Ünlü Yazardan #EvdeKal ve #HayatEveSığar Kampanyasına Büyük Destek

Türkiye’nin ilk korku filmi Büyü ve ilk korku romanı Siccin: Amel Defteri’nin yazarı Şafak Güçlü’den #HayatEveSığar ve #EvdeKal kampanyaları kapsamında “Evde Kal Yazar Ol” sloganıyla ücretsiz online yazar ve senaristlik eğitimleri veriyor. Senaryo ve romanlarıyla birçok ilke imza atan Şafak Güçlü, 8 yıllık eğitimlerini online eğitim videolarına dönüştürdü. Evlerimize kapandığımız bu zor salgın zamanlarını bir kazanıma ve başarı öykülerine dönüştürmeye karar veren Güçlü, tüm bilgi birikimini Youtube kanalından ücretsiz olarak paylaşıyor.

Ayşenur Sezen’i Kaybettik

İlk kez 19 yaşında, Adanalı Tayfur adlı filmde rol alan, sinema ve tiyatro oyuncusu Ayşenur Sezen, 05 Nisan 2020 tarihinde 77 yaşında hayatını kaybetti. Sinemamızın en ünlü komedi oyuncularından Öztürk Serengil’in başrolünü oynadığı ilk filmlerden olan Adanalı Tayfur, Osman Fahir Seden’in senaryosundan Zafer Davutoğlu yönetmenliğinde çekildi. Yazar Ali Acar Sungurbey’in annesi olan Ayşenur Sezen, Nejat Saydam’ın yönettiği 1963 yılı yapımı Çapraz Delikanlı ve yine Nejat Saydam’ın yönettiği aynı yıl yapımı Kadınlar Hep Aynıdır adlı filminin oyuncu kadrosunda yer almıştı. Merhumeye tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

23. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali

Türkiye’nin ilk kadın filmleri festivali olma özelliğine sahip, Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, bu yıl 07 – 14 Mayıs 2020 tarihlerinde 23. kez düzenlenecek. Festivalin 2020’deki teması ‘doğa’ olarak belirlendi. Doğanın talanına karşı kadınların filmleriyle ses çıkarmak için teması ‘doğa’ olarak belirlenen festival, küresel korona virüsü salgına denk gelmesi üzerine internet ortamında gerçekleştirilecek. Sinema salonlarındaki gerçek festival yapılana dek Uçan Süpürge, 22 yıldır yapıldığı gibi kadınların dayanışması ile herkese ulaşmak için adımlarını sıklaştırıyor ve 23. yılda evlerimize konuk oluyor. 1301 film ile başvuru süreci tamamlanan festival, 101 ülkeden kadın yönetmenlerin sesini duyurmaya hazırlanıyor.

23. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali yazısına devam et

Erguvan Renkli Bir Dünya Düşü…

Boğaz’da, yelkovan kuşları suları kanatlarıyla okşarken, ince belli bardakta demi kıvamında, dumanı üstünde bir bardak çay içmenin mutluluğu her yerde, her şeyde bulunmaz.

Ne büyük keyiftir Tarihi Yarımada’ya karşı incecik esen yelin uçurduğu saçlarla, süzülerek geçen gemilere bakmak…

Ne büyük keyiftir Topkapı kulelerinin, Sultanahmet ve Ayasofya minarelerinin arkasında oynaşan bulutlarla turuncuya dönüşen Güneşi seyretmek…

Ne büyük keyiftir sevgiliye sarılır gibi sözcüklere sarılıp içini dökmek birbiri ardına akan dalgalara.

Belki de bu bahar hiç yapamayacağız…

Sansür…

Size de olur mu, en olmadık zamanlarda; tam da keyfin doruğundayken ilgisiz, ilgisiz olduğu kadar da anlamsız, anlamsız olduğu kadar da can sıkıcı şeyler gelir aklıma.

Bu kez biliyorum neden ve nasıl geldiğini. Yıllar önceydi, deniz otobüsündeydik, dalgalar hafiften sallıyordu gemiyi, bir inip bir çıkıyorduk, tıpkı Nazım Hikmet’in ünlü “Hazer” şiirindeki gibi, her ne kadar onunki kayıktıysa da. Kırılmadığı için köpüklenmeyen su, kendi derin mavisiyle çağırıyordu sanki… sevişmeye. Evet, sevişmeye çağırıyordu.

Dur durak bilmeksizin akan Boğaz’ın serin lacivert suları sevişmeyi çağrıştırdığı için… sevişmekse öteden beri -nedense- hep günah bellendiği için düşmüş olsa gerek sansür aklımın kıyısından geçerek.

Sinemada nice sansür yaşanmış; duymuşsunuzdur. Metin Erksan’ın ünlü ve ödüllü filmi “Susuz Yaz”da cılız başakların rüzgârla salınmasını bile atlamamış sansür kurulu. Ne demek efendim, cılız başaklar! Siz öküzün altında buzağı mı arıyorsunuz? Kim kime sormalı…

Sonradan bir haberden, Amerika’da, Huston’daki bir tarladan altın başaklı tarla görüntüleri eklenir. Maksat sansürü aşmaksa, ilgisiz görüntüler bile kabûl görür. Sizin söyleyecek sözünüz var mı, benim yok!

Koyunların memeleri

Köyün ortasında süt sağan kadınlar vardır bir filmde, sansür kurulu hemen engeller. Kaçar mı, kaçmaz tabii: Koyunların memeleri gözüküyor. Gerçi son yıllarda benzer bir durum bir süt firmasının ineği için de gündeme geldi, ama geyik (!) olarak. Çünkü orada şikayetçi, inekler uçamaz diye istemişti engellenmesini.

Arabanın sol lâstiği de var, solculuk yapılıyor gerekçesiyle sansüre uğrayan. Sol lâstik patladığına göre ‘sol’ iyi değil, bakın sağ sapasağlam gibi bir yorum da pekâlâ mümkün.

