Polisiye Sinemaya Saygı Sunuşu

Sherlock Holmes
Yönetmen: Guy Ritchie
Eser: Arthur Conan Doyle
Senaryo: Michael Robert Johnson-Anthony Peckam-Simon Kinberg
Müzik: Hans Zimmer
Kurgu: James Herbert
Görüntü: Philippe Rousselot
Oyuncular: Robert Downey Jr. (Sherlock Holmes), Jude Law (John Watson), Rachel McAdams (Irene Adler), Mark Strong (Blackwood), Eddie Marsan (Müfettiş Lestrade), Kelly Reilly (Mary)
Yapım: Warner Bros-Silver Pictures (2009)

İngiliz yönetmen Guy Ritchie’nin Sir Arthur Conan Doyle’un polisiye edebiyatının önemli kahramanı Sherlock Holmes’u modern sinemanın teknolojik imkânlarıyla beyazperdeye aktarmış. Bu film mekânları, karakterleri, zekâsıyla ve müzikleriyle insanı etkiliyor.

Arthur Conan Doyle’un ünlü ve zeki dedektifi, son dönemlerin öne çıkan İngiliz yönetmenlerinden Guy Ritchie’yi de büyüledi. Ritchie, sinemanın ulaştığı son dönemlerdeki teknolojik gelişmeleri “Sherlock Holmes” filminde insanın gözünü yormadan, oranın bir parçasıymış gibi kullanıyor. En küçük ayrıntıyı bile gözden kaçırmayan Sherlock Holmes, yardımcısı Dr. John Watson’la beraber suçların içine dalıyor. Sherlock Holmes ve yönetmen Ritchie’nin bu ilk buluşmasında en büyük sorun Blackwood adında kendini dünyanın en büyük büyücüsü olarak gören bir “kötü adam”ı, Sherlock Holmes, Blackwood’u suç üzerinde ele geçiriyor ve adalete teslim ediyor. İdama mahkûm olan Blackwood, gömüldüğü mezarda kayboluyor ve hikâye de böylece derileşiyor. Sherlock Holmes’un da buna ihtiyacı var. Çünkü, Blackwood’u yakaladıktan sonra işsizlikten dolayı boşluğa bile düşüyor Sherlock Holmes. Bir de Dr. Watson var. O, sadık bir yardımcı ve aşık. Dr. Watson, Mary’yle evlenmeyi düşünüyor. Sherlock Holmes ve Dr. Watson, Blackwood’un peşindeyken birden hikâyeye bir zamanlar Sherlock Holmes’un hayatına girmiş Irene Adler da giriyor. Filmin “femme fatale”ı Irene, Sherlock Holmes’u hep kuşkuya düşüren bir kadın. İkili oynayan, her an tehlike yaratan ve güvenilmez biri o Sherlock Holmes için. Ama, yine de yolları birbirleriyle buluşuyor ve sorunları çözüyorlar.

Mekânlar, görüntüler, müzikler…

Filmin hikâyesi, Londra’da 1891’de geçiyor. Filmdeki en önemli noktalardan biriyse görselliği. Mekânların yansıyışı gerçekten insanı etkiliyor. Sanayi devriminin ardından şehirler kalabalıklaşıyor ve gelişiyor. Filmi seyrederken Londra’nın nasıl geliştiğine de tanıklık ediyorsunuz. Thames Nehri’ne kurulan o ünlü köprünün inşaat hali gerçekten muhteşem. Öncelikle final bölümünde köprüdeki sahnelerde seyirciler neredeyse yükseklik korkusu yaşıyor. Sonuçta suçlular cezasını buluyor. Sherlock Holmes’un olduğu her yerde hiçbir suçlu kendini adaletten kurtaramıyor. İnce ayrıntılar üzerinde ince zekâsıyla dolaşan Sherlock Holmes olayları çözümlüyor. Bunu çözerken seyirci / okuyucu da ayrıntıların ne kadar etkileyici olduğunu keşfediyor. Bu filmi seyrederken, Blackwood ve müritlerinin yapılanmasının bir tür Masonluğu çağrıştırdığını belirtmeliyiz. Blackwood, önce İngiltere’yi, sonra da ABD’yi ele geçirerek düşüncelerini dünyaya yaymayı hayal eden bir cani. Bu filmin görselliğinin yanında mizahının sağlam olduğunu belirtmeliyiz. Elbette müzikleri de büyülü bu filmin. Bu müzik yer yer çingene ruhunu da hissettiriyor. Kurgunun yanında kameranın da farkına varılmalı. Öncelikle yavaş çekimlerde. Yavaş çekimlerde saniyede yirmi bin kare çekiliyor ve gözle fark edilemeyen ince ayrıntılar görülebiliyor. Karakterler de gerçekten muhteşem.

(15 Ocak 2010)

Ali Erden

[email protected]