Sayın Orhan Ünser,
Yazınızın ve eleştirinizin bana göre yanıtlanması gereken can alıcı yanı, aşağıda aldığım satırlarınızda yatıyor. “Böyle bir soyutlamada, sizin çekim sırasında içinde bulunduğunuz koşullar ve de bir zaman olmuş veya başka bir yerde olmuş bir takım olayları (doğal veya toplumsal) mizansen düzenleyerek yeniden oluşturarak belgelemek düşüncesi bulunmamaktadır.” demektesiniz. Yargınız çok kesin ve sanki her şeye bir bir tanık oldunuz gibi… Neyi ve neleri yeniden oluşturmuş olabileceğimi düşünüyorsunuz. Sonra; “Böyle bir soyutlamada…” yargısının nereden kaynaklandığını da ben bilemedim. Sanıyorum, bu çalışmanın; farklı zamanlarda ve farklı mekânlarda ve oyuncularla ve oyun kurmalarla, kurmaca bir temelde yapılıp, kotarıldığını yazmaktasınız. Bilemedim, bunu mu anlatmaya çalışmaktasınız? Bunu da pek bilemedim. Daha sonra da şu kesin yargınız geliyor. “Benim düşüncemdeki belgesel film soyutlaması, yukarıda da değindiğim gibi belgeselerin düzenlenmiş mizansenler olmadan saptanmış görüntülerle yapılmasıdır.” Bu yargınıza bakarsak, Ladik ’76 bir belgesel film değil. Kurgusal bir film ve her şey düzmece, yapay!… Oyuncular başta her şey yeniden yaratılıp, yapılmış film ve belgesel diye bize yutturulmuş. “Köylüler, yörede yaşayan köylüler değil, oyuncular kullanılmış…” diyeceksiniz kendinizi alamasanız. Bütün bunları nereden çıkardığınızı, nereden ve nasıl bilebildiğinizi (!) ben bir bilebilsem!…
Bu yargıya nasıl vardığınızı da bilmiyorum, *soyut sinema” yapmayı da bilemediğim gibi… Bu yargınızın nedenlerini de hiç bilemedim. Ancak bu yakıştırıp, yapıştırmalarınızın doğru olmadığını iyi biliyorum ve ancak bunu söyleyebilirim size. “Bu belgesel tümüyle ve tüm ögeleriyle kurgulanmış bir film çalışmasıdır!…” demek istiyorsanız. Bu yargıya nasıl vardığınızı da sormak isterim.
Ben gerçekten sizi anlamakta zorluk çekiyorum. Değerlendirmelerinizi de, kavram kargaşası yarataran; “soyutluk” tanımlarınızı anlamakta da zorlanıyorum. Bu işi, bu temelde, bu işin ve bu uğraşın dışındakilerle konuşmak ve bir yere varmak giderek zorlaşıyor. Körlerin bir file dokunarak, filin ne olduğunu ve neye benzediğini; dokunduğu kadarıyla tanımak ve sonra da bu fili (!) başkalarına ballandıra ballandıra anlatmaya dönüşecek bizim işimiz.
Gelin isterseniz bana da kendinize de, bir iyilik yapın ve “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın!” Ve bunu, bu işleri, bu konularda düşünceler üretip de paketlenmiş hazır eleştiriler yazarak temelsiz ve birikimsiz düşüncelerinizi çevreye saçmayı denemeyin… İnanın bana, suya girmeden, kıyıda çırpınarak yüzme öğrenilmez ve elbette öğretilemez de… Bu ve benzeri işler; yapmadan, emek ve zaman vermeden, çaba sarf etmeden olmaz, olamaz öğrenilemez… Deneyim ve birikim edinmek ve üretmek kaçınılmaz olur. Bu işin temelinde: “üreterek öğrenmek” ilkesi her koşulda ve her durumda ağır basar. Bence bu sağlıklı bu işler için temel bir yaklaşım ve temel ilke edinilmelidir. Bu ve benzeri işler yapmadan denemeden de; öğrenim olmaz, öğrenilmez ve elbette öğretilemez de… Öğrenildiği sayılarak arabanın üstüne çıkarsanız; araba sizi altına alır ya da götürür bir duvara burnunuzu sürter. İlk uygulamalı dersimizi de, böyle almış oluruz… Yazılı metinler ve sözlerin gücünü yeterli görerek ve öyle sayarak araba kullamaya yeltenenler olduğu gibi… Son yıllarda, yaşamı boyunca bir televizyon yapımı için stüdyoya ya da çalışma alanına girmemiş, bir kameraya dokunacak kadar yakın bile olmamış bazı kişilerin, bu işleri öğretmek (!) üzere bir yerlere geldiklerini, ders bile verdiklerini görerek şaşırıyorum. Giderek bu konularda yetkinliklerini (!) Prof. olmaya bile vardırdıklarına tanık olunuyor. Bence sorun da budur. Oku, oku yaz. Yaz, yaz oku. Biraz da; yazılıp yapılanlardan aktarma yap; olsun bitsin. Aman, yapmayın sakın ve bilmeden yapmadan anlat, anlat; inananlar olacaktır. Bu da çoğumuza yetiyor olmalı. Ne demeli ki… Yapar gibi, bilir gibi öykünmeler yetiyor olmalı…
Filmi eleştirebilirsiniz, beğenebilirsiniz ya da beğenmeyebilirsiniz. Bu farklı bir durum. Görüşlere, farklı yaklaşımlara saygı duyarım. Böylece öğreniriz, besleniriz ve gelişiriz de… Her türlü eleştiriye özenle yaklaşmanın sayısız yararları vardır. Ancak, tümüyle, bilgi eksekliğine bağlı olarak bir filmi, kendinize göre bir yerlere oturtursanız; işte bu olmaz. Olursa da biraz saygısızlık olur ve bir de; cin olmadan adam çarpmak olur…
“Öğrenmeden ve uygulamadan düşünmek zaman yitirmektir. Düşünmeden öğrenmekse; yanıltıcı ve tehlikelidir. Ve elbette, öğrenmenin ve düşünmenin birlikte harmanlandığı eğitim süreçleri gereklidir ve yararlıdır. Bu yol, bu yöntem; bizi doğrulara, yararlı ve etkin olana götüren güvenilir yoldur.
En iyi dileklerimle ve saygılarımla.
(28 Ocak 2010)
Güner Sarıoğlu