Kar Beyaz, Köyceğiz’de

6. Köyceğiz Kaunos Altın Aslan Türk Filmleri Festivali’nde dün akşam Kar Beyaz’ın gösterimi yapıldı. Gösterim sonrasında Alin Taşçıyan’ın filmin başrol oyuncularından Gürsan Piri Onurlu, Sinema İslamoğlu ve yönetmen Selim Güneş ile yaptığı söyleşide filmin yapım aşaması seyirciyle paylaşıldı. Sabahattin Ali’nin Ayran adlı öyküsünden uyarlanan filmde on yaşındaki Hasan anlatılıyor.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kar Beyaz, Köyceğiz’de yazısına devam et
  • Giovanni Scognamillo ve Orhan Oğuz, Kanaltürk Klak Sinema Programı’nda

    Beyoğlu’nun en renkli mahallesi Tomtom, şimdi de sinema karnavalı ile şenlendi. Şenliğin küratörü Yeşim Tabak, bu dört dörlük festivali Klak’a anlattı. Giovanni Scognamillo evinin kapılarını Klak’a açtı. 14. Shanghai Uluslararası Film Festivali’ne katılan Hayde Bre, Altın Kadeh’in sahibi oldu. Yönetmen Orhan Oğuz, filmin başarı öyküsünü anlattı. Ayrıca, sinema dünyasından son haberler ve çok daha fazlası Klak’ta sizleri bekliyor. Gizem Ertürk’ün sunduğuKlak, her Cumartesi 15:45’de Kanalturk’te, genişletilmiş özel bölümü ise Pazar günü 08:30’da Bugün TV’de.

  • Basın Bülteni
  • Kanaltürk Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Giovanni Scognamillo ve Orhan Oğuz, Kanaltürk Klak Sinema Programı’nda yazısına devam et
  • 4 x 4 Film Atölyesi – Bilinçli Sinema İzleyici Oluşturma Atölyesi SineMARDİN’de

    6. Uluslararası SineMARDİN Film Festivali, bu sene bünyesinde farklı bir atölye düzenliyor. Şimdiye kadar festivallerde sıkça görmeye alıştığımız, uygulamalı ve pratiğe dayalı eğitimlerin aksine, SineMARDİN Film Festivali ve 2. El Film Festivali işbirliğiyle uygulanacak olan atölyede, sinemaya bir de seyirci gözüyle bakılacak. Bir filmin oluşturulmasında yer alan yönetmen, yapımcı, senarist, kurgucu, oyuncu gibi isimlerden işin mutfağını dinlenirken, sinema eleştirmeni, sinema yazarı, moda adamı, film festivali yönetmeni gibi isimlerden ise filmin sonraki yolculuğuna ait ipuçları alınacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 6 Dalda Ödül Kazanan Amerikan Yapımı Merhaba Filminin Özel Prömiyeri

    Yapımcılığını Mandy Menaker’in, yönetmenliğini ise Lauren Brady’nin yaptığı, başrolleri Fadik Sevin Atasoy, Sönmez Atasoy, Paxton Winters, Nursel Köse ve İskender Altın’ın paylaştığı Merhaba filminin özel prömiyeri, 3. Suna Kıraç Nörodejenerasyon Konferansı katılımcıları için 24 Haziran Cuma akşamı 18:30’da Pera Müzesi Oditoryumu’nda yapılacak. İstanbul’da Türkçe ve İngilizce olarak iki dilde çekilen ve 6 dalda birden ödül kazanan Merhaba filmi 20 dakika sürüyor. Filmle, ALS hastalığına dikkat çekilmesi amaçlanıyor.

  • Basın Bülten
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    6 Dalda Ödül Kazanan Amerikan Yapımı Merhaba Filminin Özel Prömiyeri yazısına devam et
  • Ali Cağaloğlu’nu Kaybettik

    Sinema ve tiyatromuzun sevilen oyuncularından Ali Cağaloğlu hayatını kaybetti. 05 Ağustos 1930 İstanbul doğumlu, 81 yaşındaki sanatçı karaciğer ve kalp yetmezliği çekiyordu. Birçok TV dizisinde oynayan Ali Cağaloğlu Umut, Davacı, Güneşli Bataklık, Sevgili Dayım, İntikam Meleği, Baba Bizi Eversene, Batsın Bu Dünya, Yarınlar Bizim, Karanlık Yıllar, Ölüm Yaklaşıyor gibi sinema filmlerinde de rol almıştı. 25 Haziran 2011 Cumartesi günü Kanlıca İskenderpaşa Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Kanlıca Mezarlığı’na defnedilecek merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

  • Fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ali Cağaloğlu’nu Kaybettik yazısına devam et
  • Battal Gazi, İstiklal Caddesi’nde

    Battal Gazi Destanı’nın çekim hazırlıkları sürerken, Battal Gazi karakterinin bulunması için çalışmalar hızlandırıldı. Kampanyayı duyurmak amacıyla 25 Haziran 2011 Cumartesi günü saat 12:00 – 17:00 arasında İstiklal Caddesi – Galatasaray Lisesi kapısı önünde Mehteran Takımı gösteri düzenleyecek. Gösterileri renklendirmek için çeşitli figürlerle at üzerinde Battal Gazi temsil edilecek. Aynı gün saat 13:00’te düzenlenecek basın toplantısına Cüneyt Arkın, yapımcı Yakup Öztürk, yönetmen – senarist Fehmi Demirbağ ve Malatya Vali Yardımcısı Mehmet Demir katılacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Tykwer’den Mahremiyeti Yıkan Film

    3 – Üç (Drei)
    Yönetmen-Senaryo: Tom Tykwer
    Görüntü: Frank Griebe
    Oyuncular: Sophie Rois (Hanna), Sebastian Schipper (Simon), David Striesow (Adam)
    Yapım: X Filme-ARD-Arte (2010)

    Sinemada, aksiyon ve gerilim filmleriyle tanınan Alman yönetmen Tom Tykwer, seyirciyi şaşkınlığa uğratarak biseksüel ilişkilere kamera çeviriyor.

    Yirmi yıldır beraber yaşayan doktor Hanna’yla heykeltıraşlara destek veren galeride çalışan Simon’un mutsuz hayatı, bilmeden aynı insanla ilişkiye girerek birdenbire seks dolu bir mecareya dönüşüyor. Simon, siyah-beyaz düşler görürüyor hep. Berlin’de, heyecansız hayatında sığındığı bir yer oluyor o düşler. Pankreas kanseri annesi de ölüyor. Kendisi de testislerinden birini aldırmak zorunda kalıyor. Kendisine bakan hemşirenin geçmişteki sevgilisi olduğunu fark ediyor Simon. Hemşire, Simon’dan olan bebeği aldırmış vakti zamanında. Öte taraftaki Hanna, Simon’un hastaneye yattığını bilmeden tiyatro kapısında Simon’u beklerken hayatına girecek doktor Adam’la tanışıyor. Aralarında birdenbire cinsel çekim başlıyor ve fırsatını buldukça Adam’ın evinde yatıyorlar. Yönetmen nedense, Simon’la Hanna’nın sevişmelerini pek göstermemiş. Adam’ın yolu Simon’la da kesişiyor sıcak havuzda. Cinsel çekim başlıyor ve birbirinden habersiz bu üç insan beraber oluyorlar. Heteroseksüel ve biseksüel sevişmeler, mahremiyet duvarları yıkılarak perdeden yansıyor. Adam da evli. Karısından ayrı ve arada bir gördüğü oğlu da var.

    Postmodern zamanlarda…

    İyi bir müzisyen de olan 1965 Wuppertal doğumlu Alman yönetmen Tom Tykwer, 1998 yapımı nefes kesici “Lola Rennt – Koş Lola Koş” filmiyle tanındı. 2002 yapımı “Heaven – Cennet” filmini, büyük usta Krzysztof Kieslowski ve Krzysztof Piesiewicz’in ortak senaryosundan çekmişti Tykwer. Kieslowski usta, 1996’da erken ölümü olmasaydı, Dante’nin “İlâhi Komedya”sından “Cennet”, “Araf” ve “Cehennem”i üçleme olarak sinemaya uyarlayacaktı. Üçlemenin diğer filmi “L’Enfer – Cehennem”i, 2001 yapımı “No Man’s Land – Tarafsız Bölge” filmiyle bilinen Bosnalı yönetmen Danis Tanoviç tarafından yönetilmişti. Tykwer, 2006’da Patrick Süskind’in “Das Parfum – Koku” romanından “Perfume: The Story of a Murderer – Koku: Bir Katilin Hikayesi” filminden sonra, tam bir aksiyon olan ve final bölümü İstanbul’da geçen 2009 yapımı “The International – Uluslararası” filmini çekti. 2010 yapımı “Drei / 3 – Üç filmi, görebildiğimiz hiçbir filmine benzemiyor ve eşcinsel sevişmelerine bakabilmek gerçekten zorlu bir macera. Yakın zamanlarda, eşcinsel ilişkilerde mahremiyete sırtını dönen filmler oldu. İngiliz ressam – yönetmen Peter Greenaway’in 1996 yapımı “The Pillow Book – Tual Bedenler”, Wong Kar Wai’nin Tykwer’in filmiyle yarışan eşcinsel sevişmeleri ayrıntılı gösteren 1997 yapımı “Chun Gwon Cha Sit – Mutlu Beraberlik”, Pedro Almodovar’ın 2004 yapımı “La Mala Educacion – Kötü Eğitim”, seyircileri bir hayli sarsıyordu. William Friedkin’in 1980 yapımı “Cruising – Devriye” filminde eşcinselliğin simgelerle yüklü bir şey olduğunu da öğrenmiştik. Kesinlikle insanların cinsel tercihlerine eleştiri getirilmemeli. İnsanlar özgürdür. Ama, bazı şeyler böyle açıkça olduğunda insan ne yapacağını şaşırıyor. Belki de böyle filmleri 18 yaşından küçükler görmemeli. Postmodern zamanlar hayatı kaosa döndürüyor işte. Bu filmden geriye kalan en güzel şey, Berlin ve Londra görüntüleri. Filmin görsel anlamda çarpıcı olduğunu belirtmeliyiz. Berlin’deki gece çekimleri estetik anlamda filme zenginlik katmış. Öncelikle yağan yağmurlarla. Simon’un düşleri de siyah-beyaz yansımış. Bir de, geçmişte klâsik sinemada çoğu zaman olan perdede görüntülerin bölünmesi tekniği Tykwer’in bu filminde de sıkça kullanılmış. Aynalar koridoru gibi, kişiliklerin bölünmesini simgeliyor sanki bu.

    (01 Temmuz 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    Dünyanın En Lânetli Adamı

    Aşka Şans Ver (La Chance de Ma Vie)
    Yönetmen: Nicolas Cuche
    Senaryo: Luc Bossi-Laurent Turner
    Müzik: Christophe Lapinta
    Görüntü: José Gerel
    Oyuncular: Virginie Efira (Joanna), François-Xavier Demaison (Julien), Raphaël Personnaz (Martin), Thomas N’Gijol (Vincent), Yves Jacques (Maxim), Elie Semoun (Philippe), Marie-Christine Adam (Dominique), Francis Perrin (François)
    Yapım: Fidélité Films-TF 1 Films (2010)

    Fransız yönetmen Nicolas Cuche’ün ikinci uzun filmi “Aşka Şans Ver”, başkalarının ilişkilerini düzelten, ama beraber olduğu kadınlara kötü şans getiren Julien’in hikâyesi. Film insanı gülmekten kırıp geçiriyor.

    Daha çok televizyon dizileri çeken Fransız yönetmen Nicolas Cuche, ilk filmi “Jojo la Frite – Jojo’nun Yeri”ni 2002’de çekmişti. Orijinal anlamı “Hayatımın Şansı” olan 2010 yapımı “La Chance de Ma Vie – Aşka Şans Ver”, yönetmenin ikinci sinema filmi. Yönetmen Cuche, Fransız sinemasındaki komedi filmlerinde kendine sağlam bir yer edinmeye başladı. Yönetmenin televizyon için çektiği dizi filmleri de keşfetmek gerek, ama nasıl? Bu dizilerin görselliği gerçekten çarpıcı ve insanı sinema filminin içine çekiyor sanki.

    Kendi hayatı berbat…

    Julien Monier, evlilik danışmanı. O, kadın ve erkek arasındaki sorunları çözüyor, onlara mutluluk sunuyor. Kilisedeki nikâhta, ayrılma noktasına gelen çifti barıştırıp, adeta yeniden birbirine aşık eden Julien, kendi hayatına girmiş kadınlarla durumunu düzeltemiyor. Sorun kendisinde tabii ki. Film, kilisedeki nikâha gelmeden, kendini rahiplerle dolu bir manastıra kapatmış Julien’i buluyor önce. Üzerindeki lânetten ve uğursuzluktan boğulan, artık beraber olduğu kadınların başına fazla felâket getirmeden bu dünyanın nimetlerine sırtını dönerek manastırda inzivaya çekilmiş Julien. Elbette buraya gelene kadar yaşanmış bazı şeyler de var. Kilisedeki nikâhta, kavga eden gelinle damadı barıştırdıktan sonra hayatının kadını Joanna Sorini’ye gözleri takılıveriyor. Böyle güzel bir kadının kendinden çok uzakta olduğunu düşünmeye başlayan Julien, tıpkı filmlerdeki gibi onunla iletişim kurabiliyor. Bir zaman sonra Joanna’nın evli olduğunu da öğreniyor. Üstelik Joanna’nın evliliğindeki sorunları çözme işi de yeni işi oluyor. Ama, aşk hiç tahmin edilemeyen, ne zaman ve nerede ne olacağını bilemediğiniz bir şey. Bütün plânların ötesinde bir şey. Ateş bacayı sarıyor, Julien’le Joanna kendilerini yatakta buluveriyorlar. Bu bir gecelik bir “sonsöz” mü, yoksa sonsuza kadar sürecek bir aşkın “önsöz”ü mü? Bu sorulara cevap aranırken, aradaki her şey seyirci için tadından yenmez mükellef bir seyirliğe dönüşüyor. Bir an kendinizi Blake Edwards filmlerinin içindeymiş gibi sanıyorsunuz. Filmde bolca Edwards tadı veren “burlesk”, bir komedi filmi kuşatıyor ve seyirci de ipinden boşalmış gibi kahkahalara boğuluyor. Bazı belden aşağı esprilerin de zarif olduğunu belirtmeliyiz. Çünkü buralarda kadınlar kahkakahayı patlatıyorlar. Asansörde Joanna’nın halleri, Joanna’yla Julien’in babası François’nın köpeğinin arasında geçen tüm sahneler, Joanna’nın elektrikli araba tasarımını Güney Koreli yatırımcıya sunarken, yanlış çantadan çıkardığı “vibratör”, Uzakdoğulu taksi şoförünün Paris’te adres araması gibi birçok şey seyirciyi gülmekten midesine kramp indiriyor. Son yıllarda hiçbir filmde bu kadar gülmemiştik.

    Filmin muhteşem oyuncularından 1977’de Brüksel’de doğmuş Virginie Efira, Joanna karakterine güzelliğini de katmış. 2005 yılından bu yana sinema ve televizyon dünyasında bulunan oyuncu, Fransız ve Belçika’da sinema filmlerine yüzünü armağan ediyor. Bizler onu daha yeni keşfediyoruz. Filmin diğer lokomotifi 1973 doğumlu Fransız oyuncu François-Xavier Demaison. 2005’te filmlerde görünmeye başlayan bu oyuncu, Cécile Telerman’ın 2005 yapımı “Tout Pour Plaire – Eyvah Yaş Otuz Beş” filminde emlâkçıyı canlandırmıştı. Valérie Guignabodet’nin 2009 yapımı “Divorces – Boşanmalar” filmiyle de ilk başrolüne ulaştmıştı. Filmden yansıyan Paris ve Brüksel fotoğrafları da güzel.

    (01 Temmuz 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    İspanyol Sinemasından Depresif Gerilim

    Julia’nın Gözleri (Los Ojos de Julia)
    Yönetmen: Guillem Morales
    Senaryo: Oriol Paula-Guillem Morales
    Müzik: Fernando Velázquez
    Görüntü: Óscar Faura
    Oyuncular: Belén Rueda (Julia/Sara), Lluis Homar (Isaac), Pablo Dergui (Angel), Francesc Orella (Müfettiş Dimas), Joan Dalmau (Créspulo), Boris Ruiz (Blasco), Julia Gutiérrez Caba (Bayan Soledad), Andrea Hermosa (Lia), Daniel Grau (Dr. Román)
    Yapım: Universal-Antena 3-Mesfilms (2010)

    Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun sunduğu “Julia’nın Gözleri”, toplumda görünmez ve silik bir katilin yanlızlığıyla katili arayan Julia’nın nefes kesen gerilimi.

    Gözleri görmeyen Sara, teypten duyulan hiç sevmediği Dusty Springfield’in “The Look of Love” şarkısıyla tedirginlik içinde bilmediği bir şeyden kaçarak evin bodrum katına sığınıyor. Tavanda asılı ipi boğazına geçiriyor. Fotoğraf makinesinin flâşı ortalığı aydınlatırken bir ayak sandalyeye dokunuyor ve Sara ölüyor. Gökbilimci ikiz kız kardeşi Julia da, başka bir mekânda boynunda sarılı eşarpla boğulur gibi oluyor o anda. Ardından Julia, psikolog kocasıyla Sara’nın evine geliyor ve Sara’nın cesediyle karşılaşıyorlar. Bundan sonra film, seyirciyi tam bir gizemin içine çekerek merak duygusunu sonuna kadar taşıyan bir gerilim yapıtına dönüşüyor. Bazı anlarda seyircinin gerçekten nefesi kesiliyor. İyi yazılmış senaryo, iyi oyunculuklar ve fonda duyulan gerilime destek veren Fernando Velázquez’in müzikleri, 1975 Barcelona doğumlu yönetmen Guillem Morales’in 2010 yapımı “Los Ojos de Julia – Julia’nın Gözleri” filmine çok şey katıyor.

    Finali nefes kesiyor…

    Julia, kız kardeşinin intihar ettiğine inanmıyor ve kız kardeşi gibi depresif bir çıkmazın içine düşüyor. Küçük ipuçlarıyla bilmediği katilin peşinde dolaşan Julia, bir andan sonra katille yan yana geliyor. Önce kız kardeşinin komşularıyla tanışıyor Julia. Sara gibi kör olan Bayan Soledad’la iletişim kuruyor. Bayan Soledad’ı önce kocası, sonra da oğlu Angel terk etmiş. Yalnız bir yaşlı kadın o. Kız kardeşinin cenazesinde de Bay Blasco ve kızı Lia’nın varlığını öğreniyor Julia. Hikâyenin derinliğinde de bu komşulardan şüphelenmeye başlıyor. Lia, trajedisini yaşamadan önce, Julia’yı gerçekliğe biraz daha yaklaştırıyor final bölümünde. Julia, körlerin gittiği Baumann Merkezi’nde rastlantıyla kız kardeşinin sevgilisi olduğunu öğreniyor. Sonra, elinde flâşlı fotoğraf makinesi olan katil onu merkezde buluyor. Katilin peşine takılan Julia’nın gözleri de kararmaya başlıyor yavaşça. Portekiz sınırındaki otelde kız kardeşinin sevgilisini arıyor sonra Julia. Kocası Isaac, onu paranoyalarından uzaklaştırmaya çalışsa da Julia, otel çalışanı yaşlı Créspulo’nun, silik kişilikli ve görünmez insanlar üzerine fikirlerini öğrendikten sonra olaylar hızla gelişiyor. Önce, kocası otoparkta kayboluyor. Ardından Dr. Román, donör bulunduktan sonra Julia’yı ameliyat ediyor. Julia, ameliyattan sonra kız kardeşinin evine yerleşiyor. Dr. Román, hasta bakıcı olarak, Julia’nın hastanede bir ara göz göze geldiği Iván’ı gönderiyor. Julia da gelenin Iván olduğunu sanıyor. Julia’nın gözleri ameliyat edildiği için bandajlı elbette. Yönetmen, finale kadar katilin yüzünü göstermiyor. Seyircinin gözleri de bandajlı sanki bu anlarda. Bu da merak duygusunu ve gerilimi çoğaltıyor. Özellikle, Julia’nın kız kardeşinin evindeki anlarda seyirci o yüzü görmek için streslere düşüyor. Neredeyse Julia gibi depresif ruh halini yaşıyor sanki seyirci. Katilin evinde geçen anlarsa, tam anlamıyla nefes kesiyor. Elbette gözlerdeki bandaj da çıkıyor bu anlarda. Filmde, özellikle giriş bölümündeki gerilim seyirciye çok şey vadediyor. Yönetmen Morales bu sözünde duruyor ve filmin derinliğinde seyircilere heyecanlı anlar yaşatıyor. Julia’nın, Baumann Merkezi’nin bodrum katındaki koridorda katilin peşine düşmesi estetik anlamda da çarpıyor seyirciyi. Filmin adının nereden geldiğini katilin kim olduğunu öğreniyorsunuz en sonda. Aslında, katilin ruh hali de önemli filmde. Hiç fark edilmeyen, başka insanlarca yokmuş gibi davranılan insanlar, bu filmin katili gibi varolmak için öldürürler mi? Gerçekten bu çok derin bir psikososyal sorun olabilir. Depresif haller gibi.

    1964’te Meksika’nın Guadalajara şehrinde doğan Guillermo del Toro’nun sunduğu “Julia’nın Gözleri”, Hollywood filmlerindeki korku – gerilim duygusunu seyirciye her an duyuran filmlerden. Toro’yu, 2006 yapımı “El Labirento de Fauna – Pan’ın Labirenti” filminden hatırlayabilirsiniz. Sara ve Julia’yı canlandıran 1965 Madrid doğumlu Belén Rueda, Juan Antonio Bayona’nın 2007 yapımı “El Orfanato – Yetimhane” filminde Laura karakterinde görünmüştü. 1957 Barcelona doğumlu Lluis Homar, Pedro Almodóvar’ın 2009 yapımı “Los Arazos Rotos – Kırık Kucaklaşmalar” filmindeki kör yönetmen Mateo karakteriyle biliniyor.

    (28 Haziran 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    İFSAK’ta Yeni Dönemde Yapılacak Film Analizi Seminerlerinin Konuğu Nuri Bilge Ceylan

    Sinema meraklılarına yönelik düzenli olarak Film Analizi Semineri serisi düzenleyen İFSAK, 01 – 29 Temmuz 2011 tarihleri arasında Ali Şimşek’in eğitmenliğinde yeni bir seminer daha organize ediyor. Beş hafta sürecek olan eğitimde, yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri mercek altına alınıyor. Her Cuma günü saat 19:30’da İFSAK binasında yapılacak olan seminer serisi süresince katılımcılar Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini belli kavramlar çerçevesinde ele alarak çeşitli sorulara eğitmenleri eşliğinde yanıtlar bulmaya çalışıyor olacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İFSAK’ta Yeni Dönemde Yapılacak Film Analizi Seminerlerinin Konuğu Nuri Bilge Ceylan yazısına devam et
  • Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Köyceğiz’de

    6. Köyceğiz Kaunos Altın Aslan Türk Filmleri Festivali’nde dün akşam Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in gösterimi yapıldı. Gösterim sonrasında Alin Taşçıyan’ın filmin başrol oyuncularından Güneş Sayın ile yaptığı söyleşide filmin yapım aşaması seyirciyle paylaşıldı. Film, lise yıllarından beri arkadaş olan Ender ve Çetin’in dostluğu konu alınıyor. Tam hayatları düzene girdiğinde yurtdışındaki arkadaşları Fikret annesiyle babasını kaybeder. Fikret, Almanya’ya dönerken Ankara’da okuyan kız kardeşi Nihal’in onlarla kalmasını ister. Ender ve Çetin birbirinden habersiz Nihal’e aşık olurlar.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Köyceğiz’de yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu