Ege Aydan ile Kavak Yelleri dizisinin setinde birlikteyiz… Başarılı aktör bu sıralar Kavak Yelleri ve Yaprak Dökümü setleri arasında mekik dokuyor. Bizde bu koşuşturmacısının içinde sonunda bir araya gelebiliyoruz. Çok içten ve egolarından sıyrılmış bir sanatçı Ege Aydan. Ege Bey’in çekimleri nedeniyle sık sık bölünen sohbetimizden seçtiklerimiz…
Son Ders nasıl bir film?
Aslında matrak bir film. Bana çok sahici geldi. Senaryoyu ilk okuduğum zaman da aynı hissi yaşadım. Filmin içinde acı da kahkaha da var. O yüzden kara mizaha yakın.
Film bir ders veriyor mu?
Filmin amacı ders vermek değil. Eskiyle yeniyi bir araya getirip güzel bir fotoğraf çekmek. O dönemlerde neler olmuş, şimdi neler oluyor sorusunu soruyor. Eğer bir ders veriyorsa da bu, insanların mücadelesidir. Mücadele de daima hayatımızın içinde.
Son Ders bir dönem filmi mi yoksa kişilerin hayatları üzerine mi yoğunlaşıyor?
Her ikisi de diyebiliriz. Tarihin derinliklerinde kaybolan bir film diyemem. Bir dönemin izleri içinde insan hayatları işleniyor.
Ferhan Şensoy’la ilk defa mı çalışıyorsunuz?
Evet. O kadar da memnun kaldım ki… Yazılarını, kitaplarını beğenerek okuduğum ve tabi ki takdir ettiğim bir kişidir. Onunla filmin ilk günü bir sahnem vardı. Çok etkilenmiştim. Bir film sahnesiydi ama ben gerçekmiş gibi yaşadım o anı. Çok duygusal bir anıma denk geldi belkide…
Senaryo size ilk geldiğinde neler hissettiniz?
Son Ders’in senaryosu bana ilk geldiği gün Çeşme’deydim, güneşin altında… Açtım senaryoyu, bir baktım ki ben oynuyorum. Telefon açtım hemen yapımcıya çok beğendiğimi söyledim… Saffet Hoca karakteri çok hoş… Onu “Ferhan Şensoy oynuyor” dedi. Yıkıldım! Şaka bir yana… Ferhan Bey’in rolünü gerçekten çok beğenmiştim.
Filmdeki rolünüzden bahseder misiniz? Nasıl bir Ege Aydan izleyeceğiz bu kez?
Başrolü oynayan birisi vardır. Onun çevresinde çok yakın arkadaşları olur. Filmde de öyle dört yakın arkadaş var. İşte ben de onlardan biriyim. Holding sahibi zengin bir işadamını oynuyorum. Tabii bu adamların gençlikleri çok hararetli geçmiş. Türkiye’de büyük değişimler yaşanınca hayat onların yollarını bir yerde kesiştirmiş. İşte bu kesişimin onlarda yarattığı değişimler üzerinde yoğunlaşıyor.
Filmdeki karakterinizin sizi en çok neyi etkiledi?
Bir tiradı vardı. Çok güzeldi. O tiradı oynayabilmek için kabûl ettim rolü. Onu konuşmalı ve üç boyutlu hale getirebilmeliydim. Oyunculuk böyle bir şey herhalde. Bahsettiğim sahne setin en son günü çekildi. Ateşim 38 dereceydi. Ama zevkle oynadım. Smooke diye bir film vardı. William Hurt o filmde bir öykü anlatır. Konuşur da konuşur… Kamera onu sabit çeker. Hep o hayalimde. Sanki Smooke’taki William Hurt değil de bendim. Sonucu artık filmde göreceğiz.
Biraz farklı bir rol bu kez. Çünkü alıştık sizi entelektüel rollerde görmeye. Ressam, heykeltıraş, mimar…
Entelektüel rolleri daha çok sinemada oynadım. Daha çok çılgın bir karakteri oynayarak ünlendim. Yapımcılarında kafasında öyle bir resim oluştu. Ne kadar eşini aldatan, çapkın adam rolü varsa oynadım.
Yöresel bir karakteri oynamayı düşündünüz mü?
Yöresel bir karakteri çok daha iyi canlandıracak oyuncular var. Background’u o rolle yatkın olan bir aktörün oynaması çok daha doğru.
Çok yoğun çalışıyorsunuz…
Her zaman hızlı bir tempoda değil. Bu ara böyle.
Kendinize vakit ayırabildiğinizde neler yaparsınız?
Plastik sanatlar benim çok ilgimi çeken bir alan. Yoğun bir şekilde resim yaparım. Gezmeyi çok severim. Motosiklet merakım var. Bir sürü de motosiklet oyuncaklarım var.
Dizilerde oynayan insanların içinde en kıdemlilerden olduğunuzu söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye’nin ilk dizisi olan Kaynanalar’dan beri bu sektörün içindesiniz…
Sektör çok gelişti. O kadar çok dizi var ki… İnsanlar bunun bir kısmını kabûl ediyor, bir kısmını etmiyor. Toplum bu dizileri kabûl ederken hangi değer yargılarına göre karar veriyor çözemiyorum. Çünkü toplum da dejenere oldu. Neyin neden tuttuğunu bilemez oldum. Yıllardır yaptığım işe yabancılaşmaya başladım. Toplumun kafasında da yeni karakterleri tanıma, yeni masalları dinleme kontenjanı doldu. Aslını söylemek gerekirse çok acı bir sektör haline geldi. İşi bilen bilmeyen herkes bir tencerede kaynıyor.
Yaşı ilerledikçe çekici olanlardansınız…
Bize verilen roller 10 yılda bir değişir. Artık beyaz saçlı bir erkeğim. Roller de ona göre geliyor. Bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum.
Kadınlar için de geçerli mi sizce?
Hayır. Olgun erkek her zaman ilgi çekmiştir. Olgun erkek ve genç kadın…
Siz “kadın şarap gibidir” sözünü tersine çeviriyorsunuz.
Evet, o söz kibarlıktan bence, kızacaklar bana ama. Erkekler şarap gibi diyebilirim yıllandıkça güzelleşiyor. Erkekler kadınlara göre daha şanslı.
Tiyatro geçmişinizden bahseder misiniz?
Devlet tiyatrolarında hem oyunculuk hem de yönetmenlik yapıyorum. Tiyatro sahnesinde çok tatmin olmuş bir insanım. Bir günde üç oyun oynuyordum. 90’lı yıllardan sonra işin daha çok yönetmenlik tarafına ağırlık verdim. Türkiye’de ne kadar il varsa devlet tiyatroları ile koşturup gittim.
Bu aralar uzak mısınız peki?
İki defa ameliyat geçirdim. Anladım ki tiyatro sahnesinde oyunculuk yapmayı artık sesim kaldırmıyor.
Sanatçı bir aileden geliyorsunuz. Babanız flüt çalıyor, anneniz opera sanatçısı. Sizin müziğe ilginiz var mı?
Piyano çalarım. Enstrümanlarla aram iyidir.
80’lerin ünlü basketbolcusu Efe Aydan’ın kardeşi olarak basketbolla aranız nasıl?
İzlemekle yetiniyorum. Çok sıkı winsörfçüyüm, hatta Türkiye’nin ilk winsörfçüsüyüm.
Deniz tukunuz var öyleyse…
Evet kesinlikle… Denizcilere de her zaman imrenmişimdir.
İstanbul gibi bir şehirde yaşamak zor gelmiyor mu?
Evet, kalabalıklığına, yozlaşmışlığına ve arsızlaşmışlığına tahammül edemiyorum. Bir keresinde trafikte arabamdan inip, “Herkes evine dönsün, terk edin bu şehri” diye bağırdım. Herkes dalga geçiyorum sandı ama ben ciddiydim. Sonra doktora gittim, ne oluyor bana diye. Doktor; “Bu yaşlarda olur” dedi. (Bu röportaj Mirror Dergisi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.)
(15 Şubat 2008)
Gizem Ertürk (Zeynep Günay ile Birlikte)