Hayalet Sürücü 2: İntikam Ateşi

Mark Neveldine ile Brian Taylor’ın yönettiği ve Nicolas Cage, Christopher Lambert, Idris Elba ile Ciaran Hinds’in oynadığı Hayalet Sürücü 2: İntikam Ateşi (Ghost Rider: Spirit Of Vengeance), 17 Şubat 2012’de Pinema Film dağıtımıyla Pinema Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Şeytanın ödül avcısı Johnny Blaze inzivaya çekilmiştir, ta ki gizli bir mezhebe bağlı olan bir kilise, ondan genç bir çocuğu şeytanın elinden kurtarmasını isteyene dek. Başlarda tekrar Hayalet Sürücü’nün güçlerine sahiplenme fikrine sıcak bakmaz ancak çocuğu kurtarmanın ve üzerindeki lânetten kurtulmanın tek yolu budur.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Hayalet Sürücü 2: İntikam Ateşi yazısına devam et
  • Ali Adnan Özgür’le Toprağın Çocukları Üzerine…

    Mart ayı sonunda gösterime girmeye hazırlanan ilk filmi “Toprağın Çocukları”nın hazırlıklarını sürdürdüğü günlerde bir araya geldiğimiz Ali Adnan Özgür, “Ben bir garip Adnan’ım.” diye söze giriyor ve “kısa filmim bile yok, bunları düşününce kafayı yediğimi çok söylediler.” diye devam ediyor.

    Sinema çevrelerinin Ezel Akay’ın asistanı olarak tanıdığı genç yönetmen, “Adnan’cığım şöyle İstanbul’da gerçek mekânlarda geçen, kolay, bugüne yakın bir film ile başlasaydın” diyenlere inat, şu günlerde başına buyruk bir adam olmasından dolayı son derece mutlu görünüyor.

    Özgür’le “Toprağın Çocukları”nın yaratım sürecinin yanı sıra, Köy Enstitülerini de konuşma olanağı bulduk.

    Söyleşinin hemen öncesinde aklımızdan geçen düşünceyle girelim söze: Film yapımının hız kazandığı bir dönemden geçerken yakın tarihe ve günümüz sorunlarına yönelik pek çok film çekilmesine karşın, öyle zannediyoruz ki kökleri çok derinlerde olan Köy Enstitüleri, uzun metrajlı bir film projesinde, ilk kez karşımıza çıkıyor.

    Biz de şaşırdık aslında. Bu filmi çekme fikri aklımıza geldiği zaman Köy Enstitüleri ile ilgili çekilmiş film / kayıt var mı diye araştırdık, Can Dündar’ın belgeselinden başka düzgün kayıt olmadığını fark ettik. Bu konuda pek çok kitap yazılmış ancak görsel doküman bulmak daha zor. Fotoğrafların çoğu İsmail Hakkı Tonguç tarafından çekilmiş. Başkaları neden böyle bir projeyle ilgilenmemiş sorusuna cevabım; sanırım ticari bir proje değil. Yapımcılarda “Bu tür projeler para kazandırmaz” fikri hâkim. Hatta ben filmden bahsettiğim zaman genellikle “Çok iyi fikir ama izlenmez be oğlum!” tepkisiyle karşılaşıyorum. Sanırım iktidardan da çekiniyorlar biraz. Genel olarak bizim sektörde de iktidara yaranma huyu baş gösterdi. Sanatçının, her iktidarın muhalifi olduğunu, sanırım para kazanma kaygısı unutturuyor. Zaten yeni sinemanın daha 5 – 10 yıllık geçmişi olduğu düşünülürse bu süreçteki tek parti iktidarından çekinmeleri buna sebep olmuş olabilir.

    “Ben neden çektim” diye sorarsanız benim için sinemacı olma sebeplerim arasındadır bu film. Annemin babası Kemal Şahingöz, Köy Enstitüsü mezunu ve ben bu adamın garipliklerini izleyerek büyüdüm. Benim dedemin kahve kültürü yok, gece gündüz bir şeyler okur, etrafında saygın bir adamdır. Küçükken farklılığı yüzünden üzülürdüm ama büyüdükçe nasıl özel bir adam olduğunu anlamaya başladım. Anladığım gün de bu filmi çekmek hayat amaçlarım arasına girdi.

    Bu, sizin de ilk uzun metrajlı filminiz. Nasıl bir hazırlık süreci söz konusu oldu. “To Çiçeği” adlı özgün belgeselinden hatırladığımız Dilşah Özdinç’in senaryo yazım süreci hakkında bilgi verir misiniz?

