TÜRSAK’ın düzenlediği, İstanbul Uluslararası Sinema Tarih Buluşması’nın bu yılki teması, Avrupa Kültürleri İstanbul Buluşması olarak belirlendi. Festivalde, Cannes, Berlin, Toronto gibi festivallerinden ödüllerle dönen yılın “hit”leri buluşuyor. Buluşmada, Charlize Theron, Richard Gere, Hillary Swank, Guy Pearce, Viggo Mortensen, Martin Scorcese ve Francis Ford Coppola gibi sanatçıların filmleri gösterilecek. Bilet fiyatları tüm seanslarda öğrenci 4 TL, tam 5 TL’den satışa sunulacak. Gösterimler, 11 – 17 Aralık tarihleri arasında Alkazar Sineması ve Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek.
Günlük arşivler: 24 Kasım 2009
Bornova
Sinemamız, başlangıçtan beri, hele Yeşilçam günlerinde, yaygın olarak bir öykü anlatım sineması olmuştur. Temelinde görsellik olan sinemanın bu özelliğine Yeşilçam’ın yaygınlaşmasından sonra fazla özen gösterilmemiştir. Kamera önünde realize edilen öykü, kimi zaman derli toplu, kimi zaman özensiz görüntülenerek, çoğunlukla da benzer öykülerin anlatılması ile -aşağı yukarı- otuz yıllık bir süre devam etmişti. Bu süreç içinde, benzer konuların -konular farklı da olsa fark etmeyeceği biçimde- bir anlatım diline, Yeşilçam Sineması denebilecek bir anlatım özelliğine ulaşılmıştır. Bu dil ile yapılan filmler içinde çok sağlam öyküler anlatan içi dolu dolu filmlerin yanında, bir filmlik süreyi dolduramayan, bu nedenle de yan öykülerle desteklenmiş veya uzatılmış, tekrara düşülen sahnelerle doldurulmuş anlatımlar da vardır.
Bu filmlerin üretim biçimleri de kendiliğinden biçimlenerek, düzenli şekilde işleyen bir sinema esnaflığı oluşmuştur. 80’li yıllarda sinema dışı gelişimlerinde etkisi ile temeli çok sağlam olmayan bu yapı yabancı sinema kuruluşlarının da piyasaya girmesi ile çözülmeye başlamış, 300’lere kadar ulaşmış film üretimi 20’li sayılara kadar düşmüş, fakat film üretimi hiç bir zaman sona ermemiştir. Bu düşüş yukarı dönüp çıkışa geçtiği zaman ise eski düzen mekanizmasını koruyamamakla beraber o günlerden kalma kimi yapımcıları ve o güne kadar çalışanların dışında piyasaya giren ve artık eskisi gibi bir birliktelik oluşturmayacak yeni oluşumların yapımları ile üretim sayısı her gün artmaktadır. Eski yapıya yapımcı sineması denirse şimdiki yapıya da -bir isim vermek gerekirse- yönetmen sineması demek, çok abartılmaması koşulu ile hatalı olmaz.
Sinemamızın bu yeni döneminde, yapım ilişkileri dışındaki değişiklikten başka, anlatım dilindede değişikler görülmektedir; sinemamızda hiç denenmemiş konuların ele alınması yanında en bildik beylik konularda daha önce denenmemiş biçimlerde sinemalaştırılmaktadır. Eskiden de -tutarlı- bir öyküsü olmayan filmler yapılmış ise de, o dönem içinde bu fazla itiraz görmemiş, boşluk dolduran filmler de arada kendisine yollar bulmuştur. Yeni dönemde yapılan “öyküsüz” filmler ise, yine itiraz görmemekle beraber, yeri geldiğinde aynı yıl üretildiği diğer yapıtların arasından sıyrılarak yukarılara çıkmakta, ilgi çekmekte ve kendini daha belirgin bir şekilde gösterebilmektedir. “Öyküsüz” film derken doğaldır ki, klâsik anlamda öykü içermeyen filmleri, yeni anlatım dillerini, şimdiye kadar sinemamızın ilgilenmediği konulardaki anlatımlarını söylemek istiyorum.
Bornova Bornova da bu yeni zamanın, içinde bulunduğumuz yılda üretilmiş yeni dönem filmlerinden biri. Daha önce Made in Europa filmini yönetmiş İnan Temelkuran’ın yeni filmi. Temelkuran birbiri ile ilişkili, çok farklı kişilerin yaşamından kesitleri bir öykü birlikteliği kaygısı taşımadan anlatırken, karşılıklı (diyalog) veya tek kişilik (monolog) konuşmalara dayandırılıyor. Ayağı kırılarak spor (futbol) yaşamı sona eren, yeni terhis Fare lâkaplı Hakan, sokakta gördüğü mahallesinin kızına aşık olur -da, o yaşta öyle nasıl saf ve bakir kalabilmiştir-, psikopat (ve iktidarsız?) Salih herkes öğüt verip, yalanları ile hava atar, parasız pulsuz felsefe doktora öğrencisi Murat ancak porno öyküler yazarak evinin kirasını karşılayabilmek için, dinlediği kimi gerçek, kimi uydurma belden aşağı “şey-leri” öyküleştirir, liseli Özlem okuduğu düz liseden üniversiteye geçme umudu taşımadan kurslara giderken, öfke içinde “atılan lâflara” cevap verir, bilardo’lu café-lere geyik muhabbetleri içinde hasbelkader arkadaşlara takılmak durumunda kalır… Filmlerimizde çatışmalar çoğunlukla üçgenler şeklinde oluşurken, buradaki kişiler bir çatışmaya girmeden bir dörtgen oluştururlar, bu düzgün bir dörtgen değildir. “Dörtgen”, Fare’nin Murat’a anlatırken Salih’e duyurduğu -uyduruk- öykü ile “küp”e dönüşür, ağır aksak giden öykü birden hacim kazanır… Aradan bir süre geçer, dingin bir düzeye kavuşmuş gibi duran Hakan ile Özlem, aradan Salih’in (Hakan tarafından öldürülür) çıkması ile (olayın tek tanığı) Murat’ın sultasına girmişlerdir. Özlem -üstelik- hamiledir…
Kadir Çermik, Öner Erkan, Damla Sönmez, Erkan Bektaş gibi oyuncular oyunlarının hakları verirken, Temelkuran yukarıda da değindiğimiz gibi diyalog ve monologa dayanan, düz, durağan sineması ile, yeni değilse bile, sinemamızda fazla kullanılmamış öykülemesi ile yeni filmleri için ümit verirken, temel çatışmaya denk düşmeyen -bakkal dükkanındaki konuşma- sahneleri ile altını çizdiğimiz “dörtgen”i bazı açılarından çarpıtıyor. Asgari bir süreyi tutturmayı anlıyorum, ama bunu öyküye yamalar yapılarak yapmamak gerektiğini de düşünüyorum. Bunların giderilmesi filmi -belki- biraz kısaltacaktır; ama buna rağmen, seyrettiğim andaki ilk intibam olan Bornova Bornova yeni bir kurgulanış ile -o fazlalıkların atılması ile- “çok güzel kısa film olur” düşüncesini şimdi, seyrinden sonra geçen kısa süreden sonra değiştiriyorum. (Bazı kısaltmalar yapılırsa ), Bornova Bornova -belki biraz kısa, ama- çok güzel bir film (olur).
Temelkuran, geri dönüşlerde, konuşarak, geri dönüşte, gösterilen olayı anlatan oyuncunun sesini verirken, zaman zaman dudak hareketlerini -özellikle- yaptırmayarak, flach back’e yeni bir biçim getirmiş, -ama flach back’lere genel eleştirimiz burada da geçerli, anlatıyı yapanın görüntü içinde olmaması gerekir, en azından yüzünün, eğer bir aynadan görmüyorsa- ama burada en azından bir değişiklik var, anlatılanların “oluş hali” öykü içinde yer almıyor.
(01 Aralık 2009)
Orhan Ünser
d@bbe 2’nin Fragmanı Yurt Dışında Gündemde
Google Analytics verilerine göre www.dabbe2.com web sitesi üzerinden son olarak 51 ülkeden izlenen d@bbe 2 fragmanı dünyanın önemli film haber siteleri arasında yer alan twitchfilm.net’e konu oldu. twitchfilm.net editörü Todd Brown, yönetmen Hasan Karacadağ’ın filmlerinde çok iyi bir ilerleme sağladığını belirtti. d@bbe 2 fragmanını teknolojik korkular, doğu folkloru ve Duhan alâmetini birleştiren yeni bir tür olarak tanımlayan site editörü, filmin fragmanının yoğun ilgi gördüğünü belirtti. d@bbe 2, Özen Film’in dağıtımıyla 25 Aralık 2009’da, yaklaşık 200 kopya olarak vizyona girecek.
- Basın Bülteni
- İlgili link için tıklayınız.
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Sekans’tan Bir Seminer, Bir Kitap
Sekans Sinema Topluluğu üretimini sürdürüyor. Dergisini elektronik ortama taşıyarak www.sekans.org adresinde yayınlamaya başlayan topluluk, şimdi de Sekans Sinema Yazıları Seçkisi adını taşıyan kitabıyla bir sinema kitapları serisinin ilk yapıtını çıkardı. Topluluğun düzenleyeceği Temel Sinema Eğitimi semineri ise Aralık ayının ilk haftasında başlayacak. Seminer kapsamında uygulamalı olarak senaryo yazım teknikleri, görüntü öğeleri ve kurgu teknikleri verilecek. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi web sitesinden, info@sekans.org e-posta adresinden ve 0505 9104299 no.lu telefondan alınabiliyor.
Sekans’tan Bir Seminer, Bir Kitap yazısına devam et
Tüm Şirketler
Tüm Şirketler, 20 – 22 Kasım 2009 Haftasonu (Weekend), Zirve 20 (Top 20) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.
Testere VI
Kevin Greutert’in yönettiği ve Tobin Bell, Costas Mandylor, Mark Rolston ile Betsy Russell’ın oynadığı Testere VI (Saw VI), 11 Aralık 2009’da Warner Bros. dağıtımıyla Fida Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Özel Ajan Strahm ölmüştür ve Dedektif Hoffman da Jigsaw’ın tartışmasız varisi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, FBI, Hoffman’a yaklaştıkça o da bir oyun başlatmaya zorlanır. Böylece Jigsaw’ın asıl büyük plânı sonunda anlaşılmıştır. Yönetmen Kevin Greutert, “‘Testere VI’nın, bir adamın yolculuğunu anlatmasını istedim ve bunun için en iyi yaklaşımın, seriye yeni bir karakter eklemek olacağını düşündüm.” diyor.
Testere VI yazısına devam et
Çitlembik Yayınları
Çitlembik Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yeni eklenen:
Taşrada Var Bir Zaman,
Reha Erdem Sineması: Aşk ve İsyan.
Gezici Festival’den Reha Erdem Kitabı
Bu sene 04 – 20 Aralık tarihlerinde Ankara, Artvin ve Üsküp kentlerinde gerçekleşecek olan 15. Gezici Festival sinema kitaplığına çok özel bir kitap hediye ediyor. 1988’de çektiği ilk filmi A Ay’dan beri her filmi merakla beklenen, son dönem Türkiye sinemasının en önemli yönetmenlerinden Reha Erdem’in sinemasını ele alan Reha Erdem Sineması: Aşk ve İsyan adlı kitap Çitlembik Yayınları işbirliğiyle yayımlanacak. Fırat Yücel’in editörlüğünde hazırlanan kitapta Aslı Özgen Tuncer, Ayla Kanbur, Burak Acar, Engin Ertan, Gülengül Altıntaş, Senem Aytaç ve Şenay Aydemir’in yazılarının yanı sıra Reha Erdem’le yapılmış kapsamlı bir söyleşi de yer alıyor.
Gezici Festival’den Reha Erdem Kitabı yazısına devam et
Başka Dilde Aşk, Bursa İpek Yolu Film Festivali’nde 2 Ödül Birden Kazandı
Vizyona girmeden büyük beğeni toplayan ve festivallerin en çok ses getiren filmlerinden biri olan Baska Dilde Aşk, 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden sonra Bursa’dan da iki ödülle döndü. Başka Dilde Aşk, hem eleştirmenler, hem de 7. Sanat tutkunlarının ilgi odağı oldu. Saadet Işıl Aksoy’un En İyi Kadın Oyuncu Ödülü kazandığı 4. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali, Ulusal Altın Karagöz Uzun Metrajlı Film Yarışması SİYAD Ödülü’nü de İlksen Başarır’ın yönettiği Başka Dilde Aşk aldı. Film, işitme engelli bir gencin çağrı merkezinde çalışan bir kıza aşık olmasını şiirsel bir dille anlatıyor.
Ahmet Uluçay
Ben, Ahmet Uluçay’ı bir defa SİYAD gecesinde gördüm. Ama ben Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ı da gördüm. Birincisi gerçekleşmemiş olabilirdi, buna üzülürdüm. Ama ikincisi gerçekleştiği için, Uluçay’ın bundan böyle “motor” diyemeyeceğine daha fazla üzüleceğim. Bozkırda Deniz Kabuğu’nun teknik işlemlerinin bitirilip gösterime çıkarılması sinemamızın bir gönül borcu olmalıdır.
Uluçay, köylü sinemacı olarak anılacak belki, ama ona -yaptığı filmlerden sonra- iyi veya kötü sinemacı diyebiliriz, ama kökeni ile vasıflandıramayız.
Yaptığı 8 kısa 1 uzun ve çekimleri bitmiş 1 uzun filmden sonra sadece yönetmen demeliyiz.
Sinematek’in bir programın kapağın içinde, tam olarak açılınca Orson Welles’in bir fotoğrafı vardı (siyah/beyaz), sonra bir “gazete küpürü”nde yer alan Yılmaz Güney’in kamera başında çömelmiş bir fotoğrafı (Arkadaş filminin çekimi sırasında) bir de Dönüş’ün setinde kameraya sarılmış Türkan Şoray fotoğrafı. Başka yönetmenlerin de kamera başında, vizörden bakarken bir çok fotoğrafları vardır. Bunlarda çok önemlidir ama ben yukarıda saydığım üç fotoğrafa sahip olduğum için şanslıyım. Bunların yanına, bu akşam (30.11.2009) televizyonda haberi verilirken gösterilen Ahmet Uluçay’ın, aldığı ödülleri önüne dizmiş, bacaklarını uzatıp yere oturmuş fotoğrafını koymak isterim.
Işıklar içinde yatsın. (Çok yazık)
(01 Aralık 2009)
Orhan Ünser