Tutunamayanların Şerefine

Bizde ‘Sen Şarkılarını Söyle’ adıyla gösterime giren ‘Inside Llewyn Davis’ gerçek bir folk müzikçisinin yaşadıkları üzerine. Ethan ve Joel Coen kardeşlerin ‘Barton Fink’ten ‘Ciddi Bir Adam’a kaybeden karakterlerle dolu filmografilerinin son aktörü Llewyn Davis, 60’lı yılların hemen başında New York’un sanatçı mahallesi Greenwich Village’da takılan Amerikan Folk’una gönül vermiş müzisyenlerden biri. Yeteneklerine rağmen piyasa koşullarına uyum sağlamakta başarısız, kimi zaman becerisizlikleri ya da boşvermişlikleriyle açıkta kalmış bu sonuncu tutunamayanın NewYork’un (bugünlerdeki kadar beter olmasa da) buz gibi 1961 kışında geçen hikâyesi, mizahın hüzne karıştığı tipik bir Coen anlatısında karşımıza çıkıyor.

‘Llewyn Davis’in Dünyası’ olarak dilimize çevirebileceğimiz özgün adını Davis’in solo albümünden alan bu ilgiye değer çalışma, Bob Dylan’ın ‘Peter, Paul and Mary’ ile pop müzik alemine bomba gibi düştüğü günlerin hemen öncesinde geçiyor. Dönemin öne çıkan isimlerinden Dave Van Ronk’un ‘The Mayor of MacDougal Street’ adlı otobiyografisinin ortak yazarı müzisyen Elijah Wald’un kapsamlı makalesinden aldığımız bilgi doğrultusunda, ‘henüz hit plâkların, şöhret ve paranın ufukta gözükmediği folk müziğin karanlık günleridir bunlar. Çoğu New York sokaklarında, Long Island ya da New Jersey’nin prefabrik varoşlarında büyümüş, Eisenhover’lı 1950’lerin kasvetinden ve konformizminden kaçmaya çalışan yirmilerin başlarındaki müzik aşığı gençlerin, ellerinde gitar Washington Park’ı mesken tuttukları ve bizdeki aşıklar geleneğine benzer şekilde sabahlara kadar müzik yaptıkları bir dönemdir bu.’

Ustaca yaratılmış 60 başları atmosferi, başarılı müzikâl performanslar ya da çoğu New York’un İtalyan Mahallesi (Little Italy) ya da Aşağı Doğu Yakası’nda (Lower East Side) küçük apartman dairelerini mesken tutmuş folk müzikçilerin küçük dokunuşlarla çizilmiş dünyası Coen kardeşlerin bu son opusunun kayda değer artılarından. Ancak biraderler zannedildiği gibi bir biyografik anlatı sunmuyor bizlere. Tipik bir Coen karakteri olan Davis’in trajik olduğu denli sarsak bocalamaları onları çeken. Müzik partnerinin intiharından sonra tek başına kalmış, sığınacak iki göz odası bile olmayan beş parasız biri Davis. İzleyicisi olduğumuz bir haftalık serüveni sırasında soğuk kış gecelerinde arkadaş evlerinin kanapelerine sığınır genç müzisyen. Müzik dostu varlıklı karı kocanın evine misafir olur arada bir. Gaslight Cafe’de çalar, müziğini duyurmaya çalışır. Eksantrik bir beat şairi ve bir caz müzisyeni ile Chicago yollarına düşer, menajer Bud Grossman’e beğendirmeye çalışır bestelerini.

Beceriksizlik, sorumsuzluk, belki de zamanlama şanssızlığından, Coen kardeşlerin muhteşem kaybedenlerinden biri olmaktan kurtulamıyor Llewyn Davis. Genç Bob Dylan’ın Gaslight’da sahne aldığı gece yine sokaklarda tek başınadır. Film boyunca yanında taşıdığı, belki de ilk kez bir süreliğine sorumluluğunu gönüllü üstlendiği tek canlı olan o sokak kedisi gibi yapayalnızdır. Gerçek hikâyenin daha sonrasını merak edenlere, Dave Van Ronk ya da New Lost City Ramblers gibi birkaç örnek dışında Amerikan halk müziği tutkunu 60’lar idealist genç folk müzikçilerinin çoğunun unutulup gittiğini hatırlatalım.

Steven Spielberg’in jüri başkanı olduğu 66. Cannes Film Festivali’nin ikincilik ödülü anlamındaki Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi ‘Llewyn Davis’, müzikle mizahın eksik olmadığı parlak bir Coen filmi. Davis’in şarkılarını bizzat seslendiren, savaş karşıtı mesajlı ‘Please Mr.Kennedy’ adlı yeni T Bone Burnett bestesini küçük rollerde gözüken Justin Timberlake ve Adam Driver ile birlikte yorumlayan Oscar Isaac’in dokunaklı Davis yorumu ise tek kelimeyle mükemmel.

(‘Sen Şarkılarını Söyle / Inside Llewyn Davis’, ‘Başka Sinema’ projesi kapsamında İstanbul, Beyoğlu Beyoğlu; Kadıköy Rexx; Altunizade Capitol Spectrum; Haramidere Cinetech Torium; Levent Metro City Cinema Pink; Ankara, Kızılay Büyülüfener; Bursa, Cinetech Korupark ve Eskişehir, Kanatlı Cinema Pink Sinemaları’nda dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir.)

(19 Ocak 2014)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Kötü Adam (?) (!): Süheyl Eğriboz

Yılmaz Güney, bir söyleşisinde, “Dünyada, Türk filmlerindeki gibi kötü adam yoktur” diyordu. Aslında bunu genelleştirmek ve “(Dünya) sinemasındaki kötü adam tipleri gibi insanlar dünyada yoktur” şekline getirmekte mümkündür. Gerçek yaşamda çok daha kötü kişiler olabilir. Bu konuda Güney’e katılmıyorum ama gerçek kötü adamların kötülükleri -bir filmdeki gibi yoğunlaşmış bir şekilde- yaşanmadığı için veya bunun ancak bize intikal eden kısmını gördüğümüz için tam olarak algılamayız… Eğer böyle bir olayın muhatabı biz olursak, olayın zamana yayılması (sürekli) veya ani (vurucu) olması ile bizi etkiler ama bunu üçüncü kişilere ne kadar anlatabiliriz.

Kötü adam, bir romanda da kötülük yapar -kitap kaç sayfa olursa olsun veya ne kadar zamanda okursak okuyalım-, “kötülüğü” romanda okumakla, beyazperdede karanlık salonda oturarak ve azami 100 dakika içinde -o da her dakikasında değil- seyredersek, algılamamız daha farklı olacaktır. Film ne kadar gerçekçi olursa olsun, yapılan kötülük ne olursa olsun bunun önce senaryoda yazıldığını ve filme parça parça çekildiğini, çekim öncesinde kurbana ve kötü adama rollerinin ne olduğunun anlatıldığını düşünürsek… Yerli filmlerimizde (Yeşilçam dönemi?) kötülük yoğun bir şekilde ve uzun bir süre yapılır, sonunda kahraman (?) tarafından “intikam / öç” alınacaktır. Kötülüğü yapan bazen tek kişi bazen de tek kişi ve avaneleridir. Tek kişi ise intikam doğrudan ondan alınır, avaneleri de devreye girerse, -genellikle- en uzak avaneden alınmaya başlayan intikam giderek “baş” kötü adama kadar getirilir. Bu bir yerde “ihkak-ı hak”tır -ki bu suçtur.- ama bunu hiç bir seyirci hatırlamaz, bazen de bilmez.

Sinemamızda adı kötü adama çıkmış -aslında çok- az sayıda oyuncu vardır. (Burada düşünelim, herkesin bildiği şeyleri söylüyorum ama o kötü adamda eninde sonunda rolünü yapıyordur.) Adı yıllarca kötü adama çıkmış Ahmet Tarık Tekçe -önce bir filmde başrol oynar, kötü adam değildir- sonra “aynı sevimliliği ile” komedilerde oynamaya başlar. Artık kötü adam değildir, aynı şey Öztürk Serengil içinde söylenebilir. Kötü adam olarak, şimdilerde Bilal İnci’yi hatırlayan var mı bilmiyorum ama yılların kötü adamı birden -varsın üçüncü sınıf olsun- filmlerde başrol oynamaya başlar.

Turgut Özatay kötü adamlıkla, iyi oyunculuğu birleştirebilmiştir. Kenan Pars’ın kötülüğü o kadar peşin fikirdir ki, başrol oynadığı filmlerde ne zaman kötülük yapacak diye beklentiye gireriz. Yılların başrol oyuncusu Ediz Hun kötü adamı (?) oynadığında, değişik olarak bıyıklı olması ne kadar ikna edici olabilir. İzzet Günay film piyasa çıkmadan filmin kötü adamı olarak tanıtılır ama finalde yaptıklarından nedamet getirerek arabasını son sürat duvara sürerek kendini cezalandırır. Yine bir başka filminde, filmdeki olayın mağduru kadın kahramana yardım ederken, bütün kötülükleri yapan kişi olarak da finalde, (mağdur) kadın kahraman tarafından vurulurken -aslında- filmin kötü adamı olmasının yanında filmin başrol oyuncusudur da…

Süheyl Eğriboz, filmlerin “kötü adamı” imiş. 1.000’den fazla filmde oynamış… Ben sinemamızın başlangıcını 1917 olarak alıyorum çünkü tamamlanan ilk konulu filmimiz “Pençe” (Simavi) 1917’de çekiliyor. Bu güne kadar 8.000’in üzerinde film yapılıyor. Bu hesaba göre Eğriboz çekilen her 8 filmin birinde oynamış olmalı. Bu 1.000 filmlik listeyi bana verebilecek kişiye şimdiden teşekkür ederim.

Erman Şener’in verdiği bilgiye göre ilk filmi, Akasya Palas, Muhsin Ertuğrul’un bu filminin yapım yılı 1940. O tarihte Eğriboz 12 yaşında. Çocuk rolünde oynamış olabilir. İstanbul’un Fethi (1951 / Arakon) filminde de figüranlık yapmış. Ne zaman “kötü adam”lık’a başladı ben bilmiyorum. Ama hiç bir zaman “kötü adam avaneliğinden” kurtulup baş kötü adam (?) olamamış. Bu arada “Lâmbaya Püf De (Sütçü)”
(Saylav / 1973) filminde başrol oynamış. Acaba 1.000 filmin içinde Melih Gülgen’in Tatlı Tatlı filmi de var mı? Şimdi bu filme baktığınız zaman Eğriboz adını görmezsiniz. Bu film, Seden’in Delicesine filminin kopyasıdır diyemiyorum, çünkü her ikisi de Irwing Wallace’nin Fun Clup romanının uyarlamasıdır. Hatta Gülgen’in filmi romana daha sadıktır. Seden, filmde Türkân Şoray’ı oynatmak istemiş, Şoray kabul etmeyince yerine 3., 4. sınıf İtalyan oyuncu Sonia Viviani’yi oynatmıştır. Gülgen’in filminde ise aynı rolü Mine Mutlu oynar. Dört fanatiği tarafından kaçırılan bir sinema oyuncusu, yatağa bağlı olarak bir odaya kapatılır. İlk günler kaçırılan kadın, kaçıranı dört kişinin tecavüzüne uğrarsa da sonradan kaçıranlar her gece içlerinden birinin geceyi kadınla geçirmesine karar verirler… Bunlar romanda olduğu gibi, Gülgen’in filminde de vardır ama Seden’in filminde yoktur. Seden’in filminde kaçırılan kadına tecavüz vaki olmaz, kaçırılışın günler sonrasında, kaçıranlardan biri ile (Kadir İnanır / Seden) kadınla romantik bir ilişkiye girer… Romana daha sadık olan Gülgen’in filminde -romanda olduğu gibi, kendi gayreti ile de-, kurtulan kadın (sinema oyuncudur ya) kurtulduktan sonra setlere döner ve setlerde kadın oyuncuyu karşılayanlar arasında oyuncu arkadaşları (aralarında Süheyl Eğriboz da var) tarafından karşılanır. Yine kısacık bir roldür Eğriboz’un rolü. Acaba Tatlı Tatlı, 1.000 film sayısını kullananların -tabii bunları isim isim yazabiliyorlarsa- listesinde var mıdır? Bunların hepsi oyucudur, sanatçı demiyorum. Her oyuncu sanatçı olmayabilir, içinde sanatçı olanlar da vardır.

Beyazperdede görülen (sırf) iyi adamların, namus timsali hatunların (kadın?) veya kötülük yapmaktan / can yakmaktan başka bir şey düşünmeyen ve bundan zevk alan kişileri (erkek veya dişi) gerçek yaşamda da böyle olduklarından hareketle, sinema eylemlerini bu rolleri ile özdeşleştirmek, seyirci için bağışlabilirse de, magazin dışındaki medya için kabul edilebilir bir durum değildir. Eğriboz hakkında Şener’in verdiği bilgiyi başlangıç alırsak, 70 yılı aşkın sinemada bulunan bir kişinin ardından “kötü adam” yakıştırmasına sarılmak, bırakın o kişiye, sinemaya yapılmış bir haksızlıktır.

(19 Ocak 2014)

Orhan Ünser

Sinema Yazarlarından Serra Yılmaz, Ali Özgentürk ve Macit Koper’e Onur Ödülü

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) her yıl düzenlediği ödül töreninde bu yıl üç usta isme; oyuncu Serra Yılmaz, yönetmen Ali Özgentürk ve oyuncu / senarist Macit Koper’e Onur Ödülü sunuyor. Sanat hayatına Dostlar Tiyatrosu’nda başlayan Serra Yılmaz, Genel Sanat Yönetmen Yardımcısı olarak Şehir Tiyatroları’nda yer aldı. Ali Özgentürk, 1979 yılında çektiği ilk uzun metrajlı filmi Hazal ile adını duyurdu. SİYAD’ın bu yılki Emek Ödülü ise yayıncı, tasarımcı Erol Ağakay’a sunulacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Sinema Yazarlarından Serra Yılmaz, Ali Özgentürk ve Macit Koper’e Onur Ödülü yazısına devam et

    SİYAD’a Göre 2013’ün En İyi Yabancı Filmi: Mavi En Sıcak Renktir

    Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) üyelerinin oylarıyla belirlenen, 2013’ün En İyi Yabancı Filmi, Abdellatif Kechiche’in yönettiği Mavi En Sıcak Renktir (La Vie d’Adele) oldu. Leos Carax’ın Kutsal Motorlar filmi en çok oy alan ikinci, Noah Baumbach’ın yönettiği Frances Ha ise üçüncü film oldu. Mavi En Sıcak Renktir’in ödülü, filmin Türkiye ithalatçısı Kurmaca Film’e, 20 Ocak 2014 tarihinde düzenlenecek ödül töreninde sunulacak. SİYAD üyelerinin iki turlu oylamasıyla belirlenen yılın en iyileri de bu gecede ödüllerini alacak. Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda, başarılı oyuncu Ceyda Düvenci’nin sunacağı gece, D-Smart’ın 20. Kanalı’ndan HD kalitesiyle de takip edilebilecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Bin Yılın Komedisi Sürgün İnek Filminin Fragmanı İzleyiciyle Buluştu

    Dev bir oyuncu kadrosuna sahip olan Sürgün İnek filmi için Yeşilçam’ın fenomen oyuncuları ve genç kuşağın en sevilen isimleri bir araya geldi. Yaşanmış bir olaydan esinlenilen Sürgün İnek filminin çekimleri Temmuz ayında Muğla – Yatağan ilçesinin Bozüyük köyünde gerçekleşti. Yaklaşık iki yıldır üzerinde çalışılan Sürgün İnek filminin fragmanı ilk kez sinemaseverlerin beğenisine sunuldu ve her anlamda iddialı bir proje olduğunu kanıtladı. Yönetmenliğini Ayhan Özen’in, senaristliğini ise Serkan Öztürk’ün üstlendiği Atmosfer Film yapımı Sürgün İnekin başrollerinde Hasan Kaçan, Şebnem Sönmez, Fırat Tanış, Cezmi Baskın, Vildan Atasever, Necip Memili ve Burak Satıbol oynuyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Balayı

    Koray Baliç’nin yönettiği ve Emre Kılıç, Seda Tosun, Petek Kırboğa ile Dilan Çiçek Deniz’in oynadığı Balayı, 14 Şubat 2014’de Özen Film dağıtımıyla Reis Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Ülkenin en zengin iş adamlarından biri olan Uğur, çok ünlü bir oyuncu olan eşi Gül’ü, sürpriz balayı için Kaleköy’e götürür. Uğur, Gül ile baş başa kalmak için köylüleri köyden göndermiştir. Balayından bir hafta önce tanışmış ve yıldırım nikâhı ile evlenmiş çift, ilişkileri ile ilgili bir hesaplaşmanın içine girerler. Uğur’a göre Gül, dilinin altında bir bakla saklıyordur. Zaman geçtikçe çiftin arasındaki bu gerilimli durum çözülmez ve Uğur bu saklı olan olayı ortaya çıkardığında kıyamet kopar.

    • Basın Bülteni
    • Fotoğraflar
    • Web Sitesi
    • Fragman: 1 / 2

    Balayı yazısına devam et

    Altın Küre Ödülleri, 12 Ocak Pazar Akşamı 71. Kez Sahiplerini Bulacak

    Altın Küre, Oscar’dan sonra Amerikan sinemasının en prestijli ödülleri. Adayları ve kazananlarını Hollywood Yabancı Basın Birliği (HFPA) adı altında 90 kadar yabancı basın üyesi belirliyor. Yedişer dalda aday gösterilen 12 Yıllık Esaret (12 Years a Slave) ve Düzenbaz (American Hustle) bu yılın dikkat çeken iki filmi. 12 Yıllık Esaret, bir adamın özgür olabilmek için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Steve McQueen’in yönettiği filmin başrollerini Chiwetel Ejiofor, Michael Fassbender ve Benedict Cumberbatch paylaşıyor. Başrollerinde Christian Bale ve Robert de Niro’nun oynadığı Düzenbaz ise New York’un tehlikeli bölgelerinde geçen bir operasyonun hikâyesini anlatıyor. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Bafta’nın En İyi Belgesel Ödülü Adayları Blackfish ve The Amstrong Lie, 33. İstanbul Film Festivali’nde

    İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından 05 – 20 Nisan  tarihlerinde düzenlenecek 33. İstanbul Film Festivali, İngiliz Sinema ve Televizyon Akademisi BAFTA ödüllerine aday belgeselleri seyirciyle buluşturacak. BAFTA’ya En İyi Belgesel dalında aday olan filmlerden, insanın doğayla olan çarpık ilişkisini sorgulayan Blackfish ve efsanevi bisiklet şampiyonu Lance Armstrong’un doping skandalının anlatıldığı The Amstrong Lie, 33. İstanbul Film Festivali’nde beyazperdede izlenebilecek. 2014 En İyi Belgesel Oscar’ı kısa listesinde de yer alan Blackfish, balinaların gösteri yapmak için tutsak tutulduğu su parklarından birinde yaşanan ölüm olayından yola çıkarak bu endüstrinin gerçek yüzünü gösteriyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Bafta’nın En İyi Belgesel Ödülü Adayları Blackfish ve The Amstrong Lie, 33. İstanbul Film Festivali’nde yazısına devam et

    Adnan Azar’ı Kaybettik

    Şair, yapımcı ve yönetmen Adnan Azar, 10 Ocak 2014 Cuma günü hayatını kaybetti. Ankara’da yaşayan ve yeni bir şiir kitabı yayınlanacak olan Azar’ın ani ölümü sevenlerini yasa boğdu. Rize’nin Çayeli ilçesinde 1956 yılında doğan Azar TRT’de yapımcılık yaptı. İstanbul’da Bir Aşk adlı sinema filmi ile İstanbul 24 Saat ve Batık Aşklar Müzesi adlı TV filmlerini yönetti. 1976 yılından bu yana, E, Gösteri, Şiir-lik, Yarın, Yazko Edebiyat, Varlık, Edebiyat ve Eleştiri gibi dergilerde yayımlandı. Cenazesi, 12 Ocak 2014 Pazar günü Ankara Gazi Mahallesi Orta Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip toprağa verilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

    10. İstanbul Japon Filmleri Festivali

    10. İstanbul Japon Filmleri Festivali, 11 / 17 – 18 / 24 – 25 Ocak 2014 tarihleri arasında Beyoğlu Akbank Salonu’nda düzenleniyor. Festivalde, Benim Babam Benim Oğlum, (Soshite Chichi ni Naru), Benden Sana (Kimi ni Todoke), Yıldızın Sesi (Hoshi no Koe), Saniyede 5 Santimetre (Byosoku 5 Senchi Metoru), Kulenin Gizemi (Kumo no Mukou, Yakusoku no Basho), Miyori’nin Ormanı (Miyori no Mori), Mutluluk Veren Ekmek (Shiawase no Pan) adlı filmler gösterilecek.
    Japonya İstanbul Başkonsolosluğu Kültür ve Enformasyon Bölümü tarafından organize edilen festivalde gösterilecek olan bütün filmler sinemaseverlere Türkçe altyazılı ve ücretsiz olarak sunulacak.

    10. İstanbul Japon Filmleri Festivali yazısına devam et

    Süheyl Eğriboz’u Kaybettik

    Sinemamızın sevilen karakter oyuncularından Süheyl Eğriboz tedavi edilmekte olduğu hastahanede 10 Ocak 2014 Cuma günü (bugün) sabaha karşı hayatını kaybetti. Sanatçının cenazesi, Aksaray Murat Paşa Camii’nde kılınacak ikindi namazını müteakip Eyüp Mezarlığı’na defnedilecek. Eğriboz’un hatırlanan filmleri arasında Seher Vakti, Acı Türkü, Cemile, Ankara Ekspresi, Beyaz Güller, Eyvah, Güller ve Dikenler, Linç, Seven Ne Yapmaz, Şoför Nebahat, Vahşi Çiçek, Yarın Ağlayacağım, İki Esir, Kara Doğan, Gazi Kadın, Lambaya Püf De, İntizar, Talih Kuşu gibi filmler var. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.
    Süheyl Eğriboz’u Kaybettik yazısına devam et

    FBI, Derin Yolsuzluğun Peşinde

    Düzenbaz (Amwerican Hustle)
    Yönetmen: David O. Russell
    Senaryo: Eric Warren-Singer-David O. Russell
    Müzik: Danny Elfman
    Görüntü: Linus Sandgren
    Oyuncular: Christian Bale (Irving), Bradley Cooper (Richie), Amy Adams (Sydney), Jennifer Lawrence (Rosalyn), Jeremy Renner (Polito), Michael Pena (Paco / Şeyh), Jack Huston (Pete), Robert de Niro (Tellegio)
    Yapım: Annapurna (2013)

    Bir FBI ajanının, iki küçük dolandırıcının gönülsüz yardımıyla devlet-mafya işbirliğini ortaya çıkartan “Düzenbaz”, kara mizahıyla gerçekçi sinemanın önemli yapıtlarından. Oyuncu performanslarıyla da ilham verici ayrıca.

    Film, 1978 yılında bir otel odasında açılıyor. Saçları dökülmüş Irving Rosenfeld, başına saçlar ekledikten sonra operasyona katılıyor. Sevgilisi Sydney ve FBI ajanı Richie DiMaso hazır. Sydney Edith, Irving de Melvin takma adlarını kullanıyorlar. New Jersey’de iyilikleriyle iyi görüntü vermiş belediye başkanı Carmine Polito’nun rüşvet aldığını belgelemek için oteldeki buluşma yerinde her şey yolunda giderken, ajan Richie’nin aceleciliği belediye başkanını kuşkuya düşürüyor. Polito, mücadeleden sonra doğu kıyısında kumarı yeniden yasal hale getirmeyi başarmış. Kumarhane açmak için talepler çoğalıyor. Bundan faydalanmamak saflık olduğunu düşündüğünden banka hesabını çoğaltmak istiyor Polito. Dışarı çıkan belediye başkanının peşinden giden Irving, ikna gücüyle belediye başkanının güvenini kazanıyor. Hikâye önce Irving’in anlatımıyla yansıyor. Boynunda Davudi yıldız olan kolye olan Irving’in babası cam işiyle uğraşıyormuş. Irving, çocukken işin artması için mahalledeki her şeyin camını indirmiş. Tıpkı Charlie Chaplin’in 1921 yapımı “The Kid-Yumurcak” sessiz filmindeki gibi. Babasını güçlü görmeyen ve onun gibi olmak istemeyen Irving, üç çamaşırhane ve camcı dükkânına rağmen küçük dolandırıcılığı seçmiş. Irving, Rosalyn’le evli ve Danny adında küçük bir oğlu var. Karısına oğluna baktığı için tahammül edebiliyor. Çünkü Rosalyn, bunalımlı ve evden pek çıkmıyor. Rosalyn Beatles’ı, Irving cazı seviyor. Aslında sevişmek dışında pek ortak noktaları yok ikisinin. İşte bu Irving’in karşısına cazcı Duke Ellington’ın ölümünden bir gün sonra 25 Mayıs 1974 yılında Sydney çıkıveriyor. Sydney’in bileziğinde Ellington’ın fotoğrafını görünce ortak noktaları olduğunu görüyor Irving. Hatta Ellington’ın “Jeep’s Blues” plâğı en sevdikleri albüm. Bir erkek başka ne isteyebilirdi ki. Filmde Tom Jones’un sesini de duyuyorsunuz. Kadınları etkileyen karizmatik hali ve konuşmasıyla Sydney’i zorlanmadan etkiliyor Irving, Sydney de, tıpkı kendisi gibi hayatın dibine vurmuş gibi görüyor. Sonra Sydney anlatıyor. New York’ta bir magazin dergisinde iş bulmuş. Ama mutlu değilmiş. Irving, ona dürüst davranıyor en başından. Başta tepki gösterse de Irving’in dolandırıcılığında bir çıkış hissediyor Sydney. Galerilerde sahte tablolar satıyorlar, çek-senet, banka kredileri işlerine giriyorlar ve FBI’ın radarına takılıyorlar çok geçmeden. Richie, bu küçük çaplı dolandırıcıların ortak zekasıyla devlet içindeki yolsuzlukları ortaya çıkartacağına inanıyor. Ardından film, baştaki otele dönüyor ve hikâye kaldığı yerden devam ediyor. Sonra Richie kendi hayatındaki mutsuzlukları anlatıyor. Dindar annesi iyi Katolik bir kızla onu nişanlamış ve hayatı şimdi bir cehennem.

    Aşk doğru yolu bulur…

    İtalyan-Rus kanı taşıyan 1958 New York doğumlu liberal ruhlu yönetmen David O. Russell, 2012 yapımı “The Silver Livings Playbook-Umut Işığım” filmiyle parlak kara mizahını sinemaseverlere göstermişti. 2013 yapımı “American Hustle-Düzenbaz” filmiyle aynı başarıyı gösteriyor. Bu film uyarlama olmamasına rağmen, adeta bir romanın içinden dışarı çıkmış gibi. Filmin içinde dolaşırken, karakterlerin zenginliği ve hikâyelerin gelişimi bu filme gerçekten bir roman ruhu katıyor. Russell, “Umut Işığım” filminin oyuncularını yeniden bir araya getirebilmiş “Düzenbaz” filminde. Richie, Polito’yu kumarhaneyi tuzağa düşürmek için sahte bir şeyh de buluyor. O da Porto Rikolu Paco’dur. “Maşallah” ve “İnşallah” dışında Arapça kelimeler biliyor muydu Paco? Irving kuşkuya düşüyor. Beklenmedik bir şey oluyor ve işe mafya da karışıyor. Yeraltının babalarından Victor Tellegio, kumarhaneler üzerine uzman. Üstelik Arapçayı da şakır şakır konuşuyor. Ama mucize gecikmiyor ve sahte şeyh de cevapları veriyor kahkahalar altında. Aslında bu filmde, geride gibi görünse de Rosalyn’in hikâyesi de filme derinlik katıyor. Dışarının tadını alan Rosalyn, mafyadan Pete’i de keşfediyor. Pete onun hayatının aşkı. Hatta doğru erkek. Sydney ve Irving arasında da aşk oyunu sürüyor bir taraftan. Sydney, Richie’nin ilgisine karşı koyamasa da hayatının aşkı Irving.

    Mizah ve gerçek…
    Özellikle filmin ikinci yarısından sonra merak, gerilim ve heyecan artıyor. Mizahla beraber. Sinemaskop çekilmiş 2013 yapımı “American Hustle-Düzenbaz”, yolsuzluğu ve çürümüşlüğü en derinden gösteriyor. Hatta demokrasinin en büyük düşmanı olarak görüyor. FBI, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu yaparken ne Amerikan başkanının ne hükümetin ne de kongrenin bundan haberi oluyor. Hiç kimse de FBI’a öfke göstermiyor. Russell’ın “Düzenbaz” filmi ilham verici. Ayrıca bu filmde tüm oyunculuklara övgü göndermeli. Seyirciler, Jennifer Lawrence’ı kolay kolay tanıyamayacaklar. İngiliz-Güney Afrikalı kanı taşıyan 1974 doğumlu oyuncu Christian Bale’i, Steven Spielberg’ün 1987 yapımı savaş filmi “Empire of the Sun-Güneş İmparatorluğu” filmindeki çocuk Jamie olarak tanıdık ilk. Bale, Brad Andreson’ın 2004’teki “The Machinist-Makinist” filmindeki performansına yakın bir oyunculuk sunuyor Russell’ın filminde de. Bale, sinemanın da son “Batman”i. Elbette Robert de Niro. Kısacık görünüyor ve filme damgasını vuruyor. Bradley Cooper’ın canlandırdığı, mutsuz ve ezik FBI ajanı Richie’de gerçekten etkileyici. Kara mizahın yeni oyuncularından biri olabilir Cooper.

    (17 Ocak 2014)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com

    Daha Güzel, Daha Adil, Daha İnsancıl Bir Dünya İçin: Batsın Bu Dünya

    17 Ocak’ta vizyona girecek olan, başrollerini Meltem Cumbul, Filiz Ahmet, Esra Dermancıoğlu ve Özge Ulusoy’un paylaştığı Kadın İşi Banka Soygunu’nda Batsın Bu Dünya sürprizi. Kendileri için göze alamayacakları riskleri birbirleri için göze alan 4 arkadaş, Orhan Gencebay’ın unutulmaz eseri Batsın Bu Dünya’yı seslendirerek çaresizliğe meydan okuyor. Cumbul, Ahmet, Ulusoy ve Dermancıoğlu, şarkının stüdyo kaydı için buluştu, stüdyo kaydı yaklaşık üç saat sürdü.

  • Basın Bülteni
  • Klibi izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu