Türk Sinemasının Başyapıtı Kayboldu

Türk Sinemasının Başyapıtı Kayboldu

Türk sinema tarihinin gelmiş geçmiş en etkileyici filmlerinden biri olan 1977 yapımı Atıf Yılmaz klasiği “Selvi Boylum, Al Yazmalım”ın master negatifinin arşivlerde kaybolduğu ortaya çıktı. Master negatif film şeritleri, 35 mm’lik sinema filmlerinin orijinallerinin korunmasında ve onları gelecek kuşaklara aktarmakta kullanılıyor.

Kayıp olayı, Kültür Bakanlığı ve SİNEBİR’in “Selvi Boylum”u “Türkiye’den Film Var” adlı festival kapsamında beş Ortaasya Türk cumhuriyetinde göstermek istemesiyle fark edildi. Filmin yeni bir kopyasını yaptırmak üzere hak sahibi kişi ve kuruluşları arayan festival yetkilileri, bütün çabalarına rağmen master negatiflere ulaşamadı.

ALİ MURAT GÜVEN’İN ÖZEL HABERİ / YENİ ŞAFAK

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın beş Ortaasya Türk cumhuriyetinde düzenlediği “Türkiye’den Film Var” adlı festival, ulusal sinema tarihimizin gelmiş geçmiş en önemli yapıtlarından biri olan “Selvi Boylum, Al Yazmalım”ın arşivlerde kaybolduğunu ortaya çıkardı. Anılan filmin, yetkililer tarafından halen çeşitli film depolarında aranmakta olan master negatif bobinleri önümüzdeki günlerde bir biçimde bulunmazsa, televizyonların arşivlerindeki son bir kaç video kaset kopya da iyice yıpranıp kullanılmaz hâle geldiğinde Türk sinemasının bu unutulmaz başyapıtı gelecek kuşaklar tarafından bir daha hiç izlenemeyecek.

“Selvi Boylum, Al Yazmalım”ın master negatifine ilişkin üzücü gerçek, geçen ay Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başlattığı bir yurt dışı tanıtım atağı sırasında gün ışığına çıktı. Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Özbekistan’da “Türkiye’den Film Var” adı altıda 9 filmden oluşan bir toplu gösteri düzenleme kararı alan Bakanlık, festivalin organizasyonu için SİNEBİR’i (Sinema Eser Sahipleri Meslek Birliği) görevlendirdi. SİNEBİR Genel Başkanı ve yönetmen İsmail Güneş, 8’i Türk sinemasının 2000’li yıllardaki yeni örneklerinden oluşan bu film grubunu ilgili şirketlerden kısa sürede temin etti; ancak sıra etkinliğin tek klâsik filmi konumundaki “Selvi Boylum”un 35 mm’lik bir kopyasını bulmaya gelince, Bakanlık arşivindeki kopyanın ses ve görüntü kalitesi açısından tatminkâr durumda olmadığı anlaşıldı. Bunun üzerine Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik, filmin yurt dışı gösterimler için “dijital restorasyon” teknolojisi kullanılarak kusursuz bir kopyasını yaptırma kararı aldı. Ardından da yapıtın master negatifini -söz konusu teknik işlemin bütün masrafları Bakanlıkça karşılanmak kaydıyla- yapımcısı Arif Keskiner’den talep etti. Ancak, Çiçek Film’in sahibi Keskiner’den gelen cevap, “filmin master negatifinin uzun süredir kayıp olduğu” yönündeydi.

“STAR TELEVİZYONU ARŞİVİNE GİTTİ”

Bakanlık ve SİNEBİR yetkilileri, bunun üzerine Türk filmlerinin master negatiflerini koruma görevini üstlenen Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Merkezi’ne başvurdular. Ancak bu kuruluşun yetkilileri de “filmin negatifinin üç yıl kadar önce o dönemdeki hak sahibine geçici olarak teslim edildiğini, o tarihten bu yana da ellerinde negatif bulunmadığını” bildirdiler.

Yeni Şafak sinema yazarının konuyla ilgili olarak görüşlerine başvurduğu Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Merkezi Direktörü Prof. Dr. Asiye Korkmaz, “Selvi Boylum, Al Yazmalım”ın master negatifini uzun yıllar boyunca güvenli bir ortamda koruduklarını belirterek, “Ancak, rahmetli Atıf Yılmaz 2006’daki vefatından önce diğer bazı önemli filmleriyle birlikte bu yapıtının gösterim haklarını da çeşitli televizyon kuruluşlarına satmıştı. Filmin mülkiyeti o dönemde Doğan Medya Grubu’na geçti ve gösterim haklarını elinde bulunduran Star Televizyonu yeni video kopyalar hazırlayabilmek için 2005 yılında bizden negatifi talep etti. Hukukî prosedür gereği negatifi geçici olarak ve imza karşılığında o tarihteki yasal sahibine emanet ettik. Normalde, kopyalar basıldıktan hemen sonra negatifin bize geri dönmesi gerekiyordu. Fakat, o tarihten bu yana sürdürdüğümüz bütün girişimlere rağmen, Doğan Medya Grubu’ndan sorunu çözecek somut bir yanıt alamadık” şeklinde konuştu.

“DEPOLARIN BİR KÖŞESİNDE SÜRÜNÜYOR OLMALI”

Filmin inatla peşine düşen kişilerden biri de Atıf Yılmaz’ın sağlığında uzun süre kendisinin asistanlığını yürüten ünlü yapımcı Sadık Deveci… O da Prof. Dr. Yılmaz’ın anlattığı bu süreci doğrulayarak, yaptığı kişisel araştırmaların belli bir noktadan sonra tıkandığını açıkladı. Filmlerin mülkiyet haklarının bir dönem sahipleri tarafından üçüncü kişi ve kurumlara serbestçe devredilebildiğini, ancak 2000’lerin başlarında yeniden düzenlenen Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’yla mülkiyet haklarının ilk sahiplerine iade edildiğini vurgulayan Deveci, Yılmaz’ın da söz konusu ara dönemde “Selvi Boylum”u Star TV’ye sattığını belirtti. Yapılan yasal düzenlemelerin ardından mülkiyet hakkının yeniden kendilerine dönmesi üzerine, bu filmin aslî sahibi Abdurrahman Keskiner ile birlikte negatifini geri almak üzere Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Merkezi’ne başvurduklarını, hakları kâğıt üzerinde geri almakla birlikte negatife hiç bir biçimde ulaşamadıklarını belirtti. Üniversitede bulunan teslim tutanağındaki kaşe ve imzadan hareketle Star TV yönetimine başvurduğunu anlatan Deveci, çeşitli zorluklardan sonra bu kurumun arşivine ulaştığında ise kendisini raflarda tam bir keşmekeşin karşıladığını söyledi. Ünlü yapımcı, hiç bir bilimsel tasnif olmaksızın “kaba depolama” yöntemiyle binlerce filmin kopyalarının istiflendiği bu devâsâ mekânda “Selvi Boylum”un negatifini bulabilmek için elinden hiç bir şey gelmediğini ve raflardaki sayısız film makarasının arasında çaresizlik içinde pes ettiğini belirtti.

BAKANLIĞIN UZMAN BİR EKİP GÖREVLENDİRMESİ ŞART

Kültür ve Turizm Bakanlığı, SİNEBİR, Mimar Sinan Üniversitesi ve Çiçek Film’in ayrı ayrı yürüttüğü bütün bu iz sürme çalışmalarının sonucunda ulaşılan ortak adres “Star TV’nin film depoları” olarak gözükmekte. Ancak, yıllardır satın alınmış binlerce filmin negatif ve pozitif kopyalarının, yanısıra da video kayıtlarının bulunduğu bu depolarda ilgili alanda uzman kişilerin günler, belki de haftalar ve aylar boyunca sürecek titiz bir tasnif çalışması yapması gerekiyor. Filmlerin metal kutularının üzerindeki etiketler ve giriş kısımlarındaki jenerik yazılarının okunması suretiyle yapılacak olan bir araştırmanın sonucunda, “Selvi Boylum”un depoların bir köşesinde bekleyen master negatifine ulaşılma ihtimali hâlâ var. Ancak, bunun için Bakanlığın resmî bir yazıyla “Star TV arşivinin kendilerine sınırsızca açılmasını” talep etmesi ve oraya film kontrolü konusunda tecrübeli bir ekip göndermesi gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde, daha önce pek çok Türk sinema klasiğinin başına geldiği üzere, anılan filmin negatifi de günün birinde “lüzumsuz malzeme” olarak görülüp -şu ana kadar henüz atılmadıysa- çöp kutusunu boylayabilir; ya da en azından kötü saklama koşulları nedeniyle zaman içinde kullanılmaz hâle gelebilir.

Bu da Türk sinemasının en önemli yapıtlarından birinin, çok değil en fazla 5-10 yıl sonra sinema tarihinin derinliklerine gömülecek olması anlamına geliyor.

* * *

“Master Negatif” nedir?

Profesyonel sinema filmleri, kameralara takılan 35 mm formatındaki negatif filmlerin üzerine çekilir. Pozlandıktan sonra kameradan çıkartılan bu negatif filmlerden, daha sonra üzerinde çalışmak üzere yeni kopyalar basılır; sinemalarda gösterime sunulan pozitif kopyalar da yine bu ara negatiflerden elde edilir. Ancak “master” olarak adlandırılan, hiç bir kalite kaybına uğramamış durumdaki ilk negatif film ise o yapıtın gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için uygun bir fizikî ortamda özenle saklanır. Ulusal kültürün korunması açısından son derece önemli olan bu “negatif saklama” görevini ülkemizde uzun yıllardır Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Merkezi yürütüyor. Binlerce Türk sinema filminin master negatiflerini ısı, toz ve nemden arındırılmış özel odalarda saklayan Merkez, bundan bir kaç yıl önce imza karşılığı ve geçici olarak hukukî sahibine teslim ettiği “Selvi Boylum, Al Yazmalım”ın master negatifinden ise o günden bu yana bir daha hiç haber alamadı.

* * *

Cengiz Aytmatov’un hikâyesinden uyarlanmıştı

“Selvi Boylum, Al Yazmalım”, Kırgız-Türk edebiyatının efsanevî ismi Cengiz Aytmatov’un, orijinal adı “Deve Gözlü Güzelim Benim” olan popüler bir hikâyesinden sinemaya uyarlandı. Aslen Kırgızistan’da geçen yapıt, 1977 yılında senarist-yönetmen Ali Özgentürk tarafından Türkiye’de geçen bir aşk hikâyesine dönüştürüldü ve beyazperde versiyonunun yönetmenliğini de Türk sinemasının büyük ustalarından Atıf Yılmaz üstlendi. Farklı bir kültür ve coğrafyanın eseri olmasına karşılık Anadolu topraklarına son derece başarıyla uyarlanan bu film, ülkemizde gösterime girdiğinde büyük bir başarı elde etti ve 1977 yılında düzenlenen 15. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapımcısı Arif Keskiner’e “En İyi Film”, Atıf Yılmaz’a “En İyi Yönetmen”, Çetin Tunca’ya “En İyi Görüntü Yönetmeni”; yanısıra da başrol oyuncusu Türkan Şoray’a yine o yılki Taşkent Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerini kazandırdı. Filmin izleyicilerin gönül telini titreten, Cahit Berkay imzalı duygu yüklü müzikleri de zaman içinde kendi alanında bir klâsiğe dönüştü.

“Selvi Boylum, Al Yazmalım”, Güneydoğu Anadolu’daki bir baraj şantiyesinde kamyon şoförü olarak çalışan İlyas (Kadir İnanır) ve o yakınlardaki bir köyde yaşayan Asya’nın (Türkan Şoray) tutkulu aşkını anlatır. Birbirlerini delicesine seven bu iki genç, karşılarına çıkan bütün zorluklara karşın yine de direnir ve en sonunda evlenirler. Ancak İlyas’ın sorumluluk duygusu zayıf bir insan olması yüzünden, oğulları Samet’in doğumundan kısa bir süre sonra çiftin evliliğinin üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başlar ve sonunda da genç adam evi terk eder. Bebeğiyle birlikte perişan bir durumda ortada kalan Asya, yörede yaşayan dürüst, ahlâklı ve görmüş geçirmiş bir başka işçi olan Cemşit (Ahmet Mekin) tarafından son anda sokaklara düşmekten kurtarılır. Asya, hiç bir menfaat beklemeksizin kendisine kol kanat geren bu adama âşık değildir; fakat zaman geçtikçe ona kayıp eşinden çok daha fazla saygı duymaya başlar. Uzun süre başka kadınlarla gönül eğlendirip duran İlyas yıllar sonra bir rastlantı sonucu yeniden karşısına çıktığında ise yazar Aytmatov hem baş kahramanı Asya’ya, hem de filmi gözyaşları içinde izleyen sinemaseverlere şu can yakıcı soruyu sorduracaktır: “Sevgi nedir? Sevgi, sevdiğine kulağa hoş gelen, ancak içi boş sözler sarf etmek midir? Yoksa, sevdiği kişi için emek vermek, onu ömür boyunca koruyup kollamak mıdır?”

Birisine delicesine âşık olduğu, diğerine ise can borcu bulunan iki adam arasında sıkışıp kalan Asya, sonunda sevginin “emek” olduğuna karar verecek ve hayattaki yoluna kendisine en acınası zamanında sahip çıkan Cemşit ile devam edecektir.

Aytmatov’un SSCB döneminde yazdığı bu hikâye, soyut duygusal değerler karşısında emeği yücelten finaliyle açık bir sosyalizm propagandası içermekle birlikte, Türk sinemaseverler filmin bu tercihini son tâhlilde haklı buldular ve “Selvi Boylum” içerdiği bu ideolojik propagandaya rağmen zamanla her kesimden sinemaseverin kalbinde ayrıcalıklı bir yapıta dönüştü.

Ancak ilginç olan şu ki, geçtiğimiz haziran ayında hayata gözlerini yuman Aytmatov, 2001 yılında kendisiyle yapılmış bir söyleşide, “Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, bana göre aşk yine de emekten çok daha üstün bir yerde duruyor. Bu hikâyemin finalindeki tercihimde yanılmış olabilirim. Eğer ki ben Asya’nın yerinde olsaydım, tercihim büyük bir ihtimalle o şekilde olmazdı. Çünkü, aşk bu kadar mantıklı davranmayı kaldırmaz” diyecekti.

(21 Kasım 2008)

Ali Murat Güven

Tüm Şirketler

Tüm Şirketler,
07 – 13 Kasım 2008 Haftalık (Weekly),
04 Ocak – 13 Kasım 2008 Yıllık (Annual), Eski Yıllar Yıllık (Ex Years Releases Annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.

Gitmek, Filminin Galası Yapıldı

Yönetmeni Hüseyin Karabey’e New York Tribeca Film Festivali En İyi Yönetmen, başrol oyuncusu Ayça Damgacı’ya İstanbul Film Festivali, Adana Film Festivali ve Saraybosna Film Festivalleri’nde En iyi Kadın Oyuncu ödülleri gibi prestijli ödüller kazandıran ve en son 21.Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Asya-Ortadoğu Film Ödülü’nü alan Gitmek filminin galası dün akşam Beyoğlu Beyoğlu Sineması’nda gerçekleşti. Galaya Ercan Karakaş, Eşber Yağmurdereli başta olmak üzere sinema dünyasından ve sivil toplum örgütlerinden çok sayıda kişi katıldı. Film gösterimi öncesinde konuşma yapan yönetmen Hüseyin Karabey ve ekibi, bunun bir sevgi ve barış filmi olduğunu söyledi. Film bugün vizyona girdi.

Yumurta’ya Eurimages Italia Ödülü

Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta adlı filmi Uluslararası alanda başarılar kazanmaya devam ediyor. Başrollerini Nejat İşler ve Saadet Işıl Aksoy’un paylaştığı film İtalya’nın Roma kentinde bu yıl 14. sü düzenlenen Medfilm Festivali’nde Eurimages Italia ödülüne lâyık görüldü. Festival bu yıl Türkiye’yi ve Türk filmlerini Onur Konuğu olarak ağırladı. Yumurta, bu ödülle birlikte 30. ödülünü almış bulunuyor. Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi’nin ikinci filmi olan Süt de Medfilm Festivali gösteriminde büyük ilgi gördü.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Nuri Bilge Ceylan’a Bir Ödül de Avustralya Asia Pacific Screen Awards’dan

    Nuri Bilge Ceylan’a 61. Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kazandıran Üç Maymun’a bir ödül de Avustralya’dan geldi. Dünyanın sayılı film ödüllerinden biri olan ve Asya’nın Oscar Töreni olarak bilinen Asia Pacific Awards’da Achievement in Directing olan En İyi Yönetmen ödülü Üç Maymun ile Nuri Bilge Ceylan’a verildi. Ödül, bütün Asya ülkelerinde geçen yıl yapılmış tüm filmlerin değerlendirilmesi sonucunda, tıpkı Oscar ödüllerinde olduğu gibi, önce her kategoride 5’er filmin aday gösterilmesi suretiyle belirleniyor, daha sonra görkemli bir ödül töreniyle ödüller dağıtılıyor.

    Serra Yılmaz’la Temel İçgüdü’nün Konuğu Aliye Uzunatağan

    Sinemamızın usta oyuncusu Serra Yılmaz, her pazar TürkMax ekranlarına gelen Temel İçgüdü adlı programında ünlü konukları ağırlamayı da ihmal etmiyor. Konuklar, yanlarında içi dolu bir sepetle geliyorlar ve yemek hazırlanırken Serra Yılmaz’a yardımcı olmaya çalışıyorlar. Serra Yılmaz bu hafta, 16 Kasım Pazar günü 11:35’de yayınlanacak programına konuk edeceği, ünlü oyuncu Aliye Uzunatağan’a, “Brokoli Çorbası” ve “Balıklı Enginar” yapacak.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Serra Yılmaz’la Temel İçgüdü’nün Konuğu Aliye Uzunatağan yazısına devam et
  • Yeşim Ustaoğlu, Selanik Film Festivali Jürisinde

    14 – 23 Kasım 2008 tarihleri arasında düzenlenecek olan Selanik Film Festivali’nde uluslararası yarışma jüri üyeleri arasında Yeşim Ustaoğlu da var. Kanadalı yazar Michael Ondaatje’nin başkanığındaki jüri; Amerika’dan senarist Diablo Cody, Arjantin’den yapımcı Lisa Stantic, Belçika’dan oyuncu Emile Dequenne, İngiltere’den eleştirmen David Robinson ve Yunanistan’dan besteci Dionisis Savopoulos’tan oluşuyor. Uluslararası Jüri Altın ve Gümüş İskender ödüllerini belirleyecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeşim Ustaoğlu, Selanik Film Festivali Jürisinde yazısına devam et
  • Kars’tan “Sonbahar”a İki Ödül

    Kars’ta düzenlenen 14. Gezici Festival kapsamında düzenlenen 3. Uluslararası Altın Kaz Film Yarışması’nda Özcan Alper’in yönettiği Sonbahar iki ödül kazandı. SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) jürisinin En İyi Film Ödülü’nü alan Sonbahar, yarışmada da En İyi 2. Film ödülü olan Gümüş Kaz ödülünü kazandı. Altın Kaz ödülü ise geçtiğimiz yıl Yasak Bölge (La Zona) filmiyle büyük çıkış yapan Rodrigo Pla’nın, ikinci uzun metraj filmi İçimdeki Çöl (Desierto Adentro)’ya gitti. 14. Gezici Festival, sinema atölyeleri, dersleri ve galaları ile sinemaseverlerden büyük ilgi gördü.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kars’tan “Sonbahar”a İki Ödül yazısına devam et
  • Çağan Irmak “Issız Adam”la En Olgun Filmine İmza Atıyor; Kendini Markalaştırıyor

    Yönetmen ve senaryo yazarı Çağan Irmak “Ulak”tan önceki filmi “Babam ve Oğlum”da izleyen hemen herkese hayatındaki en büyük ölüm acısını duyumsatarak, duyumsatmayı başararak sinema salonlarında toplu hipnoz seansları yaşanmasına yol açmıştı.

    Çağan Irmak’ın 13 yaş kısıtlaması alan en yeni filmi, “Issız Adam”dan çok bence “Yalnız Kalpler” ya da “Kalpsiz Adam” adlarını da hak ediyor. Çağan Irmak aşkı ve sevgiyi kutsayan, kadınları yücelten, “çeteleci” erkeklerin pek hoşuna gitmeyecek bu filmiyle Türk filmcilik tarihine en unutulmayacak karakterlerinden birini armağan ediyor. Alper karakteri o denli yaşıyor ve o denli kanlı canlı ki adeta “Kahire’nin Mor Gülü”nde olduğu gibi beyazperdeden her an fırlayıp aramıza katılacak/karışacak gibi duruyor.

    Çağan Irmak bu kez büyük büyük mesajlar vermeye çalışmayarak, bildiği sularda hareket ederek, belki de bugüne kadarki en olgun filmine, en kendinden filmine imza atıyor. Seyircisini içleyen ve bağrına basan bir film “Issız Adam”. Çağan Irmak’ın kalabalık ve ünlü oyuncu kadrolarına ve büyük/pahalı prodüksiyonlara yaslanmasına gerek olmadığı da bu filmiyle ortaya çıkıyor. İster beğenin ister beğenmeyin Çağan Irmak artık bir marka.

    Çağan Irmak’ın “Issız Adam”ının kusurları yok mu? Zaman zaman aykırı ilişkilerden de bahseden bir yetişkin filmi olarak fazla mahcup, fazla masum, fazla püriten, fazla utangaç, fazla muhafazakâr, fazla edepli, fazla soft ve fazla tutucu. Sevişme sahnelerinde yeterince çıplaklık, yeterince seks yok. Fikir olarak cesur ama görsel olarak öyle olmayan bir filmle karşı karşıyayız. Sevişme sahneleri ima ediyor, daha fazlası yok. Örnek vermek gerekirse cinsellikte “sınır tanımayan”, ama sevgili bile olamayan Ada ve Alper’in birbirlerinin çıplak bedeninden utandığı sahne hem anlamsız, hem de inandırıcı değil. Oysa cüretkâr bir metne cüretkâr görüntüler daha çok yakışırdı.

    “Issız Adam” ise izleyenlere Alper’in Ada’yla ve diğer partnerleriyle olan cinsel serüvenlerini seyircinin hayal gücüne bırakan biraz eski tarz bir sinema anlayışı sunuyor. Acaba Çağan Irmak ülkemizdeki film denetleme/sansür kurulunun “Issız Adam”ı istediği/dilediği gibi kesip-biçerek zedeleyebileceğini düşünmüş ve bir oto sansüre başvurmuş, olabilir mi? Yoksa oyuncular soyunmam-cüretkâr sevişmem diye diretti mi? Bilindiği gibi oyuncularınız fazla tanınmamış da olsa cüretkâr, daha önce eşi benzeri yapılmamış/görülmemiş sevişme sahnelerinde yer almak istemeyebilir. Ya da yapımcı filmin 18 yaş sınırlaması almasının sinema bileti ve televizyon gösterimi satışlarından elde edilecek geliri kısıtlamasını mı önlemek istedi? 21. yüzyılda bile bu ülke sinemasında, filmlerinde ve televizyonlarında çok ağır sansür koşulları tüm ağırlığıyla hüküm sürüyor ne yazık ki… Çağdaşlık yolunda bir adım bile atamadık son yüzyılda… Yuh bize…

    Dönelim “Issız Adam”a… Bilenler bilir Türk filmlerinin en iyilerinde bile estetik ve inandırıcı sevişme sahneleri neredeyse pek yoktur. Bu tür sahnelerden oluşturulacak bir dünya sineması antolojisine bizim filmlerimizden alınabilecek üst düzey örnekler çok sınırlıdır ve kısıtlıdır. Böyle bir iddiası da olmayan “Issız Adam” da bu geleneği yıkamıyor.

    “Issız Adam”, film setlerinde astığı astık kestiği kestik olabilen, karşı konulmaz yönetmen ve senaryo yazarı Yavuz Turgul’un “Gönül Yarası”na da yapımcı olarak imzasını atan Mustafa Oğuz’un doğru proje seçmede ve doğru proje bulmada eşsiz ve benzersiz yeteneğinin en yeni kanıtı… Mustafa Oğuz hepimiz gibi, ”Dallas” dizisininin (1978) çok başarılı bir yerli uyarlaması olan, rating rekortmeni “Asmalı Konak”la yönetmen Çağan Irmak’ı keşfetmiş ve onu yakın takibe almış. Mustafa Oğuz’dan yeni yeni sinema filmi projeleri bekliyoruz.

    “Üç Maymun”da da harikalar yaratan görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin çalışması “Issız Adam”ın en önemli artılarından biri. Gökhan Tiryaki’nin ve “Sonbahar”ın (Sonbahar Ağıtı) görüntü yönetmeni Feza Çaldıran’ın (fotoğraf: Feza Çaldıran – Özcan Alper) bu yıl Türk filmlerinde görüntü yönetmenliği çıtasını çok yukarılara çıkarmayı başardıklarını da kaydetmeden geçmeyelim.

    “Issız Adam”daki Alper Karakterine ve Türevlerine Yakından Bakalım:

    “Oyunbaz” Alper kıran kırana bir hayatın sürdürüldüğü İstanbul jungle’ında, hiçbir ilişkinin uzun ömürlü olmadığı Beyoğlu microcosmosunda ayakta kalmış, tutunmuş, fazlasıyla kefeni yırtmış ve fazlasıyla başarılı olmuştur. Güzel bir evi ve iyi kazandıran güzel bir işyeri vardır. Kendi kendinin patronudur.

    Türkiye’mizde mebzul miktarda Alper’ler ya da Alper’in çeşitli serseri mayın versiyonları vardır; bunlar kendilerini bulunmaz Hint kumaşı gibi görürler, dünyanın birinci harikası olduklarını zannederler. Alper ve onun gibiler güneşin ve diğer gezegenlerin kendi etraflarında döndüğünü iddia ederler.

    Alper’in sevgi fakiri ve cinsel doyumsuz olmak dışında hayatta hiçbir eksiği yoktur. Cinsel organının yönlendirdiği Alper ve onun gibilerin kadınlara ilgisi onları yatağa atana kadardır. Elde edilen her kadın onlar için bir anda değerini yitirir. Herşey (gönül almalar, iltifatlar, jestler, komplimanlar, tüm sevgi sözcükleri) elde edene/yiyişene kadardır. Elde etmekten başka amaçları yoktur. Hayatın anlamı onlar için cinsel tatmine ulaşmadır. Bunun için her yolu denerler, inandırıcı yalan söylemeyi başaramasalar da her yalana başvurur, gerekirse kendini acındırır; boşanmış eski karısında kalan çocuğunu arada bir görebilen “mağdur” baba numarası bile yaparlar. Kadınları elde etmek için duyarlı, doğru erkek etiketini üzerine yapıştırmayı bile denerler. Onların hayatında sadece cinselliğe yer vardır, asla aşka şans tanımazlar. Aşkla cinselliği hiç birbirine karıştırmazlar. Onlar yüzlerce kadınla yatan cinsel fetihleriyle ünlü Casanova’nın izini sürerler.

    Alper de Casanova gibi çetelesine yeni bir çizik atmak için avlarına yanaşır. Hayatının merkezi seks/fuhuş olan Alper “Kadınları Tavlama Sanatı”nın adeta kitabını yazmıştır. Elde ettiklerine asla değer vermez. Elde ettiğiyle işi ve ilişkisi elde ettiği anda bitmiştir. Ondan sonrası yoktur. Elde ettiğini mutlaka ve mutlaka başından atar. Elde edilen eskir ve yenisi aranır-bulunur, gelsin sonraki… İlişkileri tek geceliktir, ya da günlerle ve aylarla sınırlıdır. Daima çok eşlidir. Yaşamını sadece tatmin olma ve aldatma üzerine inşa etmiştir. Hayatında aşka ve sevgiye, arkadaşlığa yer yoktur. Kimseyi sevemez. Sevmeyi ve sevilmeyi reddeder. Aşkın ne olduğunu bilmez. Yalnız kurttur. Kendisine sevgi ve aşk fırsatları sunulduğunda bile bunu tüketip-bitiren bir vampirdir. Haz peşinde, anın peşinde, gününü gün etme peşinde koşarken hayat trenini kaçırandır. Kendisi mutlu olamadığı gibi çevresindeki herkese sadece mutsuzluk verebilir. Artı bir yerden sonra mutluluğu kendine bile çok görür. Ayrılmaktan, kırmaktan, incitmekten, üzmekten başka bir şeyi beceremez, başaramaz ve bilmez. Hiç değişmez. Dejeneredir. Yalnız/ıssız/sığ kalmaya mahkûmdur. Kimsenin hayatına dahil olmaz, kimsenin hayatlarına dahil olmasına izin vermez.

    Gerçek yüzünü çeşitli maskelerle annesinden bile gizler. Alper, annesinin yanında süt dökmüş bir kedidir; ama onunla birkaç gün bile ilgilenmenin kendisini zevk ve sefahat âlemlerinden alıkoymasına isyan eder ve bunu kendine dert edinir.

    Sevgisiz insan susuz kalmış bir çiçek gibidir. Alper ve onun gibilerin ilâcı/panzehiri bence sadece Mevlâna felsefesinde bulunabilir. Mevlâna’ya ve onun yoldaşlarına göre mutluluğa giden bütün yollar sevmekten, sonsuz aşktan, sonsuz sevgiden geçer. Vicdan sahibi olmak, vefa duygusu, hoşgörü ve dayanışma da sevmenin tuzu biberidir.

    Ada Karakterine Bakalım:

    Bir kere Alper tarafından kandırılan bir karakter değildir. Adeta Alper tarafından kandırılmayı ister. Alper’i O’da değiştiremeyecektir. Alper’in tüm numaralarının farkındadır. Ada, Alper için bir parantezdir. Alper, Ada’yı asla hak etmez. Alper karakteri kirli, dejenere ve yozdur ancak bunları Ada’ya bulaştırmaktan korkacak kadar da hâlâ içinde iyilik/vicdan kırıntısı kalmıştır.

    Çağan Irmak, Alper’in seks hastası/bağımlısı olmasının geçmişini bizlerle paylaşmıyor. Alper’in çocukluk, ergenlik, gençlik, delikanlılık yıllarında geçirdiği travmalar hakkında (sevgi, şefkat eksikliği gibi) bize ipuçları vermiyor. Oysa bu denli sorunlu, sevemeyen, sevdiğinde bunu kibirinden dolayı ya da yürütemeyeceğini düşünerek itiraf edemeyen insanların geçmişlerinde bu travmalar daima vardır.

    (20 Kasım 2008)

    Hakan Sonok

    [email protected]

    Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu