“Yetimhane”, huzura kavuşamayan geçmiş zaman gölgelerinin iz sürdüğünden hareketle, hem abartısız fakat kuvvetli bir ‘kapalı mekân korkusu’ olarak koltuklara mıhlıyor, hem de dört başı mamur bir dramatik hikâye anlatıyor: Görüntü – kamera çalışmasının bütünsel olarak sofistike olduğunu, meraklıları için söyleyelim.
“Yasak Bölge”, zengin olanın -kendi sahasına gireni avlamak da dâhil- sömürdüklerine karşı eşi benzeri görülmemiş bir üstünlük sağladığı ‘arka bahçe’ ülkelerinden birinde geçen öyküsü ve gerçekçi yaklaşımıyla, vicdanınızla yüzleşmenizi, sorular sormanızı, önemlisi de, insan olduğunuzu hissetmenizi sağlıyor: Gün geçtikçe bu tür ülkelere benzeyen Türkiye’de de koruma duvarları ve güvenlik sistemlerinin neden arttığına dair kafanız meşgûl değilse, özellikle gidiniz!
“Shine a Light”, Rock’n Roll’un kırk beş yaşını devirmiş ‘baba’ topluluğunun, 2006’da New York’ta, bu kentle özdeşleşmiş bir başka ‘baba’ Martin Scorsese ustalığına teslim ettikleri Beacon Tiyatrosu Konseri’nin, izleyeni ‘orgazm’ eden muhteşem kaydı: IMAX versiyonu da olan yaklaşık iki saatlik filmin, arşiv ve konser öncesi (mizahi) görüntülerinin zekice seçilip kurgulanmasıyla oluşmuş bir belgesel değeri de var.
“Sex and the City” tutkunları zaten izleyecekler bu ilk sinema uyarlamasını, yani “tereciye tere satmayayım” ama diziyi tek kare izlememiş biri olarak da, dört kadının uzun yıllara yayılan dostluk öyküsünden keyif aldığımı ve öncelikle bir senaryo başarısı olduğunu vurgulayayım: Sinemada mizah zamanlamasının nasıl yapılması gerektiğini bilemeyip ders almak isteyenler de gidebilirler.
“Ölümcül Oyunlar”, şiddetin, kapınıza, mavi gözlü, masum / bebek yüzlü ve ‘nedensiz’ olarak dayandığında, televizyonda ya da sinemada tükettiğiniz gibi eğlenceli olmadığını, yumruk yemişsiniz gibi hissettiriyor: Bu filmde zengin ve güvende olduğunu zanneden aileye yönelse de, şiddet, her an herkes içindir!
“Düello”, ‘spagetti western’in, Japonya’da ‘Sukiyaki Western’e dönüşmüş hali olarak, çamurlar içindeki bir kasabada sert gerçekten bir hayli gerçeküstü alana uzanan, zaman mevhumsuz, biraz ‘kafasına göre takılan’ bir çalışma: Hani haftanın tüm filmlerini izledikten sonra üzerine zevk veren bir pisboğazlık yapmak isterseniz…
“Chiko”, içinde var olmaya çalıştıkları toplumda suçtan zengin olmaya çalışarak çıkış arayan ama Türk – İslam sentezi olan kodları da arkadaşlığın değişmez yasası olan sadakati içeren iki genç insanın yürek atışlarını hissedebileceğiniz, canlı, sarsıcı, yaman film: Sinema yönetmeninin oyunculara nasıl egemen olması gerektiğine dair de bizden (Almanya’da yaşayan Özgür Yıldırım) bir örnek olması açısından önemli.
“88 Dakika”, bir ‘kopya katil’ koşuşturması olarak inandırıcılıktan bir hayli uzak, uzak olduğu için de etkisiz: Al Pacino’nun en kötü filmi olmaya aday!
(29 Mayıs 2008)
Ali Ulvi Uyanık