Şantaj (Yönetmen: John Curran)

John Curran’ın yönettiği ve Robert De Niro, Edward Norton, Milla Jovovich ile Frances Conroy’un oynadığı Şantaj (Stone), 08 Ekim 2010’da UIP Filmcilik dağıtımıyla Horizon International – Sinetel Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Emekliliği yaklaşmış olan şartlı tahliye memuru Jack’den, büyükanne ve büyükbabasının cinayetini yangın ile kaza süsü verip örtbas etmeye çalıştığı için hapishanede bulunan Stone’un dosyasını, şartlı tahliye gerekçesi ile yeniden incelemesi istenir. Stone’un hapisten erken çıkabilmesi için Jack’i yepyeni bir insan olduğuna dair ikna etmesi gerekmektedir.

Avatar Dönüyor: Avatar Special Edition, 15 Ekim’de Sinemalarda

En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Görsel Efekt, En İyi Sanat Yönetmeni dallarında Oscar sahibi olan, sinema dünyasında ve 3. boyutta çığır açan Avatar’ın, 8 dakika eklenmiş ve Pandora’da tanışacağımız yepyeni yaratıkların da olduğu versiyonu Avatar Special Edition, 15 Ekim 2010’da 3 boyutlu sinemalarda gösterime giriyor. Film, Na’vi adlı bir halkın yaşadığı Pandora adlı gezegende geçiyor. Jake Sully, Na’vi halkının arasına gönderilir. Askeri bir şirket bu gezegeni incelemek üzere AVATAR adlı bir program oluşturmuştur. Bu program ile insanlar yarı insan yarı Na’vi haline getirilir ve misyoner olarak Pandora’ya gönderilirler.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 08 Ekim 2010 Haftası

    “Ye Dua Et Sev”, yaklaşık yedi milyar insandan bir milyarının açlık çektiği şu dünyada, ‘rahatın battığı’ çok gelişmiş New York’lu kadınlardan birinin İtalya’da kendini şımartması, Hindistan’da iç huzurun gücünü öğrenmesi, Bali’de de dengeye hazır olmasından müteşekkil içsel yolculuğunun pazarlanması (filmin de başta söylediği gibi, “herkesin derdi kendine”)… Daha doğrusu, bu pazarlamanın sinema ayağı! Aynı zamanda, 43 yaşındaki Julia Roberts’ın kendini tekrar ederek parlatılması efendim… Yerseniz! Vallahi, refahtan bunalıma giren batılıların saflık arayışlarına çıktığı Asya ülkelerindeki ticari uyanıklıklardan gına geldi. Ha, belki Türkiye’de, içindeki boşlukları doldurmak isteyen özenti kadınlar için bu “yiyip içip derin düşünme ve âşık olma” macerası caziptir, bilemem.

    “Toprak Altında”, tabut içinde gömülmüş bir adamın fiziksel değişimleri ve ruhsal dalgalanmalarını seyirciye geçiren, kalp atış hızını aynen hissettiren bir serüven. Evet, yaşamak çabasının, o çok sınırlı süre ve daracık dikdörtgen içindeki ‘büyük serüven’i hem de. Uyaralım; bu sinemanın yaratıcı örneğini, oyuncu, görüntü yönetmeni ve yönetmenin ‘meydan okuması’nı izlemek, eşine az rastlanır bir deneyimdir!

    “Şantaj”, tüm yaşamını ‘dini aidiyet’ kaplamış şartlı tahliye memurunun ruhunun diplerine sakladığı tutkularının, hapishaneden kurtulmak isteyen genç bir mahkûmun fettan karısı tarafından açığa çıkarılması ve mahkûmun da, ilginçtir, farklı bir inanışla tekâmül sürecine girmesi… Kısaca, iki erkeğin ve kadınlarının, kendi ‘içlerine’ yaptıkları yolculuklarla, insan denilen çetrefil yaratığın şifrelerine dair bir inceleme. Karanlık bir öykü, akıllıca bir bakış, müessir performanslar. Sinema sanatının klâs takipçileri için.
    Uzun eleştiri için tıklayınız.

    “Sevgili Hedefim”, enteresan biçimde ‘ahlâksızlık’ sunuyor. Hedefini ‘halledene’ kadar -arada masumları öldürmek de dâhil- gözünü kırpmadan ilerleyen kiralık katillerin dünyasında, her tür şiddeti kanıksayıp, İngilizlere özgü ‘kara komedi’nin zorlama esnekliği içinde bir aşkın doğuşuna bile tanık oluyoruz. Evet, bu bir film; ama filmin süresine küçük gelmiş bir öyküde, katillerin meslek ahlâkı (!) ve insan canı almanın incelikleri kanımızı dondurmaya yetti!

    “Satılık Ruh”, Wes Craven’in yeni seri katil öyküsü. Tekinsiz ve koyu siyah! Lânetli ‘beyaz adamlar’ ülkesi Amerika’nın, kendi yarattığı korkular içinde asla huzura kavuşamayacağını bir kasaba ile ‘örnekleyen’ , ‘metninin altı dolu’ bir film.
    Uzun eleştiri için tıklayınız.

    (06 Ekim 2010)

    Ali Ulvi Uyanık

    [email protected]

    Paradoks Sinema Atölyeleri 02 Ekim 2010’da Başlıyor

    Genel Koordinatörlüğünü Metin Gönen’in yaptığı Paradoks Film Akademisi sinema atölyelerinin yeni dönemi 02 Ekim 2010’da başlıyor. Atölyeler, sinematografik anlatımın ve dramaturji tekniklerinin pratik olarak öğretileceği ve uygulanacağı Senaryo Atölyesi, bir film yapmanın tüm aşamalarının somut olarak gösterilip uygulanacağı Film Yapım ve Yönetim Atölyesi, 12 – 15 yaş çocuklar için Çocuk Sinema Atölyesi ve filmlerle felsefe çalışmalarının yapıldığı Sine – Felsefe Atölyesi’nden oluşuyor. Paradoks Film Akademisi’nin iletişim bilgileri şöyle: Rıhtım Cad, İskele Sok, No: 11, D: 6, Kadıköy, İstanbul, Tel: 0216 4051051, e-posta: [email protected]

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Paradoks Sinema Atölyeleri 02 Ekim 2010’da Başlıyor yazısına devam et
  • Ölümle Yaşam Arasındaki İnce Çizgi: Kavşak

    Amorres Perros filmiyle ortalığı kasıp kavuran Alejandro Gonzalez Inarritu’nun tekniğinden esinlenen Selim Demirdelen kesişen hayatların mutlu sonla bitmeyeceğini Kavşak filmiyle aktarıyor.

    Hiç düşündünüz mü daha dünyaya gelmeden ana karnında kaç bebek öldüğünü? Bu soruyu yanıtlamak oldukça zor. Çünkü bu tamamıyla bilinmezliğe açılan bir kapı… Hepimizin bildiği üzere bir yaşam biterken diğeri başlar. Bu, yaşamın önemli bir kuralıdır. Çoğu zaman insanlar eceliyle ölür ama istisnai olarak eceli dışında ölenlerle de karşılaşmamız kuvvetle muhtemel. Bu tezi destekleyen “kaderimiz böyleymiş” hipotezi hayatın tesadüfler üzerine kurulmadığını gösteriyor. Kader var mıdır, yok mudur?… diye sorgulayan kişiler gözlerini dört açıp çevrelerine baktıkları zaman hayatın ne kadar kısa olduğunu ve değer verdikleri kişileri bir gün kaybedeceklerini çok net bir şekilde anlayacaklar. İş işten geçmeden hayatı dolu dolu yaşamanın çok önemli olduğunun elinin tersiyle itenlere karşı “didaktik” bir biçimde yaklaşan Kavşak isimli film “kaderden kaçamazsınız, o sizin gölgeniz” görüşünü pekiştirerek tüm yaşantıların kenet taşı gibi birbirlerine bağlı olduklarını, aynı potada eritildiklerini idealize ederek anlatıyor.

    Makûs Talih…

    Ölüm ve yaşam arasındaki çizgide yer alan oyuncular olarak, bağlantı noktasını çok iyi saptamak için hercümerc içinde meydana gelen olayları bir kenara bırakıp “çapraşık olmayan” bir düzenin varlığına inanmak gerekiyor. Bunu mübalâğa etmeden anlatan yönetmen Selim Demirdelen en ufacık bir şeyden zevk almak uğruna çoğu şeyi riske atmanın ölümle sonuçlanacağını her fırsatta dile getiriyor. Hani ölüm çağırır ya aynen öyle… Kaçış yollarının tamamen kapatıldığı bir kavşakta cereyan eden talihsizliklerin üst üste gelmesi kaderden kaçamayacağımızın önemli bir göstergesidir zaten. Buradan yola çıktığımızda; geçmişten günümüze gelen vicdan hesapları, travmalar, bazı şeyleri inkâr ederek yaşamını sürdürmek, başkaldırılar ve günahlar kesişen kümenin parçalarını bir araya getirirken, yönetmen Demirdelen’in hikâyeyi kavşaktaki karakterlerin üzerine inşa etmesi de filmin soy ağacını oluşturuyor. Minimal bir yaklaşımla çerçevesini çizen Kavşak basit bir fikri hamur gibi yoğurup, fırtınada yolunu kaybetmiş bir geminin yeniden açık sularda yol almasını sağlıyor sanki… Hal böyle olunca, ser verip sır vermeden seyircilerin merak eşiğini en üst düzeye çeken yönetmen Demirdelen karakterler arasında yaptığı geçişlerle bunu pekiştiriyor. Onlarla özdeşleşmemizi sağlaması da cabası…

    Pandora’nın Kutusu Açılıyor…

    Meselâ aynı şirkette çalışanların kendilerince dertleri var. Aslında biz buna sır desek daha doğru olur. Filmin son sahnesine kadar Pandora’nın Kutusu’nun ne zaman açılacağını bekliyoruz. Pandora’nın Kutusu o kadar sıkı kapatılmış ki, içinden çıkacak şeylerden çok sonra haberdar oluyoruz. Bu sırlar yıllar önce bu kutuya saklanmış ama kutunun açılması için çaba sarf eden bazı kişiler olayların gidişatını değiştirmeye çalışıyorlar. Hele o Güven Kıraç’ın canlandırdığı Fikret karakterindeki gelgitler bunu doğrular nitelikte… Peki ya kutudan çıkan o kötücül olaylara ne demeli? Onlar filmin olmazsa olmazları. Buraya kadar Kavşak’ı olumlu yönleriyle ele aldık. Ama Kavşak sanıldığı kadar mükemmel bir film değil. Üzeri örtülemeyen gedikler ve bazı mantık hatalarına kurban giden Kavşak iyi bir deneysel film olacakken teğet geçmiş… En önemli kusuruna gelecek olursak; yönetmen Demirdelen karanlıktan aydınlığa doğru geçiş yapmak isterken kararsızlığı ön plâna geçiyor ve uzun plân çektiği bazı sahneler eşliğinde aktaracağı hikâyeyi sakız gibi uzatıp dillere dolandırıyor. Bunu yaparken montajlamaya kıyamamış olsa gerek ki, 5 dakikada aktarılması gerekenler 15 dakika içinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla sahnelerin bütün bir filme yedirilmediğini görüyoruz. Tabi ilk başta “yeter artık şu sahne ilerlesin” desek bile filmin realist tavrı tüm bu olumsuzlukları ziyadesiyle sıfırlıyor.

    Güçlü Oyuncular ve Etkili Müzik…

    Kavşak, Selim Demirdelen’in ilk uzun metrajlı filmi olduğu için kendisini anlayışla karşılamak daha mantıklı bence. Çünkü insanın kanına zerk eden fon müziği ve dişe dokunur bir etki yaratması kelimelerin bunu ifade etmek için kifayetsiz kaldığını gösteriyor. İnsanın iç dünyasına demir atan müzik defalarca bile dinlenildiğinde hiç eskimiyor sanki. Aynı şeyi oyunculuk için de söylemek mümkün. Güven Kıraç’ın ve Sezin Akbaşaoğulları’nın kalite standartlarını bir hayli aşan oyunculukları, yıllardan beridir sahne tozu yutmuş olmalarının vesilesiyle daha da güçleniyor. Zaten takdire şayan bir iş çıkardıkları ortada… Hikâyeye ruhlarını teslim eden Kıraç ve Akbaşaoğulları neredeyse bizleri hikâyenin gerçek olduğuna dair inandıracaklar. Elhak Kavşak’ı kavşak yapan unsurlardan biri olan, oyuncuların yerinde seçimi oyuncuların sinerjisini artırmakla yetinmiyor. Adeta bunu en üst mertebeye taşıyor.

    Kesişen Hayatlar…

    Özetle; iç içe geçen hayatları Meksika sinemasından feyz alarak harmanlayan Kavşak, Adana Altın Koza Film Festivali’nde gösterildiği sırada dört (En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Müzik, Umut Vaat Eden Oyuncu) önemli ödülle festivale damgasını vurdu. Muhakkak bazı izleyiciler bu başarısının sadece müziğe endeksli olduğunu düşünebilirler. Zira bazı anlarda müzik filmin önüne geçebiliyor. Ama derinlemesine irdelendiğinde müzik ve oyunculuğun gücünden doğan birlik ve beraberlik her şeye kadir… Nihayetinde Kavşak, olmuşa çare olamayacağını, her şeyi olduğu gibi kabûllenmemizi, yaşadıklarımızın bir oyundan ibaret olmadığını, kederleri bir kenara bırakıp bazı şeylerden ders almamız gerektiğini melodramatik bir hikâyeyle anlamlandırıyor. Eğer bu tarz filmlere alerjiniz yoksa kaçırmayın derim!

    (06 Ekim 2010)

    Arzu Çevikalp

    [email protected]

    Tiglon Film Filmleri

    İyi Yürek (The Good Heart), Borsa: Para Asla Uyumaz (Wall Street: Money Never Sleep), Üç Harfliler: Marid, Paris’te Son Konser (The Concert), Ejderha Dövmeli Kız: Millennium Üçlemesi 1 (The Girl With The Dragon Tattoo), Saftirik Greg’in Günlüğü (Diary Of A Wimpy Kid), Son Kahraman (John Rabe), Predators, Diriliş (Afterlife), A Takımı (The A Team), Vahşet Sapağı (Snarveien – Detour), Ciddi Bir Adam (A Serious Man), Yepyeni Bir Hayat (A Brand New Life), Anneler ve Kızları (Mother and Child), Gece ve Gündüz (Knight & Day), Ölüm Peşimizde (Yoga), Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma (The Twilight Saga: Eclipse), İşkence Okulu (Tormented), Gezegen 51 (Planet 51), Elveda (L’affaire Farewell), Koleksiyoncu (The Collector), Çılgın Bir Gece (Date Night), Siyah Beyaz, Gözlerindeki Sır (El Secreto de Sus Ojos – The Secret in Their Eyes), Cehenneme 2 Adım (Descent 2), Kuzey Yamacı (Nordwand – North Face), Aşk Geliyorum Demez, Okyanus Dünyası (Oceans), Parti Tırtılları (Disco Ormene – Sunshine Barry & The Disco Worms), 01 – 07 Ekim 2010 seansları için tıklayınız.

    Cehennem 3D, İspanyolları Korkuttu

    Türkiye’nin ilk 3 boyutlu korku filmi Cehennem 3D vizyona girmeden olay yarattı. Filmin 3D’si için İspanya’dan profesyonel bir ekiple anlaşıldı. İspanyol ekip hikâyeden ve çekilen sahnelerden korktuğu için İstanbul’dan işlerini bitirmeden apar topar ayrıldı. İspanyol ekibin yarıda bıraktığı işi ise yönetmen tamamlamak zorunda kaldı. Cennet ve Araf ile bütün dikkatleri üzerine toplayan ve şu ara Kanal D’de yayınlanan Kanıt dizisinin yönetmenliğini üstlenen Biray Dalkıran Cehennem 3D ile yeniden sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. 01 Ekim’de gösterime girecek olan film için beklentiler giderek yükseliyor.

    UIP Filmcilik Filmleri

    Kardeşimden Sonra (Charlie St. Cloud), Tinker Bell ve Peri Kurtaran (Tinker Bell and the Great Fairy Rescue), Şeytan (Devil), Adele’nin Olağanüstü Maceraları (Les Aventures Extraordinaires D’Adele Blanc-Sec), Centilmen (The American), Çılgın Hırsız (Despicable Me), Ölümsüz (L’Immortel – 22 Bullets), Cehennem Melekleri (The Expendables), Zorlu Görev (Get Him To Greek), Son Hava Bükücü (The Last Airbender), Sihirbazın Çırağı (The Sorcerer’s Apprentice), Oyuncak Hikayesi 3 (Toy Story 3), Şrek: Sonsuza Dek Mutlu (Shrek: Forever After), Eyyvah Eyvah, Büyük Hata (Chloe), 01 – 07 Ekim 2010 seansları için tıklayınız.

    Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu