Tüm Şirketler, 03 – 05 Mayıs 2013 Haftasonu (Weekend) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi’nin gösterilmesi rica olunur.
11. Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali Başlıyor
Türkiye’nin ilk ve tek çevre temalı kısa film etkinliği olan Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali’nin 11.si Maltepe Belediyesi ev sahipliğinde, BASAD (Bakırköylü Sanatçılar Derneği) ve Çevre Film işbirliği ile 22 – 25 Mayıs 2013 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde düzenlenecek olan festival kapsamında, çeşitli ülkelerden ve Türkiye’den çevre temalı kurmaca, belgesel ve canlandırma türlerinde kısa filmlerin gösterimleri yanısıra, ulusal Çevre Kısa Film Yarışması, Ulusal Çevre Kısa Film Öykü Yarışması, sergiler, çocuklara yönelik özel filmler ve etkinlikler de yer alıyor.
Nisan Ayında Doğa Derneği: Kuruyan Göllerin Sorunu Hep Aynı: Aşırı Sulama ve Barajlar
Kuruma sorunu yaşayan Kırşehir Seyfe Gölü, Hatay Amik Gölü, Konya Ereğli Sazlıkları Akgöl ve Akşehir Gölü ile Afyonkarahisar Eber Gölü’nden kamu kurumu, üniversite ve sivil toplum örgütleri temsilcileri, Doğa Derneği’nin düzenlediği Göl Yoksa Yaşam da Yok: Deneyim ve İşbirliği Çalıştayı kapsamında Burdur’da buluştu. Çalıştayda katılımcılar yaşanan kurumanın sebeplerini anlattılar. İkinci gün ise Burdur Gölü’ndeki çekilme için yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldılar.
Nisan Ayında Doğa Derneği: Kuruyan Göllerin Sorunu Hep Aynı: Aşırı Sulama ve Barajlar yazısına devam et
Arka Pencere Dergisi’nde Pas ve Kemik Sesleri
Arka Pencere Dergisi, 184. sayısında, kapağına, Jacques Audiard filmi Pas ve Kemik’ten Marion Cotillard’ı yerleştiriyor. Tunca Arslan, köşesinde, Ceylan Özçelik’in kitabı Dikkat Çekim Var’ı yazıyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Pas ve Kemik, Iron Man 3, Eski Dostlar, Neredesin Süpermen?, Muhalif Başkan, Zoraki İkili, Bir Gevrek Bir Boyoz İki de Kumru, Bir Hikayem Var ve Max Maceraları: Dinoterra yer alıyor. Derginin 184. sayısı, bir Hitchcock alıntısıyla sona eriyor: “Ben korkularla dolu bir kişiyim. Bu nedenle her türlü karmaşadan ve güçlükten kaçınmak için elimden geleni yaparım.”
Arka Pencere Dergisi’nde Pas ve Kemik Sesleri yazısına devam et
Bahar İsyancıdır, Ankara’da
Yönetmen Selma Köksal’ın Fikret Bey adlı filminden sonra çektiği ikinci uzun metrajlı filmi Bahar İsyancıdır, 10 Mayıs 2013 Cuma günü Ankara Büyülüfener Sineması’nda gösterime giriyor, sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. İstanbul’daki gösterimi Beyoğlu Atlas Sineması’nda yapılan ve bir hafta içinde 1.200 sinemasever tarafından ilgiyle izlenen Bahar İsyancıdır filmi, 90’lı yılların ortalarından, 2000’li yılların başlangıcına, oradan da günümüze uzanan bir zaman diliminde, bir tiyatro topluluğunun, Oyuncular Kumpanyası’nın öyküsünü beyazperdeye getiriyor. Filmin başrollerini Selma Köksal, Volga Sorgu, Çimen Turunç Baturalp ve Yıldıray Şahinler paylaşıyor.
