Belçika’nın Oscar adayı filmi Ben X’de yönetmen Nic Balthazar, yarattığı “Ben” karakteri üzerinden bir toplum analizi yapıyor. Filmdeki sanatsal kaygısı, farklılıklara karşı ne kadar hoşgörüsüz ve bencil olduğumuzu anlatabilmek.
Ben X, hem içerik hem de teknik olarak başarılı bir film. Çünkü her iki açıdan da ince elenip, sık dokunmuş, oldukça bir kafa yorulmuş. Ancak konu öyle sıra dışı değil. Bu yüzden de konunun içine orijinallikler katılmaya çalışılmış.
Nic Balthazar, hikâyesini anlatırken seyircisinin sabrını zorluyor ve kendisiyle yüzleşmesini sağlamaya çalışıyor. Bu yönüyle Balthazar’ın yürümeye başladığı sinematografik yolun bazı bölümlerinde, büyük usta Haneke’nin nefesini hissediyoruz. Tıpkı Haneke gibi Balthazar’ın da tezi; şiddetin kaynağının kendimiz olduğu… Ne kadar rahatsız oluyormuş gibi yapsak da aslında şiddetten acayip keyif alıyoruz.
Bir de filmde; “insanlar elindekilerin değerini ancak kaybettiklerinde anlar ama artık çok geç olmuştur” sözünü hem desteklemek hem de bu sözün klişe havasını yaşatmamak adına çok da zekice bir oyun hazırlamış. Zaten filmin en can alıcı, en yenilikçi tarafı da bu. Film boyunca bambaşka bir sona inandırılıyoruz. Üstelik bu son “Aaa kız gerçekte yokmuş, hayaliymiş vay be.” gibi bayat değil. Film bana bazı yönleriyle Biray Dalkıran’ın Cennet’ini anımsattı. Ayrıca Ben X’de hikâyeyi destekleyen efektler de gerçekten çok ustaca kullanılmıştı. Oyuncular çok iyiydi. Hikâye çok güzel beslenmişti. Keşke Cennet’in üzerinde biraz daha kafa yorulsaymış da bizden de Ben X gibi Oscar adaylık bir film çıksaymış, diye içimden geçirip, hayıflandım. Yani Cennet’te bulamadıklarımı Ben X’te buldum.
Ayrıca Balthazar’ın edebiyatçı yönü filme çok şey katmış. Ben çok gerçek bir karakter görüntüsü veriyordu. Yönetmen çevresini, gençleri ve dönemini çok iyi gözlemlemiş. Bu yüzden “Ben”in filmde yaşadıkları hiç de yerel değil. Umarım bizlerde filmden üzerimize düşen rahatsızlığı duyar, geç kalmış olmanın sızısını yaşamayız.
(24 Temmuz 2008)
Gizem Ertürk