Dumandan oluşan insan…

Bir sergi çekmiştim, yıllar önce TRT’de “İyi Akşamlar” programındayken. Ressam değil ama resim aklımda: Dumandan oluşan bir kadın formu, göğe yükselmiş… Alnının ortasına denk gelen yerde hilal parlıyor. Resmin adı ‘onur’du yanlış anımsamıyorsam. Denetçiler (biz aramızda sansür desek de TRT resmi adını kullanmayı, dolayısıyla da bazı şeyleri saklamayı tercih ederdi), müstehcen buldukları için çıkarmamı istemişlerdi. Şaşkınlık var mıydı, anımsamıyorum, ama TRT koridorlarının çıldırmış sesimle zangır zangır titrediğini unutmuyorum, hâlâ.

Şarkılar seni söyler…

TRT televizyonunda var da radyoda yok muydu sansür? Vardı, âlâsı var hem de. Türk kadını hiç tanımadığı bir erkeğe selâm vermez gerekçesiyle Leman Sam’ın, “Dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe / Sırf sana benziyor diye / Usulca sokulup ‘merhaba’ dedim” şarkısı sansürlenmiş örneğin.

Barış Manço’nun, herkesin diline takılan ve çok da sevimli şarkısı “Arkadaşım Eşek”in ‘kuzu’ ile değiştirilmesi istenmiş. Çünkü ‘eşek’ten arkadaş olmazmış. (Durun, burada bir başka anı söz istiyor: “Ata binmiş eşekler millet sizden ne bekler” sloganı 68’lilerin ilk ve önemli sloganıydı. İkili anlamı vardı. Birincisi ‘at’ iktidar partisi olan Adalet Partisi’nin amblemiydi, üzerindeki ‘eşek’ ise ABD’deki iktidar partisinin amblemi. Anlatılmak istenen ABD bağımlılığıydı. İkincisi de yine aynı şekilde iktidar partisinin başındakiler, yani yöneticileri ‘eşek’tir.) Yönetici olabilirler, ama arkadaş, asla!

“… Söz dinlemez ormancı / Çekmiş kafayı / Aman ormancı”, devletin anlı şanlı memurunu, hem de ‘çekmiş kafayı’ diyerek eleştiriyor. Olacak şey mi? Yasaklanması doğal. Tabii, “Doldur be meyhaneci” şarkısının neden sansürlendiğini anlamışsınızdır: alkole teşvik!

Geleneksel çalgı, Türk Halk Müziğinin vazgeçilmezi zurna, nasıl olur da bir pop müzik parçasında kullanılır, tez yasaklansın!

Ezginin gücü…

Cinuçen Tanrıkorur, dersimize giren, alabildiğine nazik ve bir o kadar da bilgili biriydi. Bir gün, kocaman bir makaralı teyple girdi derse. Uzun uğraşlardan sonra, “Bu dinleyeceğiniz parçayı başka bir yerde duyma şansınız olmayacak, çünkü ritmi geleneksel değil diyerek sansürlendi. Gönlüm razı gelmedi, size getirdim. Sansürlenmesi kadar yanlış bir şey olamaz” diyerek basmıştı ses yükselticisinin düğmesine.

Giderek yayılan ezginin gücü -hemen hiçbir tınısını anımsamasam bile- hâlâ kulaklarımda.

İnternet haftası…

Sosyal ağlar, demokrasi, mobil yaşam, yasaklar ve ifade özgürlüğü, mahremiyet, bilgi güvenliği, bireysel güvenlik, güvenli kullanım gibi birçok yaşamsal konuyu gündemde tutmayı başaran ve sansür denilen o canavarın ağzını kapayan internet artık ülkemizde de yoğun kullanılıyor (hele de böylesi karantinalı günlerde). İnterneti de engellemeye çalışan ülkelerin başında yer alsak da geri dönüşün olmadığını bilmenin huzuruyla 08 – 21 Nisan arasında Covid-19’un etkisiyle o etkinliklerin hiçbiri yapılamayan birçok etkinliği barındıran İnternet Haftasını kutluyorum.

(11 Nisan 2020)

Korkut Akın

[email protected]

(Bu yazının aslı 10 Nisan 2020 tarihinde siyasihaber4.org sitesinde yayınlanmıştır.)

Salgın

Çilingir Sofrası (Sadi Bey’in Facebook Günlükleri):

Başka Sinema’nın BluTV ile anlaşarak şu sıra sinemalarda gösterilmesi plânlanan filmleri küçük ekrana taşıması bir kısım sinemaseverce -hadi kınanıyor demeyelim de- tasvip edilmiyor diyelim. Bendeniz de tasvip etmeyenlerdenim. Filmleri neden sinema salonunda seyretmekten hoşlanıyorum, onlardan bahsedeyim. Önce filmi seçip karar veriyorsunuz ve evden çıkıyorsunuz. Vasıtaya binip sinemaya geliyorsunuz. Gişe önünde, bekleyen derviş muradına erermiş misali, kuyruk varsa beklemek daha keyifli oluyor. Beklerken yapılan sohbetlere iştirak edebiliyorsunuz. Hangi filme gireceklerini tartışanlara, görmüş olduğunuz bir filmi tavsiye edebiliyorsunuz. Sohbette sınıf farkı yok, Bağcılar sinemaseveri de, Seyranbağları sinemaseveri de sohbete dalabiliyor. Salona girdiğinizde önce biletteki numaralara, sonra merdivenlerdeki sıra numaralarına, sonra da koltuk numaralarına baka baka yerinizi bulup oturuyorsunuz. Salon kalabalıklaştıkça ve hele sıra başında oturuyorsanız sıranın ortasına geçenlere yol açmak için ya ayaklarınızı geriye doğru çekiyorsunuz veya kısmen ayağa kalkıyorsunuz. Şimdi bu dediklerime “Evdeki seyirde bunların hiçbiri yok” diye karşı çıkmayın, biliyorum ama bendeniz bunlardan da hoşlanıyorum. Film başlıyor, bazen perde hemen netleşmiyor, bir müddet öyle seyrediyorsunuz, sonra bir uğultu başlıyor, peşinden bir iki seslenme, dayanamayanlar ıslık çalıyor. 5 dakika arada tuvalete gittiğinizde beklemek zorunda kalmak da zevkli oluyor. Büfeden alışveriş yapıyorsunuz, mesela bendeniz tüm cimriliğime rağmen arada mutlaka hanıma frigo alırım. Sinemaları yok edersek, sinema filmi yapımı da doğal olarak durur, sonra döne döne eski filmleri seyretmek zorunda kalırız. Bazen TV Filmi denilen bir şeyler çekiyorlar, küçük ekranda bir kez gösterildikten sonra yok olup gidiyorlar. Bir tanesini bile hatırlamıyorsunuz, ancak “Say bakayım sevdiğin sinema filmlerini” dediğinizde hemen herkes en azından 10 tanesini hatırlar. Film sinemada izlenir, sinemanın tadı başkadır. Filmlerin seyirciye sunulmasında, Sinema – DVD – Paralı TV – Parasız TV – Sosyal Medya sıralamasına uyulmalı. Sinemalar filmlerin evi, semti, mahallesi, tapu kütüğüdür. (05 Nisan 2020)

Sıkıntıdan “Çarşambayı sel aldı, bir yar sevdim el aldı” türküsünün sözlerini değiştireyim dedim, “Çarşambayı sel aldı, bir yar sevdim karşımda oturuyor” yaptım, baktım kafiyeyi tutturamamışım, vazgeçtim. Uğraştırmayın beni, yine eskisi gibi söyleyin gitsin. (05 Nisan 2020)

Karantina nedeniyle sinemaların kapanması üzerine vizyona girmesi muhtemel sinema filmlerinin dijital ortamda seyirciye ulaşması iyi bir şey ama bu filmler dijital ortamda tüketilirse -yeni film çekimleri de durduğundan- birkaç ay sonra sinemalar yeniden açıldığında gösterecek film bulamayacak; sinema sahipleri gibi çalışanları da uzun süre mağdur olacak. Kanaatimce “Ölmek İçin Zaman Yok” (No Time to Die), “Top Gun: Maverick”, “Hızlı ve Öfkeli 9: Hız Efsanesi” (F9: The Fast Saga), “Sessiz Bir Yer 2” (A Quiet Place Part 2) filmleri gibi, vizyon filmleri komple ileriye ötelenmeliydi. Sinemalar açıldığında filmler hiçbir dijital ortamda gösterilmediği için eskime de olmazdı. Misâlen, zaman zaman ithalcilerimizin birkaç yıl önce yapılmış fakat ülkemiz sinemalarında gösterilmemiş filmleri 1-2 sene sonra vizyona sürdüklerine şahit oluyoruz. Eskiler hatırlar, geçmişte Dustin Hoffman ve Steve McQuenn’li ünlü “Kelebek” (Papillon) filmi ülkemize 7-8 yıl sonra gelmiş ve hiç de eski olarak algılamamış (“O zamanlar bugünkü dijital imkânlar yoktu” fısıltılarını duymuyorum, sıfıldamayın) ve sinemanın (Beyoğlu Atlas) mis gibi büyük perdesinde heyecanla izlemiştik. Demem odur. (07 Nisan 2020)

Karantina sürdükçe erkek milleti haldır haldır yeni kabiliyetler ediniyor. Yakında Ev Erkeği diye yeni bir meslek yaygınlaşırsa şaşırmayalım. Kendimden biliyorum, ekmek, yumurta, makarna, pilâv, türlü yapmasını beceriyordum. Bu gidişle ekmek, kek, krep derken yakında, keşkül, muhallebi, puding yaparak tatlı sektörüne de dalacağım. Ütü, bulaşık, cam silmede kabiliyetimi geliştirerek 70’inden sonra tam bir ev erkeği olma yolunda hızla ilerliyorum. Tam burada aklıma rahmetli Ersin Pertan’ın Orhan Kemal’in eserinden uyarladığı ve Rasim Öztekin’in başrolünde oynadığı “Tersine Dünya” adlı filmi geliyor. Kadın – erkek kimliklerinin tersine döndüğü, kadınların kabadayı olduğu, erkeklerin evlenmek üzere evden kaçırıldığı, kadınların eve ekmek getirdiği, kısacası tüm rollerin tersine döndüğü eğlenceli bir konusu vardı. İnşallah Münir Beyciğim de oradan Marcello Mastroianni ile Catherine Deneuve’un ülkemizde “Kocam Hamile” adlıyla gösterilen “L’événement le Plus Important Depuis Que L’homme a Marché Sur la Lune” adlı Jacques Demy filmini hatırlatmaz, yoksa işin içinden çıkmak mümkün olmaz. (08 Nisan 2020)

Salgın nedeniyle ileri bir tarihe ertelenen 39. İstanbul Film Festivali’nin bazı filmlerinin MUBI tarafından özel olarak gösterileceği duyuruldu. Listeye “Şeylerin Boktanlığı” adıyla dahil olan filmi sinemalarımızda “Çölde Kutup Ayısı” adıyla izlemiştik. Birçok TV.ye danışmanlık yapan sinema yazarı arkadaşlarımızın uyguladığı yazılı olmayan kurala göre TV.lerdeki filmler genellikle sinemalarda gösterildiği adlarıyla ekrana getirilir; MUBİ’nin de bu kurala uymasını arzu ederiz. (09 Nisan 2020)

Covid-19 salgını nedeniyle bu yıl Haziran başında yapacağı 31.sini ileri bir tarihe erteleyen Ankara Uluslararası Film Festivali’nin 10 yıl önceki çantası. Biz sinemasever milleti tuhaf insanlarız vesselam. Hani tutup festivale özel gazoz çıkarılsa şişesini de saklayacağız. Dolapları karıştırırken bulduğum bu çantanın fotoğrafını “Film sinemada izlenir” ve “Sinemanın tadı başkadır” ifadelerini eskimiş bulanlara ithaf ediyorum. (10 Nisan 2020)

(10 Nisan 2020)

Sadi Çilingir

[email protected]

11. Balkans Beyond Borders Kısa Film Festivali

İlk kez yurtdışından bir kısa film festivali, bu yıl Türkiye’de düzenleniyor. 2020 Ekim ayında İzmir’de yapılacak 11. Balkans Beyond Borders Kısa Film Festivali başvuruları başladı. Festivalin “contr(u)st” (tezatlık ve güven) temasıyla yola çıktığı açıklandı. Genç kısa film yönetmenleri bu yılın tema başlığından esinlenerek çektikleri 30 dakikaya kadar olan kurmaca, animasyon, deneysel ve belgesel filmlerini 01 Haziran’a kadar gönderebilecek. Festival kapsamında yapılacak yarışmada En İyi Film Ödülü alan filme 1000 Euro ödül verilecek.

11. Balkans Beyond Borders Kısa Film Festivali yazısına devam et

Surdurulebiliryasam.tv’den #evdekal’ınan Günlere Özel Filmler

Surdurulebiliryasam.tv, Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali seçkisinden filmlerin çevrim içi ücretsiz olarak izlenebileceği bir web sayfası; aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve eğitim kurumlarının Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali seçkisi ile gösterim yapmalarına imkân sağlayan bir sosyal girişim. Surdurulebiliryasam.tv, bu dönemde festivalde ilgi gören veya izleyenlerin tekrar görmek isteyebilecekleri yeni filmleri web sayfasına eklemeye devam ediyor. Telif sahiplerinin özel izinleri ile Türkçe altyazılı olarak yayınlanan filmler, sosyal, ekolojik ve ekonomik sürdürülebilirlikle ilgili alt başlıklara göre izlenebiliyor.

Surdurulebiliryasam.tv’den #evdekal’ınan Günlere Özel Filmler yazısına devam et

Sinema Kültürü Üzerine…

17 Mart’tan bu yana Türkiye’de sinema salonları kapalı. Bu tarihten önce ülke çapında hizmet veren 450 aktif lokasyonun varlığından söz etmek mümkün. Bu lokasyonlarda film gösterimi yapılan 2.800’e yakın sinema perdesinde faaliyetler tamamen durmuş durumda, sinema çalışanları da işlerine dönecekleri günü evlerinde bekliyor. Doğal olarak bu sinemalarda vizyona çıkartılması düşünülen birçok Türkiye yapımı ve yabancı film de beklemede… Sinema işletmelerinin başbaşa kaldığı bu felç hali film yapımcılarının da bütün yatırım plânlarını bozmuş durumda. Kısacası yaklaşık bir yıldır hastalıktan ötürü yataktan kalkamayan Türkiye sinema piyasası şimdi top yekûn felç geçiriyor. Yalnızca sinema mı? Lokantalar, stadyumlar, spor merkezleri, parklar, bahçeler bunlara benzeyen alanlarda hizmet durdurulduğundan buralarda gerçekleştirilen bütün sosyal ve toplumsal aktiviteler aynı felci yaşıyor… Kurgu ya da değil, insanlığın, alışkanlıklarının değiştiği –değiştirildiği- bir ayar sürecinde olduğumuzu da düşünebiliriz. Süreç tamamlandığında birçok şey aynı olmayacak. Eğitim sisteminin dinamiği değiştiriliyor, temassız ticaret, ulaşım-iletim, dijital uygulamalar ve onları var eden makinelerin kullanımı gibi alanlarda adeta devrim oluyor ve bu alanların hiçbirinde yalnızca eski kurallar geçerli olmayacak. Ülkeler sağlık alt yapıları açısından akademileri, doktorları ve profesörleriyle birlikte ulusal sınavlar veriyor. Hükümetler ve devletler etkinliklerini, dinamiklerini gözden geçiriyor. Ülke sınırlarının mânâsı, insanlığın birbiriyle iletişimi gibi küflenmiş birçok düşünce dört başı mamur olarak değerlendiriliyor. Her gün dünyadaki insan nüfusundan biner biner yaşam eksilten bu acımasız virüs süreci birçok alanda kaçınılmaz olarak şapkanın öne konmasını sağlamış gözüküyor. Bekleme sürecinin ardından formunda ve anlamında pek fazla değişiklik olmayacak olgular da var. Meselâ yeme-içme kültürü, eğlence kültürü, gezme, tozma, meyhaneler, spor, düğünler… Ayar sürecinin ardından yaşanacak normalleşme ve kanıksamayla eskisi gibi, insanlar koşa koşa bu özlediği mekânlara gitmeye devam edecek. Doğudan batıya doğru gelişmelerin yaşandığı şu dönemde normalleşme sürecine giren Çin Halk Cumhuriyeti’nde kitlelerin ağızlarında maskelerle parklara akın ettiğine şahit olmamız haftalarca tecrit hayatı yaşayan insanların özlediği yerlere akın edeceğinin normal bir göstergesi… Kanımca değişikliğe uğramayacak bir diğer olgu da sinema ve sinema kültürü. Pandeminin gerektirdiği önlemler çerçevesinde eğlence piyasasındaki durgunluk gibi birçok sektörde de bekleyiş sürerken, ülke ekonomilerinin eski günlerine dönmesi için sürecin en sağlıklı şekilde tamamlanması bekleniyor. Evet, bu sektörlerin hiçbiri ortadan kalkmayacak. Kaldı ki bugün kaçınılmaz olarak yükselişte olan dijital uygulamalar, ev teknolojileri gibi piyasalar dünya ekonomisinin devleri; otomotiv, yeme-içme, eğlence sektörlerinin feda edilmesine neden olmayacaktır. Aksine tecritten ve izolasyondan sonra bu tür piyasalarda olağandan daha fazla hareketliliklerin de görülmesi muhtemeldir.

Türkiye’de sinemacılık

Doğrusu, Türkiye sinemaları mevcut virüs krizinden önce ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Hiçbir ilâç, uygulanan tedaviler 2018’den 2019’a, 11 milyon biletlik kaybı engelleyemedi. Dünyadaki vizyon dinamiklerini, projeksiyon güncellemelerini yakından takip eden Türkiye, 2015’ten 2018’e sinema gişelerindeki yerli film bilet satışı oranında Avrupa’nın göz bebeğiyken ne oldu da çöküş başladı? Sinema salonlarında perde/hafta blokajı için sinemaseverlere dayatılan acube filmler, dijital mecralarda milyonlarcasının olduğu, hiçbir tarzı yansıtmayan, perdelerde hantallığa ve yorgunluğa sebep olan, birbirini tekrarlayan yerli sinema filmleri ve onların kabak tadı veren içerikleri, sinema piyasasının temel iki dinamiği; sinema salonu işletmecileri ile film yapımcıları arasındaki kavganın suhuletle çözülemeyip sinemaseverlere yansıması, Türkiye’deki sinemacılık faaliyetlerinin icra alanı sınırlarının net ve koruyucu çizilememesi, sinema harici mecralarla filmlerin ilişkisinde sinema piyasasının elini güçsüzleştiren düzenlemeler, teknik açıdan yetersiz sinema yapıları, Blu-Ray formatında filmlerin dağıtılması ve bu formatta sinema işletmelerinde film gösterilmesi gibi büyük büyük dertler yüzünden sinema piyasamız kaçınılmaz sonunu kendisi hazırlamıştı. Başka bir bakış açısıyla; yukarıdaki dert başlıklarının Türkiye sinemacılığını önümüzdeki yıllara yayılarak yavaş yavaş kemirmesi ihtimâl dahilindeyken dünya çapındaki virüs blokajı sebebiyle tamamen duran operasyonlar kalıcı ve yapıcı hamlelere sebep olacak.

Global ölçüde sinemanın mevcut sorunları ve bu sorunlarla mücadele yöntemleri tartışılırken Türkiye’de ‘ticari açıdan ayakta kalmak’ adına yapılan girişimlerin, devrim görünümlü darbelerin, kolektiflikten uzak tekil kararların uzun vadede zararlarını yaşamaya devam edeceğiz. Sinema yaşamının öncelikle standartlarını oluşturması ardından da endüstriye dönüşebilmesi için Türkiye’de sinemanın icrasının bütün departmanlarını kapsayacak şekilde düzenlenmesi ve korunması gerekmektedir. Filmlerin ve sinema sanatının lokomotif mecrası olan sinema perdeleri özünde televizyon, diğer yansıtıcılar ve internet mecralarıyla hiçbir zaman aynı kategoride değerlendirilmemelidir. Benzetmedeki gibi sinema, film yaratıcılarının lokomotifi diğer bütün mecralar da vagonu niteliğindedir.

Türkiye’deki icrasında topallayan sinemacılık yaşamımız 2019’un Şubat ayında kimilerinin ‘devrim’ deme cüretini gösterdiği derin bir darbe almıştı. Sinemaseverleri büyük beklenti içine sokan, dolayısıyla sinemacılığın icracı ortaklarını da heyecanlandıran yapımlardan birinin henüz perde vizyonu yolculuğu sürerken lokomotif mecradan indirilip vagonlara geçirildiği açıklandığında sinemasever gözünde gişelere ve vizyon dinamiğine güvensizlik başlamış, bu darbeyle de sinemanın hareket alanı daralmıştı. Aslında bir nevi yerli film içeriğinin tükendiği, ‘ticari sinema oyuncularının sinema salonlarından aldıkları satışların’ onları tatmin etmediğinin bir kanıtıydı bu.

Sinemacılık alanındaki bütün oyuncuların, gelecekteki huzuru ve standart bir endüstri için hassasiyetleri dengeli bir şekilde benimsemesi gerekiyor. Kalkınma ve refah için en yüksek gelir hedeflenirken, sinema olgusunun da herkes tarafından desteklenmesi ve koşulsuz piyasa dayanışması kaçınılmaz. Bu, elbette filmlerin sinema yolculuğundan önce ya da sırasında diğer mecralara ticari kaygılar gözetilerek satılmasıyla başarılabilecek bir durum değil. Ya da sinema filmlerinin yeterli izleyici gelmiyor diye işletmeciler tarafından salonlardan çıkartılmasıyla gerçekleşmeyecek.

Son dönemin ikinci büyük darbesi de şimdi uygulanıyor. Bu kez, hareketin temeline ekonomik dertler iliştirilerek sinema filmlerinin vizyondan önce dijital bir mecrada gösterimi söz konusu!.. Kesin olarak belirtmek gerekirse bu darbede de kanuna aykırı herhangi bir girişim bulunmuyor. Darbe, tamamıyla, duygusal ve etik unsurların hiçbirine uymuyor. Sinema işletmelerinin tek varoluş sebebi sinema filmleridir. Filmlerin sinemada izlenmesinin öncelenmesi bu alanda sonsuz ve karşılıksız çabalar içine girenlerin ekonomik ya da başka sebeplerden ötürü diğer mecraları tercih etmesi bu ve benzer girişimleri sinema kültürü ile yan yana getirmesi yine uzun vadede zarar vericidir. Sosyal toplum anlayışında, sinema ‘kültürü’nün desteklenmesi, sinema ‘sanatı’nın yaygınlaştırılması hoyratça ve yalın olarak sağlanmalıdır. Avrupa ülkelerinin çoğunda özellikle ‘arthouse’, düşük bütçeli sinema prodüksiyonlarının kitlelere ulaşabilmesi adına çok sert uygulamalar bulunmaktadır. Fransa bu alandaki uygulamalarıyla örnek alınacak bir işletime sahip. Öte yandan sinema izleyicisinin çoğaltılması ve ‘arthouse’, düşük bütçeli sinema prodüksiyonlarının daha fazla sinema gösterimi imkânı bulabilmesi adına Avrupa Birliği Eurimages aracılığıyla destek programı uygulamaktadır. Türkiye’de 1990 ile 2000 yılları arasında, Onat Kutlar, Vecdi Sayar, Sabahattin Çetin, Üstün Karabol, İrfan Demirkol & İnci Demirkol, Faruk Günaltay, Saim Yavuz ve Mehmet Soyarslan’ın çabaları ve çalışmalarıyla Avrupa filmlerinin Türkiye’de gösterilmesinin ve bu alanda bir farkındalık yaratılması sağlanabilmişti. Meşakkâtli dönemlerin ardından bugün ticari kaygılar sebebiyle sinema gösterimlerinin öncelenmeyip diğer mecralarla yapılan iş birlikleri, kötü niyet olmasa da sorumsuzluk olarak kayda geçmektedir. Sinema işletmelerinin kapalı olduğu bir dönemde, varlıklarını nasıl sürdürecekleri henüz belirsizken, alternatif film gösterimleri açısından bir önceki kuşağın takipçisi olan, çalışmalarını bir vakıf bünyesinde gerçekleştiren, bugüne kadar küçük sinema işletmelerini onlara sağladığı filmlerle destekleyen, sinema kültürünü önceleyen bir oluşum tarafından böylesi bir darbenin gerçekleşmesi zamansız bir yol kazasıdır. Belirttiğim gibi bu girişimin hukuki bir uygunsuzluğu bulunmuyor. Yine de herkesin, bütün dinamiklerin kenetlenmesi gereken şu dönemde hiçbir sebep bu darbeyi mücbir sebebe dönüştürmüyor. Çünkü ‘mücbirlik’ hakkını sinema kültürü ve onun güç kaybı kullanıyor. Bu ticari hamleye sinema işletmeleri çok doğal olarak tepkisini koydu. Kendi alanlarındaki bütün aksaklıklarını şimdilik bir yana bırakarak, korunması ve kurtarılması gereken sinema işletmelerinin bu feryadına rağmen, sinema kültürü, bir dizi bulanık ticari sebep eşliğinde ticari bir mecra aracılığıyla evlerin salonlarına hapsedilmiş oldu. ‘Sinemaların tekrar açılacağı güne dek’ vurgusuyla, sinema işletmecilerine de maddi destek sağlamak ‘havucuyla’ hamle normalleştirilmeye çalışılsa da kendi kuruluş felsefesiyle Türkiye sinemacılığını fersah fersah ileri taşımayı başaran bu oluşum, üzücü olarak geriye doğru adım atmış oldu.

Sinemada film izleme kültürünün, sinema kültürünün yaşatılması için bu ülkede birçok kişi ve kurum emeğini ve zamanını harcarken, sinemaseverler askıda biletten, koltuk satın almaya dek çeşitli destek kampanyalarına dahil olurken, katı ve keskin şekilde ‘alternatif izleyici’nin ilgisine ‘alternatif filmler’ büyük uğraşlarla getirilirken halihazırda kütüphanesinde binlerce filmin bulunduğu platformlarla iş birliği yapmak ve bu duruma tepki koyan insanları ve sinemacıları anlayamamak ise çok düşündürücü… Altını çizmek gerekirse; hiçbir oluşumun ekonomik açıdan zarar görmesi istenmez, yapılan ticari anlaşmalar da hukuka aykırı değilse tenkit edilemez. Başka Sinema & BluTV işbirliği de ticari açıdan değil, sinema kültürüne olumsuz etkisi açısında değerlendirilmelidir. Programda gösterilen filmlerin neler olduğu, göstermelik desteğin miktarı, süresi açısından değil, filmlerine sahip çıkmaya çalışan sinemacıların ve Başka Sinema gibi bir oluşumun gerçek ve kıymetli felsefesine dönmesi için tam da şimdi mutlak bir dayanışma içinde olunması gerekmez mi? Henüz global pazarlarda dayanışma programları, sinema işletmelerinin zararlarının karşılanması için düşünülen kampanyalar açıklanmamışken, yerel ve bölgesel bazlı vizyon takvimleri açıklanmamışken böylesi ticari bir tercihin motivasyonu ne olabilir? Tarihi sinemaların birer birer ortadan kalktığı dönemde sinema tutkunlarının bu salonlarla arasında kurduğu bağdan hareketle ortaya konan tepkiler nasıl haklıysa Başka Sinema’nın da bu kendi yapısına uygun düşmeyen ticari hamlesine tepkisiz kalmak kanımca üzücüdür. Bu tepkilere de ‘ama’larla karşılık vermek ve itiraz etmek zamanında verilen ‘Emek Sineması’nı aynı haliyle ikinci kata taşıdık’ yanıtına benzer… Sinema işletmelerini olumsuz etkileyeceği söylenen ve itiraz edilen bu girişime paralel olarak İstanbul Film Festivali ile bir başka dijital platform MUBİ arasında gerçekleşen işbirliği ise örnek alınası. Hâlâ bir çok kişi tarafından izlenme fırsatı bulunamamış Altın Lale alan filmler ve henüz nasıl ve ne zaman yapılacağı belli olmayan İstanbul Film Festivali ile Filmekimi için düşünülen filmlerden yapılan bir seçki sinema tutkunları için platform aracılığıyla seyre sunulacak. Böyle bir dönemde ekonomik bahaneleri ön plânı almayıp programındaki filmlerinden bir seçkiyi sinemaseverlere nefes olmak ve gelecekteki birbirinden değerli sinema filmlerine vurgu yapmak için kendi platformu üzerinde bir sunum yapamaz mıydı Başka Sinema da?.. Hiçbir dijital teknik engel yok!

Bugün sinemanın bittiğinin, geleceğinin tartışıldığı günler çoğaldı. Bunun, trenin lokomotifini, vagonlarıyla karıştırarak, karşılaştırarak yapılması hakkaniyetli değil. Sinemanın icadı, Türkiye gelişi, ilk gösterim konularında, mânâsı, önemi gibi başlıklara girmeden sadece Türkiye sinemasının önemli değeri, büyük usta Metin Erksan’ı anarak ondan bir alıntı yapmak istiyorum:

“… Cinemalogy (Sinemabilim) ve filmology (Filmbilim) sözcükleri, yabancı ülkelerdeki üniversite, akademi ve ciddi yazılı-görsel medya kapsamında yazılan yazılarda kullanılan sözcüklerdir. (…) Sinemabilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Kısacası sinema bir kültürdür. …”

Özetle bir kültür olan sinemanın ve Türkiye’de icra edilen sinemacılığın düşmanı ya da onun geleceğini belirleyecek unsurlar internet yayıncılığı, televizyonda film gösterimleri olmayacaktır. Korsan film çoğaltma, Hard Disc’lerdeki filmler, VCD, DVD, Blu-Ray, Video Kaset, Pay TV, Free TV, Karasal yayınlar, VOD, SVOD, vs… Sinema için bu alanların tamamı birbirinden farksızdır. Sinema kültürünün korunması her şartta gereklidir. Sinemada nitelikli film izlemek anlatıcıya verilen önemi, emeğe saygıyı simgeler. Yüz yüze, göz göze yapılan bir sohbet gibi düşünün, bir yandan başka işlerle meşgûl olup diğer yandan, ara ara yüzüne bakarak dinlediğiniz bir dost sohbeti gibi değil de duyarak, görerek konuşmak… Günümüzde film tutkunları sinema dışı mecralardaki film çeşitliliğinin artmasından hareketle sinemanın bittiği ve onun geleceği ile ilgili endişelerini belirtiyorlar. Bu tespitler sinemanın geleceğine yönelik olmaktan çok, kişilerin hangi mecralarda film izlemekten hoşlandıklarını ve kişisel tercihlerinin çeşitliliğini ortaya koyuyor aslında. Sinemanın ve sinema kültürünün güç kaybetmesi, küçülmesi elbette mümkündür fakat bu diğer mecralardaki film çeşitliliğinden yahut kitlelerin bu mecraları tercih etmesinden kaynaklanmayacak. Sinema da her olgu da her alanda olduğu gibi kendi sorunları ya da yetersizliği yüzünden sorunlar yaşayacaktır.

Türkiye’de alışık olduğumuz üzere Mayıs ayı sonu itibariyle sinema bileti satışları düşüş gösterir ve gösterim sezonu sona erer. Bilet satışında ancak 2019’un ilk çeyreklik dönemini yakalayabilen 2020’nin ilk on bir haftası sinema piyasası açısından hiç de parlak değildi. 17 Mart kapanışları gerçekleşmese de yaza girmenin eşiğinde olan ve vizyon takvimi açısından yüksek bilet satışları vaad etmeyen bir sinema vizyonundan bahsetmek doğru olacaktır. Aynı eğitim dünyasında olduğu gibi bir buçuk aylık bir ötelemenin yansıtılmasıyla mevcut filmlere yeni tarihler verilecek ve sinema emekçileri işlerine, sinema salonları da semtlerine dönecekler. Elbette hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yıllık bilet satışı toplamı muhakkak ki düşecek. 17 Mart kapanışının ardından işletmesini açmayacak sinemalar olacak. Dünyanın önde gelen sinema endüstrilerinde on yıldır tartışılan ve bu doğrultuda alınan önlemlerin beraberinde Türkiye’de sinema işletmeciliği ve sinemacılık, kaçınılmaz olarak teknik kurallara riayet etmek zorunda kalacak. Büyük perde, boyut özellikleri ses efektleri (3D, 4DX, SCREENX, IMAX, ATMOS, DBOX) gibi donanımlara kapısını açan, salonlarında oda sinemacılığı mantığına değil de devleştirme tercihine gidecek işletmeler uzun vadede ayakta kalabilecek. Furya sinemacılığını tercih etmeyip, televizyon yıldızlarının yer aldığı, birbirini tekrarlayan konularla TV.de ve internet mecralarında daha kolay tüketilecek içerikler üretmek yerine kurgusundan, müziğine, görüntüsünden, senaryosuna kadar, profesyonel olarak, prodüksiyonların sinema için dizayn edildiği, sinemaseveri aldatmayan projelere imza atan yapımcılar salonlarda kazanacak.

Doğru işletme stratejileriyle sinema projelerinin kısa vadede en yüksek gelir elde ettiği alan hâlâ sinema gösterimleridir. İşte bu yüzden nitelikli (düşük bütçeli ya da yüksek bütçeli) filmlerin kitlesel karşılıklar alabilmesi, sarf edilen emeğin yerinde değer görmesi ve iç dayanışmanın, üretimin teşvik edilmesi için sinemaların son sistem teknolojik gösterimleri tercih etmesi, Blu-Ray ve benzer yansıtıcılardan gösterim yapmaması, başı ya da sonu olmayan niteliksiz film kırpıklarını salonlarına sokmaması ve programa aldıkları yapımlara uzun süreli gösterim periyotlarını sabırla vermelidirler.

Sinema bir kültürdür ve tıpkı meyhanelerde ve stadyumlarda yaşandığı gibi sinemada da yeni anılar, yeni heyecanlar yaşanmaya devam edecektir. Sinema işletmeciliğinin geleceğini dijital mecralara göre değerlendirmektense bu mecraların kendi aralarındaki rekabet ve teknik sorunlarını tartışmaya açmak daha mantıklıdır. Dev sinema stüdyoları kendi dijital platformlarını birer birer hizmete alırken bu alanda, saygısızca eserlere ve sinemaya saldıran günümüzün mevcut şirketleri kütüphanelerinin geleceğini ve ödedikleri paraları hesaplamaya başladılar bile… Sinema salonları ise dünya çapında teknik olarak devleşmenin, görüntü ve ses efektlerinin geliştirilmesinin hesaplarını ve yeni teknolojileri bitmek bilmeyen bir motivasyonla yapıyor. Tepe noktasına yarım yüzyıl önce ulaşan arabalı sinema ve açık hava sinemaları kavramları önümüzdeki dönemlerde tekrar gündeme gelebilir. Kitlelerin toplu halde film izlemesi her açıdan, (teknolojik ya da duygusal) film yapımcılarını, sinema işletmecilerini ve film tutkunlarını cezbetmeye devam edecektir.

(09 Nisan 2020)

Deniz Yavuz

(Bu yazının ilk yayını 09 Nisan 2020 tarihinde http://www.antraktsinema.com sitesinde yapılmıştır.)

Gişe Şampiyonu 7. Koğuştaki Mucize’den Uluslararası Başarı

Mehmet Ada Öztekin’in yönettiği 7. Koğuştaki Mucize filmi geçtiğimiz aylarda ülkemizde oldukça ses getirmiş ve büyük bir gişe başarısı elde etmişti. Vizyon macerasının ardından dünyanın en popüler dijital platformları üzerinden seyirci ile buluşan film Amerika, Fransa, İspanya, Yunanistan, Arjantin, Meksika, Brezilya, Kolombiya, Fas, Venezuela, Dominik, Şili, Romanya, Katar, Paraguay gibi birçok ülkede ilk 10’a girerek çok büyük bir başarıya daha imza attı.

Sabahattin Ali, 72. Ölüm Yıldönümünde Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali Belgeseli ile Anılıyor

İBB Kültür Daire Başkanlığı, Koronavirüs (covid-19) salgını nedeniyle iptal edilen etkinliklerini, online yayınlarla sürdürmeye devam ediyor. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde, Geç Kalanlar ve Pollyanna oyunlarını online yayınlayarak sanatseverlerle buluşturan İBB Kültür Daire Başkanlığı, Sabahattin Ali’yi ölümünün 72. yılında belgesel gösterimi ile anıyor. Yönetmen ve yapımcılığını Metin Avdaç’ın üstlendiği Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali belgeseli, yazarın ölüm yıldönümü olan 02 Nisan’da Youtube İBB Kültür Sanat Kanalı’ndan 0:00 de online olarak yayınlanacak.

Sabahattin Ali, 72. Ölüm Yıldönümünde Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali Belgeseli ile Anılıyor yazısına devam et

7. BIFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali

7. BIFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali, 02 – 08 Kasım 2020 tarihleri arasında online olarak düzenleniyor. Festivalin yarışma bölümünde yer alacak olan filmlerin konularını çevre sorunlarından almış ve 01 Ocak 2016 tarihinden sonra çekilmiş olması isteniyor. BIFED’in amacı, tüm dünyadan ekolojiyi (doğa, toplum, kültür) konu alan seçkin filmleri Bozcaada’ya getirmek, sanat ve ekoloji alanlarını birleştirmek ve finalistler arasından da en mükemmel olanı ödüllendirmek olarak belirlendi.

7. BIFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali yazısına devam et

Sanatçılar Sensiz Olmaz Diyerek Beraberlik Mesajı Verdi

Türkiye’nin ünlü ve tanınmış sanatçıları kamera karşısına geçerek “Sensiz Olmaz” dediler. Türk Kızılay kurumu koronavirüs ile mücadele için ünlü sanatçıları bir araya getirdi. Kamera karşısına geçerek tanıtım filmlerinde oynayan sanatçılar arasında Demet Akbağ, Mert Fırat, Oktay Kaynarca, Ata Demirer, Açelya Akkoyun, Fikret Kuşkan, Bahtiyar Engin, Erkan Can, Menderes Samancılar, Güven Kıraç, Hakan Boyav ve Gizem Karaca gibi isimler yer alıyor.

Turhan Kaya’yı Kaybettik

Dizi ve sinema oyuncusu Turhan Kaya, 31 Mart 2020 Salı günü hayatını kaybetti. 30 Kasım 1951 tarihinde İstanbul’da doğan Kaya, Yeditepe Üniversitesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü’nde eğitim gördü. Turhan Kaya’nın oynadığı diziler arasında Kurşun Yarası, Çemberimde Gül Oya, Binbir Gece, Doktorlar, Bıçak Sırtı, Kurtlar Vadisi: Pusu, Menekşe ile Halil, Tatlı Belâ Fadime, Melekler Korusun, Masumlar ve Halka gibi diziler bulunuyor. Kaya, sinema filmi olarak çekilen ancak dijital ortamda gösterilen Ayhan Hanım ve TV filmi olarak çekilen Üç Kuruş adlı filmde çeşitli karakterleri canlandırdı. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Pippa Bacca’nın Ölümünün Ardındaki Gerçekleri Anlatan Film Yakında Vizyonda

Barış gelini olarak bilinen İtalyan sanatçı Pippa Bacca ve arkadaşı Silvia Moro, 08 Mart 2008’de barış ve sevgi mesajı vermek için İtalya’dan yola çıktılar. Pippa, İstanbul’a geldikten bir müddet sonra kayboldu. Yıllardan sonra, günümüzde, 2020 yılında İtalyan yönetmen Simone Manetti’nin yorumuyla Pippa’nın kamerasındaki gerçekleri de kapsayan bir film yapıldı. Belgesel film çok yakında sinemaseverlerle buluşacak. Pippa’nın kamerası ölümünden sonra tüm gerçekleri anlatacak.

Free Fun

Fehmi Öztürk’ün yönettiği ilk kısa film olan Free Fun, Koronavirüs salgını nedeniyle #EvdeKal çağrısına destek vermek amacıyla dijital platform üzerinden 24 saatliğine ücretsiz olarak sinemaseverlerin erişimine açıldı. Öztürk, Washington’un en eski bağımsız film festivali olan 21. D. C. Independent Film Festivali’nde gösterilen ve büyük ilgi gören ilk kısa filmi Free Fun’ın oyuncu kadrosunda Mustafa Kınalı, Tuvana Türkay, Serdal Ay, Hazal Benli ve John Rey yer alıyor. Kısa filmin erişime açılmasının ardından Instagram hesabından da başlayan soru – cevap etkinliği ile kısa film hakkında merak edilen bütün soruların cevapları bulundu.

Free Fun yazısına devam et

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu