Kültür Bakanlığı’nın son yıllarda Türk filmlerinin yapımlarına yaptığı destekler ve artan seyirci sayısı üretimde ciddi artış sağlanmasına sebep oldu.
Birçok yeni genç sinemacının da, ilk filmleri çekmesi sektöre canlılık getirdi.
Tabi ki yapılan her iş takdir görmesini ister, bununla birlikte bu iltifatın alınacağı birinci yerler festivallerdir.
Türkiye de dört temel festival var, Antalya, Adana, İstanbul, Ankara.
Her biri kendi içlerinde farklı dinamikleri olan organizasyonlar.
Türk sineması artık dört değil altı ulusal festivali üretimiyle desteleyecek kıvama gelmiştir. Aslında bu çok sevindirici bir durum.
Ancak ne var ki kazın ayağı öyle durmuyor. Adana Altın Koza Film Festivali ön jürisinin elemesiyle finale kalan oniki filmden onu, iki ay önce İstanbul Film Festivali’nde, hatta o on filmin içinden üçü de bir yıl önceki Antalya Film Festivali’nde boy göstermiş filmler. Yani Adana’da ilk defa halkla buluşacak bir yada iki film var. Hadi eskiden üretim yoktu bu filmler turnike yapıyordu, onu anlıyorduk ama 31 film ön elemeden geçmiş ve 19 film yarışma dışı kalmış.
İşte yine biz yaptık oldu mantıklı bir iş daha. Bu ön jüri kimlerden oluşur, İstanbul Film Festivali’ne katılan filmlerle birebir uyuşması sanki bütün festivallere filmi seçen tek bir el varmış kanaati uyandırıyor bende. Ama nedense bu ön jürinin ismi ortada yok. Ben burada diğer üreticilere haksızlık yapıldığını düşünüyorum ve o insanların kendilerini vitrine çıkaracak platformlardan uzaklaştırmaya çalışılıyor gibi geliyor. Birileri Türk sinemasının genleriyle oynuyor ve bunu yaparken de kendilerini mümkün olduğu kadar deşifre etmemeye çalışıyorlar. Kendi yarattıkları prenslerin yada prenseslerin üretimleri aksamasın diye ciddi de ödülü olan bu festivallerde çeşitli lobiler kurulmaktadır. Hep aynı isimler boy göstermekte, ödülleri birer birer paylaşmakta, bakanlığın da desteklerinde ödül alan filmlerin geri dönüşümünü iptal ettiği de düşünülürse ciddi fırsat eşitsizliği yaratılmaktadır. Bu oluşumlarda da festivali yapan şehirler kullanılmaktadır.
Adana’ya seçilen filmlerin çoğu sinematek filmleri gibi, yani orada özel bir film haftası yapılsa seçilecek filmler ve halkla asla kucaklaşmayacak, onlara festival heyecanı yaşatmayacak üretimler. Elbette bunlarda sinemamız için çok önemli üretimler, belki hepsi birer baş yapıt ama Yılmaz Güney gibi bir sinemacıyı çıkarmış ilde, oranın dinamikleri hesaplanarak filmler seçilmelidir. Yoksa festival festival dolaşan, hatta televizyonda oynamış, DVD.si çıkmış filmleri yeni bir üretimmiş gibi ancak festivaldeki o filmi izlemek zorunda olan seçici kurullara izletirsiniz. Lütfen gözünüzü bu kadar karartmayın, bu ülkede başka sinema üretimi yapan ve yapmak isteyenler olduğunu düşünün, insanların yolunu kesmeyin.
Sonra bunun vebalini hiçbir vicdan ödeyemez.
(14 Mayıs 2009)
Bülent PELİT
Çok doğru bir yazı. Adana, Yeşilçam’ın festivalidir. Bu seçimler çok yanlıştır. Bunlar İstanbul Film Festivali’ne yakışacak seçimlerdir. Emin olun ki, Türk sinemasını Yeni Dalgaya çevirmeye çalışan SİYAD’ın işidir bu.
Yazık, çok yazık…
İsabetli tesbitler. Festivallerin kimi desteklerin geri ödemesinin yapılabilmesi ve filmlerin finans potasını oluşturabilmesi için oluşturulmuş, aynı zamanda da kültürel faaliyetler olması dolayısıyla da yapılan her ayrımcılık temelde gelişiyor denilen Türk Sinemasına zarar verir. Markalaşmanın, tekelleşmenin olduğu sanat türleri uzun soluklu olamaz. Nitekim seneler önce bu sektörü duraksamaya uğratan da bu mantık olmuştur. Sinemacıları da bu ülkenin kaynaklarından soğutmaya, göç etmeye zorlamamak lazım; daha fazla hakkaniyet gerek.
Bu lobiler çete gibi, körler sağırlar birbirlerini ağırlar. Devlet para verdiği gibi enayi yerine konuluyor. Bunlara para vermesin, teknik imkân ve geniş katılımlı halk jürilerinin oylarıyla sonucu belirlenen festivaller organize etsin daha verimli olur. Çünkü takip ettiğim kadarıyla hep aynı kişiler ve akrabaları nemalanıyor bu fonlardan. Para verme, getir en iyi malzemeyi ve laboratuvarları, destekle. Onlarda sektörü desteklesin. Bozulsun bu oyun.
Bence, Vicdan, Süt ve Pandora’nın Kutusu yarışma dışı olmalıydı. O zaman hakkaniyet arayabilirdik seçkide.
Tebrik ederim… Bu güne kadar dar alanda konuşulan ama bir şekilde hınca uğrama korkusu ile dile getirilmekten korkulan yaklaşım ilk defa birisi tarafından dile getiriliyor… Hemen itiraz etmeyin; biliyorum filmi kabûl edilmediği için çığlık atanları. Onlar ayağına basıldıktan sonra yapıyorlar ve bir dahaki filmlerinin de aynı akibete uğramasının önüne geçecek bir yaklaşım içinde yapıyorlar. Evet ilk defa birinin çıkıp derli toplu bir şekilde konuyu ele aldığını gördüm. Bu seslerin çoğalması ve desteklenmesi lâzım… Teşekkürler Bülent Pelit.