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Uçan Süpürge’de Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nün Bu Seneki Sahibi: Suzan Kardeş
16. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 09 Mayıs 2013 Perşembe günü başlıyor. Festivalde bu yıl Bilge Olgaç Başarı Ödülü sinemanın mutfağından bir isme, Suzan Kardeş’e gidecek. Suzan Kardeş, Yugoslavya topraklarında gözünü açtı, hep özlediği ülkesine dönene kadar yıldızlara ulaşmanın hayalini kurdu ve sonunda kendisi de bir yıldız oldu. Kuaförlükle başlayan çalışma yaşamını yeteneği sayesinde sanata yaklaştırdı, sinema ve tiyatronun mutfağında saç ve makyaj ustası oldu. Hünerini kamera arkasından kamera önüne de taşıdı, oyunculuk yaptı, şarkılar söyledi.
Uçan Süpürge’de Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nün Bu Seneki Sahibi: Suzan Kardeş yazısına devam et
Tüm Şirketler
Tüm Şirketler, 26 Nisan – 02 Mayıs 2013 Haftalık (Weekly) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.
Beyoğlu Emek Nasıl Kaybedildi? Beyoğlu Beyoğlu ve Diğer Beyoğlu Sinemaları Nasıl Kurtulur?
Hürriyet Gazetesi’nden Gülbahar Karakuş “Kelebeğin Rüyası”nın oyuncusu Mert Fırat’a sormuş “Son dönemde neleri kendinize dert ediniyorsunuz?” Mert Fırat şöyle cevap vermiş: “Emek Sineması var. Bir de son dönemde büyük değişim ve dönüşümün içinde, kültürel varlıkların kaybediliyor olması. Sinemanın, tiyatro binalarının bir bir gitmesi…”
Muzaffer Yıldırım Rakamları Konuşturuyor
Mars Entertainment Group CEO’su Muzaffer Yıldırım Beyoğlu’ndaki sinemaların kapanmasına sinema seyircilerinin artık bu bölgedeki salonları tercih etmemesinin neden olduğunu söylüyor ve rakamlar veriyor; Mars Entertainment Group CEO’su Muzaffer Yıldırım’ın söylediğine göre, Beyoğlu bölgesindeki yıllık seyirci sayısı 4 milyondan 600 bine gerilemiş.
En Çok Konuşmaya Hakkı Olan Kişi (Süheyla Kurtuluş) Nihayet Konuştu
Beyoğlu Emek Sineması’nı 35 yıl boyunca işleten Kurtuluş Ailesi’nden Süheyla Kurtuluş’un HaberTürk Gazetesi’nden Mehmet Çalışkan’a söyledikleri de çok aydınlatıcı…
Süheyla Kurtuluş aylık kiralarının dört bin lirayı bulduğunu, Emek’in sonunu müşterisizliğin getirdiğini, seyirci bulamadıklarını, İstanbul Film Festivali’ni ve Film Ekimi’ni düzenleyenlerin Emek Sineması’na yapmaları gereken ödemeyi bir yıl geciktirdiğini, sinemanın masraflarını karşılayabilmek/sinemayı açık tutabilmek için Bağdat Caddesinin en güzel yeri olan Şaşkınbakkal’daki evlerini sattıklarını söylüyor.
Beyoğlu Beyoğlu Sineması’na ve Diğer Beyoğlu Sinemalarına Sinemaseverlerin Sahip Çıkması Gerekiyor
Cercle d’Orient (Serkl Doryan) İnşaatını yapanlar Beyoğlu Emek’in kaybedilmediğini iddia ediyor ve yukarı katlara taşınarak bir şekilde yaşatılacağını söylüyor… Ancak, Beyoğlu’nda kaybedilen sinema salonu o kadar çok ki… Hangi birini sayayım: Saray, Lale, Alkazar, Yeni Melek, Elhamra, Rüya, Lüks, Sinepop yine benim hatırlayabildiğim kapanan sinema salonları… Bunlara Atatürk Kültür Merkezi içindeki sinema salonu da dahil edilebilir.
Yeterince müşteri bulamayan bu nedenle her an kapanabilecek Beyoğlu Beyoğlu Sineması’na ve kapanma tehlikesi olan diğer tüm Beyoğlu sinemalarına sinemaseverlerin filmleri buralarda seyrederek sahip çıkmasını dileyerek yazımı bitirmek istiyorum.
(13 Mayıs 2013)
Hakan Sonok
8. Uluslararası Dadaş Film Festivali
8. Uluslararası Dadaş Film Festivali, Sinema ve Basın temasıyla 16 – 20 Mayıs 2013 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Festival, her yıl olduğu gibi bu yılda önemli filmlere ve sanatçı konuklara, yazarlara, basın mensuplarına, akademisyenlere ev sahipliği yapacak. Festivalde sinemamızın değerli isimlerinden Nebahat Çehre, Engin Çağlar, Eşref Kolçak, Şefik Döğen ve Abdurrahman Keskiner’e onur ödüllerini takdim edilecek. Bu yılki teması Basın ve Sinema olan festivalde Ulusal Basın üyelerinden birçok konuk Erzurum’a gelecek ve panel düzenlenecek.
8. Uluslararası Dadaş Film Festivali yazısına devam et
Doğaüstü
Popüler fantastik gerilim filmlerinde hikâyeyi, kamerayı karakterlerden birinin eline tutuşturarak anlatma tarzı ilk olarak 1999 yılında The Blair Witch Project filminde kullanılmıştı. Film her ne kadar olağanüstü yorumlar aldı ve izleyiciyi ters köşeye yatırdıysa da yönetmenler taklitten kaçınma isteğiyle olsa gerek 2000’li yılların başlarında bu “found footage” denilen anlatım tarzına başvurmadılar. Yine aynı yöntemle çekilen 2007 yapımlı Paranormal Activity dünya çapında gişe başarısı elde edince tür filmi yönetmenleri de kameralarını karakterlerine vermeyi hoş gördü. Devam eden yıllarda Amerikan sinemasında el kamerasıyla çekilen fantastik gerilim furyası Quarantine (2008), Cloverfield (2008), The Last Exorcism (2010) ve The Devil Inside (2012) gibi pek çok filmle devam etti ve böylelikle “found footage”, tür sinemasında kendine güçlü bir yer edindi. Bu metodun özellikle fantastik gerilim gibi doğaüstü olayları anlatan filmlerde kullanılmasını da gerçekçilik duygusu uyandırma ve inandırıcılığı artırma çabasına bağlayabiliriz.
12 milyon Dolar gibi düşük sayılabilecek bir bütçeyle çekilen Chronicle da son dönem popüler “kamerayı karaktere ver” filmlerinden. İlk uzun metraj denemesini yapan Josh Trank yönetmenliğindeki Chronicle, üç gencin yer altında buldukları bir nesnenin etkisiyle telekinezi yetisi kazanmalarını anlatıyor. Gençler birdenbire edindikleri bu güçle adeta kendilerinden geçiyorlar ve ilerleyen günlerde aralarından birinin uçabildiklerini keşfetmesiyle de kendilerini durdurabilecek hiçbir şey kalmadığını anlıyorlar. Bu fantastik ögelerle süslü yüzey örtüsünün altında çok derin sular yatıyor. Özellikle Dane DeHaan’ın abartısız performansıyla Andrew’un aile hayatı ve psikolojisine odaklanan film Andrew üzerinden ezilmiş ve bastırılmış bir kişinin sınırlarının nereye kadar zorlanabileceğini irdeliyor. Filmin en büyük başarısı güç ve tanınırlık olgularının sebebiyet verdiği kişisel çöküşün aile çerçevesi üzerinden incelenmesi. Ayrıca o örümceğe ve neyi sembolize ettiğine dikkat edin derim. En çarpıcı ve etkileyici sahnelerden biriydi.
Büyük umutlarla izlemeye başladığım Chronicle’ın maalesef daha fazla iyi özelliğini sayamayacağım. Fantastik gerilim türünün çok büyük bir hayranı olmama rağmen Chronicle’ı yeteri kadar beğenemedim. Görsel açıdan bakarsak -özellikle karakterlerin uçtuğu yerlerdeki- yetersiz özel efektleri filmi beyazperdeden alıp televizyon dizisi statüsüne düşürüyor. Karakterlerin, edindikleri bu doğaüstü gücü yadırgamayıp doğrudan “haydi gücümüzü kullanalım” evresine geçişleri, yani kabulleniş evresinin tamamen atlanılması da hikâye akışı açısından çok büyük bir eksik. Ayrıca finaldeki dağınık ve aşırı hareketli kamera çekimlerine maruz kalmış, kolay takip edilemeyen çekişme sahnesi de rahatsız edici.
Gişe başarısı ve olumlu yorumlarıyla büyük bir beklentiye sokan filmi maalesef yeterince iyi bulmadım; fakat bu filmdeki ‘sorunlu ergen’ tiplemesinden sonra Dane DeHaan’ı The Amazing Spider-Man’in devam filminde Harry Osborn rolünde görmek için sabırsızlandığımı itiraf etmeliyim. Puanı: 5/10.
(13 Mayıs 2013)
Kemal Doğukan Sağbaş
Hatırlamak ve Anlatmak İçin Şehre BAK Projesi, Diyarbakır ve Batman’da İlk Buluşmasını Gerçekleştirdi
Batman, Çanakkale, Diyarbakır ve İzmir’den gençlerle şehirlerin hafızasına odaklanarak ortak fotoğraf ve video projeleri üretilmesini amaçlayan Anadolu Kültür ve Diyarbakır Sanat Merkezi’nin yeni projesi BAK’ın ilk buluşması, 20 – 24 Nisan 2013 tarihlerinde Diyarbakır ve Batman’da gerçekleşti. Batman, Çanakkale, Diyarbakır ve İzmir’de yaşayan, video ve fotoğrafla ilgilenen 18 – 26 yaşları arasındaki 24 genç, 5 gün boyunca şehir, hafıza, fotoğraf ve video üzerine atölyeler ve etkinlikler gerçekleştirdiler.
Hatırlamak ve Anlatmak İçin Şehre BAK Projesi, Diyarbakır ve Batman’da İlk Buluşmasını Gerçekleştirdi yazısına devam et
Cannes Film Şenliği Başlıyor
15 – 26 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek olan 66. Cannes Film Festivali, yarın akşam Türkiye saatiyle 19:25’ten itibaren NTV’den canlı yayınlanacak açılış töreni ile başlıyor. Ardından açılış filmi olarak davetlilere sunulacak olan Baz Luhrmann imzalı ‘Muhteşem Gatsby / The Great Gatsby’ filminin gösterimi var.
Avustralyalı yönetmenin punk ‘Romeo Juliet’ uyarlaması ve alabildiğine barok ‘Moulin Rouge’unun ardından, bu kez, ekonomik refahla birlikte sınıf ilişkilerinin giderek keskinleştiği 1920’ler Amerikasının çılgın caz yıllarını, klasikleşmiş F. Scott Fitzgerald metninden yola çıkarak kendine has üslûbuyla nasıl yorumladığı merak konusu.
Cannes’da yarışma dışı olarak gösterilecek olan ‘Muhteşem Gatsby’, dünya sinemalarıyla birlikte bu haftasonu bizde de gösterime girecek. Filmin Cannes açılışı öncesinde gerçekleştirilecek olan ülkemizdeki basın gösterimini takiben yorumlarımızı bir diğer yazıda aktarmak üzere festivalin Altın Palmiye için yarışan filmlerine geçelim dilerseniz.
Yarışmalı bölüm bu yıl 20 filmden oluşuyor. 10 gün sürecek olan festivalde her gün iki yarışma filmi gösteriliyor. Biz de günlük programı takip ederek bu sütunlarda yarışmalı seçkiyi gün bazında tanıtmaya başlıyoruz.
16 Mayıs Perşembe sabahı basına gösterilecek ilk yarışma filmi François Ozon imzalı ‘Jeune & Jolie (Genç ve Güzel). Bir kez daha aile ilişkilerini sorguladığı San Sebastian şenliği büyük ödüllü hınzır kara mizah denemesi ‘Evde / Dans La Maison’u yakında sinemalarda izleyeceğimiz Fransız yönetmen, senaryosunu da yazmış olduğu bu son filminde, 17 yaşında bir genç kızın kadınlığa geçiş hikâyesini dört mevsime eşlik eden dört popüler şarkı aracılığıyla anlatmayı denemiş. Film bu bilgiler dışında şimdilik kapalı kutu. Yine Cannes’ın gediklisi Fransız sinemacı Christophe Honoré’nin gözde tarzı olan bu tarz müzikal drama (bkz. ‘Aşk Şarkıları / Chansons D’amour; iki yıl öncesinin kapanış filmi ‘Sevgililer / Les Bien-Aimées’) Ozon için de yabancı sayılmaz. 2002 yapımı ‘8 Kadın / 8 Femmes’da Robert Thomas’ın polisiye metnini Fransız sinemasının sekiz ünlü oyuncusunun şarkı ve dansları eşliğinde anlatmışlığı var. Bakalım bu defa neler yapmış.
Aynı gün yarışma mönüsünde yer alan ikinci yapım, Amat Escalante imzalı ‘Heli’. Bizler Meksikalı yönetmeni, İstanbul Festivali’ndeki gösteriminde hayran olduğumuz 2005 yapımı ‘Kan / Sangre’ adlı çalışmasından hatırlıyoruz. Aynı yıl Cannes şenliğinin ‘Un Certain Regard’ bölümünde gösterilmiş ve eleştirmenler ödülünü almış olan film, küresel kapitalizmin dayatmaları ve Meksika varoşlarındaki dehşetengiz yozlaşma üzerine çarpıcı bir otopsi niteliğindedir. Yönetmenin yine Cannes’da aynı program seçkisi altında gösterilmiş 2008 tarihli ikinci filmi ‘Piçler / Los Bastardos’, Los Angeles’ta kaçak olarak günlük işlerde çalışan iki işçinin kanlı bir çatışmaya dönüşen hikâyelerini anlatır.
Escalante’nin bu defa Cannes’ın yarışmalı ana seçkisine kabul edilmiş olan bu üçüncü çalışması, yönetmenin yetiştiği, Mexico City’ye 5 saat uzaklıktaki Guanajuato’ya benzer bir yerleşim bölgesinde geçmekte. General Motors’un bir otomobil fabrikası kurduğu, dolayısıyla işçilerin sıkışık ve düzensiz bir şekilde fabrika çevresinde oluşturduğu yeni ve sevimsiz yerleşim birimlerinden birinde.
İnsanların yüzünde sürekli bir endişenin hüküm sürdüğü, şiddetin günlük hayatın gerçeği olduğu bu ortamda, küçük ‘Estela’ gencecik bir polis okulu öğrencisine delicesine tutulur. İki genç sevdalı buralardan kaçıp evlenmek isterler. Lâkin genç polisin bulaşmış olduğu bir uyuşturucu operasyonu, kızın suçsuz ailesinin kör şiddetle yüzyüze gelmesine neden olacaktır.
Film, köprü üzerinde asılmış bir adamın görüntüsü ile açılıyor ve uzun bir geri dönüşle yoluna devam ediyor. İlk kez dijital kamera kullanan Escalante’nin filmi şiddet yüklü sahneler, seyri zor bir işkence sahnesi içeriyor. Escalante sert üslubunun gerekçesini ’bu Meksika’nın günlük gerçeği, gazete sayfaları benzer vahşet olaylarıyla dolu’ şeklinde yanıtlamış. Filmin nasıl karşılanacağını biz de merak ediyoruz.
(14 Mayıs 2013)
Ferhan Baran
Kenan İmirzalıoğlu 2
Dylan McDermott
Amour
Bir dergi anketinde sorulan “Aşk nedir?” sorusuna verilen bir cevapta “Sözlükte ‘A’ harfinde yer alan bir kelime” deniliyordu. Türkçe için doğru olabilir, Fransızca içinde… ya İngilizce veya Almanca için… Şimdiye kadar “kaç aşk romanı yazılmış, yönetmenler kaç tane” aşk filmi çekmiştir. (Burada soralım “aşk romanı” veya ” aşk filmi” ne demektir? Bunların diğer roman ve filmlerden ayrıldığı noktalar var mıdır? Bu sorulara (ve daha öncekilere) herkesin kendine göre bir cevabı vardır. Bir eleştirmenimiz (?!) Ömer Kavur’un Körebe (1985) filmi için yazdığı yazıda, film hakkında birçok şeyler yazdıktan sonra, yazısını “film de aşk olmadığını” belirterek bitiriyordu. Doğrudur da ama bu bir kusur mudur; bir filmde mutlaka aşk olmalı mıdır? Ya filmin adı, AŞK -veya AMOUR hadi bir de LOVE diyelim- olursa. (Aynı sorular roman-lar -ve diğer kitaplar ve diğer şeyler içinde- geçerlidir. Film -bir şey anlatır-, bir şey anlatmaz, bazı şeyleri gösterir, birçok görüntülerinin arasında Haneke’nin Amour’u ne anlatır / ne gösterir?
Öncelikle Emmanuelle Riva, Alain Resnais’in Hiroshima Mon Amour’unun güzeller güzeli Emmanuelle Riva’sı (Japon oyuncu Eiji Okada ile birlikte) sadece görmediğim bir filminde daha adına rastladım. Başka filmde (filmlerde) oynadı mı? Oynamış! Amma, Haneke’nin Amour’unda da oynuyor ve ne mutlu bize ki O’nu seyredebildik, eskilerin deyimi ile camii yıkılsa da mihrap yerinde… Ya Jean Louis Trintignant’a ne demeli? Trintignant, Angélique filmlerinin ilklerinde Mercier karşısında idi ama Lelouch’un filminde Anouk Aimiée ile oluşturdukları ikili -ikisinin de diğer filmlerine rağmen- hâlâ heyecanlandırıcı. Lelouch’un çıkış filmi Un Homme et Une Femme (filmin adının tam çevirisi “Bir Erkek ve Bir Kadın”dır, bizde “Bir Kadın Bir Erkek” diye oynadı -ve filmin 20 yıl sonra çekilen devamı Un Homme et Une Femme: Vingt ans aprés… Bizim Kanun Namına ve Yirmi Yıl Sonra’ya bir nazire mi? Bizim Akad ve Seden’in filmlerinin zaman bakımından önceliğini unutmayalım.)
Haneke’nin Amour’unu yazacaktık, giriş bambaşka oldu, ancak öncelikle -sinema belleğimizin apayrı filmlerinden gelen ikili- Trintignant ve Riva’dan söz etmememiz olmazdı. Haneke’nin aşk’ı yenileyen filminde, uzun yıllar yaşadıkları aşk’ın (!) son günlerine ulaşınca, birbirlerine destek ve köstek, fakat birlikte olmak için aşkın yeni ve acı şeklini keşfediyorlar. Film, sonundan başlıyor, yani sonunda ne olduğunu baştan öğreniyoruz fakat varacakları nokta, nasıl varacakları, aşkın nelere kadir olduğu, filmin sonunda ve çarpıcılığını yitirmiş ve durgunlaşmış Haneke üslûbunca anlatılıyor. Yine Haneke’ye özgü bir sahne ile bitiyor film, asıl filmin bittiğinden biraz sonra… Film aslında adamın karısını -yastık ile- öldürmesi ve kendi sonunu hazırlaması ile bitiyor. Haneke’ye özgü sahne -senaryo da Haneke’nin değil mi?- ise, bitiş sonrası… Annesi ve babasının kapıyı çekip gitmelerinden (!) sonra eve gelen kız-ları ilk kez babasının koltuğuna oturuyor, sessiz, çıt çıkmayan evi dinliyor (mu?), hiç bir şey yapmıyor, oturuyor. Ev, artık boştur…
İki kişi arasında (bir de kızları var, damatta görünüyor, kapıcı da, kapıcının karısı da -ama) aslolan iki kişi ve tek mekân (ev-leri) ve yılların imbiğinden geçmiş, bu arada zaman zaman yaralarda almış (olabilir) aşkları, ortak noktaları müzik (kızları da -konser- piyanisti) ve gelinen -ölümün kapısındaki- nokta… 1932 doğumlu Emmanuella Riva ve 1930 doğumlu Jean Louis Trintignant düet yapar gibi oynuyorlar. (Bu arada -kısa bir araştırmada- Trintignant’ın yönetmenlik de yaptığını öğreniyorum) Evet, film kızları’nın, babasının koltuğuna oturması ile bitiyor. (mu?)
(12 Mayıs 2013)
Orhan Ünser