İpek Yolu Film Festivali, Roma’da

Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali, genç sinemacıların ilk filmlerinden, büyük ustaların merakla beklenen son filmlerine, canlandırma sinemasından komediye, geniş bir yelpazede, 100’e yakın filmi 28 Kasım – 4 Aralık 2008 tarihleri arasında Bursalı izleyicilerle buluşturuyor. Festival, gösterim şansı bulamayan kaliteli filmleri ülkemizde sinemaseverlerle buluştururken, diğer yandan Türk filmlerinin yurtdışında gösterimi ve tanıtımı için, yurtdışı film festivalleri ile işbirliğine girişiyor. Bu yıl ilk kez hayata geçirilen yurtdışı film festivalleri işbirliği, Roma Film Festivali / Festival Internazionale Del Film di Roma ile devam ediyor.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Devrim Arabaları’nın Yeni Afişi Hazırlandı

    Tolga Örnek’in yönettiği ve Taner Birsel, Ali Düşenkalkar, Halit Ergenç, Sait Genay, Altan Gördüm, Vahide Gördüm, Uğur Polat, Serhat Tutumluer, Onur Ünsal, Selçuk Yöntem ile Haluk Bilginer’in oynadığı Devrim Arabaları’nın yeni afişi hazırlandı.
    24 Ekim’de Pinema Film dağıtımıyla vizyona çıkarılacak filmin konusu şöyle: Cumhurbaşkanı sinirlenip bu ülkenin otomobil bile üretebileceğini söyler. Bu iddia ciddi ciddi meydan okumaya dönüşür. Paşa emrini verir; yaklaşmakta olan Cumhuriyet Bayramı’na ilk yerli otomobil yetiştirilecektir. “Benzini bitip yolda kalan araba” olarak eksik bildiğimiz bir hikâye.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü yeni afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Devrim Arabaları’nın Yeni Afişi Hazırlandı yazısına devam et
  • Paris

    Cedric Klapisch’in yönettiği ve Juliette Binoche, Romain Duris, Fabrice Luchini ile Albert Dupontel’in oynadığı Paris, 24 Ekim 2008’de Tiglon Film dağıtımıyla Filma Ltd. tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bu hikâye, hasta ve ölebileceğini düşünen bir Parisli’yi anlatıyor. İçinde bulunduğu durum, çevresindeki insanlara yeni ve farklı bir gözle bakmasına neden oluyor. Kendi ölümünü düşünmek, hayatına ve başka insanların hayatlarına birdenbire yeni bir anlam katıyor. Meyve ve sebze satıcıları, işçi, dansçı, mühendis, üniversite profesörü. Birbirinden farklı kişiler bu şehirde ve bu filmde bir araya geldi.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirileri ve diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Paris yazısına devam et
  • Bunları Yazmak Gerek 4: Oscar, İtalyanca, Fransızca ve Avrupa’yı Seviyor!

    Farkında mısınız, dünyada film üretimi arttıkça yarışmalar da daha bir çekişmeli, daha bir heyecanlı geçmeye başladı. Bir sinema eserinin insanlık ailesinin belleğine ve yüreğine armağan edilmiş bir yaratı olduğu, yarıştırılmasının gerekmediği bilinse de, ruhlarda rekabet, hırs, kazanma arzusu baskın… Bir de ticari mekanizmalar için gerekli. Dolayısıyla biz sinema için yazanlar da bu çarkın içinde bazen kendimizi çok fazla kaptırarak gönlümüzden geçenleri savunuyoruz. Örneğin ben ilk kez, Türkiye adayının, Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dilde Film heykelciğini kazanmak için yarışacak 5 aday arasında yer alabilecek nitelikte olduğunu düşünüyorum. Onlarca ülkeden oluşan rakiplerini görmeden yüreğimin samimi olarak istediği bu: “Üç Maymun”un 2009 töreninde yerini alması. Bana göre, Türkiye’nin bugüne dek seçtiği en iyi aday adayı! Yapımcısının da ciddi çalışacağından eminim… Hani anımsayınız, geçmiş yıllarda, “aday adayı” olduğu halde “aday” sözcüğünü ve DVD kapaklarında yasa dışı biçimde Oscar heykelciğini kullananlardan, ortada “fol yok yumurta yok”ken magazin basınına “Altın Küreli bilmem ne” diye başlık attıranlara epey ‘numara’ya muhatap oldu da halkımız, o açıdan vurguladım.

    En İyi Yabancı Dilde Film ödülleri 1947 yılında verilmeye başlanmış. 1953 yılı hariç, bugüne dek tam 60 kez sahiplerini bulmuş. Ödüllerin hangi ülkelere dağıldığına merak edip bir göz attım, sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir ortak yapımın ödüllendirilmesi sadece bir kez olmuş; 1950 yılında İtalya ve Fransa ödülü birlikte almışlar. Zaten bu kategoride üstünlük sağlayan da bu iki ülke: Ortak yapım dâhil, İtalya 13 kez kazanmış; Fransa da 12! İkisini açık ara, 4 kez galip gelen İspanya ile üçü Sovyetler Birliği döneminde olmak üzere yine 4 ödülle Rusya takip ediyor. 3 ödüllü ülkeler ise şunlar: Japonya, İsveç, Çek Cumhuriyeti (ikisi Çekoslovakya dönemi), Almanya (biri Batı Almanya dönemi), Hollanda. Oscar amcayı ikişer kez müzelerine götürenler ise, İsviçre ve Danimarka. Ve birer kez kazananların en az yarısının, film çekme standartlarının her ülke için yükseldiği, iletişimin hızlandığı, festivallerin çoğaldığı, yakıcı sorunların her bireyi ilgilendirmeye başladığı son yıllara rastladığını görüyoruz: Cezayir, Fildişi Sahili, Macaristan, Arjantin, Tayvan, Bosna Hersek, Kanada, Güney Afrika, Avusturya. Neden, “yalnız ve güzel ülke” Türkiye de olmasın?

    (26 Ekim 2008)

    Ali Ulvi Uyanık

    [email protected]

    Atatürk’ü Anlatan “Mustafa” Antalya Festivali’nde Gala Yaptı

    Gazeteci ve belgesel yapımcısı Can Dündar’ın gerçekleştirdiği Mustafa, galasını 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yaptı. Can Dündar, gösterim sonrasında yapılan söyleşide filmi Atatürk’ün 70. ölüm yıldönümüne yetiştirdiklerini dile getirerek “İnşallah yeni çalışmaların önünü açar.” dedi.

    Atatürk’ü Anlatan “Mustafa” Antalya Festivali’nde Gala Yaptı yazısına devam et

    Kevin Spacey, Antalya’da Sektör Temsilcileri ve Öğrencilerle Buluştu

    4. Uluslararası Avrasya Film Festivali’nin konuğu olarak Türkiye’ye gelen ünlü oyuncu Kevin Spacey, bir sinema dersi gerçekleştirdi. Etkinliğe katılanlar arasında festival konuklarından Demir Karahan, Zafer Algöz, Levent Üzümcü, Şebnem Dönmez ve Ferhat Göçer de vardı.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kevin Spacey, Antalya’da Sektör Temsilcileri ve Öğrencilerle Buluştu yazısına devam et
  • Güreşçi’nin Antalya Galasında Ünlüler Resmi Geçidi

    4. Uluslararası Avrasya Film Festivali programında yer alan Darren Aranofsky imzalı Güreşçi’nin Türkiye galası, yerli ve yabancı ünlü sanatçıları bir araya getirdi. Galaya gelenler arasında filmin oyuncuları Mickey Rourke ve Marisa Tomei’in yanı sıra Michael Ironside, Matthew Modine ve Kevin Spacey de vardı. Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı (TÜRSAK) ve festival başkanı Engin Yiğitgil’in konukları tek tek karşıladığı geceye Antalya Büyükşehir Belediyesi ve festival onursal başkanı Menderes Türel de iştirak etti.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Güreşçi’nin Antalya Galasında Ünlüler Resmi Geçidi yazısına devam et
  • Altın Portakal Sahnesinde Oscarlı İki Oyuncu

    4. Uluslararası Avrasya Film Festivali, Rian Johnson’ın yeni filmi Bloom Brothers ile sona ererken finale de noktayı Oscarlı iki efsane oyuncuyla koydu: Nürnberg Mahkemesi ile Oscar kazanan usta oyuncu Maximilian Schell ve Piyanist ile Oscar sahibi en genç aktör unvanını kazanan Adrien Brody, gösterimin ardından seyircilerin sorularını cevapladı.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Altın Portakal Sahnesinde Oscarlı İki Oyuncu yazısına devam et
  • Paris

    Bir ülkeye çok kişisel, ideolojik ya da herhangi başka bir sebepten sempati duysam dahi bunu o ülkeye dair genel bir yargı yapmamak için özel bir çaba gösteririm. Lâkin bu durumun geçmiş hesaplaşmalar veya politik çıkarlar yüzünden bir millete karşı ırkçı bir yaklaşım sergiletmekten farklı olmadığı düşüncesindeyim. Pozitif ya da negatif yaklaşım ne olursa olsun saplantıya dönüşürse maazallah insanın gözlerini kör edebilir.

    İşte bu yüzden Fransa kelimesi böyle bir saplantıya dönüşme olasılığı sebebiyle beni ürkütüyor. Yine de ülkenin geçmişten gelen toplumsal duyarlılıkları ve hâlâ daha bu konularda başı çekmeleri benim için çok anlamlı.

    Fransa ile birlikte İtalya’da sinemasal yönden çok çok keyif aldığım iki ülke. Son bir yıl içinde en tat alarak izlediğim İtalyan yapımı Abim Evin Tek Çocuğu (Mio Fratello E Figlio Unico) ve Fidel’in Yüzünden (La Faute a Fidel) olması da sanıyorum tesadüf değil.

    Bu iki ülke sinemasının saplantıya dönüşmediğini anlamam için Paris filmini izlemem yeterli oldu. Yine filme girmeden kendimi büyük beklentiler içine sokmuş ve harika bir film izleyeceğimden şüphe duymayarak kendimi filmin kollarına bırakmıştım ki çok geçmeden bir şeylerin yolunda gitmediğini gördüm.

    Her şeyden önce filmin adının Paris olması sizi şehrin büyüleyiciyi atmosferi içinde kaybolacağınız izlenimi yaratılmasına neden oluyor. Sık sık gözümüzün önüne gelen Eyfel Kulesi dışında pek fazla böyle bir ayrıntı göremiyoruz. Belki de ilk hayal kırıklığı bununla başlamış olabilir.

    Yönetmenin bazı kaygılar içinde olması bu detayları kaçırmış olduğu anlamına geliyor olabilir. Çünkü Cedric Klapsich, Paris’in artık eski Paris olmadığını vurgulamak istiyor. Sevimli tarihçinin genç öğrencisiyle yaşadığı aşktan çok karakterin yaratılma sebebinin Paris artık eskisi gibi olmayan şehre gönderme yapmak olabileceğini düşünüyorum.

    Film kalp hastası genç bir erkeğin hayatını, daha sonrasında onun penceresinden geçen başka hayatların serpilmesini konu ediniyor. Üstelik kalp hastası bu adamın profesyonel bir dansçı olması onun yaşadığı durumun ağırlığını anlamamız için iyi bir seçim. Çünkü artık tamamen sakin ve az hareketli bir hayat yaşamak zorunda. İşte o anda kendinizi Pierre’in yerine koyduğunuzda avucunuzun içindeki hayatın ne kadar değerli olduğunun farkına varıyorsunuz.

    Pierre kalp nakli için beklemede olduğu günleri pencere önünde hayatı bir köşeden sessizce izleyerek geçiriyor. Biz de Pierre’nin henüz ölmeden kenara çekildiği ve hayat ile tek bağlantısı olan penceresinden geçip giden insanların yer yer detaylı yer yer de yüzeysel hayatlarına tanık oluyoruz. Aralarında Kamerun göçmeninden, manava, profesörden, üniversite öğrencisine geniş bir yelpazenin bulunduğu, gündelik yaşam telâşı içinde çok sıradan gibi görünen ama kendi içinde biricik olan insanların hayatlarına bakış atıyoruz.

    Bütün olarak bakıldığında izlendiği zaman hiç de zaman kaybı olmayacak hatta kendi küçük hayatlarımıza çok şey kazandırabileceğimiz bir film Paris. Ama dedim ya genel anlamda ülke sineması üzerine çok mükemmeliyetçi yaklaşmam bazı aksaklıklar ile karşılaştığımda büyük hayal kırıklığı yaratabiliyor. Yoksa hiç de fena bir film değil Paris.

    Son bir şey daha; filmin sonunda Pierre taksiyle giderken taksicinin göstericilerin yolu kapattığını söyledikten sonra güzel bir görsel şölen eşliğinde coşkulu bir protesto sahnesi görmek istemedim değil…

    (26 Ekim 2008)

    Gizem Ertürk