    Dilşah tam bir deli. Bir yazardan beklediğiniz tüm özellikleri var. Dramatik bir film çekecekseniz şahane diyaloglar yazıyor ve direkt insandan besleniyor. Tarihi bir film yazıyorsanız araştırmacı gazeteci gibi, tarih hocası gibi çalışılması gerekir. Dilşah’a projeden bahsettiğim zaman ilk iş gece gündüz araştırmaya başladı. Fotoğraflar, yazılar, kitaplar derken en sonunda İsmail Hakkı Tonguç’un oğlunu buldu ve uzunca bir süre onunla mektuplaştı. Bizim senaryoyu geliştirmemiz iki yılımızı aldı. Senaryo on altı kere tekrar yazıldı. Ara düzeltmeleri saymıyorum bile. Hatta sette bile günlük değişmeler yaşadık. Ben oyuncuya alan bırakmaya özen gösterdim. Oyuncular diyaloglarda doğaçlamaya gidince Dilşah kalan sahneler için düzeltmeler yapmak zorunda kaldı. Benim için büyük keyif oldu Dilşah ile çalışmak. Umarım hayat boyu çalışırız. Tabii o bu aralar böyle düşünmüyor olabilir, ben de epey inatçıyımdır onun her yazdığının üzerine hep büyük eleştiriler yapıp yenisini istedim, bugün yeniden çeksek yeni bir senaryo olurdu herhalde. 10 yıl sonra olsa yenisi. Bunun sonu yok sanırım.

    Köy Enstitüleri kuşağı, bir dönemin ideal ve özlemlerinin en somut yansımalarından biri sayılabilir. Projeyi oluşturma aşamasında, o kuşağın son temsilcileriyle görüşme olanağınız oldu mu? Nasıl katkılar aldınız?

    Oldu ve pek çokları ile röportajlar yaptık. Sohbetler ettik. Hatta Köy Enstitüsü mezunu olan dedemle uzun bir röportaj yaptık. Kalabalık bir ekip olarak karşısına geçtik, bize altı saate yakın anlattı. Dedem 80 yaşının üzerinde. Altı saatin sonunda sorduk “Dede yoruldun mu?” “Yok, taş mı taşıdık ki yorulalım” dedi. Ona kalsa devam edecekti daha ama tabii kalanı ertesi güne bıraktık. Pek çok dernekle de görüştük, hatta Bursa’daki Köy Enstitüsü Mezunları Derneği ile uzun sohbetlerimiz oldu. Enstitü mezunları bizden hevesli, bizden genç, hepsine bayıldık, hepsinden de çok şey öğrendik. Hatta garip bir şey yaşadık. Onu da anlatayım, bir gün Bursa’dan bir telefon aldım. “Adnan Bey merhabalar biz Bursa Derneği, ne zorluklarla film çektiğinizi biliyoruz, aramızda 400 lira para topladık. Kusura bakmayın ama bu kadar toplayabildik, bunu size göndermek istiyoruz bir ihtiyacınızı karşılarsınız diye”. Ben oturdum ağladım, çocuk gibi. Çünkü mezunlar 5 – 10 kişi aralarında yardım toplamışlar. Tabii kabul etmedik, onlarla Bursa galasında beraber olacağız ve ellerinden uzun uzun öpüp teşekkür edeceğiz.

    Konu Köy Enstitüleri olunca düşünmeden edemiyor insan: Ele aldığınız konuyla eğitim sistemimiz üzerine yapılan tartışmalara katkı sağlama gibi bir düşünceye sahip misiniz?

    Aslında filmi çekmemizin temel sebebi bu. Yıllardır bütün iktidarların eğitim sistemi hakkına çalışmaları oldu ancak sonuç ortada. Niteliksiz üniversiteler ve eğitimi bırakmış, öğretim yapan liseler. Artık tabletler veriliyormuş sanırım bu sene ama tablet eğitim sisteminin hasarlarını düzeltmez, çocuklar orada da oyun oynamanın bir yolunu bulur. Bizim işaret ettiğimiz şey, bunu geçmişte başarmış olduğumuz. Köy çocukları Molière okudular, dünya klâsiklerini okudular, mandolin çaldılar ve bunları keyifle yaptılar. Ödev yapmaktan nefret eden değil, kendi isteğiyle kütüphanede zaman geçiren bir nesil yaratıldı. Çocuk kendi okulunu kendi yapınca içinde kalmak daha keyifli oldu. Kendi yaptığını bugün bile savunması ondan. Tek tip insan yetiştirmek değil bu okulların amacı. Çocuklara seçenekler sunmuşlar. Çocuklar bugün oldukları yere gelmeye karar vermişler. Benim dedemin bir gözü tamamen kör, diğeri ise yüzde seksen görmüyor. Her sabah uyanınca evin en iyi güneş alan yerine gider, gazete okur. Sadece dedem değil, Hasanoğlan’da çekim yaparken bizi ziyaret eden 90 yaşlarındaki mezunlar hep koltuk altlarında gazete ile geliyorlardı. Kıyafetleri ütülü, tertemiz, pak ve okuyan adamlar. Bunlar ya çoban olacak ya maraba olacak ya da işçi olacaklardı, öğretmen oldular. Bizim bu filmdeki amacımız bu konuyu tekrar konuşmak ve eğitim sistemimizi sınıftan çıkartıp toprağa bastırmak.

    Filmin yapımcılarından biri, aynı zamanda oyuncu olarak izleme olanağı bulacağımız Erkan Can. Onun projeye dâhil olma sürecine ilişkin çeşitli rivayetler var. Dilerseniz usta oyuncumuzla bir araya gelme serüveninizi sizin ağzınızdan dinleyelim.

