Hollywood’da Bir Türk Daha: Melissa Papel

Daha önce Elveda Rumeli, Off Karadeniz, Bensiz, Saha gibi dizi ve filmlerde oynayan, ayrıca TRT Spor’da da Bisiklet Dünyası adlı programın 78 bölüm boyunca sunuculuğunu yaparak sempati toplayan Melissa Papel, 2 yıldır çalıştığı İstanbul’dan ayrılarak Hollywood’a yerleşti. Annesi Türk babası Fransız olan genç oyuncu 6 ay gibi kısa bir zaman içinde oyunculuktan yapımcılığa geçerek Hollywood’da ilk uzun metraj filmini gerçekleştirdi. Tigertail Films ile birlikte yapımcılığını üstlendiği Discarded’ adlı filmin başrollerinde John Savage, Michelle Lombardo, Roslyn Gentle, Gib Gerard, Blanca Blanco ve Blaine Gray oynuyor. (Haber: Aydın Sayman.)

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Hollywood’da Bir Türk Daha: Melissa Papel yazısına devam et

    Erkek Tarafı: Testosteron

    İlksen Başarır’ın yönettiği ve Mert Fırat, Emre Karayel, Timur Acar ile Onur Ünsal’ın oynadığı Erkek Tarafı: Testosteron, 22 Kasım 2013’de Pinema Film dağıtımıyla Mars Entertainment Group – Kutu Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Her şey nikâh salonunda evlenmek üzere olan gelinin salondaki konuklardan biriyle öpüşmesiyle başlar. Nikâh salonu savaş alanına döner. Ortalık yatışınca kavganın tarafları olan 7 adam ünlü gelinin neden bir bilim adamıyla olan ilişkisini nikâh salonunda bitirmeye çalıştığını tartışır. Gece boyunca “kadınlar” üzerinden konuşurlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Erkek Tarafı: Testosteron yazısına devam et

    Çağan Irmak’tan Çarpıcı Bir Dostluk Hikayesi: Tamam mıyız?

    Babam ve Oğlum, Issız Adam, Dedemin İnsanları gibi filmleriyle büyük ilgi toplayan Çağan Irmak’ın, senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği Tamam mıyız? filmi için geri sayım başladı, film 29 Kasım’dv sinemalarda gösterime giriyor. Başrollerinde Aras Bulut İynemli, Deniz Celiloğlu, Sumru Yavrucuk, Zuhal Gencer Erkaya, Aslı Enver ve Gürkan Uygun’un rol aldığı, hayatının en zorlu dönemini geçiren Temmuz ile bedensel dezavantajı nedeniyle en yakını babası tarafından bile kabul görmeyen İhsan’ın çarpıcı hikâyesini konu alan filmin fragmanı 11 Ekim’den itibaren sinemalarda ve sosyal medyada gösterilmeye başlandı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Robert Redford’un Başrolünde Oynadığı Sona Doğru 15 Kasım’da Sinemalarda

    Filmde Robert Redford Hint Okyanusu’nda tek başına derin bir yolculuğa çıkan ismini bilmediğimiz bir adamı canlandırıyor. Film, kahramanımızın 12 metrelik teknesinin zarar görmesi ve su almaya başlamasıyla başlıyor. Navigasyon aletleri ve telsiz ekipmanı bozulan adam bilmeden şiddetli bir fırtınaya doğru seyrediyor. Oscar kulislerinde Sona Doğru’daki üstün performansı ile aday olacağı konuşulan Redford’un canlandırdığı karakter film boyunca tüm gücüyle her şeye rağmen hayatta kalmaya çalıyor. Daha önce Margin Call filminin yazar ve yönetmenliğini yapan J. C. Chandor daha o zamandan Redfod’un ilgisini çekmiş; bu senaryo ile kendisine geldiğinde çok sevindiğini belirtiyor ve “İlk defa Sundance katılımcılarından biri bana iş teklif etti” diyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Şeytanın Günü

    Matt Bettinelli Olpin ile Tyler Gillett’in yönettiği ve Zach Gilford, Allison Miller, Steffie Grote ile Sam Anderson’un oynadığı Şeytanın Günü (Devil’s Due), 24 Ocak 2014’de Tiglon Film dağıtımıyla Tiglon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Balayı sırasında gizemli, garip bir gece geçiren Samantha ve Zach, kendilerini hiç beklemedikleri bir gebelikle karşı karşıya bulurlar. Gerçek bir aile olmaya doğru attıkları adımları kamerayla sürekli kaydeden Zach, Samantha’nın gittikçe garipleşen davranışlarını önce hamileliğiyle ilgili zanneder. Aylar geçtikçe genç kadının bedeni ve ruhsal durumundaki karanlık değişimlerin sebebinin çok daha korkutucu ve uğursuz bir güç olduğu ortaya çıkacaktır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Şeytanın Günü yazısına devam et

    Sinematek Derneği Sinema Kursları 21 Ekim′de Başlıyor

    Sinematek Derneği’nin sinema kursları başlıyor. Sinemaya seyirci kalmayan, daha yakından ilgi duyanların, film çekiminin tüm aşamalarını öğrenmelerini amaçlayan atölye çalışmaları herkese açık olarak düzenleniyor. Kurslarda, Senaryo ve Dramatik Yazarlık Atölyesi, Film Yapım Yönetmenlik Atölyesi, Belgesel Film Atölyesi, Kamera Önü Oyunculuk Atölyesi, Kurgu Montaj Atölyesi ve After Effect Atölyesi yer alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Sinematek Derneği Sinema Kursları 21 Ekim′de Başlıyor yazısına devam et

    Büyüklerin Dünyasında Arada Kalmış Çocuklar

    Çağdaş Amerikan bağımsız sinemasından ilginç bir örnek olan ‘Arada Kalan’, Henry James’in ‘What Maisie Knew’ adlı romanından uyarlanmış. Boşanmış ve sorumsuzca davranan ebeveynlerinin ihmal ettiği hassas küçük kızın bakış açısıyla yazılmış olan üstadın bu minör eseri, ilk kez yayınlandığı 1890’lı yılların geç Viktorya dönemi Londra’sında aile yapısındaki çözülme üzerine ilginç gözlemleriyle bilinir. Scott McGehee ve David Siegel ikilisi, bu kırılgan hikâyeyi günümüz New York’una taşımış. Çağdaş ebeveynler Amerikalı rock yıldızı Susanna (Julianne Moore) ve İngiliz sanat simsarı Beale (Steeve Coogan), Viktorya dönemi öncülleri denli bencil ve birbirlerine karşı öfkeliler. Maisie ikilinin güç kanıtlama objesine dönüşmüştür. Küçük kız ilgi ve huzuru, eski dadısı olan üvey annesi Margo (Joanna Vanderham) ve İsveç asıllı barmen üvey baba Lincoln’ın (Alexander Skarsgard) yanında bulmayı deneyecektir.

    Ana akım sinemadan farklı bir kulvarda azimle ilerleyen yönetmen ikilimizin beşinci birliktelikleri bu. Bizde sinemalara gelmemiş 1993 yapımı ilk çalışmaları ‘Suture’ (Dikiş İzi), gerçeküstücü özellikler taşıyan yaman bir kara film örneğidir. McGehee/Siegel ikilisinin kimlik ve aile meselelerine odaklanmış çalışmaları, ana oğul ilişkisi üzerine yoğunlaşan Tilda Swinton’lı ‘Deep End’ (2001), bitmekte olan bir evliliğin entellektüel bireyleri arasındaki gerilimin gözlemcisi Richard Gere ve Juliette Binoche’lu ‘Bee Season’ (2005) ile devam eder. 2009 yapımı ‘Uncertainty’ (2009), hayatın belirsizliği ve seçimlerimiz üzerinedir.

    ‘Arada Kalan’ ikilinin önceki hikâyeleri ile karşılaştırıldığında belki daha hafif ancak daha umut dolu. Yönetmenler, James’in seçimine uygun olarak hikâyeyi küçük kızın bakış açısıyla vermeyi seçmiş. Bunu da çok doğru bir seçimle üstadın incelikli metni yerine kamera açılarıyla çözümlemiş. Maisie’nin göz seviyesine uygun bir şekilde konumlanmış başarılı kamera çalışmasıyla, bu parçalanmış aile hikâyesini Maisie’nin gözünden izleme fırsatı buluyoruz. Ebeveynleri canlandıran güçlü oyunculara ilâveten Maisie rolünde parlak yetenek Onata Aprile’nin varlığı filmin belki de en önemli kozu. James’in edebi metninden yola çıkarak, Brecht’in ‘Analık Davası’, ‘Kramer Kramer’e Karşı’ ya da ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’a uzanan sevgi emektir, çocuk esirgeyip büyütenindir benzeri temaları anımsatan haftanın ilgiye değer çalışmalarından biri ‘Arada Kalan’.

    (25 Ekim 2013)

    Ferhan Baran

    [email protected]

    Arka Pencere Dergisi Dövüş Kulübü Kuruyor

    Arka Pencere Dergisi, 208. sayısında, kapağına David Fincher’ın Dövüş Kulübü’nü yerleştiriyor. Tunca Arslan köşesinde, geride kalan 50. Altın Portakal’a bakıyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Onur Savaşı, Gözümün Nûru, Buraya Kadar, Son Aşk, Kesişen Hayatlar, Paranoya ve Sev Beni yer alıyor. Sapık köşesiyle devam eden Arka Pencere’nin 208. sayısı, her hafta olduğu gibi bir Alfred Hitchcock alıntısıyla nihayete eriyor: “Aslında Hırsız Kız’da (Marnie) canımı gerçekten sıkan şey, ikinci derecedeki karakterler oldu. Bu insanları, arka plandaki aileyi bilmediğimi hissediyordum.”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Hepsi Birarada Kapak Fotoğrafları
  • Ender’s Game: Uzay Oyunları

    Gavin Hood’un yönettiği ve Harrison Ford, Asa Butterfield, Hailee Steinfeld ile Viola Davis’in oynadığı Ender’s Game: Uzay Oyunları (Ender’s Game), 08 Kasım 2013’de Medyavizyon Film dağıtımıyla Medyavizyon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Düşman uzaylılar olan Formic’ler Dünya’ya saldırmıştır. Efsanevi Uluslararası Filo Komutanı Mazer Rackham’ın kahramanlıkları olmasaydı herşey yok olabilirdi. Bir sonraki saldırıya karşılık hazırlık yapan Albay Hyrum Graff ve Uluslararası Ordu, geleceğin Mazer’ını bulabilmek için yalnızca en iyi olan genç ve taze beyinleri eğitmektedir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb
  • Ender’s Game: Uzay Oyunları yazısına devam et

    Programını Gençlerin Belirlediği Vodafone Freezone Kaçan Filmler Festivali Başlıyor

    Vodafone FreeZone, sene içinde ders ve sınav koşturması sebebiyle kaçırılan hit filmleri Vodafone FreeZone’lular için yeniden sinemalara getiriyor. Üstelik Vodafone FreeZone Kaçan Filmler Festivali’nin programını FreeZone’lular belirledi. Vodafone FreeZone’un Facebook hesabında oylamaya açılan Özgür Anket’in sonucuna göre en çok oy alan kaçırdıkları veya yeniden izlemek istedikleri filmleri seçti. Kaçan filmler arasında en çok oyu alan Açlık Oyunları, CM101MMXI Fundamentals, Wolverine ve Zor Ölüm: Ölmek İçin Güzel Bir Gün 21 – 24 Ekim 2013 tarihleri arasında, 5 ilde tekrar vizyona giriyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Film Arası Dergisi’nde Kutluğ Ataman: Sovyet Cumhuriyeti Olmaktan Kurtuluyoruz

    Film Arası Dergisi’nin Ekim sayısına konuk olan ünlü yönetmen Kutluğ Ataman, çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. Türkiye’de sol denilen şeyin aslında sağ olduğunu söyleyen Ataman, “Türkiye sinemasına baktığın zaman aslında ortaya çıkan çok güçlü, hâlâ kıramadığımız bir geleneğimiz var. O da Yeşilçam sinemasına alternatif olarak 1970’lerin sonunda 12 Eylül’den de sonra gelen sol geleneğin dilinin belirli imzaları, fırça hareketleri, klişeleri var. Onlardan vazgeçemiyoruz.” dedi. Röportajın tamamı, Film Arası’nın Ekim sayısında.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Hepsi Birarada Kapak Fotoğrafları
  • Film Arası Dergisi’nde Kutluğ Ataman: Sovyet Cumhuriyeti Olmaktan Kurtuluyoruz yazısına devam et

    Sinecine Dergisi’nin 8. Sayısı Çıktı

    Türkiye’nin ilk ve tek hakemli sinema dergisi Sinecine’nin 8. sayısı [2013> (4)2 > Güz], farklı disiplinleri sinema ortak paydasında buluşturmak ve farklı konuları tartışmak için Prof. Dr. Hasan Akbulut editörlüğünde çıktı. Dergide Çağla Karabağ Sarı, Eren Yüksel, Nagehan Tokdoğan, Sevcan Güğümcü, Önder Özdem, Ebru Yener Gökşenli, Emrah Özen, Burçin Kalkın Kızıldaş ve Ş. Ezgi Mert’in yazıları var. İlk sayının içeriğine ve diğer sayıların özetlerine derginin web sitesinden ulaşılabiliyor. Sinecine’nin 9. sayısı için yazı ve katkı beklenen dergiye makale gönderimi için son tarih 30 Kasım olarak belirlendi. Sinecine Dergisi’nin 9. sayısının [2014> (5)1] editörlüğünü de Prof. Dr. Hasan Akbulut yapacak. Derginin yeni sayısı için yazılarınızı [email protected] adresine gönderebilirsiniz.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Hepsi Birarada Kapak Fotoğrafları
  • Altın Palmiye’li Hayırsızada Üzerine

    63. Cannes Film Festivali’nde yılın en iyi kısa animasyon filmi seçilerek Altın Palmiye ödülü kazanan 15 dakika uzunluğundaki renkli “Barking Island / Chienne d’Histoire / Hundeelend / Hayırsızada” Avustralya’daki Melbourne ve Fransa’daki Clermont-Ferrand Film Festivalleri’nin programlarında da yer almıştı.

    Antalya Film Festivali’nde de “Hayırsızada”nın yönetmeni ve senaryo yazarı Serge Avedikian (01 Aralık 1955 Erivan, Ermenistan doğumlu) Kısa Film Atölyesi de gerçekleştirmiş ve burada yönetmenle bir söyleşi de yapılmıştı. Serge Avedikian aynı zamanda Antalya Film Festivali Kısa Film Ödüllleri Seçici Kurulu’nda yer almıştı.

    Bu yazımızda (ilerleyen satırlarda) “Hayırsızada” filmine konu alan 1910 yılındaki korkunç olayın/katliamın bir Fransız tanığının çarpıcı izlenimlerini de bulabileceksiniz.

    1910 yazında İstanbullara bedava bekçilik ve çöpçülük hizmeti veren 80 bin kadar sahipsiz köpeğin Hayırsızada / Sivriada’ya atılarak öldürülmesini konu alan korkunç olay Toplumsal Tarih Dergisi’nin Ağustos 2010 tarihli sayısındaki “1910’da gerçekleşen Büyük Köpek İtlafı” başlıklı kapak konusunda da işlendi. Dergideki makale Irvin Cemil Schick imzasını taşımaktadır.

    Osmanlı Tarihi’ndeki Köpek Katliamları ve Sürgünleri

    Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’da bin kadar köpeğe kıyıldığı, Sultan 1. Ahmed döneminde köpeklerin toplanarak Üsküdar’a sürüldüğü tarihçilerce belirtiliyor. 19. yüzyılda İstanbul’da 40 ila 50 bin sokak köpeği olduğu tahmin ediliyor. Bir İngilizi öldüren bu köpeklerden kurtulmak isteyen ilk Padişah 2. Mahmut olmuş ve bunları toplatarak
    Sivriada’ya yollatmak istemiş. Köpekleri taşıyan tekneler karaya oturunca bu olay Allah’ın bu uygulamaya karşı çıktığı şeklinde yorumlanmış ve plândan hemen vazgeçilmiş. Sultan Abdülaziz döneminde de tatbik edilmek istenen plândan kentte çıkan büyük yangınlar Allah’ın yeni bir gazabı olarak olarak yorumlanarak bir kez daha vazgeçilmiş. Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in İstanbul seyahatleri öncesinde de (1889 ve 1898) köpek katliamı gündeme gelmiş ve bunu plânlayanlar, 2. Abdülhamit ile onun yakını Doktor Spyridon Mavrogenis’yi aşamamışlar. 1902’deyse Hattat Şefik Seyfi Bey’in İstanbul’un köpeklerinin kurbanı olduğu iddiaları da bulunuyor. Köpekleri İstanbul sokaklarında istemeyenler “Avrupa’nın medeni şehirlerinde başıboş, sahipsiz köpek yok. Bizde de öyle olmalı,” fikrini bıkmadan usanmadan savunmuşlar. Bu azılı köpek düşmanlarının amaçlarına ulaştıkları yılsa 1910 olmuş.

    Önce Köpeklere Sonra İnsanlara Kıyıldı

    Sivriada Köpek Katliamı’nın olduğu yıl (1910’da) “1909’da tahttan indirilen 2. Abdülhamit avlarda ateşli silâh kullanmayı yasakladığı için, o tarihten sonra İstanbul’da yunus balıklarının sayısının arttığını” yazan Henri Bertrand Bareilles 1918’deyse şunları yazmıştır: “İttihat ve Terakki hükümetinin köpek katliamı ilerideki insan kıyımlarına bir ön hazırlık, bir prova niteliğindeydi.”

    Kötü Yönetim Üç Milyon İnsanın Canına Mal Oldu

    Yeniçerilerileri ortadan kaldıran, onları salkım saçak ağaçlara astıran Padişah 2. Mahmut’un bir İngiliz vatandaşını öldürdükleri için plânladığı ancak İstanbullulardan gelen yoğun tepkiler üzerine vazgeçtiği sokakların köpeklerden arındırılması plânını gerçekleştiren İttihat ve Terakki hükümeti 1914-1918 arasında Osmanlı’yı Almanya’nın güdümünde Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyerek imparatorluk nüfusundan üç milyon insanın ölümüne neden olmuştur.

    1910 Sivriada Köpek Katliamı’nın Fransız Tanığı Robert Gillon

    35 yıl önceki (Ekim 1975 tarihli) Hayat Tarih Mecmuası’nda “Sürgün Köpekler” başlığıyla 1910 yaz aylarında Sivriada köpek katliamını gören Fransız yazar Robert Gillon’un tanıklığı Eser Tutel’in çevirisiyle yayınlanmıştı. İşte bu yazıdan bazı çarpıcı bölümleri aşağıda bulabilirsiniz:

    Hayat Tarih Mecmuası’ndan “Sürgün Köpekler” Makalesi:

    ”İstanbul’un, sihirli güzelliğinin bütün ihtişamıyla gözler önüne serildiği bir akşam vakti rıhtıma ayak basarken, Galata’daki köpeklerden hiçbirinin ortalıkta görünmediğini fark ederek şaşırdık. Batı’da yayınlanan gazetelerden, yeni Jön Türk rejiminin, şehrin sokaklarının görünüşünü değiştirdiğini, bu arada sokakları dolduran binlerce köpeğin Marmara’daki ıssız adalardan birine atıldığını okumuştuk. (…) Son olarak üç yıl önceki ziyaretimde bakışları insanın kalbine işleyen bu yaratıkların binlercesini görmüş, bu zavallı yaratıkların adeta şehrin bir parçası olduğuna inanmıştım.

    Ama gerçek şuydu ki, yanılmıştık. Köpeklerin takibi, Narlıkapı, Yedikule gibi eski semtlerde gerektiği şekilde yapılamadığından ertesi gün daracık eski sokaklarda dolaşırken az köpekle karşılaşmadık. Öte yanda, Eğrikapı ve Tekfur Sarayı’ndan Haliç’e inerken de pek çok köpeğe rastladık.

    Nuruosmaniye Camii’nin yakınındaki Tokatlıyan’da öğle yemeğimizi yerken, dostlarımızla İstanbul’daki değişikliklerden bahsediyorduk. Derken söz köpeklerden açıldı.

    Masamızdaki dostlardan biri:

    “Onların hepsini Sivriada’ya attılar,” dedi. “Sivriada, Hayırsızadalardan biridir, her tarafı baştanbaşa kayalıktır, bu yüzden yeni misafirlerine hiçbir hayat hakkı tanımaz. Sizi Bursa’ya giderken Mudanya’ya götürecek olan gemi, o adaların açığından geçirecektir. Yanınıza kuvvetli dürbünler alın, belki şansınız yaver gider, uzaktan köpeklerin birkaçını görebilirsiniz.”

    (…) O akşam Perapalas Oteli’nin salonundaki koltukta, Fransızca resimli mecmuanın sayfalarını karıştırıyordum. Bir adanın kıyısındaki kayalıklarda ufukları gözleyen bir sürü köpek resmiyle karşılaşmayayım mı? Mecmuanın muhabiri, ömründe bu taraflara gelmemiş olacak ki, resmin altına öylesine uydurma, öylesine gerçekten uzak satırlar yazmıştı ki gülümsemekten kendimi alamadım. Tarifine göre köpek dolu bu adalar, Yunanistan açıklarında, Ege denizinin güneyinde bir yerdeydi.

    (…) Cuma günü kararlaştırdığımız saatte buluştuk. Bizi Sivriada’ya götürecek istimbotun adı Photica’ydı, sahibi de Rum’du.

    (…) Bir saate yakın bir süredir yol alıyorduk. Artık Sivriada iyice şekillenmeye başlamıştı. (…) Tepesi sivri mi sivri, bir kocaman kayalıktı Sivriada. Üzerinde tek bir yeşillik görünmüyordu. (…) Uzakta Büyükada, mor bir dağ biçiminde yükseliyordu. Uludağ ise çok uzaklarda, bulutlar arasında gizlenmişti.

    Çok geçmeden Sivriada’nın burunlarından birinin açığından geçtik. O anda da köpek havlamaları duyulmaya başladı. Yüz değil, bin değil, sayılamayacak kadar çoktular! Kıyıdaki çakıllı kumsal üzerinde birbirlerini ezercesine itişip kakışarak koşuşuyorlar, etlerinden et kopartılıyormuş gibi havlıyor, uluyor, haykırıyorlardı!

    Az sonra rüzgârla birlikte burnumuza dayanılması imkânsız pis bir koku geldi. Daha doğrusu kendimizi bu kokunun içinde bulduk. Kitleler halinde ölen köpeklerin kokuşmaya başlayan cesetlerinin kokusuydu bu! Dediklerine göre adada bekçiler vardı ve bu köpeklerle bir arada yaşıyorlardı. Adamlar ölen köpekleri kireç kuyularına atıyorlardı ama yine de bu pis kokuya engel olunamıyordu.

    (…) Dostum anlatıyor, bizlere bilgi veriyordu. Söylediğine göre, köpekler adaya çıkar çıkmaz, bir tatlı su kuyusu keşfetmişler ve hep birlikte kuyuya atlamışlardı. Bu öylesine ani olmuş ve o kadar çok köpek kuyuya atlamıştı ki, kısa zamanda kuyu köpeklerle dolmuş, hiçbiri kuyudan çıkamamış, sonunda bağıra bağıra ölmüşlerdi!

    İstimbotumuz, kıyıya fazla yaklaşmadan çevresinde dönüyordu. Yüzlerce, binlerce köpek havlayarak bize bakıyordu. (…) Koşuyor, atlıyor, havlıyor, kendilerini kurtarmamız için adeta yalvarıyorlardı.

    Bir ara garip bir şey oldu. Köpeklerden biri cesaretle denize atlayarak bize doğru yüzmeye başladı. Biz de bu cesaretini, onu istimbota almakla mükâfatlandırdık. Ona teneke bir kap içinde biraz su verdik. Haftalardan beri kireçli sudan başkasını içmemiş olan zavallı hayvan, verdiğimiz suyu kana kana içti. Onu gören bir başkası da bulunduğu kayalıktan kendini denize attıysa da bize kadar yüzemedi. Buralarda sular çok kuvvetliydi, akıntıyla birlikte sürüklendi, gitti.

    Artık bu çevrede daha fazla kalamazdık. (…) Zavallı hayvanları kaderleriyle başbaşa bırakarak oradan ayrıldık. Köpekler, şehirden her gün kendilerine yiyecek getiren tekneyi saymazsanız, kimbilir bir daha ne kadar zaman sonra insan yüzü göreceklerdi.”

    (24 Ekim 2013)

    Hakan Sonok

    [email protected]

     

    Direniş Günlerinde Aşk

    Olivier Assayas’ın yönettiği ve Clement Metayer, Lola Creton, Felix Armand ile Carole Combes’in oynadığı Direniş Günlerinde Aşk (Apres Mai – Something In The Air), 27 Aralık 2013′de M3 Film dağıtımıyla Kurmaca Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Romantik karşılaşmalar ve sanatsal keşiflerle dolu bir yolculuk. 70´lerin başı, Paris… Genç lise öğrencisi Gilles kendini dönemin siyasal akımlarına kaptırmış, radikal düşünceleri ile kişisel tutkuları arasında gidip gelmektedir. Ait oldukları yeri bulmak isteyen Gilles ve arkadaşları önce İtalya’ya, oradan da Londra’ya sürüklenecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman: Türkçe Altyazılı / Orijinal
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu