02 Ekim 2009 Haftası

“Karanlıktakiler”, müstakil evinin kapısından dışarıya bir adım dahi atamayıp ‘panik atak’ nöbetleri geçiren, eski kentin soylu hanımefendisiyle onunla yaşamak zorunda olan ve ‘office boy’ olarak çalışan otuzlu yaşlarındaki oğlunun hikâyesi… Sinema için çok elverişli ama bir o kadar da zor bir malzeme. Ayrıntılar üzerinden ilerlemesi, oyuncuların son derece ince ayrımlı / yönetmenin denetiminden uzaklaşmadan oynaması ve en önemlisi ‘ruhsal derinliğin’ oluşturulması gerekir. Maalesef olmamış: İyi oyuncular, ya kendilerini tekrar etmişler ya da abartmışlar, inandırıcılık zayıflamış, ince ince dilimlenerek seyirciye servis edilmesi gereken psikolojik çalkantılarda da yüzeyin altına inilememiş. Üstelik ‘geriye dönüş’ bölümünde, ‘anımsayan kendini göremez’ diye -öyküleme anlamında tartışılır- bir savdan yola çıkılarak, olay silsilesi, mağdurun gözünden güya ‘trajikomik’ ama çok beceriksizce anlatılmış… Fikir iyi ama belli ki kimsenin yardımına ihtiyacı olmadığını düşünüp, ne senaryo ne de yönetim desteği alan ‘ortalama yönetmen’ Çağan Irmak’ın kapasitesini aşmış!

“Matrak Adamlar”, çok ünlü ‘stand-up’ komedyeninin, tedavisi zor bir kanser türüne yakalandığını öğrenmesiyle, tüm bir geçmişini gözden geçirmesini ve yapayalnız olduğunu hissettiği bu moral bozucu günlerde, ‘çaylak’ asistanı ile ‘savrulmaya’ çalışmasını anlatıyor. Belden aşağı esprilerden incelikle seçilmiş şarkılara, her sözcüğün, her plânın, her oyuncu performansının hikâyeye tam oturduğu ve her karesinin zevk verdiği güldürülerden…

“Oyuncu”, gelecekteki yeni bir eğlence türünü tanıtıyor: Sanal dünya ile gerçek yaşam arasındaki sınırların kalktığını ve zenginseniz, evinizdeki büyük ekranların karşısında oturarak paraya ihtiyacı olan insanları, ipleri elinizde olan kuklalar gibi ‘oyun alanları’nda yönettiğinizi düşünün. Tabii ki beyinsel bağlantılarla… Ve bir de, bu insanların kanlı çarpışmaların içinde oynattığınız idam mahkûmları olduklarını, yaşattığı heyecanı, yükselen adrenalinizi duyumsamaya çalışın. Film, tam da bu dünyanın, hızını, ahlâksızlığını, şiddetini, gürültüsünü, acımasızlığını, neredeyse bire bir deneyim duygusuyla aktarıyor. Bir mahkûm özgürlüğüne kaçarken, aksiyonun göbeğinde tüm bu sosyal kodların da bombardıman edilmesi önemli gözüktü bizlere. Öte yandan, yorucu bir film olduğu açık.

“Ölümcül Tuzak”, savaşmanın ahlâksızlığı ya da savaş politikaları ile ilgilenmiyor; direkt, keskin, tamamen gerçekçi biçimde üç kişilik bomba imha ekibinin yanı başında, bir işgâlin ortasına götürüp, savaş denilen tuhaf ‘erkek oyunu’nun anatomisine göz atıyor. İşgâl edenlerle edilenlerin kolay açıklanamaz ilişkilerinin psikolojik yansımalarını aktarıyor. En az altı adet çok gerilimli bölümle bu pis işin merkezinde yer almanızı sağlıyor. Yaman kadın Kathryn Bigelow yönetiminde harika oynayan üç genç oyuncunun yanı sıra üç de konuk var: Guy Pearce, David Morse ve Ralph Fiennes.
“Son Veda”, yaşam gibi ölümün de doğal olduğunu ve gerçekten de kısa hayatlarda bir baba, bir anne ve/veya bir evlât olarak şefkatli olmanın değerini, zarafetle anımsatan bir film. Ölümün yeni bir başlangıca giden geçiş süreci olduğuna inanan ve sevdiklerini bu yolculuğa son bir veda ritüeli ile uğurlayan bir toplumun insanlarının dünyanın her köşesindeki insanlara aynı duyguları hissettirdiği çok çok güçlü bir sinema örneği. Bu törende ölüleri en temiz ve güzel biçimde hazırlayan ‘tabutlayıcı’ bir genç adamın (aynı zamanda müzisyen), karısıyla birlikte doğduğu yere, acı anılarına dönüşüyle birlikte yüreğinizin en hassas noktaları sızlayacak. Acı gibi mizahın da en insani biçimde ipeksi dokunuşlarla işlendiği bu filmin hiç kusuru yok; sinemanın nasıl bir sanat olduğunun tam tanımı. En İyi Yabancı Film Oscar Ödülü en doğru filme gitmiş, tebrik etmek gerek Akademi üyelerini.

(30 Eylül 2009)

Ali Ulvi Uyanık

[email protected]