    Erkan Abi ile “7 Kocalı Hürmüz” filminde bir araya geldik. Ben yapım ekibindeydim, o kuliste sırasını bekliyordu. Programda bir aksaklık oldu herhalde ve sohbete başladık. Memleketin hali, iktidarlar, düzen, işte bildiğiniz herkesin her gün yaptığı kahve berber sohbeti ederken, Erkan Abi “Ahh” dedi “Eskiden Köy Enstitülerinde çocuklar böyle mi eğitim alıyormuş, oradan çıkan hocalar, onların öğrencileri ne kadar farklıydı, sizin nesil bilmez” dedi. Ben de “Bildirelim abi” dedim. Orada karar verdik filmi çekmeye, sonra da çektik.

    Erkan Can dünyanın en güzel adamı. Bana güç veren, yılmadan devam etmemi sağlayan, zorlukları benim için kolaylaştıran bir abi oldu. Baba diyoruz ona hep; Erkan Baba. Biz uğraşıp bir yerlerde tıkandığımız zaman Erkan Baba’ya danıştık. Erkan Baba geldi hem problemi çözdü hem de güç verdi bize. Tabii Erkan Abi yanımızda olunca pek çok kapı açıldı bize. Ben Erkan Abi’nin zaten uzun zamandır hayranıydım, bundan sonra da hayranı olarak kalacağım. Erkan Abi’nin cümlesi; “Yaparız oğlum”. Ben Erkan Can olmasa bu işi yapamazdım. Erkan Can bu kadar büyük, değerli bir adam olmasa 2012 yılında hâlâ bu ülkede bir Köy Enstitüsü filmi olmayacaktı.

    Mekân ve oyuncu seçimi konusunda bilgi alalım sizden…

    Hasanoğlan, Köy Enstitülerinin kalbi. 21 enstitünün en büyüğü, yüksek köy enstitüsü. Ve hâlâ ayakta, en iyi durumda olan o. Filmde gördüğünüz her şey gerçekten Hasanoğlan’daki köy enstitüsüne ait. Bu yüzden çok düşünmedik bile. Bizim genel koordinatörümüz İzlem Genç önceden bizzat gitti Hasanoğlan’a. Mekânın fotoğraflarını çekti, sonra hep beraber ekip olarak gittik. Önce çekim izni vermediler okul içinde. Sonra orada Nermin Hanım ile tanıştık, kale gibi bir kadın. Hasanoğlan Öğretmen Okulu Mezunları Derneği Başkanı Nermin Yıldırım, bizim yerimize izinlerimizi aldı, bize kefil oldu ki o zaman bizi daha tanımıyordu bile. Biz de sahaya indik.

    Oyuncu konusunda çok ferahtık, bir iki oyuncu dışında hep ilk tercihlerimiz ile çalıştık. Bizi hiç reddetmediler. Hiçbiri para istemedi. Menderes Abi 8 ay saçlarını uzattı bu film için. Türkü sette yemek dağıttı, Ufuk çay, Suzan kendi elleri ile köfte yaptı bize. Oyuncuların hiçbiri sadece oyuncu olmadı bu filmde. Kendi uçak biletlerini kendileri aldılar. Şebnem Ablanın programı yoğundu, 3 kere geldi gitti bizden bilet parası bile istemedi. Bizim filmin bir özelliği de bütün oyuncularımın oyuncular sendikası üyesi olması oldu. Sanırım bu alanda ilk film bizimki.

    Sonuçtan memnun musunuz?

    Montaj dün bitti, artık 5 aydır ilk defa rahat uyudum. Keyifle uyudum. Film benim çocuğum artık ben ne halde olursa olsun severim, yanlıyım yani, umarım siz de beğenirsiniz filmi. Benim izlettiğim insanlar hep iyi şeyler söylediler ama onlar benim dostlarım, sanırım iyi niyetliler bakalım insanlar ne düşünecek film hakkında.

    NOT: Bir bölümünü yayınladığımız söyleşinin tamamını, Modern Zamanlar Sinema Dergisi’nin, önümüzdeki günlerde yayınlanacak olan 25. sayısında okuyabilirsiniz.

    (13 Şubat 2012)

    Tuncer Çetinkaya
    ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü

    Baykal Kent’i Kaybettik

    Sinema ve tiyatromuzun sevilen oyuncularından Baykal Kent, kalp yetmezliği nedeniyle 06 Şubat 2012 Pazartesi günü hayatını kaybetti. 1943 yılında İstanbul’da doğan ve Gençlik Rüzgarı, Yarattı, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Hindistan Cevizi, Erkekler Ağlamaz, Parçala Behçet, Yunus Emre Destanı, Hatasız Kul Olmaz, Aile Şerefi, Meraklı Köfteci, Cemil Dönüyor, Kardeşim Benim, Merdoğlu Ömer Bey gibi filmleriyle hatırlanan Baykal Kent’in cenazesi 07 Şubat 2012 Salı günü Şişli Camii’nde kılınacak ikindi namazını müteakip Ortaköy Mezarlığı’nda toprağa verilecek olan. merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

    Enseyi Karartmamak Lâzım

    “48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali”nin En İyi Film dahil 4 ödüllü filmi “Güzel Günler Göreceğiz”in yönetmeni Tolga Pulat ve senarist Emre Kavuk, sadibey.com için Gizem Ertürk’ün sorularını cevapladı…

    Büyük kapışma ve tartışmaların yaşandığı Antalya’dan büyük ödülle dönmek, ilk filmini çeken çok bir genç yönetmen ve senarist için gerçekten büyük başarı… Sizinki de imkânsızlıklar içinde bir başarı öyküsü… Öncelikle kısaca bunu dinleyelim; Antalya’ya kadar olan süreci…

    Tolga: Biz, Emre ile Dokuz Eylül Üniversitesi Sinema TV Bölümü’nden sınıf arkadaşıyız. Okul döneminde bir gurup arkadaş Onaltıdokuz adında bir ekip kurduk. Küçük ama iyi anlaşan üretmeyi seven bir ekiptik. Kısa filmler çektik, sinema dergisi çıkardık, radyo programı yaptık, birde uzun metraj film çektik. Emre’nin “Kaybedenler” isimli senaryosuydu bu. “Güzel Günler Göreceğiz”in ilk taslağı diyebiliriz bu senaryoya. Sonra Emre ile İstanbul’a taşındığımızda sektörde asistanlık yapmaktansa bir şeyler üretmek istedik. Bu senaryoyu revize etmeyi düşündük. Hikâyeyi 5 karaktere indirdik, daha güncel meseleler kattık, daha dinamik hale getirdik kurguyu. Sonra Kültür Bakanlığı’na gönderdik projeyi. Buradan ilk yönetmenlik desteği çıkınca oyuncu arayışına girdik. İstediğimiz oyuncular projeye dahil oldu. İyi bir kamera arkası ekibi oluşturduk ve filmi çektik. Zor bir projeydi. 60’a yakın mekân, 30’un üzerinde rol yapması gereken oyuncu, az bir bütçe ve 19 gün gibi kısa bir çekim süremiz vardı. Tüm bu zor koşullara rağmen bitirdik filmi. Antalya’ya yetiştirdik ve bizim için unutulmayacak bir gururla 4 ödül alarak döndük oradan. Bunların hepsi projeye, heyecanımıza, inancımıza güvenen insanlarla gerçekleşti.

    Antalya’dan En İyi Film dahil dört ödül almak sizi nasıl motive etti?

    Tolga: Anlattığımız hikâyenin insanlara geçtiğini görmek son derece mutluluk vericiydi. Samimiyetle çektiğimiz bir filmi çok değer verdiğimiz insanların takdir etmesi, köklü bir festivalden böyle bir gururla dönmek, bize inanan insanları mutlu etmek çıktığımız uzun yolda bize umut verdi.

    Filmin senaryosu da en iyi senaryo ödüllüyle ödüllendirildi. Neler besledi yazarken, neler okudun, neler dinledin, izledin?

    Emre: Pek çok şey var tabi besleyen, okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler size yazma sürecinde destek oluyor. Çıkışsız kaldığınız noktalarda ufkunuzu açıyor açıkçası çok fazla kitap ve film var. Ama Yılmaz Güney’in “Yol” filmini aralarından seçebilirim. Sıradan insanın hikâyesi, tükenme noktasında olan insanın hikâyesi beni her zaman etkilemiştir. Senaryoyu yazarken de karakterlerin kahraman gibi görünmemelerini istedim, sıradan insanın hikâyesi olsun istedim. Sıradan insandan kahraman yaratmamaya çabaladım, çünkü sıradan insanın hayatta her zaman daha güçlü olduğu kanısındayım. Tolga’nın da bakış açısı bu doğrultuda olunca uyumlu olmayı başarabildik. Bunun yanı sıra Dokuz Eylül Üniversitesi’nden hocamız Prof. Dr. Oğuz Adanır’ın sinema alanında yazmış olduğu kitaplar, makaleler, ders notları bu sürece faydalı oldu diyebilirim. Sinemanın ne olduğu, ne olması gerektiği, özellikle Türk sineması alanında neler yapılabileceği konusunda bize yol gösterdi diyebilirim. Sinemanın hiçbir şekilde tartışılmadığı bir ortamda senaristlikten ya da yönetmenlikten söz etmek bana pek mümkün görünmüyor o yüzden bu alandaki çalışmaları film yapma sürecinde çok önemsiyorum.

    Genç bir yönetmen olarak çok kahramanlı ve tempolu bir hikâyeyi yönetmek nasıl bir deneyim oldu?

    Tolga: Daha önce çok fazla kısa film çekmiş ve diğer arkadaşlarımın setinde, bir filmin her aşamasında çalışmıştım. Ama uzun metraj bir film çekmek daha önce deneyimlemediğim bir heyecandı. Beş karakterin olduğu bir hikâyede karakterlerin yer yer benzeşen, yer yer ise birbirinden tamamen farklı duygularını, birbirini tekrar etmemesi gereken bir sinema diliyle çekmeye çalışmak benim için en zorlayıcı anlardı. Karmaşık bir yapboz gibi işleyen hikâyede seyircinin her an dağılabilecek dikkatini 112 dk. gibi uzun bir süre taze tutmak zorlayıcıydı.

    Filmin adı Nazım Hikmet’in bir şiirine, fragmandaki sözler Yılmaz Güney’e ait…

    Tolga: Karakterlerin hikâyelerini ve içinde bulundukları ruh hallerini daha onları ilk gördüğümüz sahneden itibaren verebilmek önemliydi. Çünkü her bir karakteri uzun uzun tanıtacak kadar bir süremiz yoktu. Bu noktada Emre’nin şiir kullanımı çok etkili oldu. Sevdiğimiz şairlerin bizde iz bırakan şiirlerini karakterlerimize atfetmek Emre’nin düşündüğü çok yaratıcı bir kullanımdı bence.

    Emre: Sinema sanatın diğer dallarından çok fazla beslenen bir sanat dalı ama en fazla beslendiği alan edebiyat sanırım. Bu da edebiyatın gücünden kaynaklanıyor. Benim için sinema hâlâ edebiyatın gücüne erişemedi. Edebiyat her zaman öncü olduğu için ve bence bir adım önde olduğu için film yapma sürecinde ilk başvurulması gereken yer oluyor. Bir romandan, tiyatro eserinden, öyküden ya da bir şiirden aldığınız o duyguyu görsel olarak nasıl yazarsınız ya da görüntüye aktarırsınız hep bunun mücadelesi var kafanızda. Daha önce tartışmadığınız, fikrinizin olmadığı konularda ufkunuzun açıldığı bir alan edebiyat. Şiir kullanımı da bunlardan kaynaklandı. Senaryoyu yazım sürecinde, Cervantes’in “Don Kişot” romanını okuyordum. Orada okuduğum bir pasaj, benim sayfalarca anlatmaya çalıştığım karakteri yarım paragrafta anlatıyordu. Bu da biçimsel olarak bana bir fikir verdi. Büyük oranda da şiirin gücü karakterlerin anlatımına yansıdı.

    “Güzel Günler Göreceğiz” bir taraftan da bir ironi, bir temenni. Sizce güzel günler görecek miyiz? Gelecek için beklentileriniz neler?

    Tolga: Kötü günler yaşayacağız demek zaten bir kaybediştir. Baştan vazgeçmektir. Hayatın vazgeçmeye, karamsarlığa kapılmaya hakkı yoktur. Zor zamanlar, çıkışsız dönemler geçiriyor gibi görünebiliriz ama yarına umutla bakmazsak bugününde bir anlamı kalmaz. Ben kendi adıma güzel günler göreceğimize inanıyorum.

    Emre: Çetin Altan’ın dediği gibi enseyi karartmamak lâzım… Güzel günler görür müyüz, görmez miyiz bilmem. Görsek de görmesek de beklemenin ve umut etmenin güzel günlerden daha güzel olduğu kanısındayım.

    Sizce “Güzel Günler Göreceğiz” izlenmeli, çünkü…

    Tolga: Kendi yaşam hikâyesiyle özdeşleştirebileceği karakterleri izleyecek seyirci. En karamsar hikâyelerde bile bir çıkış yolu olabileceğini görecek. Yaşadığı çağa, coğrafyaya, kendi macerasına bir umut hikâyesinden bakacak.

    Emre: Bu zor bir soru, neden izlemeli konusunda bir şeyler söylemek, seyirciye vaatte bulunma anlamına geliyor. Bu yüzden vaatte bulunmaktan korkuyorum. Umarım biz, filmi tasarladığımız ve anladığımız biçimde seyirciye aktarabiliriz. Seyirci de bu anlattığımız biçimden ve içerikten hoşnut kalırsa ne mutlu bize diyebiliriz.

    (13 Şubat 2012)

    Gizem Ertürk

    Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nden Türkiye’nin Tek Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri Yarışması

    Anadolu Üniversitesi Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nin, altıncı kez Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri adı altında açtığı yarışmasında En İyi Sinema Kitabına 5.000 TL, En İyi Sinema Makalesine 3.000 TL ödül verilecek. TV’de Yayınlanan En İyi Sinema Programı ve En İyi Sinema Dergisi kategorilerinde ödül kazananlara plâket verilecek. Seçici Kurulu, Haluk Gürgen, N. Aysun Yüksel, Leyla Özalp, Tunca Arslan ve Alper Turgut’tan oluşan yarışmaya son başvuru tarihi olarak 20 Mart 2012 Salı günü belirlendi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nden Türkiye’nin Tek Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri Yarışması yazısına devam et
  • Türkiye Almanya Film Festivali Yayınları

    Türkiye Almanya Film Festivali Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeni eklenenler:
    29. Filmfestival Türkei Deutschland (Festival Gazetesi),
    27. Filmfestival Türkei Deutschland (Broşür),
    26. Filmfestival Türkei Deutschland (Broşür),
    25. Filmfestival Türkei Deutschland 1 (Broşür),
    25. Filmfestival Türkei Deutschland 2 (Broşür),
    17. Filmfestival Türkei Deutschland Festival Gazetesi.
    Türkiye Almanya Film Festivali Yayınları yazısına devam et

    Whitney Houston Hayatını Kaybetti

    Müzik dünyası ünlü bir ismi daha kaybetti. ABD’nin güçlü seslerinden, ünlü şarkıcı Whitney Houston, Los Angeles kentindeki Beverly Hilton Oteli’nde ölü bulundu. 48 yaşındaki şarkıcının ölüm nedeni henüz bilinmiyor. Whitney Houston, başrollerini Kevin Costner’la paylaştığı “The Bodyguard” filmiyle adını duyurdu. Houston, filmin unutulmaz şarkısı “I will always love you” ile 90’lı yıllara damgasını vurdu. Müzik dünyasının en güçlü seslerinden olan Whitney Houston, müzik kariyerine genç yaşta kilise korusunda başladı. Whitney Houston, ilk albümünü 22 yaşında yayınladı. 30 yıllık kariyeri boyunca 7 albüm 3 soundtrack yayınladı. 6’sı Grammy olmak üzere 400’ün üzerinde ödül kazandı. Aldığı ödüller Whitney Houston’ı Guinness Rekorlar Kitabı’na da taşıdı. Dünya üzerinde en çok ödüle lâyık görülen kadın şarkıcı ünvanını aldı. Albümleri dünya çapında 170 milyondan fazla satan Houston’ın tüm kariyeri bu kadar parlak olmadı. Houston, 2007’de boşandığı eski eşi Bobby Brown’la yaptığı çalkantılı evlilik ve uyuşturucu bağımlılığı yüzünden zor günler geçirdi. Whitney Houston, dönem dönem uyuşturucu tedavisi görmüştü.

    Whitney Houston, Ciccy Houston gibi başarılı bir gospel sanatçısının kızı, Dionne Warwick gibi başarılı bir R & B sanatçısının kuzeni olarak dünyaya geldi. Ayrıca efsane isim Aretha Franklin vaftiz annesiydi. Böyle bir ailede Whitney de çocukluk yaşlarından itibaren müzikle ilgilenmeye başladı. Önceleri doğduğu yer olan New Jersey’deki kilise korolarında şarkı söyleyen Whitney, zamanla profesyonelliğe adım attı. Önceleri annesinin, Chaka Khan’ın ve Lou Rawls’ın vokalistliğini yapan Whitney aynı zamanda modellik de yapıyordu. Zamanın “Glamour”, “Seventeen” gibi dergilerinin kapaklarını süslüyordu. Öte yandan sesini geliştiriyor, ilerideki profesyonel yaşamına yavaş yavaş hazırlık yapıyordu

    Whitney Houston’un ilk hiti Teddy Pendergrass’le 1984’te yaptığı “Hold me” isimli şarkıdır. Bu şarkı Whitney’in 1985’te çıkaracağı ilk plâğının habercisi olmuştur. Aynı bu single gibi Whitney’in ilk solo albümü de çok sevilmiş ve önemli bir satış grafiği elde etmiştir. Albümden çıkan “Saving All My Love For You”, “Greatest Love Of All” ve “How Will I Know” gibi parçalar uluslararası bir başarı elde ederken ABD listesi Billboard Hot 100’de zirveye oturmuştur. Ayrıca “Saving All My Love For You” sanatçıya o yıl üç dalda aday olduğu Grammy müzik ödüllerinde ilk ödülünü kazandırmıştır. O yılda Stevie Wonder, Michael Jackson, Lionel Richie, Ray Charles ve birçok ünlüyle “We Are The World” isimli şarkıyı seslendirmişlerdir. Sadece 2 yıl sonra Whitney, 2. solo albümü olan “Whitney”i çıkarmıştır. 19 milyon gibi ciddi bir satış grafiği elde eden albümden çıkan single’lar,”I Wanna Dance With Somebody”, “So Emotional”, “Didn’t We Almost Have It All” ve “Where Do Broken Hearts Go”‘dur. Bu albümle de Whitney Houston, ikinci Grammy’sini kucaklamıştır

    1990’da Whitney 3. solo albümü “I’m Your Baby Tonight”ı çıkarmıştır. 10 milyon gibi bir satış elde etse de önceki albümlerinden daha az satmıştır. Bu arada olimpiyatlar için seslendirdiği “One Moment In Time” adlı parçayla listelerde önemli başarılar elde etmiştir. 1992’de Whitney, Oscar’lı aktör Kevin Costner’la “The Bodyguard” adlı filmde başrolü paylaşmıştır. Film fazlasıyla beğenilmiştir. Ama asıl başarı Whitney’in filmden sonra çıkardığı soundtrack albümle gelmiştir. Dünya çapında 42 milyona yakın satan soundtrack Whitney’in en büyük hitlerini barındırmaktadır. “I Will Always Love You” single’ı başlıbaşına 20 milyona yakın bir satış elde etmiş ve kendi dalında bir rekor kırmıştır. Whitney, bu kasetle 3 tane Grammy ödülünün dışında çok sayıda ödül kazanmıştır. Aynı dönemde Whitney, meslektaşı Bobby Brown ile evlenmiş ve 1993’te Bobby Kristina isimli bir kızı olmuştur. “The Bodyguard”dan sonra Whitney 2 filmde daha oynamış ve onların soundtrack albümleriyle başarılar elde etmiştir. 1990’larda elde ettiği başarıları 2000’lerde devam ettirmektedir. 2001 yılında Michael Jackson’ın solo kariyerinin başlamasının 30. yıl dönümünde Michael Jackson’ın “Wanna Be Startin’ Somethin” isimli şarkısını seslendirmiştir ve Whitney Houston bu şarkıyla sesinin hâlâ güçlü olduğunu ispatlamıştır.

    Birçok kuruluş tarafından yaşam boyu başarı ödülleri kazanmıştır. Çağımızın sorunu uyuşturucuyla uzun yıllar boğuşmuş ve en sonunda yenmiştir. Önümüzdeki günlerde çıkaracağı yeni albümü için Clive Davis’le anlaşmıştır. En son Fashion’s Rock ve 2008 Grammy ödüllerinde kameraların karşısına geçmiş ve formundan hiçbir şey kaybetmediğini göstermiştir. Ayrıca, 117 ödülle dünyanın en çok ödül alan bayan sanatçısı ünvanını alarak rekorlar kitabına girmiştir. Sanatçı, 11 Şubat 2012 günü, saat (TSİ) 23:55’de Los Angeles’deki Beverly Hilton Oteli’nde ölü bulundu.

    Filmleri

    The Bodyguard (1992)
    Waiting to Exhale (1995)
    Whitney Houston: The Greatest Hits (2000)

    Film Müziği Albümleri

    1992: The Bodyguard
    1995: Waiting to Exhale
    1996: The Preacher’s Wife

    Stüdyo Albümleri

    1985: Whitney Houston
    1987: Whitney
    1990: I’m Your Baby Tonight
    1998: My Love Is Your Love
    2002: Just Whitney
    2003: One Wish: The Holiday Album
    2009: I Look to You

    Toplama Albümleri

    2000: Whitney: The Greatest Hits
    2001: Love, Whitney
    2004: Artist Collection: Whitney Houston
    2007: The Ultimate Collection

    Çalıştığı Sanatçılar

    Chaka Khan (Vokal)
    Teddy Pendergrass (Düet “Hold Me” 1985)
    Jermaine Jackson (Düet “Nobody Loves Me Like You Do” 1985)
    Jermaine Jackson (Düet “Take Good Care Of My Heart” 1985)
    Jermaine Jackson (Düet “If You Say My Eyes Are Beautiful” 1985)
    Cissy Houston (Düet “I Know Him So Well” 1987)
    Aretha Franklin (Düet “It Isn’t It Wasn’t It Ain’t Never Gonna Be” 1989)
    Stevie Wonder (Düet “We Didn’t Know” 1990)
    Dionne Warwick (Düet “Love Will Find A Way” 1993)
    Bobby Brown (Düet “Something In Common” 1994)
    Cece Winans (Düet “Count On Me” 1995)
    Mariah Carey (Düet “When You Believe” 1998)
    George Michael (Düet “If I Told You That” 1998)
    Enrique Iglesias (Düet “Could I Have This Kiss Forever” 1998)

    (12 Şubat 2012)

    Serpil Boydak

    17. Türkiye / Almanya Film Festivali Uzun Metraj Film Yarışması Jürisi ve Filmleri Belli Oldu

    17. Türkiye / Almanya Film Festivali tanınmış uzmanlardan oluşan bir Türk – Alman jürisi ile yarışma filmlerini değerlendirecek. En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu ödülü verecek olan 2012 Uzun Metraj Filmleri Jürisi, Markus Aicher, Melisa Sözen, Jochen Schmoldt, Ece Temelkuran ve Christian Zübert’ten oluşuyor.
    Uzun Metraj Film Yarışması’na Türkiye’den Derviş Zaim’in Gölgeler ve Suretler, Reis Çelik’in Lal Gece ve M. Caner Alper ile Mehmet Binay’ın Zenne adlı filmleri katılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yarışmaya katılacak filmler hakkında geniş bilgilere ve yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    17. Türkiye / Almanya Film Festivali Uzun Metraj Film Yarışması Jürisi ve Filmleri Belli Oldu yazısına devam et
  • Berlin Film Festivali’nde Türkiye Sineması

    09 – 19 Şubat 2012 tarihlerinde gerçekleştirilecek 62. Berlin Film Festivali’nde Türkiye’den iki film yer alıyor. Emin Alper’in yönettiği, Tamer Levent, Reha Özcan, Mehmet Özgür, Berk Hakman’ın rol aldığı Tepenin Ardı adlı film festivalin Forum bölümünde, Reis Çelik’in yönettiği İlyas Salman ve Dilan Aksüt’ün başrollerini paylaştığı Lal Gece adlı film ise Generation bölümünde gösterilecek.
    Festival kapsamında düzenlenen Avrupa Film Pazarı’nda yönetimini Ankara Sinema Derneği’nin üstlendiği bir Türkiye standı da açılacak.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Berlin Film Festivali’nde Türkiye Sineması yazısına devam et
  • Gelecek Uzun Sürer, Festival Yolculuğuna Devam Ediyor

    Dünya prömiyerini 36. Toronto Film Festivali’nde yapan, Özcan Alper’in ikinci uzun metrajlı filmi Gelecek Uzun Sürer, festival yolculuğuna Avrupa, Amerika ve Asya’daki önemli festivallerle devam ediyor. 14 – 21 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 19. Uluslararası Vesoul Asya Filmleri Festivali’nin (FICA) yarışmalı bölümünde gösterilecek olan film, hemen arkasından 24 Şubat – 04 Mart tarihlerinde yapılacak 40. Uluslararası Belgrad Film Festivali’nde uluslararası yarışmada yarışacak. Gelecek Uzun Sürer, Mart ayında 16. Uluslararası Sofya Film Festivali ile yolculuğuna devam edecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde Şubat Film Gösterimleri

    Nâzım Hikmet Kültür Merkezi (NHKM), tiyatro ve konser etkinliklerinin yanı sıra film gösterimlerini de düzenli hale getiriyor. Kültür Merkezi, Yılmaz Güney Sinema Salonu’nu düzenli film gösterimlerine açtı. Her Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri üçer seans şeklinde başlayan gösterimlerin haftanın her gününe yayılması hedefleniyor. NHKM olanaklarını büyüterek cep sineması etkinliğini yoğunlaştırmayı, gösterim olanaklarını sinema alanındaki ihtiyaçlara uygun olarak geliştirmeyi ve sinema ile sinemaseverlerin piyasa kıskacı dışında buluşmalarına zemin olmayı hedefliyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Gösterilecek filmlere ait geniş bilgilere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde Şubat Film Gösterimleri yazısına devam et
  • Taksim Platformu’ndan Taksim Gezi Parkı Korunsun Başvurusu

    Taksim Gezi Parkı’nın, Halil Paşa Topçu Kışlası’nın restitüsyonu için yok edilecek olmasına karşı, konusunda uzman yüzlerce şehir plâncısı ve mimar, üniversite öğretim üyesi, sanatçı, semt dernekleri, parkın bir kültür varlığı olarak korunması gerekliliği talebiyle İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne tescil başvurusu yaptı. Bu girişim, Taksim Gezi Parkı’nın korunması ve geleceğe taşınması için önemli bir adım oluşturuyor. Aynı zamanda kentliyi ilgilendiren önemli kararlarda yerel yönetimlerin kararlarının müzakere ile oluşturulması gerekliliğini de ortaya koyuyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Taksim Platformu’ndan Taksim Gezi Parkı Korunsun Başvurusu yazısına devam et
  • Üç Film, İki Yönetmen ve Bir Aktör İstanbul’da Buluşuyor

    Bu ay British Council işbirliği ile 11. If İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin çok özel üç konuğu olacak. Britanyalı aktör Rupert Everett, Zenne’nin gösterimine katılacak ve herkesin korkusuzca kendisi olabileceği bir dünyaya sinema yoluyla sağladığı katkılar için ödüllendirilecek. Radiohead ve Joy Division gibi gruplar hakkındaki ödüllü belgesellerinden tanıdığımız yönetmen Grant Gee, yazar Emre Ayvaz moderatörlüğünde gerçekleşecek bir söyleşinin konuğu olacak. Britanya’nın en yenilikçi bestecilerinden Michael Nyman ise ilk uzun metrajlı filmi olan Film Kameralı Nyman’ı sunacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Üç Film, İki Yönetmen ve Bir Aktör İstanbul’da Buluşuyor yazısına devam et
  • Arka Pencere Dergisi’nden 3. Altın Kestane Şenliği

    Arka Pencere Dergisi, 119. sayısında, 2011’de Türk sinemasının en fenalarını seçtiği Altın Kestane Ödülleri’ni dağıtıyor. 33 isimden oluşan 3. Altın Kestane Ödülleri Büyük Jürisi’nce belirlenen ödüllerde Şerif Gören’in yönettiği Ay Büyürken Uyuyamam En Fena Film seçildi.
    Diğer ödüller şöyle: Yönetmen: Ömer Vargı (Anadolu Kartalları), Kadın Oyuncu: Hande Subaşı (Anadolu Kartalları), Erkek Oyuncu: Yaşar Alptekin (Bendeyar), Alarm Zili Ödülü: İsmail Hacıoğlu (Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak), Altın Çıngırak: Şirin Sever ve Engin Altan Düzyatan, Jüri Özel Ödülü: Hıncal Uluç.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi’nden 3. Altın Kestane Şenliği yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu