Kırık Kucaklaşmalar (Los Abrazos Rotos)
Yönetmen-Senaryo: Pedro Almodóvar
Müzik: Alberto Iglesias
Kurgu: José Salcedo
Görüntü: Rodrigo Prieto
Oyuncular: Penélope Cruz (Lena), Lluís Homar (Mateo / Caine), Blanca Portillo (Judit), José Luis Gómez (Ernesto Martel), Rubén Ochandiano (Ray X / Ernesto Jr.), Tamar Novas (Diego)
Yapım: El Deseo-Universal (2009)
İspanyol sinemasının büyük yönetmenlerinden Pedro Almodóvar’ın “Kırık Kucaklaşmalar” filmi, aşka, sinemaya, tutkuya ve birçok şeye adanmış gibi. Almodóvar’ın bu filmi 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için de yarışmıştı.
Pedro Almodovar, 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışan “Los Abrazos Rotos-Kırık Kucaklaşmalar” filminde, neredeyse her şey var. Almodovar bu filminde ihtirasa, melodrama, aşka, sinemaya, intikama ve trajediye başrolü vermiş. Geçmişin ünlü yönetmeni Mateo Blanco, kör olduktan sonra senaryolara ağırlık vermiş. Kendine de Harry Caine adını takmış. Sinema tarihinde Harry Caine adında bir İngiliz oyuncu bulduk. Yalnızca bir tek Michael Powell’ın 1934’te yönettiği “The Fire Raisers” (Kundakçılar) suç-gerilim filminde yardımcı bir rolde Bates karakteriyle görünmüş Harry Caine. Almodovar, bu oyuncuya mı selâm göndermek istemiş? Kim bilebilir ki? Her şey sakince giderken, filmin gizemlerle ve sırlarla kuşatıldığını fark ediyorsunuz birden. Yer yer kara film tadı da veren “Kırık Kucaklaşmalar”, bir aşk üçgeninin trajik hikâyesi. Film, günümüz, yani 2008’le 1994 yılları arasında gidip geliyor. Filmin açılışı da çok etkiyeyici. Kameranın vizöründen film setindeki Lena görünüyor bu anda. Bu giriş sahnesi filmin derinliğinde anlamlaşıyor seyirci için. Geçmiş, şimdi kör olmuş ünlü yönetmen Matteo Blanco’nun hatıralarıyla perdeye düşüyor. Kör olduğu için film yönetemeyen Mateo, Harry Caine adıyla senaryolar yazıyor şimdilerde. Mateo’yu geçmişe sürükleyen, kendine Ray X diyen biri. Mateo’nun sinemada ve hayatındaki her şey olan Judit, onu hiç bırakmamış. Geçmişten gelen suçluluk duygusuyla belki. Bu fedakâr kadın Judit’in oğlu Diego da Mateo’nun en büyük yardımcısı kederli bu hayatta. Diego, çekmecede Lena’nın fotoğraflarını bulduktan sonra hikâye 1994 yılına gidiyor. İşadamı Ernesto Martel’in 1992 yılında sekreteri, şimdi metresi olan Lena, içindeki sinema tutkusuyla yolları Mateo’yla kesişmiş ve derin bir aşk doğmuş aralarında. Melodramın o ağır atmosferi ve ihtiras, bu aşkı trajediye sürüklemiş sonra.
Ustalara selâm…
Hikâye, her Almodóvar filmindeki gibi karışık, ama film bittikten sonra her şey yerli yerine oturuyor. Almodóvar’ın “Kırık Kucaklaşmalar”ı, 1997 yapımı “Carne Trémula-Çıplak Ten”, 1999 yapımı “Todo Sobre mi Madre-Annem Hakkında Her Şey” ve 2002 yapımı “Hable con Ella-Konuş Onunla” filmleriyle beraber unutulmayacak yapıtı olacak belki de. “Kırık Kucaklaşmalar”, sinemaya ve aşka adanmış tutku dolu bir film. Bu filmde Jean-Luc Godard ve unutulmaz filmi 1963 yapımı “Le Mépris-Nefret”e de bir selâm var. Almodóvar, Godard’ın “Nefret”inden dolaylı bile olsa biraz etkilenmiş ve saygı sunmuş. Almodóvar’ın bu sinemaskop filmi, Godard’ın ilk sinemaskop filmi “Nefret”in estetik tadını yaşatıyor seyirciye yer yer. Almodóvar, Godard’ın “Nefret” filmindeki gibi açı-karşı açı tekniğini kullanmamış ve iki karakter konuşken kamera ikisi arasında gidip geliyor. Almodóvar bir de kamerayı karakterlerinin göz hizasında tutmuş. Onları ne aşağılıyor ne de yüceltiyor böylece. Godard da öyle yapardı. Almodóvar ayrıca, Louis Malle’in 1958 yapımı kara filmi “Ascenseur pour L’Echafaud-İdam Sehpası” filmine ve Jeanne Moreau’ya da kelimelerle selâm göndermeyi unutmamış. Biraz da Luis Bunuel ustanın 1967 yapımı “Belle de Jour-Gündüz Güzeli”ne bile saygı göndermeyi unutmamış Almodóvar. Çünkü bu filmlerde, Almodóvar’ın “Kırık Kucaklaşmaları”ndaki gibi ihtiraslar ve aşklar var. Kendisine Lena diyen Magdalena’nın görüntüsü de unutulmalı. Filmin final bölümünde Penelope Cruz, Audrey Hepburn gibiydi sanki. Film içinde film olan “Kırık Kucaklaşmalar”da yönetmen Mateo, kurgu masasında mahvedilmiş “Kızlar ve Bavullar” filmini yıllar sonra yeniden kurgularken filminin finaliyle sinema yoluna düşmüş herkese bir ders sunuyordu. Bir yönetmen her şeyi göstermek zorunda değil. Seyircinin zihnine ve hayal gücüne inanmalı.
(08 Ocak 2010)
Ali Erden