
Fotoğraflar
Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Baraj yazısına devam et →
Güner Sarıoğlu’nun gönderisini okudum. Haklı olduğu noktalar var. Üretim aşamasındaki çalışma koşullarını ve yapılan, yapılabilenleri bilmeden konuşmak (yazmak) biraz ahkâm kesmek gibi oluyor. Fakat zamanında üzerine çok şeyler okuduğum Lâdik 76′nın anlattığı (gösterdiği) şeylerle ilgili olarak, konunun farklı tarafında bulunan bir tanıdığımın filmde anlatılan olayları diğer açıdan değerlendirip anlattıklarının bilinçaltında kalmış olması ve kameranın gerçeği öldürme (değiştirme) gibi bir özelliğinin de olabileceğini zaman zaman düşünmem, bu özellik üzerine yazılmış bir kitap nedeni ile kendini ortaya dökmesi sonucu ortaya çıkan bir durumla karşı karşıyayım. Sn. Sağıroğlu haklı olabilir ama kendiminde tamamen haksız olduğunu söyleyemem, o kendi somutunda (ürettiği, yaşadığı bir gerçeklikte) haklıdır, o filmden belki hiç söz edilmeyebilirdi. Yahut, görüşme olanağı aranıp, konu karşılıklı konuşulur, bir takım bilgiler kendisinden direkt alınabilirdi. Sonra filme değinilir veya değinilmezdi, bütün bunlar olmadı; belgeselin soyut yapısı dediğim, genel düşüncelerim halen devam ediyor, ama somutunda (bir filmde) konunun daha yakından incelenmesi düşünülünce düşüncem daha belirgin bir hale dönüştü, bu sonuç için Sn. Sarıoğlu’na teşekkür ederim.
(30 Ocak 2010)
Orhan Ünser
Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu