Ceyhun Yılmaz


Ceyhun Yılmaz (Maskeli Beşler: Irak’taki taksi şoförü. Önümüzdeki günlerde Osmanlı Cumhuriyeti ile de sinemalarımıza gelecek.)


Kıraç (Ali Tufan Kıraç) (O… Çocukları ve Maskeli Beşler: İntikam Peşinde filmlerinin müziklerini yaptı. Genelde soğuk bir görüntü veriyor; nasıl olduysa bu fotoğrafta gülmüş.)


Rob Schneider (Avrupalı Jigolo: Deuce Bigalow’daki Deuce Bigalow.)

Kıraç (Ali Tufan Kıraç)


Kıraç (Ali Tufan Kıraç) (O… Çocukları ve Maskeli Beşler: İntikam Peşinde filmlerinin müziklerini yaptı. Genelde soğuk bir görüntü veriyor; nasıl olduysa bu fotoğrafta gülmüş.)


Rob Schneider (Avrupalı Jigolo: Deuce Bigalow’daki Deuce Bigalow.)


Ceyhun Yılmaz (Maskeli Beşler: Irak’taki taksi şoförü. Önümüzdeki günlerde Osmanlı Cumhuriyeti ile de sinemalarımıza gelecek.)

Yanlış Zaman Yolcuları, Büyükada Lale Sineması’nda

Aren Perdeci’nin ilk uzun metraj filmi Yanlış Zaman Yolcuları, 09 Eylül Salı akşamı saat 22:00’de Büyükada Lale Sineması’nda gösteriliyor. Filmin çekimlerinin büyük bir kısmı Büyükada’da ve adayla özdeşleşmiş Splendid Oteli’nde gerçekleşmişti. Büyükadalı sinemaseverlerle buluşacak olan filmin iki başrol oyuncusu Canan Cemali ve Sermet Tezel de adalıdır. Yanlış Zaman Yolcuları, 34. Brüksel Film Festivali’nden ve Los Angeles Accolate Film Awards’den ödülle döndü, yurtiçinde ve dışında bir çok festivalde yarıştı.

Bunları Yazmak Gerek 2: Hayvanlara Kıymayınız İnsanlar!

İnsanoğlunun, besin zincirinin en tepesinde yer alması hasebiyle doğal dengeleri bozmaya hakkı yok! Bunu uyguluyor mu: Asla! Yok edip bozmaya devam ediyor, kendi türüne işkence yaptığı gibi çoğu kez hayvanlara ve tüm bir tabiata da çektirerek… Bedelini ödeyecek tabii… Etobur insanın protein ihtiyacının büyük bölümünü karşıladığı yiyecekler, hayvanların etlerinden oluşuyor. Vejetaryen olmayıp et tüketen fakat hayvan sevgisi de gelişmiş insanlar, hayvanların modern mezbahalarda acı çekmeden öldürüldüğüne inanıp, bir tür ikiyüzlülükle, düşünmekten kaçınarak tüketiyorlar. Ama bunun dışında göz göre göre işkence, yavru – anne gözetmeden avlanma, boğa güreşleri falan diyerek vicdansızlığa iyice prim yaptırmamak gerek. Hele sanatçılar, üretirken hiç yapmamalı. Yani “nasıl olsa bu dünyada hayvanlar işkence çektirilerek öldürülüyor”, “bir ya da birkaç tane de ben öldüreyim filmimde” dememeli; bunun sonu yoktur. ‘Doğru’ bir tanedir, bu dünyada cana kıymak gibi yanlış yapılan bir şeyi sanatçı tekrar edemez… Geniş kitlelerin gözüne bunu sokamaz!

Hiçbir ama hiçbir film, bir hayvanın canından daha değerli değildir! Doğrudur; yüz yılını devirmiş sinemada milyonlarca hayvanın canına kıyılmıştır. Ve daha da vahimi bazı filmler hayvan düşmanlığını körüklemiştir. Örneğin, kitle heyecanlarını ve hayvan canı alma dürtüsünü ateşleyen “Jaws”, yıllar içinde bilimsel olarak tespit edilmiştir ki, doğal dengede ziyadesiyle önemli role sahip, çok büyük bölümü saldırgan özelliklere sahip olmayan köpekbalıkları türlerinin nüfuslarında -katliamlar sonucu- ciddi azalmalara neden olmuştur (Kaldı ki köpekbalığı insana saldırmaz, sadece yaşam alanına giren yabancı bir varlığı tanımak ister, tek tanıma aracı da ağzıdır).

Dijital teknolojinin sinemada her görüntüyü rahatlıkla yaratabildiği günümüzdeki durum nedir? Öncülüğünü ABD Sineması’nın yaptığı bir sıkı kontrol sistemiyle bu konudaki hassasiyetler dikkate alınıp bir film uğruna hayvan canına eskisi gibi kolay kıyılmamaktadır. Kuruluşu 1877 yılına dayanan AHA (American Humane Association), hayvan ve çocukları korumak amacıyla çalışmalar yapmakta ve Sinema & TV birimi, çekimlerde temsilci bulundurmaktadır: “NO ANIMALS WERE HARMED” (Hayvanlara zarar verilmemiştir), patentli bir cümledir.

ABD dışında, dünyada da genel olarak bu konuya dikkat edildiğini görmekteyiz. Ancak ne yazık ki, Avrupa’dan bazı kötü örneklere son yıllarda tanık olduk. Lars von Trier mesela. “Manderlay”de, John C. Reilly’nin filmi terk etmesine neden olan bir öldürmeye izin verdi, sonra gelen tepkiler yüzünden kurgudan çıkardı yani dik de duramadı kararının arkasında. Von Trier, film için bir eşeğin canına kıydırdı da, Michael Haneke ne yaptı? “Le Temps du Loup”da bir atı öldürttü. Bu örneklere yani hangi filmlerde hayvanların canına gerçekten kıyıldığına, IMDb sitesinin “Actual Animal Killed” başlığından ulaşabilirsiniz. Şimdi -maalesef- bizden de örnekler haberlerde yer almaya başladı. Son günlerde, bir at ve bir köpek, dikkatsizlik ve bilgisizlik sonucu iki filmin setinde öldü. Sözün bittiği yer burası! Kendi adıma, bu filmleri, durumu bile bile izlemeye gitmeyeceğim. Çekimleri sırasında can alınan bir filmin bu dünya ve insanlık için söyledikleri bir değer taşımıyor benim için. Ağızlarından “Allah”ı eksik etmeyip, doğanın yeşilinden nefret eden ve bu yeşilin/ içinde yer alan her tür canlının yok edilip yerini şantiyelere bırakmasından çok mutlu olanların bir değer taşımadıkları gibi.

Hayvanlara kıymayınız. Onlar da anne, baba. Onlar da acı çekiyor… Sanatçı olarak öldürmenin karşısında durması gerekenler sizler, can almaya karar verip alet olmayınız. Aksi olursa, sizin de, filminizin de… (14 Eylül 2008)

Ali Murat Güven’in aşağıdaki yorumu üzerine ek:

Değerli Meslektaşım,

Bilimin somut olarak saptayabildiği kadarıyla küçük mavi gezegenimiz tek yaşam alanımız; moleküler düzeyde de öyle bir düzenlenmiş ki, en üst varlık olan insan, aklını, yüreğini, vicdanını temiz / doğru kullanırsa tüm canlılar mutlu yaşar ve dünya her canlıya yeter. Aslında bu kadar basit! Teoloji alanında haddimi bilirim. Ahkâm kesemem. Ancak, ruhun serüveninin bu yaşamla sınırlı olamayacağını hissedip, idrak edecek kadar anlamlandırabilmekteyim bu mükemmel sistemler bütününü. Dinler, iyi insan olmanın ve bu doğal sistemi kusursuzca devam ettirmek için gerekli olan iman gücünün anahtarları bana göre. Yani ağzından “Allah” kelimesini düşürmeyenler “Allah”tan korkan vicdanlı insanlardır… Ama gerçekte herkes öyle mi? Şimdi takıldığınız tek cümleye bakalım: “Ağızlarından ‘Allah’ı eksik etmeyip, doğanın yeşilinden nefret eden ve bu yeşilin/ içinde yer alan her tür canlının yok edilip yerini şantiyelere bırakmasından çok mutlu olanların bir değer taşımadıkları gibi.” Şimdi soruyorum: Bu cümledeki isyanım, sizin gibi vicdan sahibi samimi Müslümanlara mı, gazetenizin yayın politikasına mı, siyasete mi, dine mi Allah aşkına? Yani çok hassassınız, inanın, satırlarınıza da bunu tüm kalbinizle yansıtıyorsunuz ama siz bu cümledekilerden misiniz ki alındınız? Aklımın bırakın ucundan, yakınından bile geçmez.

Kime isyanım biliyor musunuz? Hani belki anımsarsınız, 12 Eylül döneminden sonra oluşan genel ‘yağ çekme’ ortamında herkes paşalara yanaşırdı. İktidara gelenin borusunu çalma geleneğinin bir parçası olarak, şimdi, muhafazakâr çizgideki yönetime -bana göre yanlış bir değerlendirme sonucu- aynı ‘yağ çekme’ politikalarının bir parçası olarak medyada gözümüze gözümüze sokulan samimiyet dışı davranışların temsilcileri var ya, bunlar dillerinden “Allah” sözcüğünü düşürmezler ama para için acımadan yeşil alanları binalaştırırlar; isyanım onlara. Siz neden alındınız? Bakınız dünyanın sayılı doğal ormanlarına sahip Türkiyemiz’de bu yaz inanılmaz katliamlar yaşandı. Yeşil, bize emanet edilen, bu güzelim dünyanın yeşili ve içindeki canlılar cayır cayır yakıldı ya da yanmasına yol açacak tedbirsizliklere yol açıldı. Bu günahın bedelini kim ödeyecek? Madem gazetenizden söz açtınız; şunu bekliyorum samimi olduğunuz için. Lütfen bu yanan alanlar, aylar, yıllar içinde takip edilsin. Yanan yerler yeniden ağaçlandırılacağına yerine tek bir golf sahası çimi ekilir ya da tek bir temel atılırsa ilân edilsin; haber yapılsın, sorumlular teşhir edilsin! İşte o gün önünüzde saygıyla eğileceğim. Yanlış anlamayın; şimdi de saygı duyuyorum. Ama lütfen ağzından “Allah” sözcüğünü düşürmeyen çıkarcılarla kendinizin aynı kefeye koyulduğunu zannetme hassaslığından sıyrılın… Bakınız son bir örnek vereyim: Astoria Alışveriş Merkezi’ndeki sinemalarda siz de bazen film izlemektesiniz. Lütfen arka cepheden panoramik görüntüye bakınız. Geniş bir alan, yüksek binalar, plazalar falan. Görüntü, kentin önemli bir bölümünü kapsıyor. Tek bir yeşil alan kalmış değerli yazar. Neresi mi? Zincirlikuyu Mezarlığı!

Bu açıklamadan sonra sizi kutlamak istiyorum… Cesaretinizden ötürü! Çünkü ben yazılarınızda adı geçen görüntüleri izleyemiyorum. Çoğu kez düşünüp, inanın o hayvanlardan çok insanoğlu adına üzülüyorum, nasıl bu kadar zayıf, bu kadar zalim, aslında bu kadar acınası durumda olabiliyor diye. Ben kürk giyenlere, “ceset giyen karılar” diyorum en hafif tabiriyle. Düşünün, ‘medeni(!)’ bir dişi insan, o da anne belki, omzunun yanından sallanan bir tilki kafasıyla dolanıyor (yakın zamana kadar bir ünlü yazar)! Bu da sözün bittiği yer!

Değerli meslektaş, yazımda IMDb sitesinin ilgili başlığı olan “Actual Animal Killed” bölümünü önermem, merak edenlerin buraya girerek, tabii ki von Trier ve Haneke ile sınırlı olmayan onlarca örneği görebilmesi içindi zaten. Bu sıralamada, bir numara, aldığı puan nedeniyle “Apocalypse Now”a aittir. Benim iki binli yıllardan iki örnek vermem, hayvan haklarının korunması çalışmalarının, özellikle 1980’lerin ortasında ağırlığı hissettirmesi ve internetin gelişmesiyle paralel tüm dünyada yaygınlaşması dolayısıylaydı. Yani yeni yüzyılda, geçmişte yapılanların benzerlerinin tekrarlanması nasıl olabiliyordu hala? Çünkü dijital teknoloji sinemada her görüntüyü yaratmayı imkânlı kılıyordu. Coppola’nın filmindeki sığırın kurban edilmesi sahnesi belgesel nitelikli bir ayin sahnesidir… 1979 yılında çekilen “Kıyamet” ve daha önce Paramount yönetimince önce karşı çıkılan ama sonra bir kutuda buz içinde sete gönderilen at kafasının kullanıldığı “The Godfather” filmlerinin yönetmeni Francis Ford Coppola’nın bugün bu konuda kabul görmesi olası değildir.

Takdir edilir ki, önemli konularda belli bir bilinç ve aydınlanma düzeyine gelmek bazen uzun sürer. Yıllar önce belki dikkat etmediğimiz konular, bugün uğruna mücadele edecek kadar değer taşımaktadır. Sinema yazarları için de geçerlidir bu durum. Kendi adıma konuşursam, bir filme gitmeden onu inceliyor ve gerçek bir hayvan kıyımı varsa izlemiyorum. “Jaws” ya da hayvan öldürülen bir film, benim bir tercih listemde asla yer alamaz. Hiç ama hiçbir insanı da kimliği dolayısıyla ayırmam. Dikkat buyurun: Son günlerde haberlere konu olan hayvan ölümleriyle ilgili “dikkatsizlik ve bilgisizlik” dedim; “kasten” demedim. İsim zikretmedim. Bu sinemamızın bazı konularda ne denli uzmanlıktan yoksun çalıştığının da kanıtı (bu ayrı bir yazı konusu). Onun dışında Şavata ile ilgili söyledikleriniz tamamen benim dışımda.

Yazımda boğa güreşlerine vurgu yapmıştım zaten. Çok haklısınız! Bu tamamen vahşet! Bunun vahşet olduğunu en iyi belgeleyen sinemacılardan biri de, “The Assassination of Trotsky” (1972) adlı filmle, büyük usta “müteveffa” Joseph Losey’dir. İspanyolların bu özel boğa neslinin devamı için güreşlerin yapılmasının şart olduğu bahanesinin ardına sığınarak işkence ile hayvan öldürmesi, AB üyesi bu ülkeye yapılan uyarılara rağmen sürmektedir. Bu konuda AB kriterleri gezmeye çıkmıştır… Kurban Bayramlarında da “Allah”ın adını ağızlarına alarak şımarık veletlerinin eline bıçakları verip hayvanlara işkence yaptıranların da, ibadet yaptıklarını zannederken -esasen- büyük günah işlediklerini fark ettiklerinden kuşkuluyum inanın. Yani ağzına “Allah” adını alan bir takım samimiyetsizlerin O’nun yarattıklarına bu denli ihanet içinde olmasınadır, isyanım. Ülkemizin yükselen eğiliminde bu tipler -maalesef- çoğalmıştır. Sizin belirttiğiniz “güncel siyaset”e dönük öfke patlamam söz konusu bile değildir. Çünkü bu dünyayı korumak, güncel “kayıkçı kavgaları”ndan daha önemli; öfkem bu dünyayı korumayanlara ve Allah kahretsin, ağaçları cayır cayır yakanlara ve de sonra oraları şantiye haline getirenlere işte!

Sayın meslektaşım, sadece bir tane olan dünyayı bir bütün olarak korumak konusunda aynı düşündüğümüzü fark etmiş bulunuyorum. Desteğinize ve katkılarınıza teşekkür ederim.

(15 Eylül 2008)

Ali Ulvi Uyanık

aliuyanik@superonline.com

Sihirli Şehir

Gil Kenan’ın yönettiği ve Bill Murray, Tim Robbins, Saoirse Ronan ile Toby Jones’un oynadığı Sihirli Şehir (The City of Ember), 24 Ekim 2008’de UIP Filmcilik dağıtımıyla Fida Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Filmde Lina ve Doon adlı iki çocuğun iöyküsü anlatılıyor. Onlar, gökyüzünün her zaman karanlık olduğu, güneşin doğmadığı Ember kentinde yaşarlar. Kentteki sokak lambaları ve evlerdeki ışıklar sürekli yanmaktadır. Kentin enerji kaynaklarının tükenmeye başlamasıyla birlikte lambalar da sönmeye yüz tutar. Bunun üzerine iki kardeş, Ember kentinin gizemini çözmek ve insanlara gün ışığı sağlamak için çeşitli ve farklı çareler aramaya başlarlar.

Sihirli Şehir yazısına devam et

Aşk Tutulması’nın Afişi Hazırlandı

Murat Şeker’in yönettiği ve Tolgahan Sayışman, Fahriye Evcen, Tim Seyfi ile Ali Erkazan’ın oynadığı Aşk Tutulması’nın afişi hazırlandı.
24 Ekim’de Medyavizyon dağıtımıyla vizyona çıkarılacak filmin konusu şöyle: Fanatik bir Fenerbahçe taraftarı olan Uğur, gayet sakin bir kişiliği varken söz konusu futbol olduğunda bambaşka bir adam olmaktadır. Annesi ve kız kardeşiyle birlikte yaşayan Uğur, annesinin evlenme baskısından sıkılmıştır. Pınar da aynı baskıyı annesinden görmektedir. Trafik kazası sonucu tesadüfen tanışan Pınar ile Uğur’un hayatlarında köklü değişiklikler olacaktır.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Aşk Tutulması’nın Afişi Hazırlandı yazısına devam et
  • Tüm Şirketler

    Tüm Şirketler,
    29 Ağustos – 04 Eylül 2008 Haftalık (Weekly),
    04 Ocak – 04 Eylül 2008 Yıllık (Annual), Eski Yıllar Yıllık (Ex Years Releases Annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.

    Yeni Şafak Sinema Servisi’nden Açıklama

    Yeni Şafak Gazetesi Sinema Editörü Ali Murat Güven, Türkiye’de hizmet veren film yapımcıları, dağıtıcıları, PR şirketleri ve sayfasının okurlarına yönelik olarak bir açıklama yaptı. Açıklama şöyle: “18 Kasım 2005 tarihinden bu yana, Türk yazılı basınında sinema gazeteciliğine yapıcı katkılar sağlama çabasında olan Yeni Şafak sinema sayfası, bir süredir, teknik nedenlerden ötürü Cumartesi günlerinden alınıp Pazar günkü nüshalarımızda yayımlanmaya başlanmıştır. Film yapımcıları, dağıtıcıları, PR şirketleri ve sayfamızın düzenli okurlarının tek geçerli iletişim adresi olarak alimuratg@yahoo.com adresini kullanmalarını, kayıtlarında bulunan diğer bütün adresleri ise silmelerini önemle rica ederiz.”

  • Basın Bülteni
  • Fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeni Şafak Sinema Servisi’nden Açıklama yazısına devam et
  • Kayıp Çocuklar Cenneti’nin Oyunculu Basın Toplantısı Yapıldı

    Genç kızların büyük ilgi gösterdiği Hepsi Grubu’nun (Cemre Kemer, Eren Bakıcı, Gülçin Ergül, Yasemin Yürük) ilk sinema filmi Kayıp Çocuklar Cenneti’nin basın toplantısı dün (04 Eylül) Sortie’de yapıldı. Hepsi Grubu ile başrolü paylaşacak olan Saygın Soysal’ın da katıldığı basın toplantısında Yönetmen Mete Özgencil ile yapımcı Selay Tozkoparan basına açıklamalarda bulundu. 19 Şubat 2009’da Kenda Film dağıtımıyla gösterime girecek filmin konusu şöyle: Ayrı dünyalardan gelen 4 genç kız küçük bir Anadolu kasabasında buluşurlar. Birlikte geçirecekleri bu kısa zaman diliminde, dostluğu, aşkı, hayatı ve kendilerini tanıyacaklardır.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Kamæra’nın Eylül – Ekim Sayısı Çıktı

    Yedinci Gemi sitesinin üyeleri tarafından hazırlanan aylık sinema ve kültür dergisi Kamæra’nın Eylül – Ekim sayısı çıktı. İki ayda bir çıkan dergi yol filmleri dosyasının giriş yazısıyla yol filmlerinin alt türlerine yoğunlaşıyor. Dosyada Easy Rider, Badlands, Kings of the Road, Aspirin and Vultures, Historias Minimas, Transamerica ve Wristcutters: A Love Story gibi yapımlar inceleniyor. Eleştiri bölümünde Aleksandra, Doomsday, The Savages ve La Antena filmleriyle ilgili eleştiri yazılarının olduğu dergide, Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi’nin yönetmenleri Emre Akay ve Hasan Yalaz’la yapılmış bir röportajda bulunuyor.

  • Basın Bülteni
  • Dergiye ulaşmak için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kamæra’nın Eylül – Ekim Sayısı Çıktı yazısına devam et
  • Alman Kültür Merkezi’nde Ekim Ayı Etkinlikleri

    Goethe Institut İstanbul (Alman Kültür Merkezi), Ekim ayında “Meşrutiyet Cad, No: 65, Tepebaşı, Beyoğlu” adresindeki Pera Müzesi işbirliğiyle Alman sesli film klâsikleri ve Alman çocuk filmleri klâsiklerini gösteriyor. Almanca, Türkçe altyazılı olarak gösterilecek filmlere giriş 3 YTL olarak belirlendi. Gösterilen filmler Alman sesli film tarihinin kilometre taşlarından sayılıyor. Bu filmler, görüntü ve sesi başarıyla birleştiren ilk örnekler. Ayrıca, seçilen on klâsik filmde Marlene Dietrich, Lilian Harvey ve Heinz Rühmann gibi dünya starlarının kariyerlerine ilk adımları da izlenebiliyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara ve diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Alman Kültür Merkezi’nde Ekim Ayı Etkinlikleri yazısına devam et
  • Reha Erdem Filmleri Beyoğlu Sineması’nda

    Reha Erdem’in Beş Vakit adlı filmi 29 Ağustos’ta İngiltere’de vizyona girdi. Curzon Sineması’nda yapılan galaya katılan Reha Erdem filmin gösteriminin ardından izleyicilerin sorularını yanıtladı. Beş Vakit’i bu hafta İstanbullular da tekrar seyretme fırsatı bulacak. Beyoğlu Sineması, 05 – 12 Eylül tarihleri arasında Reha Erdem Filmleri Haftası düzenliyor. Beş Vakit’in yanı sıra Erdem’in ilk üç filmi, A Ay, Kaç Para Kaç ve Korkuyorum Anne de bir hafta boyunca izleyicilerle buluşacak. Beş Vakit, aralarında Toronto, Roma, Londra ve Pusan, Tribeca Film festivallerinin de bulunduğu birçok uluslararası film festivaline katıldı.

  • Basın Bülteni
  • Afiş ve gösterilecek filmler hakkında geniş bilgilere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Reha Erdem Filmleri Beyoğlu Sineması’nda yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu