Kategori arşivi: Yazılar

Yeni Sinemacılar’ın Yeni Filmi Ne Üzerine Olmalı?

Takva filmi gösterime girmeden önce de tartışılıyordu, gösterime girdiği şu günlerde de tartışılıyor. Takva’nın bir sinema eseri olarak değeri hakkında çeşitli görüşler ileri sürülüyor. Bunlar içinde, tercih edilen klâsik anlatım biçiminin eskimişliği veya yine tercih edilen bazı çekim tekniklerinin demodeliği de var… Buna karşılık filmi alkışlayanlar, yere göğe sığdıramayanlar eksik değil.

Tüm bu estetik tartışmaları bir yana bırakarak şunu net biçimde söyleyebilirim ki, Takva, Türk sineması için bir aşama olmadığı gibi bana göre içinde bulunduğu “Politik Sinema” anlayışına da yeni bir katkı sağlayamıyor (Takva’nın bir İslâmî sinema örneği olduğunu iddia eden akıldaneler de çıktı!).

GERÇEKLERDEN YOLA ÇIKIYOR

Takva’yı sözü edilebilir bir film kılan şeylerin başında, öncelikle Türkiye’nin gerçeklerinden yola çıkıyor olması geliyor. Geçmişte televizyonlarda kötü örneklerini gördüğümüz, hatta eczaneden alınan prezervatiflerle gündeme gelen tarikat ve şeyhler; bunlar hakkında televizyon kanallarında yapılan yayınlar hatırlandığında, konunun artık toplumun şuuraltında yeri etmiş bir olgu, bir hakikat olduğu anlaşılır.

Türk insanı, Batı kültürü ve onun toplamının adı olan “modernizm” karşısında İslâmcısı, Turancısı, solcusu, sağcısı, batıcısı ile ciddi bir çatışma, uyumsuzluk ve elbette dönüşüm yaşamaktadır. Bunun kültürel, sosyal, siyasi, ekonomik, etik ve dini boyutları olduğu da apaçık bir gerçektir. İşte Takva bu büyük çatışmanın, küçük de olsa önemli bir yanını sinemaya aktarmayı başarmış bir film olarak öne çıkıyor. Takva, bu çatışmanın dini boyutunu dile getiren ve kendisinden önce çekilen filmlerden farklı olarak, oyuncu kadrosu ve hikâyesi ile daha başarılı olduğu için birkaç gömlek üstün görünüyor..

İNDİRGEMECİ BİR DİL KULLANIYOR

Türk Müslümanlığının içinde önemli bir yeri olan tarikat olgusunun dengeli bir dille perdeye taşındığı Takva’yı özel kılan unsurların bazılarını ise şöyle sıralayabiliriz:

  • Şehirde yaşamasına rağmen “köylülükten” kurtulamamış bir baş karakter seçilmiş.
  • Bu kişi, modern bir birey olmanın şuuruna asla varamayacak insanlardan biri olarak gösteriliyor.
  • Bu kişi varoluşunu ancak bir cemaat içinde kavrayabilecek pek çok dindardan biri olarak niteleniyor.
  • Bu insan, terbiye yüzünden, kendini bir kişilik (şahsiyet, birey) olarak gerçekleştirebilecek donanımlara sahip bulunmuyor.
  • Bu kişinin, yani Muharrem’in (Erkan Can) hikâyesini anlatmak için senarist ve yönetmen indirgemeci bir dil kullanıyor.
  • İndirgemeci dil kullanılması, Müslümanların geleneksel kültürden beslenen kendi içinde zengin unsurlar taşıyan hayatını kısırlaştırdığı gibi filmi de kısırlaştırıyor.
  • Bunlara karşılık, bugüne kadar Müslüman insanların modernizm karşısındaki sorunlarını irdeleyen sağcı yönetmenlerin cesaret edemediği bir yaklaşım biçimi ve dil kullanması filmin bu zaafını örtemeye yetiyor. Aynı zamanda bu tavır Milli sinemacılara, film yaparken farklı bir bakış açısı kullanılabileceğini göstermesi bakımından da öne çıkıyor.
  • YENİ SİNEMACILAR BUNDAN SONRA NE YAPMALI?

    Ciddi, akıllı ve inançlarından taviz vermeyen solcu bir grup olan Yeni Sinemacılar bundan sonra Türkiye’nin hangi derin çelişkisine el atmalı? Bana göre, “toplumsal kurtuluş” reçeteleri ile yola çıkan, kapitalizm düşmanlığını hiç kimselere bırakmayan, halka rağmen halk için doğruyu yapacaklarına inanan bir kısım 68 kuşağı solcu liderlerin kapitalizm karşısında düştükleri derin çelişkileri ve ibretlik durumları anlatmalılar…

    Çünkü Takva’daki zavallı Muharrem’in (anasız – babasız, eğitimsiz…) dramını doğuran toplumsal şartlar ile inancı uğruna yüz binleri sokağa dökmüş, hatta ölümlere sebep olmuş 68 kuşağı liderlerinin daha sonra medya dünyasında sendikal hareketleri bile boğacak kadar kapitalizmin hizmetine girmesi süreci arasında hiçbir bağ yokmuş gibi görünmesine rağmen temel çelişkinin aynı olduğu görülüyor.

    Yeni Sinemacılar böyle bir film için yola çıktıklarında Takva’nın Muharrem’inden çok daha derin dramatik çatışmalar yaşayan kentsoylu, entelektüel bireylere, dolayısıyla çok zengin hikâyelere ulaşacaklardır!

    ALTYAZI

    Yaşadığımız çağın bayağılıklarına her başkaldırışımın ardından kendimi daha genç ve daha yürekli hissettim. – Émile Zola.

    (08 Aralık 2006)

    [email protected]

    Lezzetin Adı Kaymağın Tadı

    Yüksel Aksu’nun yazıp yönettiği, çekimleri 2005 yılının yaz aylarında Muğla’da gerçekleştirilen Dondurmam Gaymak geçtiğimiz hafta vizyona giren filmlerden biriydi. Önce İstanbul Film Festivali’nde, daha sonra Altın Koza’da, Antalya’da ve Queens Film Festivali’nde seyirciyle buluşan film, vizyon öncesinde de beğeni ve ödülleri toplamıştı. Bugünlerde ise “filmin Oscar yolundaki akıbeti ne olacak?” sorusu gündemde. Bu soruya verilen cevaplar eşliğinde tartışmalar süredursun film, özlediğimiz çocukluğumuzu ve geleneklerimizi çağrıştırarak başarılı bir yapım olarak karşımıza çıkıyor.

    Markaya karşı “sahici”

    Dondurmam Gaymak, yönetmeni, senaristi, yapımcısı, oyuncuları ve sponsorlarıyla tam anlamıyla imece usulü yapılmış özgün bir film. Muğla’da geleneksel yöntemlerle dondurmacılık yapan Ali Usta gitgide insanların daha çok tercih ettiği büyük dondurma markalarına karşı mücadele vermektedir. Bunu yaparken çağın güçlü silâhı reklâm filmlerine başvururken, bir yandan da banka kredisiyle aldığı motoruyla civar köylerde dolaşarak “sahici” dondurmalarını satmaktadır. Ali Usta’nın moturunun çalınması onun büyük markalara karşı mücadelesini pekiştirir. Ali Usta, motorunun büyük dondurma şirketleri tarafından çalındığını düşünmektedir ve bu yolda markaya karşı “sahici” dondurma sloganıyla yörenin her yerini dolaşarak moturunu aramaya başlar. Oysa ki bu hırsızlık olayının esas kahramanları üzüm bağlarına, karpuz tarlalarına ya da kayısı ağaçlarına bir çekirge ordusu misali naif bir haylazlıkla saldıran çocuklardan başkası değildir.

    Yerelden evrensele

    Filmin ilk etapta göze çarpan özelliği profesyonel oyuncular yerine Muğla halkının kullanılmış olması. Bu açıdan bakıldığında anlatılan öykünün yerelliği, oyuncuların şive ve tavırlarıyla uyum içinde ilerliyor. Ayrıca film naif, samimi anlatısı ve müzik seçimleri sayesinde de amaçladığı dokuya ulaşıyor. Yönetmen ve senarist Yüksel Aksu filminin çıkış noktasını “İstedik ki Dondurmam Gaymak; küçük esnafın, küçük kasabanın, ‘küçük’ insanların ‘büyük’ filmi olsun” şeklinde dile getiriyor. Nitekim filmin yerel dokulardan hareket ederek evrensel bir mesaja ulaşması ve bir yandan komedi türünde uluslararası anlamda başarılı olması Aksu’nun amacına yakın bir yerde durduğunu gösteriyor. Öte yandan filmin izlediği bu kalıplar, İtalyan yeni gerçekçilerine bir saygı duruşu niteliğinde. Nitekim henüz film başlamadan önce perdede gözümüze çarpan Vittorio de Sica’dan bir alıntı bu savı doğruluyor. De Sica’nın kahramanı nasıl ki filmsel zaman boyunca Roma sokaklarında çalınan bisikletini aradıysa, 90’lı yılların klâsik dondurmacısı Ali Usta da bütün yörede çalınan motorunu arıyor. Öte yandan De Sica’nın kahramanının durumu ne denli trajik ve açık sonlu ise, Ali Usta’nın vaziyeti de bir o kadar komik ve başı sonu belli bir çizgide seyir ediyor.

    Netice itibariyle gündemdeki mevzuya dönüp, filmin Oscar yolundaki akıbeti üzerine temennilerde bulunarak bu yazıyı bitirmek isterim: Oscar yolunda şansı bol olsun! Henüz izlememiş olanlar için mutlaka tavsiye ediyorum.

    (28 Kasım 2006)

    Âlâ Sivas

    Oscar’la Bir Dakika Mutlandıracak Bizi

    Ben o zamanlar küçücük bir çocuktum. Türk güreşçilerinin dünyadaki tüm minderlerde fırtına gibi estiğini o zamanın kısıtlı haberleşme araçlarından veya Hürriyet gazetesinin bilmem ne kadar eski bir nüshasının manav için kesekâğıdına dönüştürülmüş halinden okuyarak öğrenirdik. Böylece rahmetli Kemal Ilıcak’ın Tercümanı’nda yayınlanan pehlivan tefrikalarının o günkü 15 – 20 satırını, televizyonda Reha Muhtar’ın başlattığı 30 saniyelik görüntüyü 30 dakika boyunca gösterdiği haberlerdeki gibi tekrar tekrar okur, okur, okurduk! Fakat ne futbolda, ne de diğer alanlarda hiçbir ışık görünmezdi. Metin Oktay’lar, Cemil’ler, Ogün’ler ve daha pek çok büyük futbolcuya rağmen Avrupa takımlarına yenilip yenilip gelirdik…

    Biz Hep Hazırdık, Ya Ötekiler?

    Haberleşme araçları gelişip yaygınlaştıkça ilgi alanlarımız ve beklentilerimiz de farklılaşıp çoğaldı. Bir müddet Eurovision’a kilitlendik! 1975 yılında Semiha Yankı’nın seslendirdiği Seninle Bir Dakika ile ilk defa bu yarışmaya katıldık ve Semiha çok başarılı olduğu ve sonucu hiç hak etmediği halde, Türkiye olarak suratımıza kocaman bir şaplak yemiş gibi olduk.

    Bu şaplak, aslında pek çok şey anlatıyordu ki, özetle, ne kadar hevesli olursak olalım, ne kadar güzel bir şey yaparsak yapalım, ‘ötekilerin’ yaptığımızı takdire hazır olmaları gerçeğiydi…

    Başarı Alanları ve Başarılı Kişiler Çoğaldıkça

    Neticede takdire dayalı alanlar dışında da başarılar kazanmaya başladı Türk insanı. Futbolda, Galatasaray UEFA kupasını, Türk Milli Takımı dünya üçüncülüğünü kazanırken; 12 Dev Adam, Filenin Sultanları ve atlet Süreyya Ayhan peş peşe başarı haberleri getirdiler. Bunları Türkçe’nin dışlandığı bir şarkıyla, Sertap Erener’in Eurovision birinciliğini perçinledi…

    Fakat bu arada sinema alanında çok büyük bir eksiğimiz olduğunu içten içe hissediyorduk. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin yanına bir de Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali ekledik… Olmadı. Hala bir eksik vardı çünkü. Hani insan bazen canı bir şeyler ister de ne olduğunu, ne yapacağını bilemez ya! Onun gibi, bu eksiğin ne olduğunu epeyce çözemedik. Sonunda kafamızda bir ampul yanıverdi! Eksiğimizin artık şarkı yarışması, futbol, basketbol veya atletizm değil sinemanın en büyük iltifatı sayılan Oscar olduğunu anlayıverdik…

    Evet! Meğer bizler Oscar almayı ne kadar özlüyormuşuz!

    Böylece Amerika’ya film göndermeye başladık ama buna rağmen hala ufukta bir Yabancı Film Oscar’ı görünmedi…

    Dondurmam Gaymak ve Akademi Üyeleri

    Bu yıl ciddi rakiplerinin arasından sıyrılarak, son kompleksimizi tatmin için, Amerika yollarına düşen ve Oscar aday adayı olan Dondurmam Gaymak ne bir yaratıcı yönetmen filmi örneği, ne ticari sinema örneği, ne de ağır ol da molla desinler türü bir yönetmenin elinden çıkma… Dondurmam Gaymak kelimenin tam manasıyla bir halk sineması örneği. Yüksel Aksu’nun yazıp yönettiği ve yapımcılığını birkaç arkadaşıyla üstlendiği film, sade ve sıcak. Halk tüm film boyunca doğal bir doku oluşturuyor. Hikâye çok aktüel. Yani günümüz Türk insanının ortalama kanaatlerini, sevinçlerini, kinini, paranoyasını yansıtması bakımından kusursuz denebilecek kadar otantik yazılmış. Filmde polisinden komünistine, esnafından hırsızına, aylağından iş güç sahibi hacısına kadar her şey yerli yerinde…

    Eh, Yüksel de, Adana’da halkla söyleşirken “İnsan oynayan hayvan” diye bir lâf ediverdi! İşte Amerikalıların arayıp da bulamadığı bir afiş cümlesi böylece kendiliğinden ortaya çıktı! Akademi üyelerine buradan sesleniyorum: Biz Eurovision için 30 sene, dünya kupalarında derece almak için 100 sene filân beklemiş milletiz. Aklınızı başınıza devşirip, dünya sinemasının en büyük oyuncularından Gérard Depardieu gibi bir oyuncunun bile 15 saniyesini (‘teaser’ını) görerek “İşte film bu” dediği bir filmle karşı bulunuyorsunuz. Ayağınızı ona göre denk alın…

    Şaka ile karışık tanıtım bir yana, ben, Yüksel Aksu ve ekibini canı gönülden tebrik ediyorum. En İyi Yabancı Film Oscarı’nı alamasalar bile Türk insanının gönlünde onlarca ödül aldılar. Aşağıda adları yazılı ekibi daima sevgiyle anacağım! (Not: Gaymak için daha farklı bir eleştiriyi yine bu sütunda yapacağım ve o vakit filmin teknik kadrosunu da vereceğim.)

    Dondurmam Gaymak’ın oyuncu kadrosu: Turan Özdemir (Ali Usta), Gülnihal Demir (Canfeda), İsmet Can Suda (Tingöz Kerim), Ulaş Sarıbaş (Kamil), Canberk Zaifoğlu (Çete), Altuğ Sarıbaş (Çete), Kadir Kapız (Çete), Ali Dural (Çete), Hüseyin Dural (Çete), Alptuğ Şevik (Çete), Zeynep Özal (Güzel Kız), Recep Yener (Hoca), Tolga Çandar (Doktor), Mehmet Gökmen (Arif Dede), Nejat Altınsoy (Komünist Mustafa), Sadettin Ünsal (Bekçi), Celil Yağız (Beyaz Eşyacı), Alaattin Sakar (Maraş Dondurmacısı), Ayşe Arslan (Tingöz Anne), Ali Şefik (Tingöz Baba), Burçin Batu (Melih), Burcu Tuna Uruk (Zeynep), Sinem Altıok (Torun), Burcu Baydur (Torun), Muhammet Kıyak (Berber), Erdinç Özal (Kahveci), Tünay Ürper (Kırtasiyeci), Özcan Gözer (Büfeci), Muammer Gökmen (Terzi), Levent Aras (Keçi Çobanı), Metin Yıldız (Gazeteci).

    ALTYAZI

    Doğru iş yaptığında ödül bekleme. Yaptığın iyi iş zaten senin için büyük ödüldür. – La Bruyere.

    (22 Kasım 2006)

    [email protected]

    İlk aşk unutulur mu?

    Ödünç Hayat (2205), Kasırga İnsanları (2004), Yılan Hikâyesi (1999) gibi televizyon dizilerinin yönetmeni, Nihat Durak’ın ilk uzun metraj filmi, İlk Aşk bu hafta gösterime giriyor.

    Dizilerden tanıdığımız birçok ünlü simayı bir araya getiren İlk Aşk, seyirciyi 1990’lı yılların başına, bir Ege kasabasına götürüyor. Başrollerinde Çetin Tekindor, Tarık Papuççuoğlu, Halit Ergenç, Raffaele Çedolini, Vahide Gördüm, Şenay Gürler, Dolunay Soysert, Erdal Tosun, Neslihan Atagül, Ayşen Gruda ve Erol Günaydın’ın paylaştığı filmin konuk oyuncuları, Azra Akın ve Kaan Urgancıoğlu.

    Çekimleri Eski ve Yeni Foça’da gerçekleştirilen, Aliye, Bir İstanbul Masalı ve Avrupa Yakası gibi sevilen dizilerden tanıdığımız oyuncuların da rol aldığı İlk Aşk, bir zamanlar zeytinyağı üretimi yapan Arifoğlu ailesinin yaşadığı aşklar üzerinden seyirciye “İlk aşk unutulur mu?” sorusunu soruyor. Soruları, amca Asaf Arifoğlu (Çetin Tekindor), baba Kemal Arifoğlu (Halit Ergenç) ve torun Arif Ege Arifoğlu’nun (Raffaele Çedolini) yaşadığı aşklar üzerinden cevaplamaya çalışıyor.

    Ağzı küfürlü, huysuz bir ihtiyar olan büyük dede Arif Arifoğlu’nun (Erol Günaydın) ölümünün ardından, Kore Savaşı’nda öldüğü sanılan oğul Asaf’ın (Çetin Tekindor) gelişiyle aile bir hesaplaşma içinde bulur kendini. Çünkü Azmi (Tarık Papuççuoğlu), kardeşinin öldüğünü söyleyerek, Asaf’ın sevdiği kız Nevin’le (Vahide Gördüm) evlenir ve bir de oğulları olur. Oğulları Kemal (Halit Ergenç) de evlenmiştir ve bir oğlu vardır ama karısını başka biriyle aldatmaktadır. Kemal’in oğlu Arif Ege ise, okuldaki arkadaşı Bahar’a (Neslihan Atagül) daha yakın olmak için bütün bir yaz sahilde çalışır. Seyirciye üç farklı aşk hikâyesi sunulur. Bunun nedeni ise, filmin tanıtım bülteninde belirtildiği gibi, “Hayatın içinde var olan tüm duyguları, aşkı, kırgınlıkları, ölümü, ayrılıkları, hayalleri sahici bir anlatım diliyle izleyiciye aktarmaya” çalışmak olacaktır.

    40 yılın ardından Asaf’ın cenaze günü kasabaya gelişiyle, ağabeyi Azmi’nin bütün yalanları ortaya çıkar. Asaf, Nevin’e hâlâ aşıktır ve kaldıkları yerden devam etmek isterler ancak olaylar istenildiği gibi gelişmez. Filmin sonuna doğru torun Ege’ye ilk aşka dair bir nasihat verilir, “Seviyorsan, peşinden git.” Yıllar sonra Bahar’la Ege bir aradadır. Arif Ege, ailesinde yaşanan onca kırık aşk hikâyesine rağmen, O, ilk aşkı Bahar’la ele eledir ve doğduğu evin önünden geçerken o günleri hatırlar.

    3 farklı aşk hikâyesinin filme yerleştirilmeye çalışılmasıyla senaryoda birtakım aksaklıkların olduğunu söylemeden geçmeyelim. Senet imzaladığı için başı derde giren Kemal’in, bu durumdan kasabalının yardımlarıyla kurtulması bizi Yeşilçam filmlerine götürdü. Kasaba, kötü adamlara karşı birlik olur ve onlara hak ettikleri dersi verir.

    Asaf ile Nevin’in birlikte olmalarını gururuna yediremeyen Azmi ise, kendini vurmaya çalışır ama küçük bir sıyrıkla atlatır. Sanırım filmin duygusal komedi olmasından kaynaklanan durumlar bunlar. Öyle ya, sadece aşkı işliyoruz.

    Yapımını, Mustafa Hakkında Her Şey, Asmalı Konak, Keloğlan Kara Prens’e Karşı filmlerinin yapımcılarından Timur Savcı’nın üstlendiği filmin renkleri ve nostaljik havası son derece sıcak ve etkileyici. Arada bol bol gülebileceğiniz bazen de hüzünleneceğiniz sahneler görmek istiyorsanız İlk Aşk’ı izleyin.

    Müziklerinin Fahir Atakoğlu tarafından yapıldığı filmin sonunda jenerik akarken seyirciyi bir sürpriz bekliyor. Bu sürpriz, Halit Ergenç’in seslendirdiği güzel bir şarkı. Filmin en güzel dakikaları diyebiliriz rahatlıkla. Siz siz olun film biter bitmez hemen salonu terk etmeyin, bazen filmler biterken böyle sürprizlerle karşılaşabiliyoruz çünkü.

    İyi seyirler…

    (09 Kasım 2006)

    Asya Çağlar

    Gürkan Uygun


    Gürkan Uygun (Kurtlar Vadisi Irak’daki Memati.)


    İsrafil Köse (Emret Komutanım: Şah Mat’daki Destek Bölüğü askerlerinden Laz Çavuş Cemal.)


    Daniel Craig (Yeni James Bond, Casino Royale ile geliyor.)

    Pardon, Bir Yanlışlık Olmuş… Her Şey Vatan İçin…

    Sinemaya, Sinan Çetin’in 14 Numara adlı filminin senaryosunu yazarak başlayan, Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz, Sinan Çetin gibi yönetmenlerin asistanlığını yapmış olan Ömer Uğur’un Eve Dönüş filmi bu hafta vizyona girdi. Son Urfalı (1987), Zamansızlar (1988), Arka Evin İnsanları (1989), Bekleyiş (1990), İki Şair İki Mektup (1991), Ekran Aşıkları (1991) ve Hemşo’yu (2001) yazıp yöneten Ömer Uğur, Eve Dönüş filminin senaryosunu 9 yıl önce kaleme almış ve bu senaryosuyla Yunus Nadi, ardından da Montpellier Film Festivali’nde Avrupa’nın En İyi Film Senaryosu ödülünü almıştır.

    Başrollerini Memet Ali Alabora (Mustafa), Sibel Kekilli (Esma), Altan Erkekli (Hoca), Civan Canova (Şef), Erdal Tosun (Polis Memuru), Perihan Savaş (Anne) ve Savaş Dinçel’in (Kayınpeder -Kore Gazisi Sacit Bey) paylaştığı Eve Dönüş, 1980 darbesi üzerine bir film.

    Bir fabrikada işçi olarak çalışan Mustafa (Memet Ali Alabora) ile eşi Esma (Sibel Kekilli), kıt kanaat geçinen, sıradan vatandaşlardır. Her ne kadar birbirlerini severek evlenseler de Esma’nın ailesi bu evliliğe karşı durmuştur hep. 4 yaşında kızları da olan Mustafa ve Esma, aldıkları televizyonun taksitlerini ödeyebilmek için fabrikada fazla mesai yapmaktadırlar ve birbirlerini çok az gördükleri için de not yazarak haberleşmektedirler. Ancak bir de uzun zamandır ödeyemedikleri ev kiraları vardır. Bir akşam ev sahibi tehditvari bir bakış atarak evlerinden ayrılır.

    Mustafa’nın, fabrikada çalışmak dışında yaptığı tek şey, kahvede arkadaşlarıyla okey oynayıp, futboldan bahsetmektir. Bir cuma günü, nihayet her ikisi için de tatil günüdür ve Gülhane’ye gitme plânları yaparlar. Mustafa, sabah uyanıp da radyoyu açınca Hasan Mutlucan’ın türküsüyle karşılaşır, radyoda tüm kanallar Hasan Mutlucan çalmaktadır. Bir anlam veremezler bu duruma. Sokağa ekmek almak için çıktığında da asker durdurur ve darbe olduğunu söyler Mustafa’ya. Eve gelip de televizyondan Kenan Evren’in halkla seslenişini duyunca Mustafa’nın ilk tepkisi, “Şu ihtilâli çalıştığımız güne denk getirselerdi de biz de bedavadan bir gün evde kalsaydık,” şeklindedir. Esma da Gülhane’ye gidemedikleri için hayıflanmaktadır. Siyasi olayların bu kadar dışında olan Mustafa ve Esma’nın hayatları, bir gece kapının hızla çalınıp Mustafa’nın “Örnektepe Halk Komitesi Başkanı Şehmuz” olarak karakola götürülmesi ve 22 gün ağır işkence görmesiyle değişir. İşte oradadır ve büyük bir çıkmazın içindedir. Kayınpederi Sacit Bey, gururuna yedirip damadını arama girişiminde bulunmaz. 22 günün ardından Mustafa bir gece yarısı çıkagelir… Bir yanlışlık olmuştur. Onca işkenceden sonra özür dileyip salıverirler Mustafa’yı. Aradıkları adam Mustafa değildir. Mustafa’yı boşuna ihbar etmişlerdir. Yanında 22 günün ağır işkencesi, psikolojik gerilimi, halüsinasyonlarıyla birlikte Mustafa serbesttir. Ama artık ne işi vardır ne de evi… Ne de eski Mustafa’dır.

    Gerek 12 Eylül dönemini (Hoşçakal Yarın – Reis Çelik -1998 / Eylül Fırtınası – Atıf Yılmaz – 1999) gerekse 12 Eylül döneminin etkilerini anlatan (Babam ve Oğlum– Çağan Irmak – 2006) sayısız film çekilmiştir o darbenin ardından bugüne değin. Daha çok film çekileceğe de benzer. Ancak Eve Dönüş, kapanış jeneriğinde akan 1980 – 1983 dönemine ait bilgilerle 1980 dönemine gerekçi bir vurgu yapmayı başarıyor. 650.000 kişinin tutuklandığına, 230.000 kişinin yargılandığına, 50 kişinin idam edildiğine, 95 kişinin “çatışmada” öldüğüne ve 39 ton gazete, dergi, kitabın yakıldığına dair akan tümceler, filmin çarpıcı bir sonla bitmesini sağlıyor.

    Eve Dönüş, sosyal sorumluluğunu yerine getirerek, 12 Eylül dönemini ve bugüne yansımalarını başarılı bir şekilde vermiştir. Ancak sinema dili, oyunculuk ve senaryo olarak bazı sorunlarının olduğunu belirtmeliyim. 12 Eylül döneminin traji – komik yanlarıyla anlatılmaya çalışıldığı bu filmde, Memet Ali Alabora’nın işkence altında dahi mizah yapabildiği sahneler inandırıcılıktan uzak duruyor. Sibel Kekilli’nin oyunculuğunun sıkıntılı hali filmin başından sonuna kadar kendini hissettiriyor. Ancak bu performansıyla Sibel Kekilli’nin Antalya Film Festivali’nden En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle döndüğünü hatırlatalım. Ayrıca 22 günlük işkencenin ardından eve dönen Mustafa’nın elbette ki, uzun süre bu işkencenin psikolojik etkisi altında olacağını tahmin ediyoruz ancak bu durumu belirtmek için aşırıya kaçıldığını ve sahnelerin uzun tutulduğunu düşünüyorum.

    1980 darbesinin işkenceci yıllarını gözler önüne seren 101 dakikalık Eve Dönüş’ün çekimleri, Eurimages ve Yunan Film Merkezi’nin destekleriyle Limon Yapım tarafından Beykoz’daki Sümerbank Eski Kundura fabrikasında gerçekleştirildi.

    İyi seyirler…

    (04 Kasım 2006)

    Asya Çağlar

    Aşkın “İklimler”i…

    Nuri Bilge Ceylan’ın 2006 Cannes Film Festivali FIBRESCI Eleştirmenler Özel Ödülü kazanan İklimler filmi, geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. İklimler, Nuri Bilge Ceylan’ın Koza (1995), Kasaba (1998), Mayıs Sıkıntısı (1999), Uzak’ın (2002) ardından beşinci filmi. 1990’lı yıllarda Türk Sineması’nda bağımsız yönetmenler denilince akla gelen isimlerden olan Nuri Bilge Ceylan, bu filminde de önceki filmlerinde olduğu gibi yine klâsik anlatıdan uzak bir dille seyirci karşısında. Yine az diyalog ve bol fotoğrafla…

    Boğaziçi Üniversitesi’ndeki mühendislik eğitiminden sonra Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansı yapan Nuri Bilge Ceylan, bugüne dek çektiği filmlerin hem senaristi hem de yapımcısı… Ancak bu filminde bir de oyuncu olarak karşımıza çıkıyor. Filmlerinde yakın çevresini, annesini ve babasını oynatan Ceylan, İklimler’de başrolü eşi Ebru Ceylan ile birlikte paylaşıyor. Fatma Ceylan ve M. Emin Ceylan da kendilerine eşlik ediyor. Fotoğraf sanatçısı Arif Aşçı ile filmin yapımcılarından Can Özbatur’u da İklimler’de oyuncu olarak görüyoruz.

    Arkeolog ve akademisyen İsa (Nuri Bilge Ceylan) ile televizyon dizilerinde sanat yönetmenliği yapan Handan (Ebru Ceylan) arasındaki ilişkinin yazı, sonbaharı ve kışı irdeleniyor İklimler’de. Yazın Kaş’ta, sonbaharda İstanbul’da ve kışın Ağrı’da… Nuri Bilge Ceylan, İklimler adlı filminde bahar dışında her mevsimin yer alıp da neden bahara yer verilmediği yolundaki soruya, filmdeki kadın başrol oyuncusunun adının Bahar olduğunu hatırlatarak cevap veriyor bir röportajında. (http://www.voanews.com/turkish/2006-10-24-voa24.cfm)

    1998 yılında çektiği ilk uzun metraj filmi Kasaba’da 1970’li yılların kasabasından görüntüler sunmuştu seyirciye. 1999 yılındaki ikinci uzun metraj filmi Mayıs Sıkıntısı’nda ise bir bahar günü çocukluğunu geçirdiği kasabaya gelen Muzaffer’in film çekme sevdası dile getirilmişti. Uzak filminde de mekân, karlar altındaki İstanbul’du.

    Aynı zamanda fotoğraf sanatçısı olan Nuri Bilge Ceylan, her şeyden önce filmlerindeki uzun plânlar ve manzaralarla seyirciye görsel bir şölen sunuyor. Kaş’taki antik kalıntıların arasından, Ağrı’da karlar içindeki İshak Paşa Sarayı’na uzanan bir şölen bu. Yer yer portre çekimlerinin yer aldığı film, gerek çekimler, gerekse konusu ve senaryosu ile son derece etkileyici.

    Filmde neden fazla diyalog olmadığı yolundaki bir soruya da, günlük hayatı anlama ve anlatmada, jest ve mimiklerin diyalogdan daha fazla ipucu sağladığına inandığını belirtiyor yine aynı röportajında. (http://www.voanews.com/turkish/2006-10-24-voa24.cfm)

    Ceylan’ın sinema diline alışık olan seyircinin, bu filmden de aynı keyfi alacağını düşünüyoruz. Ancak görülen o ki, konu itibariyle diğer filmlerinden daha çok dikkat çekecek.

    İyi seyirler…

    (02 Kasım 2006)

    Asya Çağlar

    Ve karşınızda Büyük İskender…

    Hangi Türk filmine gideceğimizi düşündüğümüz bir dönemdeyiz. Ne mutlu bize… Antalya Film Festivali’nin düzenlendiği Eylül ayında, bu sezon ve gelecek sezon bol miktarda Türk filminin vizyona gireceği haberini almıştık. Okulların da açılmasıyla birlikte Türk filmleri ardı sıra seyirci karşısına çıkmaya başladı. İşte bu nedenle şu sıralar sinema salonlarına giden sinemaseverler hangi Türk filmine gitsek sorusunu soracaklardır kendilerine. Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde FIBRESCI ödülünü alan İkimler filmine mi; Ömer Faruk Sorak’ın Sınav filmine mi, Biray Dalkıran’ın Araf’ına mı; Reha Erdem’in Beş Vakit filmine mi yoksa Cem Yılmaz, Ali Taner Baltacı’nın ortaklaşa yönettikleri Hokkabaz’a mı? Ama bu soruyu birkaç hafta daha soracaklarmış gibi görünüyor. Öncelikle belirtmeliyim ki, bu filmleri Türk sinemasına desteklemek adına seyredelim. Bu sütunda, bu dönem Türk filmlerinden bahsedeceğim birkaç hafta süreyle.

    Hokkabaz, geçtiğimiz hafta Kanyon Alışveriş Merkezi’nde gerçekleşen gala gösteriminden bu yana çok konuşulan filmlerden biri. Filmi izleyenlerin yorumlarına bakıldığında, Cem Yılmaz bu defa güldürmüyor idi. Adı jenerikte görünür görünmez dahi izleyicisini güldürmeye alıştırmış bu oyuncunun dramı nasıl anlattığını merak etmiştim doğrusu. Tabi ki güldürerek, hiç şaşırmadım.

    Filmin başından sonuna kadar hakim olan nostaljik renk ve sunum, özelllikle çocukluk ve gençlik dönemlerini 80’lerde geçiren kuşak için anlamlı olacaktır. İskender’in (Cem Yılmaz) çocukluğunu gösterdiği jenerikten önce akan sekans, dönemin nostaljik havasını, müziği eşliğinde vermeyi başarıyor. Hele siyah beyaz ekranda Sermet Erkin’i görünce… Filmin sanat yönetmeni Yaşar Kartoğlu’nu kutluyorum.

    40’lı yaşlarına merdiven dayamış İskender, babasının gözünde hiçbir işe yaramayan bir hokkabazdır ve İstanbul’un arka sokaklarındaki bar ve pavyonlarda Büyük İskender adıyla sihirbazlık gösterileri yapmaktadır. Ancak bazen olmadık kazalara mahal verdiği de olur. İşte bu kazaların birinden sonra yine işinden olur; bir yandan da ev sahibi kira için kapılarını aşındırmaktadır. Bir çıkar yol bulmak, kendisinin bir hokkabaz değil de sihirbaz olduğunu ispatlamak ve bu işten para kazanıp dokuz numara miyop gözlüklerden kurtulmak için çocukluk arkadaşı Maradona (Tuna Orhan) ile birlikte turneye çıkmaya karar verir. Maradona da onun gibi çocukluğundan beri kalın camlı gözlükler kullanmaktadır.

    İskender’in kız kardeşinden aldıkları karavan ile Ege ve Akdeniz kıyılarını dolaşmaktır niyetleri ama İskender’in asker emeklisi hafif bunak babaları Sait (Mazhar Alanson) de onlara takılınca tam macera başlar. Sait’in de başka bir amacı vardır çünkü, kendisi için yaptırdığı mezar taşıyla birlikte Çanakkale şehitliğine gidip gömülmek. Bir süre yol aldıktan sonra dinlenmek için durdukları bir yerdeki düğünde sihirbazlık gösterisi yaparlar ve sihirli kutuda Fatma gelin (Özlem Tekin) üzerinde yapılan kaybetme oyununda gelin gerçekten kaybolup onlara musallat olunca, yollarına dörtlü olarak devam ederler. Böylece, amaçları birbirinden farklı dört kişinin karavana bağlı bir araçla yola çıkmalarıyla olaylar kendini gösterir, biraz mizah biraz da dram ile. Her sekans, şaşırtıcı ve seyircinin beklemediği başka bir sekans ve sahneyle devam eden film, seyirciyi yer yer hüzünlendiriyor ama bolca da güldürüyor.

    Dediğimiz gibi, bazı yerlerinde kahkahaların atıldığı ancak altında hüzünlü bir hikâyenin yattığı bu film, başka bir Cem Yılmaz klâsiği olmaya aday. Her Şey Çok Güzel Olacak filminden sonra Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson’u ikinci defa yanyana görme şansı elde ettiğimiz Hokkabaz’da dört oyuncuyu da başarılı performanslarıyla seyrettik. Tuna Orhan’ın kostümleri ve performansı takdire lâyık.

    Her Şey Çok Güzel Olacak filmini beğenenler bu filmi de keyifle seyredeceklerdir.

    İyi seyirler…

    (26 Ekim 2006)

    Asya Çağlar

    Sınav

    Vizontele ve G. O. R. A. filmlerinin yönetmeni Ömer Faruk Sorak imzalı Sınav, geçtiğimiz hafta vizyona girdi. Sınav’da dikkati çeken üç etken var: Yapım süreci, oyuncu kadrosu ve kullanılan müzikler. Film, Böcek Yapım ve Fida Film ortaklığında gerçekleştirilmesinin yanı sıra Genç Turkcell ana sponsorluğunda ortaya koyulmuş. Oyuncu kadrosu ise güçlü ve bir o kadar da medyatik isimlerden oluşuyor: Altan Erkekli, Hümeyra, Okan Bayülgen, Güven Kıraç, Zafer Algöz ve tabii bir de İngiltere’den özenle getirtilen efsanevi hırsız Charles rolündeki Jean Claude Van Damme. Müzikler ise son dönemin Türk popüler müziğinden esintiler taşıyor. Gençlerin nabzını tutan Nil Karaibrahimgil, Duman, Manga, Göksel ve Ceza’nın şarkıları görüntülere eşlik ediyor. Burada ayrıntılara boğulmadan günümüz Türk sinema endüstrisinin nelerden beslenerek kalkınmaya çalıştığını hepimiz az çok görebiliyoruz.

    Kült gençlik filmi

    Türkiye’nin ilk kült gençlik filmi olarak lânse edilen yapım, lise son sınıf öğrencileri olan Mert (İsmail Hacıoğlu), Sinan (Yağmur Atacan), Gamze (Rüya Önal), Kaan (Caner Özyurtlu) ve Uluç (Volkan Demirok) adlı beş gencin hikâyesi üzerinden Türkiye’deki eğitim ve sınav sistemini tartışmaya açıyor. Ailelerinin baskısından bunalan ve gelecek kaygıları içerisinde savrulan karakterler çalışarak bir yere varamayacaklarını anlayınca çareyi sınav sorularını ele geçirmekte ararlar. Öncelikle okulda rutin olarak girdikleri derslerin sınav sorularını ele geçiren gençler, bununla da kalmayıp işi büyütmeye ve gençlerin korkulu rüyası haline gelmiş ÖSS sorularını çalmaya yeltenirler. Kahramanlarımız bunu yaparken, kendilerine idol olarak gösterdikleri, bir dönemin kopya çekme konusunda uzman sistem karşıtı efsane öğrencisi Levent Lemi’den fikir almaya çalışırlar ve sonunda çareyi İngiliz Kraliyet ailesi adına çalışan efsanevi hırsız Charles’ı Türkiye’ye getirtmekte bulurlar.

    Hayat eşittir 180 dakika!

    Film hakkında yapabileceğim eleştiriler ise şöyle: Sınav, Türk eğitim sistemini ve özellikle de gençlerin korkulu rüyası, ailelerin çocuklarına baskı uygulama konusundaki bir numaralı mevzusu olan ÖSS’yi açık seçik eleştiriyor, fakat bir yandan da bundan kaçış olmadığını vurguluyor. Film, beş lise öğrencisinin sınav sorularını çalma operasyonu üzerinden komik ve eğlenceli unsurlar içeriyor. Aksiyon yok değil, ancak bunu filmin ikinci yarısında özellikle de Van Damme’ın filme katılmasıyla hissedebiliyoruz. Filmdeki komedi unsurları, gençlerin trajik hikayeleriyle ara sıra kesintiye uğrayarak melodrama doğru kayma gösteriyor. Ayrıca müzik eşliğinde izlediğimiz görüntüler televizyon kanallarından aşina olduğumuz video klipleri çağrıştırıyor. Tüm bunlara rağmen filmin hemen ilk sahnesinde aktarılan anafikir içimizi burkuyor: “Hayat eşittir 180 dakika.” 180 dakika süren bir sınavın sonunda bugün hepimizin hayatı bir yerlere yönlendirildi, birtakım meslekler edindik. Ne kazandık, ne kazanacağız? İstediğimiz hayatı yakalayabildik mi, yakalayabilecek miyiz? Kimbilir? Herşey bir zamanlar -henüz onsekizimizdeyken- geçtiğimiz o korkulu sınavda şekillendi. Ve hayatımız 180 dakikaya eşitlendi…

    (23 Ekim 2006)

    Âlâ Sivas

    Antalya’nın Ardından

    Kırküçüncü kez düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni geride bıraktığımız şu günlerde akıllarımızda kalan çok şey var elbette. Meselâ beklenen konukların gelmeyişi ve bundan doğan hayal kırıklıkları, açılış ve kapanış gecelerinde yaşanan aksaklıklar, sunucuların yetersiz duruşları, neredeyse bir öğrenci filmi havasını yansıtan ve tekrar tekrar seanslar öncesinde seyretmek zorunda bırakıldığımız tanıtım filmi, hava şartlarının iyi gitmemesi ve yaşanan talihsizlikler, ödüllerin haklı mı haksız mı dağıtıldığı tartışmaları ya da jüriye rest çekenler… Bütün bunlar aslında bardağın hangi tarafını gördüğünüzle ilgili biraz da. Bardağın boş tarafını görelim diyorsanız yukarıda saydığım eksilere daha yüzlercesini ekleyebilirim. Ancak bunun aksine ben bardağın dolu tarafını görmek isteyenlerdenim ve ne olursa olsun bu açıdan bakarak kaleme alabileceğim keyifli gelişmeler olduğuna inanıyorum.

    Türk filmleri geliyor

    Bardağın dolu tarafını görmeye devam edecek olursak bu yılki festivalin ardından aklımızda kalan en olumlu olay Türk sinemasının yükselen çizgisine şahit olmamızdı elbette. Kısa metrajların ve belgesellerin de dikkat çekmesi bir yana, özellikle ulusal uzun metraj yarışma bölümündeki filmler sevindiriciydi. Kaldı ki bu filmler yalnızca festivale yetişenler, elbette dahası da gelecek. Ekim ayından itibaren çok sayıda Türk filminin vizyona gireceği yolundaki ipuçları festival sırasında verildi.

    Antalya’da gösterim şansını yakalayan ulusal uzun metrajları anımsayacak olursak: İklimler (Nuri Bilge Ceylan), Cenneti Beklerken (Derviş Zaim), Takva (Özer Kızıltan), Eve Dönüş (Ömer Uğur), Kader (Zeki Demirkubuz), 2 Süper Film Birden (Murat Seker), Araf (Biray Dalkıran), Aura (Orhan Oğuz), Kardan Adamlar (Aytan Gönülşen). Bu filmler seanslar arasında, festival sonrasında ve halen daha olumlu ya da olumsuz eleştiri bombardımanına tutulmakta. Hepsini tek tek anlatmak istemiyorum, ancak tadı hâlâ damağımda kalan bir film var ki, o da galasına katılma şansını yakaladığım Nuri Bilge Ceylan’ın tarzından vazgeçmeyerek doyasıya sadelikle işlediği İklimler’i.

    İklimler üzerine

    İklimler, İsa ve Bahar adlı iki karakterin bitmiş ilişkileri üzerine bir film. Karakterlerin iç dünyaları sürekli basit nedenlerle değişmektedir, tıpkı iklimler gibi… Hem iç dünyalarının hem de gerçek dünyanın iklimlerinde savrulan karakterlerin öyküsü yönetmenin yine o vazgeçilmez durağan plânları, son derece basit ama bir o kadar da kolay kolay bükülemeyecek bir sağlamlıkla kullandığı diliyle bizlere sunuldu. Ceylan, Koza adlı kısa metraj çalışmasıyla başlattığı sinema kariyerini Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve son olarak Uzak ile başarıya taşımıştı. Şimdi tüm bunların ardından gelen İklimler, kanımca yönetmenin en iyi filmi. Ceylan, yine görüntü üzerinde tüm marifetini sergilemiş, minimum diyalogla bu işin de üstesinden gelmiş, seçkin bir film yaratmış. Kimileri için “uyunası” bir film olarak algılanabilir ama İklimler, hem tekniği hem de içeriği açısından çok zengin bir işleyişe sahip. Gala gecesinde yönetmenin söylediği birkaç cümle var ki o da içimi burktu. Şöyle ifade etti Ceylan: “Böylesine dolu bir salon görmek ne güzel, ancak vizyona girdiğinde filmimin seyirci toplayabileceğini sanmıyorum.” Ne kadar da doğru cümleler kurdu yönetmen. Karamsar değildi, gerçekleri söyledi. Zaten daha önce başına gelenler de hep böyle olmamış mıydı? Uzak, Cannes’daki başarısının ardından Avrupa ülkelerinde akın akın ilgi görmüştü ama ya kendi ülkemizde? Salonlarımız dolmuş muydu? Seyredenlerin kaç tanesi katılabilmişti Ceylan’ın o muhteşem görsel şölenine? Kim neyi anlayabilmişti? Yönetmenin bu sözleri bir duygu sömürüsü değildi, sadece gerçeklerdi. Vizyona girdiğinde kaçırılmaması gerekir diyorum.

    Ödüller kimin?

    Antalya’nın ardından aktarabileceğimi son şey ise ödüllerin kimlere verildiği. Bir şekilde paylaştırıldı ödüller, haklı ya da haksız… Nasıl bir politika izlendi? Bilinmez. Ama sonuç olarak iyi ki ödüller verildi, en azından yaratan insanların bundan sonraki üretimlerine birer katkı olacak, orası kesin. Ve işte ödüller sahiplerini buldu:

    En iyi film dalında büyük ödülü Kader filmiyle Zeki Demirkubuz alırken, ikinciliği Özer Kızıltan’ın Takva’sı aldı. Takva ayrıca En İyi Erkek Oyuncu, Senaryo, Görüntü Yönetmeni, dahil olmak üzere toplam dokuz ödülün sahibi oldu. Takva’nın başrolünde seyrettiğimiz Erkan Can’ın Gemide’den sonra bir kez daha muhteşem bir performans sergileyerek ödülü hak ettiğine inanıyorum. Aldıkları ödüllere şaşıranlar da oldu. Örneğin Nuri Bilge Ceylan İklimler filmine En İyi Kurgu dalında ödül verilmesine karşı duyduğu hayreti dile getirdi. Bir başkası da Sibel Kekilli idi. Kekilli, soru dolu ifadesi ve bakışları içerisinde Eve Dönüş filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. Festivalde dikkati çeken bir başka film ise Cenneti Beklerken idi. Derviş Zaim’in yönetmenliğini yaptığı film En İyi Görsel Efekt dalında ödüle lâyık görüldü.

    Denizden esen ılık rüzgar eşliğinde festival sona erdi, Antalya şimdi sessiz ve sakin… Ama Antalya’da kaçırdıklarınız için endişelenmeyin, çünkü bu filmlerin bir kısmı “Filmekimi” kapsamında Emek sinemasında da gösterime girecek. Ayrıca Türk filmleri de Ekim ayından itibaren vizyonda olacak. Festivalde görmüş olsanız bile ödüllü Türk filmlerini vizyonda bir kez daha seyretmek keyifli olacak.

    (30 Eylül 2006)

    Âlâ Sivas

    Sinemamızdan Bir Yılmaz Güney Geçti

    Ayhan Işık sinemamızın kral’ı idi, 50’li yılların başında Yıldız Dergisinin açtığı bir yarışmayı kazanarak sinemaya girdi ve ikinci filmi ile star oldu. Uzun yıllar bu ünvanını korudu ve kral ünvanına lâyık görüldü; hakkıydı. Sinemamıza ikinci bir kralın gelmesi yıllar aldı. Kadın oyuncular için, Yeşilçam’ın ilerlemiş yıllarında bir kare as’dan söz edilir (Girik / Şoray / Koçyiğit / Akın) ama erkek oyuncular için, böyle bir kare as’da hiç bir zaman anlaşma olmamıştır. Kare as’ı oluşturacak isimler her zaman için dörtten fazla olunca, anlaşmaya varılamamıştır. Ama sinemamız ikinci bir kral (çirkin kral) çıkarmıştır. İkinci (çirkin) kral, Yılmaz Güney, 1959 yılında sinemamıza giriş yapmış, iki filmlik (Ala Geyik, Bu Vatanın Çocukları) başlangıçtan sonra, zorunlu bir ara verme ile sinemadan uzak kalmış, sonradan sinemaya ikinci gelişinde (İkisi de Cesurdu) krallığını ilân etmiştir. Güney’in sinemaya girişi bilinçli bir giriştir. On yaşında -biraz ileri bir yaşta, geç olarak- tanıştığı sinemaya girişi, ilk filmlerinde ulaştığı noktaya kadar bilinçli seçimlerdir. Adana’da sinemanın gösterim alanı (sinema salonları ve bahçe sinemaları) ile başlayan ilk ilişkisi, bölge dağıtım ortamında devam etmiş ve İstanbul’a taşınmıştır. İlk iki filminde, sinema heveslisi bir oyuncu adayı değil, yönetmeni (=ustası) Atıf Yılmaz’ın asistanı ve Yaşar Kemal, Halit Refiğ gibi farklı gruplardan gelen kişilerle birlikte senaryo yazım ekibi içinde yer alan bir sinema adamıdır. İstanbul’a geldiği ilk dönemde bir edebiyat dergisi (Onüç) çıkarmış ve dergide öyküler yazmıştır. Bu öykülerden biri (Üç Bilinmeyenli Eşitsizlikler Sistemi) nedeni ile hakkında dava açılır, mahkûm olur. İlk iki filminden sonra, cezasını çekmek için sinema ortamından uzaklaşır.

    Ala Geyik ve Bu Vatanın Çocukları, zamanında kendisinden söz ettirmiş filmlerdir ve sinemamız tarihinde de yerlerini almışlardır. Fakat, aradan geçen zaman, dönüşünde Güney’in pek de kabûl görmesine mani olur. O, cezaevinde yazdığı Boynu Bükük Öldüler romanı ile dönmüştür, ama gönlünde sinema yatmaktadır. Giderek yerleşen Yeşilçam’da oluşan majör yapımevlerinden rağbet görmeyince, küçük bütçeli firmalara yönelir. Senaryosunu da yazdığı İkisi de Cesurdu, gerçi bir western olan The Gunfighter (1950) uyarlamasıdır, ama Güney filme oyuncu olarak damgasını vurur. Eleştirmenlerin ilgisini çekmeyen film, Anadolu’da kabûl görür. Hemen arkasından çok serbest bir Suç ve Ceza uyarlaması gelir: Her Gün Ölmektense. Yine senaryoyu da yazan Güney, kendi kontrolündeki oyunculuğu ile seyircisiyle bağlantısını kurar. Bu bağlantı benzer konulu filmlerin birbirini izlemesi ile tekrarlara düşme pahasına Güney’i star = Kral olmanın ötesine taşır, yıllar içinde mitoslaşmasına neden olur.

    Güney’in kral Işık’dan farkı, mitoslaşmasıdır, bu olgu Işık’da gerçekleşmez. Güney’i Işık’tan ayıran bu fark, Güney’in aynı zamanda toplumsal bir olay olmasına neden olur. Oynadığı filmlerin senaryolarını çoğunlukla kendi yazmasının yanında zaman zaman, filmlerin bazı sahnelerini çeker. Bu bir hevesin giderilmesi değil, başlangıçtan beri düşünülen yönetmenliğe alıştırmadır.

    Seyircinin İkisi de Cesurdu’da kabûl ettiği Güney giderek, majör firmaların dikkatini çeker, her zaman ustam diye sözünü ettiği Atıf Yılmaz ile -tekrar- ve Lütfi Akad gibi yönetmenlerle filmler çekmesine neden olur. Bu ilişkilerin ileri aşamasında Akad ile çektiği Kurbanlık Katil filminin ilk yirmi dakikasında, sinemada yıllarca çalışarak kurduğu mitos’u yıkarcasına çizdiği alkolik portresi, aynı filmde daha sonra yaptığı mitosa dönüşü seyircisine verilmiş bir ödündür. Mitos’a tekrar değinmişken, sinemamızın mitos olmuş tek oyuncusu Güney değildir. Sinema başlangıcı Güney öncesinde olan Hüseyin Peyda’nın ilk filmlerinde yarattığı Abdo Bey kimliği ile, en azından Güneydoğu Anadolu bölgesinde mitoslaştığı unutulmamalıdır. Peyda’nın bu filmi de (Mezarımı Taştan Oyun) mitoslaşmıştır. Kadın oyunculardan yukarıda söz ettiğimiz kare as’ın as’larından Türkan Şoray mitoslaşmayı, starlığı ile birleştirmiştir. Yalnız ilginçtir, sinemamızın iki mitosu olarak belirttiğimiz, Şoray ve Güney ayrı ayrı, zamanlarının bütün karşı cinsteki oyuncuları (starları) ile oynamalarına rağmen hiçbir filmde karşılıklı oynamamışlardır. Türkan Şoray Cemo filminde geçirdiği kazadan sonra setlere dönmeye hazırlandığı Dönüş filminde, yönetmenlik de yapacağı belirlendikten sonra bir çok tepki alır, özellikle sinema çevreleri Şoray’ın altından kalkamayacağı bir işe girdiğini söylerler. O zaman cezaevinde olan Güney, Şoray’a vizör’ünü yollayarak, başaracağından emin olduğunu belirtir.

    Güney oyuncuktan yönetmenliğe geçen birçok oyuncu gibi, film çeken oyuncu olarak kalmamış, yönetmenlik sıfatını yurt içinde ve dışında herkese kabûl ettirmiştir. Ve bu hak edilmiş bir olgudur. Lümpenliği, zaman içinde ön plâna çıkan politik tavrı, yazarlığı, sinemada oyunculuğu bir yana, yönetmen olarak -belki istediği bir çok filmi yapamamasına rağmen- sinemamızın -belki yeteri kadar gelişmemiş- en kendine has özellikler gösteren kişilerinden (oyuncu – senaryo yazarı – yönetmen) biridir. Yeşilçam düzeninin tüm hükümranlığı ile devam ettiği günlerde, filmlerinin arasına sıkıştırdığı bölümlerle halis sinema örnekleri vermiştir.

    Sinemamızın dönüm ve zirve noktalarından biri olan Umut, bugünün seyircisi için belki ilginç olmayabilir. Hikâyesinin iki ayrı yapı göstermesi (ilk faytoncu esnafının ve özellikle Cabbar’ın ve ailesinin tanıtıldığı bölümden, define arama sürecine geçişte gösterdiği değişim…) yanında bazı karşılaştırmalı dramatik bölümlerin arasında kimi sahneler, basımı yapılan senaryosunda bir cümle ile anlatılan, fakat filmde epeyce yer tutan kimi bölümleri ile, pırıl pırıl sinema sololarıdır. İstasyona kömür toplamak için gönderilen çocukların raylardaki boş vagonlar arasında oyun oynamaları sahnesi gibi, bir arabanın çarpması sonucu ölen faytonunun tek atını bozkıra terk etmek için götürülme sahnesi gibi…

    Anlatılan dramatik ve sınıfsal öykünün arasına giren bu gibi sahneler ki, bunlar senaryo da nerede ise yazılmayan sahnelerdir, Güney’in doğaçlama sinemacığını gün yüzüne çıkarır. Burada biraz ileri sıçrayarak Baba filmine gelirsek, filmin başına, Adana’da gelenden çok daha önemli bir şeyin olduğunu belirtmek isteriz. Bilenler bilir, bilmeyenler için söylersek; Baba filmine 4. Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü (Altın Koza) ve Yılmaz Güney’e En İyi Erkek Oyuncu ödülü verilir, ödüller açıklanır ve dağıtılır. Son anda olanlar olur ve Adana’yı terk etmek üzere olan havaalanındaki jüri geri çağırılarak, Baba’nın festival dışı bırakıldığı, bu nedenle yeni bir değerlendirme yapılması gerektiği bildirilir ve jüri üyeleri, daha önce seyretmiş oldukları filmleri Baba’sız tekrar değerlendirirler. Böyle bir olay geçmiş herhangi bir yarışmada yaşanmış mıdır ve gelecek herhangi bir yarışmada yaşanabilir mi? Düşünmek gerek.

    Yeniden yapılan değerlendirme sonucunda Yılmaz Duru’nun Kara Doğan filmi ikincilikten birinciliğe çıkar ve En İyi Erkek Oyuncu ödülü de, -gerçekten sinema yaşamının en iyi rollerinden birini oynayan- Yaralı Kurt’taki (Ö. L. Akad) rolü için Cüneyt Arkın’a verilir. Ama bana göre, başına böyle bir iş gelen Baba’nın ve asıl Yılmaz Güney’in gerçek talihsizliği film çekilirken yaşanır. Baba bitmiş hali ile temposu giderek düşen bir dramdır. Almanya’ya gitme uğraşı içindeki Cemal, dişlerindeki çürük yüzünden elemeyi geçemez, oysa ne hayalleri vardır. Bu arada yalısında bekçilik yaptığı patronunun oğlu bir adam vurur, Almanya’dan kazanmayı umduğu para karşılığı Cemal’den suçu üstlenmesini isterler. (Birinci bölüm biter) İkinci bölümde Cemal cezaevindedir, aile giderek dağılır, yerine cezaevine girdiği patronunun oğlu karısına tecavüz edince kadın kundaktaki bebeğini cami kapısına bırakıp kayıplara karışır… Üçüncü bölümde cezaevinden çıkan Cemal intikam peşine düşer (mitos’un zincirleri serbest bırakılır) kızını hem de kendisine sunulan bir fahişe olarak bulur, tövbe ettirir, kırklattırır. Oğlu ise yerine hapis yattığı adamın fedaisidir ve ikisi de birbirlerini, vururken tanırlar… Görüldüğü gibi üç bölümlük film fireni boşalmış bir araba gibidir, hep aşağı çeker… Ama Güney böyle mi düşünmüştür Baba’yı. (!) Güney’in yapmak istediği, patronunun oğlunun cinayetini üstlenen Cemal’in onlardan bir isteği olur, kendisine bir gün süre ve biraz para vermelerini ister. O gün karısını ve çocuklarını gezdirecek ve -hiç değilse bir gün- onları yaşatacaktır, lunaparka gideceklerdir, lokantada (aş evinde?) yemek yiyeceklerdir… Cemal, karısı ve çocukları için ne programları yapabilir ve bunların ne kadarını nasıl gerçekleştirebilir?

    Umut’da istasyonda kömür toplarken oyuna dalan çocuklar gibi, Cemal ve ekibinin ne yapacağı -ve Güney’in bunlar olurken nerelere ne göndermeler yapacağı- hiç belli olmaz (dı). Güney bunu yapamamıştır, yapımcı baskısı ile Baba giderek tekleyen ve dramatikliğini yitiren bir yapıya bürünür. (Ama geleyim işin farklı bir boyutuna: Ben Baba filmini Samsun’da Kent sinemasında seyrettim, (şimdi yok). Arkamdaki sırada baştan sona doktor, eczacı ve dişçilerden oluşan yedek subay öğrencileri oturuyordu. Sıra Baba filminin üçüncü bölümüne gelince arkadaki sırada bir hareket oldu ve kulağımla duydum, biri yanındakine şöyle dedi: Film şimdi başlıyor. (Yapımcı İrfan Ünal haklı mı yoksa?) Güney, İkisi de Cesurdu’da başladığı mitos yürüyüşünü zirveye ulaştıktan sonra, kendi yaptığı filmlerle yıkmaya çalıştı ise de, o filmleri yapabilmek için yaptığı filmlerde de devam ettirmiştir. Bu çelişki, özel yaşamının zikzaklarında da görülür, bu zikzaklardan biri Arkadaş’tan sonra çekmeye başladığı Endişe’yi bitirememesine neden olur. Fakat kendisinin çektiği ve Endişe’nin açılış bölümünde kullanılan, Çukurova’ya pamuk işçisi taşıyan kamyonların sesleri ve görüntüleri arasında Adana’ya gelen yollar üzerindeki sonu SA ile biten Sabancı kuruluşlarının isim levhalarına yapılan zoomlar, şehir girişinde bulunan levhadaki Adana yazısı üzerine tebeşirle yazılmış AdaSA yazısına yapılan zoom’la doruğa ulaşır. Ancak, sinemanın görsel gücü ile anlatılabilecek bu sahneler Güney’in senaryosunu yazmakla kaldığı Endişe’ye sinemasal (görsel) katkısıdır.

    Güney’in sinemasının enteresan noktaları vardır, mitosun gereği yapılan filmlerdeki tavrı diğer filmlerde değişir, öncelikle mitosu yıkma değilse de yıkma çabaları yanında, sinemanın vazgeçemediği bir kısım kullanımlarını kendince yeniden üreterek kullanır. Sinemamız üzerine yazılmış kitaplarda değinilmemiş, özel olarak seks konusunu işleyenlere de girmemiş, ama girmemesi de normal olan bazı Güney sahneleri özellikle ilginçtir. Mitosu oluşturan filmlerde seksi genel kullanım biçiminde kullanan Güney, yeri gelir Umut’da, define peşine düşecek Cabbar’ın karısını (Gülsen Alnıaçık), “gidince yapacakları hakkında talimat ve para verdikten” sonra -çocuklar da aynı odada yatarlar- yorganın altına çağırır, kadın çocukları işaret ederse de, yorganı üstlerine kapatır. Evlidirler dört – beş çocukları vardır… Seks yahut erotiklik öncelikle çıplaklığı gerekli kılmaz… Acı’da ise, gözleri kör edilen Ali, intikamını almak için sese duyarlığını artırmak isteği ile eğitim yapar ve giderek duyarlılığını geliştirirken kendisine yardım eden Zelha (Fatma Girik), ıslanmış ve vücuduna yapışmış gömlekli hali ile kendisini görmeyen Ali’yi elindeki çan’ı çalarak boyunu aşan sazların arasına çağırır ve peşi peşine sazların arasına girerler… Bir çok filmimizde, dudakları birleşen sevgililerin görüntüsü üzerinden, bir pan ile uzaklaşan kamera -çoğunlukla da yanmakta olan ve bindirme ile sönen- ateş görüntüsüne geçer. Ateş söner… Umut’da ve Acı’daki ateş hâlâ sönmedi… Yıllar sonra Fransa’da çektiği Le Mur (Duvar) da ise, hiçde erotik olmayan (ve pornolaşmayan) bir şekilde, bir doğumu tüm ayrıntılarını ve doğum yapan kadının cinselliğini -yakın plânda- çekecektir.

    Oyunculuğu ile başlayan senaryo yazarlığı, oynamadığı bir kaç filmde de gerçekleşir, mitoslaşma sürecinde bir çok filminin senaryosunu da kendi yazmıştır. Ama yazarlığı daha öncelerde, öykü yazarlığı ile başlar. Bir öyküsü nedeni ile hüküm giyip ceza evine girince romana yönelir, ilk basımında yarısı basılan roman dikkat çekmez (birinci cilt olarak kalır ve ikinci cildi basılmaz). Sonradan tamamı basılan Boynu Bükük Öldüler, verilen ilk Orhan Kemal Roman Ödülünü kazanır. Yakınlarda yaşamına veda eden oyuncu Tuncer Necmioğlu bir çok filmde karşılıklı oynadığı Güney’e verilmiş bir sözünü, sekiz yıldır üzerinde çalıştığı senaryoyu 2010 yılından önce Boynu Bükükler adı ile hayata geçirerek gerçekleştirmek istediğini söylemesine rağmen, ne yazık ki ömrü vefa etmemiştir. Bu belkide her ikisine bir vefa borcumuzdur. Güzel ve oldukça sinemasal olan Boynu Bükük Öldüler romanı bugüne kadar sinemaya uyarlanmamıştır (!) Son cezaevi günlerinde ise yazdığı ve yönetmenini belirlediği İzin (Temel Gürsu) ve Bir Gün Mutlaka (Bilge Olgaç) ile önce dikkat çekmeyen filmler yaptıran Güney, Zeki Ökten (Sürü, Düşman) ve Şerif Gören’e (Yol) yaptırdığı filmlerle sinemada var olduğu yine göstermiştir.

    Ustası Atıf Yılmaz ile yaptığı Zeyno filminde, Hülya Koçyiğit ile karşılıklı oynadıkları (halay çektikleri) bir sahnede, bir omuz çekim sırasında Güney, anlık bir sürede, dudakları ile bir hareket yapar. Bunun Atıf Yılmaz tarafından istenilmiş olduğunu -kesin bilmem mümkün değil ama- zannetmiyorum. Bu hareket Güney’in oyuncu olarak sahneye değil, filme bir katkısıdır.

    Cemil’in (Arkadaş) finâlde kendisini vurup vurmadığı hiç önemli değil, ama Onüç Dergisi döneminde yazdığı öykülerinden birinde; “öldüğünde” beyazlara sarılan ve bir sandığa konulan sonra da siyah bir arabaya bindirilen ve böylece Beşiktaş’lı olan kişi, aslında Fenerbahçe’li olduğunu söyler. Takım tutmak bir yana, bu yaşamı seçmek değil midir?

    (25 Eylül 2006)

    Orhan Ünser

    *****

    Yaba Edebiyat Dergisi, Sayı: 41 – 42, Eylül – Ekim 2006, Sayfa: 38 – 40, Yılmaz Güney Dosyası’ndan.

    İlk Düşünüldüğü Noktadan, Farklı Nedenlerle, Farklı Noktalara Varan İki Film: “Zavallılar” (Yılmaz Güney – 1972 / Atıf Yılmaz – 1974) ve “Baba” (Yılmaz Güney – 1971)

    Bazı kişilerin ilişkileri ilginçlikler gösterir. Sinemamızın iki ünlü yönetmeni, Atıf Yılmaz ve Yılmaz Güney’in ilişkileri de böylesi bir ilişkidir. Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz’dan her zaman ustam diye söz etmiştir. Bunda haklıdırda, bir “sinema tutkunu” olarak İstanbul’a gelen Güney, ilk sinema çalışmalarına Atıf Yılmaz’ın yanında başlamıştır. Bu çalışmaların ilk bölümünde üç film yer valır. 1959 yılında çekilen Alageyik, Bu Vatanın Çocukları ve Karacaoğlan’ın Kara Sevdası filmlerinde, Güney, Yılmaz’a asistanlık yaptığı gibi, Atıf Yılmaz’ın yanında, Yaşar Kemal ve Halit Refiğ ile birlikte senaryo yazımına da katılmış, ayrıca ilk iki filmde de başrolü oynamıştır. -Bu Vatanın Çocukları iki çocuk kahraman üzerine kurulu olsa da- Güney, Yılmaz ile bundan sonraki çalışmasını 1961 yılında Dolandırıcılar Şahı, Tatlı Bela ve Seni Kaybedersem filmlerinde yapar. Asistanlığın yanında ilk iki filmde bu kez küçük rollerde oynar, üçüncü filmde ise yalnızca asistanlık yapar. Güney’in Yılmaz ile üçüncü dönemi yalnızca oyunculuk alanında kalır, Güney artık bir star (Çirkin Kral) olmuştur. Balatlı Arif (1967) ve Zeyno (1970) filmlerinde yönetmen – oyuncu ilişkisi devam eder.

    1972 yılına gelindiğinde Güney kendi yazdığı senaryodan Zavallılar filmini çekmeye başlar, başrolünüde -iki kader arkadaşı ile birlikte- kendisi oynamaktadır. Fakat film tamamlanamaz, Güney’in tutuklanması nedeni ile film yarım kalır. Yarım kalan filmin tamamlanması fikri ile 1974’de yeniden ele alınması ile ortaya garip bir durum çıkar, filmde Güney’in oynadığı rol nasıl çözümlenecektir, öykü onun üzerine kuruludur. Bu durumda öykünün yeniden yazılması gerekmektedir. Öykünün yeniden yazılması görevi, filmin tamamlanmasını da üstlenen Atıf Yılmaz’a verilir. Yılmaz filmdeki üç arkadaşın, neden ceza evine girdiklerini anlatan üç geri dönüşle, olayı çözümler ve filmde bu şekilde tamamlanır. Geri dönüşlerde üç arkadaştan ikisini yine, Güney’in anlattığı bölümlerdeki gibi Yıldırım Önal ve Güven Şengil oynar. Yılmaz Güney‘in oynama olasılığı olmadığı için gençliğinin ileri yaşlarını akrabalarından Göktürk Demirezen, -hem de Güney’in oynadığı bölümlerle çelişmeyecek bir bütünlük içinde- oynarken, daha erken yaşlarını Mehmet Şahiner oynar.

    Yılmaz, 1959’da senaryo çalışmalarına kattığı, çekim sırasında kendisine asistanlık yaptırdığı ve sinemaya -fiilen başladığı- ilk günlerde başrol oynattığı çırağı Güney’in yarım kalan bir filmini, hem senaryosunu zorunlu nedenlerle yeniden yazarak, hemde iki eski oyuncunun yanında hiç sinema deneyimi olmayan akrabası bir genci oynatarak tamamlayıp, usta – çırak ilişkisini iki usta ilişkisine çevirerek, sinema tarihinde pek rastlanılmayacak bir beraberliği gerçekleştirmiştir. Ayrıca görsel bir sanat olan sinemada, Güney ile birlikte çalışan Gani Turanlı’dan iki yıl sonra Kenan Ormanlar’ın Yılmaz ile birlikte çalışmasında görsel hiç bir kopukluk olmadan bütünlüğe ulaşılması da, dikkat çekicidir. Yıldırım Önal ve Güven Şengil de, Güney’in çektiği bölümlerden yıllar sonra aynı kişilikleri, Yılmaz yönetiminde -daha genç halleri ile- tekrar oynarken filmin/filmlerin bütünlüğünü aksatmamaktadırlar.

    Güney’in 1972’de yarım kalan ve Yılmaz tarafından 1974’de tamamlanan, bu arada senaryosu yeniden yazılmak durumunda kalınan Zavallılar filmi ne anlatmak durumunda iken ne anlatır duruma gelmiştir. Seyirci karşısına çıkan Zavallılar’da cezaevinde yatan ve tahliye edilmek üzere olan üç gariban arkadaş bir yolunu bulup cezaevinde kalmayı, hiç değilse kışı içerde geçirmeyi düşünürler, ama düşünceleri gerçekleşmez. Gidecekleri hiç bir yer yoktur, soğuktur ve açtırlar. Bir parkta oturup geçmişlerini düşünürler, nasıl suça itilip cezaevine düşmüşlerdir. Arap (Güven Şengil) ve Hacı (Yıldırım Önal) işledikleri suça nasıl sürüklenmişlerdir. Abuzer (Yılmaz Güney) ise küçük yaşlardan beri bir kaç kez cezaevine girip çıkmıştır. Geri dönüşlerle verilen olayları hatılarlar ve her şeyi göze alıp, zemin kattaki bir aşevine girip karınlarını doyururlar. Arap ve Hacı, tuvalette gidip, kaçma kararı alırlar ve Abuzer’i yalnız bırakıp kaçarlar. Karakola götürülen Abuzer bir süre sonra serbest bırakılır, tam o sırada karakolda yabancı uyruklu bir kadın vardır, oturma süresi dolmuş ve sınır dışı edilecektir. Bir Türkle evlenerek ülkede kalabileceği belirtilir. Karakoldan çıkan Abuzer, yabancı uyruklu kadının arabasından çağrılması üzerine kaçmaya başlar ve kaçışı sırasında, görüntü donar (SON).

    Güney’in göründüğü sahneleri doğal olarak Güney çekmiştir, filme çok uyan bir yerleşim gösteren sahneleri ise ustası Atıf Yılmaz’ın elinden çıkmadır ama geri dönüşler (Yılmaz’ın yazdıkları) olmasa idi, film nasıl olacaktı? Geri dönüş sahneleri olmayınca, film başladığı şekilde açılacak, yine içerde kalmak istemelerine rağmen Abuzer, Hacı ve Arap’ın -soğukta gidecekleri yerleri olmadan ve aç bir şekilde- cezaevi kapısına konulması ile gelişecekti. Yine parka gidip oturacaklar ve -geçmişlerini pek de hatırlamadan- aşevine gidecekler ve yine Abuzer, Arap ve Hacı tarafından terk edilecekti. Karakola götürülen Abuzer, burada ülkede bulunan ve oturma izni bittiği için yurt dışına çıkarılacak olan bir yabancı uyruklu kadınla karşılaşacak ve kadının aşevinin parasını ödemesi ile kurtulacak, salınınca dışarda yalnız başına giderken, -bedelini ödeyen- yabancı uyruklu kadın tarafından arabasına çağrılacak (Güney’in çektikleri burada bitiyor veya buraya kadar kullanılmış) ve Abuzer’in bundan sonra şansı dönecektir. Yabancı uyruklu kadınla evlenmesi karşılığında artık zengindir. Abuzer evlendikten ve o güne kadar hayalini bile kuramadığı şeylere kavuştuktan sonra, eski günlerdeki arkadaşlarını aramaya çıkar. Arkadaşlarını bulur da. Fakat onları bulması, yaşamını yitirmesine neden olur, arkadaşları tarafından öldürülür.

    Zavallılar filminin senaryosu yayınlanmıştır, fakat yayınlanan senaryonun finalinde, karakoldan çıkan Abuzer, bir polis ekibinin dikkatini çeker ve suç işlemeye yatkın bir tip olması nedenle “durması” söylenir, polisten ürkerek kaçmaya başlar ve kaçışı sırasında, film biter. Filmde ise, karakoldan çıkan Abuzer, biraz önce karakoldaki yabancı uyruklu kadının arabasından çağrılır, yine ürkek ve kaçarken görüntü donar…

    “Zavallılar’ın benim filmografim içindeki yeri, bir dostun, bir küçük kardeşin yarım kalmış işini, bütün namusumuzla tamamlama çabasından ibarettir.” (Atıf Yılmaz)

    *****

    Baba, bilinen ödül olayı ile hatırlanabilecek bir film. 1972 – 4. Adana Altın Koza Film Festivali’nde birinci olarak ödül kazanan filmin yanında, Yılmaz Güney de en başarılı erkek oyuncu seçilir. Ödüllerin açıklanmasından ve dağıtılmasından sonra, Festival Komitesi’nce bir açıklama yapılarak, “Baba’nın yarışma dışı bırakıldığı ve verilen ödülün geri alınacağı, yeni bir değerlendirme yapılması gerektiği” açıklanır. Jüri heyeti havaalanından geri çağrılır ve filmler yeniden değerlendirilir. Baba hesaba katılmayınca 2. olan Karadoğan (Yılmaz Duru) En İyi Film, 3. olan Yaralı Kurt (Lütfi Akad) 2. olurken, daha önce değerlendirmede olamayan Irmak (Lütfi Akad) 3. film olarak belirlenir. En İyi Erkek Oyuncu ödülü ise Yaralı Kurt’taki oyunu nedeni ile Cüneyt Arkın’a verilir.

    Uzaktan bakınca (üzerinden 34 yıl geçmiş) tarihsel bir olay gibi görülüyor, gerçekten de öyledir. Acaba dünya sinema tarihinde bir örneği daha var mı? Ama Baba’ya bizim yaklaşmamızı gerektiren bu olay değildir.

    Zavallılar’da film düşünüldüğü biçimden tamamen farklı bir biçimde seyirci karşısına çıkmış, çıkmak zorunda kalmıştı. Baba’da aynı olay tamamen farklı bir biçimde yaşanır. Daha önce başka yazılarda da ele aldığım Baba’nın çekim aşamasındaki olay, ulaştığı son biçim bakımından Zavallılar’a benzerlik gösterdiği nedenle bu yazıda da tekrar ele alınıyor.

    Temel Gürsu, 1982’de Nasıl İsyan Etmem (Yılmaz Güney’in rolünü İbrahim Tatlıses oynuyor) adı ile Baba’nın bir re-make’ini yapacaktır, çünkü konu Yeşilçam dramatik mantığı içinde gelişen tüm şablonlara uygun bir konudur.

    Cemal (Yılmaz Güney) müştemilâtında kaldığı bir yalının bekçiliğini yapar, Almanya’ya gitme hayalleri kurar ve bunu gerçekleştirme gayreti içindedir. Fakat dişlerinin sağlıksız olması nedeni ile Alman doktorun elemesini geçemez, hayalleri yıkılır. Orada çalışacak, para kazanarak dönüp ailesini daha iyi koşullarda yaşatacaktır. Filmin bu giriş bölümüne Bekir Yıldız’ın Üç Yoldaş öyküsü kaynaklık eder. Öykü, Almanya düşünün bitmesi ile biter, ama Cemal’in önünde yeni kapılar açılacaktır. Cemal’in patronunun oğlu bir adam vurur. Aile zengin, oğullarını kurtarma yolları ararlar ve suçu üstlenebilecek biri aranırken Cemal akıllarına gelir ve teklifi yaparlar. Ailesine bakılacak, savunması yapılacak, cezası sonunda da Almanya’da kazanmayı umduğu paradan daha fazlası verilecektir. Baba filmi bu noktaya kadar gelir.

    Dorsay, “film, Cemal’in hapse girmesi ile bitmeliydi (bitiyor)” diyor. Dorsay’ın (çekilen) film için dediği doğru, ama o hali ile film sinemamız koşulları için bile üçte birlik bir film olurdu. Film Yeşilçam’ın tüm kalıplarına oturarak üçte ikilik bölümünü tamamlayarak ve intikamlar alınarak bitiyor. Aslında Güney’in düşündüğü Baba bu değildir. Cemal kendisine yapılan teklif üzerine, iki gün süre ister. O iki gün içinde çocuklarını gezdirecektir, hiç görmedikleri yerlere götürecek, bazı şeyleri gösterecektir. Bisikletler, pastalar, parklar, oyuncaklar… İki günün sonunda uyanan çocuklar önce oyuncaklarına koşacak, sonra babalarının yokluğunu fark edeceklerdir, sorduklarında ise “Almanya’ya gitti” yanıtını alacaklardır; oysa cezaevine gitmiş, (polise giderek teslim olmuş) olacaktır.

    Filmde kız – erkek iki kardeşin daracık bahçede okula gitmeden önce bir tavuğu kovalama sahnesi vardır, tavuk kaçar, sıkışmış bir alandadır, sonra çocuklar ağlarlar… Aradım, yayınlanan senaryoda -bulabildiğim kadarı ile- sadece çocukların ağlaması yer alıyor. Umut’da da istasyona kömür toplamaya giden çocuklar vagonlar ve raylar arasında oynarlar. Bunlar, detayları senaryoda yer almayan benzeri sahneler, Baba’daki çocuklar da Güney’in gözlemci kamerasının doğal kişileri olarak, doğaçlama sinemanın örneklerini verirler. Güney’in sinemasındaki -ilk bakışta görünmeyebilen- bu özellik, eğer çekilebilseydi, Baba’nın ikinci yarısında doğaçlama sinema yapma olanağını verecek ve çocuklarla iki günlük gezinti sahnelerinde, hiç bilmedikleri yerlere giderken, bisikletler, pastalar, oyuncaklar alınırken, parklarda eğlenirken, yeni açılımlara ulaşacak ve bütünleştiriciliği ile çeşitli göndermeler yapma olanağı bulacaktı.

    Baba’nın bitmiş hali yapımcı tarafından istenilmiş ve o şekilde biçimlenmiştir, temposu giderek düşen bir melodram olarak, Yeşilçam’ın öngördüğü tüm kalıplara oturur, oysa düşünülen hali ile kalıplar hayli zorlanmış olacaktı. Buna Çirkin Kral Yılmaz Güney’in bile gücü yetmemiştir.

    Dorsay, Baba’nın bitmesi gerektiğini belirttiği yere kadarki bölümü için “Türk sinemasında şimdiye dek ulaşılmış en iyi sinemasal anlatım” ifadesini kullanıyor. Eğer yapılabilse idi, Cemal’in çocukları ile iki günlük gezisi, psikolojik yapı bakımından tamamen farklı yapı gösteren bir bölüm olacak, belki ilk bölüm ile gösterdiği yapısal farklılık tempoyuda etkileyecekti, fakat ilk bölümün sinemasal anlatımı, ikinci bölümün farklılığı içinde yeniden üretilebilir, temposu farklı, fakat sinemasallığı bütünleşmiş bir film olacaktı, olmadı.

    Çıkış noktalarından sonra varmak istedikleri noktalardan uzaklaşarak tamamen farklı noktalara varan filmler yalnız bunlar değil tabii, fakat farklılaşmalarının gösterdiği ilginçlik, ikisini bir arada ele almamıza neden oldu. Filmleri incelemek değil, “farklı”laşmalarını göstermek istedik, tamamen farklı nedenlerle de olsa.

    (30 Ağustos 2006)

    Orhan Ünser

    *****

    Kaynaklar:
    Zavallılar, Yılmaz Güney – Atıf Yılmaz, Senaryo, Güney Filmcilik Sanayi ve Ticaret A. Ş. Senaryo Dizisi: 7 – 1976.
    Baba, Yılmaz Güney, Senaryo, Güney Filmcilik Sanayi ve Ticaret A. Ş. Senaryo Dizisi: 8 – 1976.
    Neden Yılmaz Güney, Agâh Özgüç, Göl Yayınları – 1975.
    Yedinci Sanat Aylık Sinema Dergisi, 18 – 19 ve 21 sayılar – 1974 / 1975.

    Ayrılık

    Uzun ve yorucu geçen bir günün ardından bir çift eve yorgunluktan tükenmiş halde dönerse ne olur? Rutin hayatın getirdiği sıkıntılar başladığında neler hissedilir? İlişkinin ilk döneminde birbirlerinde sevimli buldukları küçük şeyleri sinir bozucu görmeye başladıklarında ne olur?
    Bu hafta sinema salonlarımızda vizyona giren The Break – Up (Ayrılık) bu soruların yanıtlarıyla seyirciyi başbaşa bırakıyor.

    Tamam mı devam mı?

    Yönetmenliğini Bring It On ve Down With Love filmlerinden tanıdığımız Peyton Reed’in yaptığı ve yapımcılığını Scott Stuber ile birlikte Vince Vaughn’un üstlendikleri Ayrılık, alışılmış Hollywood romantik komedilerinin tersine bir formül izleyerek, esas oğlanla esas kızın nasıl ve nerde mutlu sona ulaşacaklarını değil de, bir ilişkinin bitme sürecini başlangıcından sonuna dek gözler önüne seriyor.
    Filmin başkarakterlerinden Gary, Chicago’da iki katlı bir turist otobüsünde rehberlik yapmaktadır. Sıradan bir Amerikalı erkek profili çizen karakter, pozitif ve iyi huylu olmasına karşın evindeyken bir o kadar bencil ve umarsız davranabilmektedir. Eşi Brooke ise onun tam tersine disiplinli ve titiz bir yaklaşım izler. İki yıllık beraberliklerinin ardından Gary ve Brooke çiftinin ilişkileri çıkmaza sürüklenmiştir ve artık onların paylaşabileceği bir şey kalmamıştır. Nitekim her ikisi de oturdukları evden çıkmayı inatla reddedince işler daha da çıkmaza girer. Evde yaşanan kavgalar kimi zaman komik görünse de bir o kadar da trajiktir aslında. Yakın aile dostları ve arkadaşlarının iyi niyetli tavsiyelerine kulak veren Gary ve Brooke, ne yazık ki birbirlerinden gitgide uzaklaşırlar.

    Başrollerde Vince Vaughn ve Jennifer Aniston

    Filmin en olumlu yanı kuşkusuz ki Vince Vaughn ve Jennifer Aniston gibi iki ismi kamera karşısında biraraya getirmesi. Gary ve Brooke çiftini canlandıran iki oyuncunun çoğu zaman doğaçlamalara dayalı teknikleri ise özellikle şiddetli tartışma sahnelerinde seyirciyi alabildiğine sürüklüyor ve gerçeğe yakın sahnelerle yüzleştiriyor. Film, yapımcı ve başrol oyuncusu Vince Vaughn’un bir “anti-romantik komedi” yapma fikrinden doğmuş. Vaughn’un ilişkilerin zor ve keyifli yanlarının da anlatılabileceğine dair inancını yönetmen Peyton Reed şu sözlerle destekliyor: “Romantik komedi tarzı filmler o kadar uzun zamandır var ki, insanlar farklı şekillerde anlatmaya çalışıyorlar. Bu senaryoda bana cazip gelen ise, bir aşkın çiçek açmasını değil, ölmesini izlemek oldu. Romantizme kıyasla ayrılık olgusunun daha evrensel bir olgu olduğunu, izleyicinin daha kolay tepki verdiğini düşünüyorum.”
    Filmde izlenmeye değer bir unsur da Chicago kentinden manzaralar. Chicago, özellikle bu film için seçilmiş bir mekân ve hâttâ film, Vaughn’un doğup büyüdüğü bu kente yazdığı bir aşk mektubu niteliğinde.

    Taraf tutmaya çalışmayın!

    Filmin büyük bir çoğunluğunu kapsayan Gary ve Brooke çiftinin çatıştığı sahneler bir süre sonra her ne kadar monotonluğa düşüyormuş gibi gözükse de ve filmin ritmini yavaşlatsa da Ayrılık, ilişkiler ve sevgi üzerine düşünmenizi sağlayacak bir film. Bunun yanı sıra film boyunca taraf tutmaya çalışmayın, çünkü film kesinlikle kadının ya da erkeğin tarafında değil. Gerçek problemler yaşayan ve artık iletişim kuramayan iki insanın traji – komik durumlarını eşit biçimde sergiliyor.
    Ayrılık, çoğumuzun yaşadığı veya yaşayacağı ilişkilerden kesitler sunan, kendinizden parçalar bulabileceğiniz bir yapım.

    (14 Ağustos 2006)

    Âlâ Sivas

    Yıldızların Altında

    Yaz mevsimi geldiğinde bizim gibi eski kuşak sinemaseverlerin nostaljisi depreşir yazlık sinemaları hatırlarız. Sevgili Saim Yavuz’un Sinema Gazetesi’nde yayınlanan araştırmasını başlangıç noktası alarak 2000 yılından bu yana filmcisinden, sinemacısına, oyuncusundan, yönetmenine ve basın mensubuna İstanbul’un yazlık sinemalarını sordum. Yerlerinde bugünlerde neler olduğunu, o sinemada seyrettiği ve hatırladığı bir filmin adını not ettim. İrtibatta olduğum yaklaşık bin adet sinemaya yakın basın mensubuna yeniden çağrıda bulunup bilgileri güncelleyince aşağıdaki liste çıktı. Televizyonun olmadığı o zamanlar hakikaten büyük bir kesimin tek eğlencesi sinemaydı. Arka kısımlarından uzun tahtalarla birbirlerine monte edilmiş sandalyeli yazlık sinemalarda izlenen filmin tadı bir başkaydı. Günümüzün lüks sinemalarında teknik iyi, görüntüler pırıl pırıl, koltuklar gayet rahattır ama gelgelelim film seyri hiçbir zaman aynı tadı vermiyor, bir şeyler eksik gibi kalıyor. Filmler mi daha güzeldi, yoksa yaşlılığın bir cilvesi mi bilemiyorum.

    Mahallenin bıçkın delikanlılarının perdedeki Erol Taş’a veya Kazım Kartal’a sinirlendiklerinde içtikleri sigaranın izmaritini perde istikâmetine mermi gibi fırlattıkları hâlâ hatırlanır. Yağmur yağdığında tek kapalı yer olan makine dairesinin altına koşuşturur, filmin devamını oradan izlemeye çalışırsınız. Çünkü yağmur hep filmin en heyecanlı yerinde başlar. Duvarlara geçmiş sezonun ünlü filmlerinin afişleri asılır. Hepsine baktığınızda hoş bir heyecana kapılırsınız, özlemlere dalar gidersiniz.

    Hatırlarım 1975’lerde Unkapanı civarlarına afişini asan yazlık sinema Erler Film’in 7-8 yıl önceki filmlerini göstermişti. Sinemaya gitmesem de meraktan haftada bir iki gün yolumu mutlaka oralara düşürür afişlere bakardım. Çünkü o zamanlar şimdiki gibi bilgisayara bir tıklamayla filmlerin afişine veya bilgisine ulaşamıyordunuz.

    Atalarımızın dediğine göre “insandır beşer, kuldur şaşar”mış. Eksik ve hataları öyle kabûl etmenizi rica ederim. Amaç bilen kişilerin ağzından kağıda dökülmektir. 15-20 yıl sonra eski yazlık sinemaları hafızalarında tutan sinemaseverler de göçüp gittikten sonra yerlerini hatırlayan da kalmayacak. Toplu olarak bir kez daha belgelensin istedim.

    İstanbul’un Yazlık Sinemaları:
    Acıbadem Saray
    Aksaray Büyük
    Alibeyköy Gül, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. Eski Pazaryolu’ndaydı.
    Altunizade Koşuyolu
    Anadoluhisarı Göksu
    Arnavutköy Çiçek, Doktor Jivago (Omar Shariff, Julie Christie).
    Arnavutköy Küçük Melek, diğer sinemayla birlikte Kara Şövalye, Avare (Raj Kapoor, Nargis), Yeşil Köşkün Lâmbası (Belgin Doruk, Ekrem Bora), Şoför Nebahat (Sezer Sezin, Kenan Pars), Samanyolu, Üç Arkadaş ile Küçük Hanımefendi (Belgin Doruk, Ayhan Işık) ve Kezban (Hülya Koçyiğit) seri filmleri.
    Aynalıçeşme Aynalıçeşme, Büyük Kin (Ayhan Işık, Yıldırım Gencer).
    Bağlarbaşı Çırağan
    Bağlarbaşı Dilek
    Bağlarbaşı Neşe
    Bahariye Opera, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı.
    Bahariye Süreyya, Kadıköy Süreyya olarak da biliniyor. “Kışlık” tabir edilen ve faaliyetini sürdüren kapalı salonun arkasındaydı, otopark olarak kullanılıyor.
    Bahçelievler Site
    Bahçelievler Umut, Ağaçlar Ayakta Ölür (İzzet Günay, Yıldız Kenter).
    Bakırköy Aynur
    Bakırköy Çeliktaş, şimdiki Çamlık Durağı karşısında Çamlık Pastahanesi, önünde lunapark vardı. Filmden önce Berkant, Vasfi Uçaroğlu, Kamuran Akkor, Muzaffer Akgün, Mavi Işıklar, İsmail Dümbüllü, Serpil Örümcer ve daha birçok sanatçı bir saatlik program yapardı.
    Bakırköy Konak, Saray Sineması ile karşı karşıydı, makinisti Halk Film Stüdyosu’nun Ses Mühendisi Ferruh Kırmaz Beydi.
    Bakırköy Lale, 1935’te açıldı.
    Bakırköy Mehtap
    Bakırköy Saray, Cem Karaca filmden önce program yapardı.
    Bakırköy Sayanora, “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu, İstanbul caddesine cepheli Kilise’nin karşısındaydı. Yazlık bahçe arka taraftaydı. İşte Hayat (Hülya Koçyiğit, Uğur Dündar).
    Bakırköy Yıldırım
    Balat Çiçek, Vodina Caddesinde, diğer yazlık bahçe Milli ile arasında 100 metre vardı. Yerinde Kemal Kolotoğlu İş Hanı var.

    Balat Mehtap, Hacı İsa Mektep Sokak, No: 9. Yerinde aynı adlı otopark var. Avare (Raj Kapoor, Nargis), İyi Kötü Çirkin (Clint Eastwood, Lee Van Cleef).

    Balat Milli, Vodina Caddesinde, diğer yazlık bahçe Çiçek ile arasında 100 metre vardı. Yerinde pasaj var. Harun Reşid’in Gözdesi (Ajda Pekkan, Erol Tezeren).

    Balat Sur, Atik Mustafa Paşa Mah, Esnaf Lonca Caddesindeydi. Yerinde apartman var. Cilalı İbo filmleri.

    Balat Sümer, Molla Aşkı Mahallesi, Molla Şakir sokağı, Ulubatlı Hasan İlköğretim Okulu yanında. Perdenin bir bölümü çökmüş, boş olarak duruyor. Çeşme (Ferdi Tayfur, Necla Nazır).

    Bayrampaşa Bayrampaşa
    Bayrampaşa Gül, Çeşme (Ferdi Tayfur, Necla Nazır).
    Bayrampaşa Birlik, Murat Mahallesi Birlik olarak da biliniyor. Bir Teselli Ver (Orhan Gencebay, Aysun Güven), Dünya Kupası 1974 (Pele).
    Bayrampaşa Saray
    Bayrampaşa Sayanora, Ateş Sahili (Ulus Film, Alman filmi).
    Bayrampaşa Zafer, Vahşi Adam (Richard Harris, Judith Anderson).
    Bayrampaşa Cezaevi Yanı Tuna, Daldaki Otomobil (Louis de Funes).
    Berec Saray, Malkoçoğlu (Cüneyt Arkın, Selma Güneri).
    Berec Rüya, Buğulu Gözler (Türkan Şoray, Murat Soydan).
    Beşiktaş Conrad Oteli
    Beşiktaş Elektra, Beşiktaş Balıkçılar Çarşısının olduğu yerde 1922’de açıldı.
    Beşiktaş Gürel, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. Gigi (Leslie Caron, Maurice Chevalier), Sonsuz Sokaklar (La Strada, Anthony Quinn, Giulietta Masina).
    Beşiktaş Kamburun Bahçe, Kızım ve Ben (Sophia Loren), Mine (Türkan Şoray, Cihan Ünal).
    Beşiktaş Park, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. Sonraları Suatpark adını aldı. Hasfırın Cad, No: 67. Kapalı salonunun yerinde Suatpark Pasajı var.
    Beşiktaş Suatpark, Park adıyla açıldı. Ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. Hasfırın Cad, No: 67. Kapalı salonunun yerinde Suatpark Pasajı var.
    Beşiktaş Yumurcak, 1970’lerde Gürel sinemasının yerinde açıldı. Kralın Rüyası (Anthony Quinn, Irene Papas). Yerinde iki katlı alışveriş merkezi var.
    Beştelsiz Lale, Yeşiltepe Lale olarak da biliniyor.
    Beyazıt Azak
    Beykoz Bahar
    Beykoz Zafer
    Beylerbeyi Tok
    Beylerbeyi İskele, boş bahçe olarak duruyor. Genellikle yerli film gösterilirdi. Seyredilen yabancı film: Drakula.
    Beylerbeyi Yazlık
    Bomonti Bomonti, Şişli, Abide-i Hürriyet caddesi üzerindeydi, yerinde 1000a İş Merkezi var.
    Boyacıköy Yıldız, Emirgan-Boyacıköy’deydi. Kasım 2000 tarihinde metruk olarak duruyor, kışlık salonu TV stüdyosu olarak kullanılıyordu. Ben Hur (Charlton Heston, Jack Hawkins).
    Burgazada Kervan
    Büyükada Lale, bazı yıllar kesintiye uğrasa da faaliyetini sürdürüyor.
    Büyükada Mehtap, Büyükada Yazlık Sineması olarak da biliniyor. Terminatör 2 (Arnold Schwarzenegger, Linda Hamilton).
    Büyükada Yazlık, Büyükada Mehtap olarak da biliniyor. Terminatör 2 (Arnold Schwarzenegger, Linda Hamilton).
    Büyükçekmece Akın, yerinde apartman var, Yağmur Adam (Dustin Hoffman, Tom Cruise), Indiana Jones 2 (Harrison Ford, Kate Capshaw), Sinek (Jeff Goldblum, Geena Davis).
    Büyükdere Aile
    Caddebostan Budak, yerinde Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Sanat Merkezi var. Baba (Marlon Brando, Al Pacino), Siyah Ayakkabılı Sarışın (Pierre Richard, Bernard Blier).
    Caddebostan Ozan, Caddebostan Migros’un (Eski Maksim, eski Caddebostan Gazinosu) karşısında İskele Caddesindeydi. Gün Apt. (No: 28) yanındaki çıkmazda yer alan arazisinde halen 12 katlı bir gökdelen inşa ediliyor. Gelin (Hülya Koçyiğit, Kerem Yılmazer).
    Cevdet Paşa Sokak Nilgün
    Cevizli Emek, Tugayyolu Camisi yakınındaydı.
    Cevizli Güneş, Tugay yolundaydı.
    Cevizli Kenan, Cevizli tren istasyonundaydı.
    Çağlayan Çakmak, yerinde düğün salonu var. Karate filmleri.
    Çağlayan Erkoç, yerinde düğün salonu var. Ayhan Işık filmleri.
    Çağlayan Feza, yerinde ekmek fırını var. Türkan Şoray-Ediz Hun filmi.
    Çamlıca İnci
    Çarşamba Arda, yerinde dini bir vakfa ait külliye var. Tarkan Gümüş Eyer (Kartal Tibet, Eva Bender), Yedi Kocalı Hürmüz (Türkan Şoray, Tanju Gürsu), Kuyu (Hayati Hamzaoğlu, Nil Göncü), İmamın Gazabı (Erol Taş, Sevda Ferdağ).
    Çengelköy Nur, yerinde süpermarket var. Çağrı (Anthony Quinn, Irene Papas), Kassandra Geçidi (Sophia Loren, Richard Harris), Superman (Christopher Reeve, Marlon Brando).
    Çengelköy Yenibahçe
    Çınardibi Çiçek, yerinde Cami var. Erenköy-Şaşkınbakkal arasında, Bağdat Caddesi üzerinde, Çınardibi durağındaydı. Şaşkınbakkal Çiçek olarak da biliniyor.
    Dikilitaş Bahar
    Dikilitaş Sipahi
    Doğancılar Aypark
    Doğancılar Saray, Üsküdar Doğancılar Parkı’nın içinden geçilip gidilen bir iki sokak ötelerde bir sinemaydı.
    Emirgan Ay, Kasım 2000 tarihinde mermer deposu olarak kullanılıyordu. On Emir (Charlton Heston, Yul Brynner).
    Erenköy Çamlık, Erenköy İstasyonu arkasındaydı.
    Erenköy Erenköy, 1914’te hizmete girdi. 1933’te “Sefa” adını alarak 1940’lara kadar hizmete devam etti.
    Erenköy Özen
    Erenköy Sefa, 1914’te “Erenköy” adıyla hizmete girdi. 1933’te “Sefa” adını alarak 1940’lara kadar hizmete devam etti.
    Erenköy Şirin
    Esenler Ömercik
    Etiler Yazlık, yerinde alt katında Little Ceasers Pizzacısının olduğu apartman var. Damdaki Kemancı (Topol, Norman Crane).
    Eyüp İslambey Melek
    Eyüp Halk
    Eyüp Yeni
    Fatih Balipaşa Caddesi Bahçe (Yavuz Bahçe?)
    Fatih Haydar Yokuşu Bulvar, Fatih Haydar olarak da biliniyor. Yerinde işhanı var.
    Fatih Sofular Emek
    Fatih Haydar, Fatih Haydar Yokuşu Bulvar olarak da biliniyor. Yerinde işhanı var.
    Fatih Yavuz Bahçe, (Balipaşa Caddesi Bahçe?) Haydar Sineması’yla aynı cadde üzerinde, Haydar Mahallesi, Fatih
    Fener Güney
    Fenerbahçe AFM Pyramid
    Feneryolu Site
    Feriköy Arzu, Ekmek Parası (Parla Şenol, Suphi Kaner).
    Feriköy Kulüp, On Emir (Charlton Heston, Yul Brynner).
    Fikirtepe Murat
    Florya Yazlık, Akvaryum inşaatının yanında, Köroğlu Pidecisi’nin karşısındaydı. Tarkan (Kartal Tibet, Zuhal Aktan).
    Galata Yüksel
    Gaziosmanpaşa Aytunç, Taşlıtarla Aytunç olarak da biliniyor.
    Gaziosmanpaşa Altunel
    Gaziosmanpaşa Doğan
    Gaziosmanpaşa Emek, Yıldıztabya Emek olarak da biliniyor. Hababam Taburu (Müjdat Gezen, Figen Han).
    Gaziosmanpaşa İpek, Battal Gazi Destanı (Cüneyt Arkın, Kerim Afşar).
    Gaziosmanpaşa Mehtap
    Gaziosmanpaşa Nur
    Gaziosmanpaşa Ümit
    Gedikpaşa Sur
    Göztepe ?????, Göztepe İstasyonu’nun yanında, tanzim satışın olduğu yerdeydi..
    Göztepe And, Rıdvanpaşa Sokaktaydı. Allah Cezanı Versin Osmanbey (Orhan Günşiray, Çolpan İlhan).
    Göztepe Renk
    Göztepe Uzay, Göztepe minibüs caddesindeydi. Oldukça kilolu, sevimli bir sinemacı işletiyordu.
    Hacıkadın Hürriyet
    Halıcıoğlu Numune
    Hasanpaşa ?????, Kadıköy-Hasanpaşa’daydı.
    Hasköy Halk
    Hasköy Yeni
    Heybeliada Ali Bey’in Sineması, Heybeliada Yeni Bahçe olarak da biliniyor. Ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. Yerinde su ve meşrubat deposu var. Kassandra Geçidi (Sophia Loren, Richard Harris).
    Heybeliada Ayyıldız, Kuzuların Sessizliği (Jodie Foster, Anthony Hopkins).
    Heybeliada Heybeli, Limanın ve İSKİ pompa istasyonunun bitişiğinde, deniz kıyısındaydı. Yerinde su ve tüpgaz deposu var. Gökten İnen Melek (Julie Andrews, Dick Van Dyke), Uçan Otomobil-Chitty Chitty Bang Bang (Dick Van Dyke, Sally Ann Howers), Deniz Altında 20.000 Fersah.
    Heybeliada Yeni Bahçe, Heybeliada Ali Bey’in Sineması olarak da biliniyor. Ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. Yerinde su ve meşrubat deposu var. Kassandra Geçidi (Sophia Loren, Richard Harris).
    Heybeliada Zafer, Amiral İhsan Özel sokağının başındaydı. Yerinde apartman var. Ölüm Yarışı 2000 (David Carradine, Sylvester Stallone), Deprem (Türkan Şoray, Kadir İnanır).
    Hubiyar Gülistan
    Hürriyet Mahallesi ?????, Şişli’deydi.
    İdealtepe AFM
    İkbaliye İkbaliye, Kadıköy-Acıbadem’in alt taraflarındaki İkbaliye mahallesindeydi. Cici Kızlar (İzzet Günay, Ajda Pekkan).
    İncirli Konak
    İstinye Bahçe
    İstinye Enka, Enka Vakfı Tesisleri içinde, gösterimleri sürüyor. The Aviator/Göklerin Hakimi (Leonardo DiCaprio, Cate Blanchett).
    Kadıköy Kuşdili, 1915’te “Milli Sinema” adıyla açıldı. Kuşdili çayırının hemen başında idi ve sonraları bu adı aldı.
    Kadıköy Mısırlıoğlu, Halitağa sokağı ile Söğütlüçeşme Caddesini birleştiren dik yokuşta, Yavuztürk Sokağı girişinde. 1920’de açıldı. Mısırlıoğlu adındaki Ermeni bir vatandaşa aitti. Varisleri zor duruma düşünce fıskiyeli havuzlu devasa bahçeyi yazlık sinema olarak kiraya verdiler. Aynı zamanda Apollo sinemasını da çalıştıran “Siroçki Kardeşler” işletmesini yaptı. İstanbul’un en ünlü ve en büyük sinemalarındandır. Daha sonra “Halk Sineması” ismini aldı. Bazı geceler tiyatroya verildiği de oluyordu. Komik Fahri Bey, Naşit Bey, Şevki Bey burada sahne almışlardır. Binnaz, Tom Amca’nın Kulübesi
    Kadıköy Milli, 1915’te açıldı. Kuşdili çayırının hemen başında idi ve sonraları “Kuşdili” adını aldı.
    Kadıköy Opera Bahçe, Bahariye Caddesinde ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. Kapalı salonunun yerinde Opera Onur Çarşısı var. Süleymanpaşa sokağına kapısı açılan Yazlık sinemanın bulunduğu yerde Opera Onur Otoparkı var. Bahçe çevresindeki ağaçlar aynen duruyor. Arkadaş (Yılmaz Güney, Melike Demirağ), Bir Demet Menekşe (Kartal Tibet, Hale Soygazi).
    Kadıköy Süreyya, Bahariye Süreyya ve Süreyya Bahçe olarak da biliniyor. “Kışlık” tabir edilen ve faaliyetini sürdüren kapalı salonun arkasındaydı, 4 katlı Süreyyapaşa Otoparkı olarak kullanılıyor. Günümüzde Gusto’nun bulunduğu koridordan merdivenle iniliyordu. Yerlerin numaralı olduğu belki de tek yazlık sinemaydı. Kabare: Elveda Berlin (Liza Minnelli, Michael York).
    Kadıköy Yoğurtçupark Park, Saint Joseph ve Kadıköy Anadolu Lisesi’nin yokuşundan inildiğinde Yoğurtçu Parkının bitiminde en son Kızıltoprak Karakolu olarak kullanılan Temmuz 2005’de Kadın Sığınma Evi olarak kullanılan binanın yanındaki, Süleymanpaşa sokağının başındaydı. Yerinde Uğur Apt, 76 A ve B blokları var. Abidik Gubidik (Öztürk Serengil, Ajda Pekkan), Kutsal Hazine Avcıları (Harrison Ford, Karen Allen).
    Kalamış Sahil, Soley Pastanesi’ni geçince Şenlik Sokak ile Ziraat Bankası Emekliler Lokali (eski Todori’nin Meyhanesi) arasındaydı. Yerine işhanı yapıldı. 007 Yaşamak İçin Öldür (Roger Moore, Yaphet Kotto), Kanunun Kuvveti (Gene Hackman, Fernando Rey ), Oyun Bitti (Jane Fonda, Michel Piccoli).
    Kanlıca Bahçe
    Karagümrük Aysu, otopark olarak kullanılıyor. Vatan ve Namık Kemal (Cüneyt Arkın, Fatma Girik), Çölde Bir İstanbul Kızı (Belgin Doruk, Turan Seyfioğlu).

    Karagümrük Çiçek, yerinde Bim Market ve araba garajı var. Şimal Yıldızı (Ayhan Işık, Nurhan Nur).
    Karagümrük Stad, Edirnekapı Vefa Stadı’nın girişinde sağda, Vefa Spor Klübünün bahçesi olarak kullanılıyor.

    Karagümrük Uzunbahçe, 1930’da açıldı.
    Kartal Çamlık, Beyaz Villa Sokak civarındaydı.
    Kartal Çınar, mahalle içindeydi. Yerinde apartmanlar var.
    Kartal Kervan, mahalle içindeydi. Yerinde apartmanlar var.
    Kartal Uzunkaya, merkezdeydi. Yerinde alışveriş merkezi var.
    Kasımpaşa Gülçin
    Kasımpaşa Piyale
    Kasımpaşa Ünal
    Kasımpaşa Yavuz
    Kemer Golf & Country Club, Klübün havuzbaşında 2005 yazında haftanın belirli günlerinde açıkhavada gösterim yapıldı.
    Kınalıada Akasya, Kayıkhane olarak kullanılıyor.
    Kınalıada Seyran, yerinde Seyran apartmanı var.
    Kınalıada Theo, Muharremin yeri, eski kum ocağı, Theo adında plaja çevrildi, haftanın bazı akşamları film gösterildi.
    Kısıklı Çiftlik
    Kızıltoprak İkizler, Kızıltoprak otobüs durağına gelmeden Hasan Amir Sokağında, Zühtüpaşa İlkokulu’nun karşısındaydı. Yerinde Berkman Apt. (No: 6) ve otoparkı var. Susuz Yaz (Hülya Koçyiğit, Ulvi Doğan), Kocamın Nişanlısı (Sadri Alışık, Gönül Yazar).
    Kızıltoprak Toraman, Kızıltoprak otobüs durağını Bostancı yönüne doğru geçtikten sonra 2. Ihlamur Çıkmazının başında cadde üzerindeydi. Yerinde Baltaş/Teknoteks A.Ş.nin iş hanı inşaatı sürüyor. Güneş Çiçeği (Sophia Loren, Marcello Mastroianni).
    Kocamustafapaşa Erten, yerinde apartman var.
    Kocamustafapaşa İstanbul Bahçe
    Kocamustafapaşa Kral, yerinde market var.
    Kocamustafapaşa Merih, yerinde apartman var.
    Kocamustafapaşa Sayanora, yerinde pasaj var.
    Kocamustafapaşa Zafer
    Koşuyolu Koru
    Kozyatağı Bonus Premium Cinecity, Kozyatağı Hillside-Trio’da faaliyetini sürdürüyor. Mr. & Mrs. Smith (Brad Pitt, Angelina Jolie).

    Kumburgaz Ankara, Rocky (Sylvester Stallone, Talia Shire).
    Kumburgaz Kumburgaz, Sandokan (Kabir Bedi, Philippe Leroy).
    Kumburgaz Kuran, Abdullah (Raj Kapoor, Sanjay Khan).
    Kumkapı Azak, Hazreti Ömer’in Adaleti (Cüneyt Gökçer, Ünsal Emre).
    Kumkapı İnci
    Kumkapı Işık
    Kurbağalıdere İstasyon
    Kurbağalıdere Stad, Kadıköy Kurbağalıdere köprüsünün sağında Salı pazarının kurulduğu alanın arkasında, Fenerbahçe stadının altındaki Migros’un otoparkına doğru uzanan bölgedeydi. Zehirli Hayat (Lana Turner, John Gavin).
    Kuruçeşme Laila
    Kuzguncuk Altıner, 1972’de kapandı. Son sahibi Zare Savaş. İcadiye yokuşu, İcadiye Hamamı yanında. Erman Film, Toraman Film, Kemal Film şirketlerinin filmlerini gösterirdi.
    Kuzguncuk Nur, Kehanet (Gregorg Peck, Lee Remick).
    Küçükçekmece Cennet, yerinde bina var.
    Küçükçekmece Güven, yerinde bina var.
    Küçükçekmece Kulüp, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı.
    Küçükçekmece Salimbey, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı, şu an bina duruyor.
    Küçükçekmece Şafak, yerinde bina var.
    Küçükçekmece Ulus, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı, yerinde bina var.
    Küçükköy Dilek, Umutsuzlar (Yılmaz Güney, Filiz Akın).
    Küçükköy Emek, Kaf Dağını Terkedenler (Yıldırım Gencer, Ülkü Özen).
    Küçükköy Işık, Malkoçoğlu Cem Sultan (Cüneyt Arkın, Gülnaz Huri).
    Küçükköy Kader, Hababam Sınıfı (Tarık Akan, Kemal Sunal).
    Küçükköy Şeker, Aslanların Dönüşü (Yılmaz Güney, Nebahat Çehre).
    Küçükyalı 63, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. İyi Kötü Çirkin (Clint Eastwood, Lee Van Cleef), Mavi Göl (Brooke Shields, Christopher Atkins).
    Küçükyalı Yazlık İpek, Bağdat Caddesi üzerindeydi. Yerinde apartman var. Son Akın (Cüneyt Arkın, Melike Zobu).
    Küçükyalı İhya
    Küçükyalı İstasyon, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı.
    Levent Bahçe, yerinde Trafik Vakfı var. Bruce Lee filmi.
    Maçka Swis Hotel, Yağmur Adam (Dustin Hoffman, Tom Cruise).
    Malta Lüks, Yavuzselim Lüks olarak da biliniyor. Fatih-Yavuzselim, Fevzi Paşa Caddesindeki Fatih Emniyet Müdürlüğünün arkasındaki sokaktaydı. Otopark olarak kullanılıyor, makine dairesi ve briketten duvar perdesi duruyor. Büyük Firar (Steve McQueen, James Garner).

    Malta Madalyon, Fevzipaşa caddesi üzerindeki iki katlı binanın giriş katından koridorla geçilirdi, apartmanların arka tarafında büyük bir bahçeydi. Otopark olarak kullanılıyor. Zafere Kaçış (Steve McQueen, Sharon Farrell).

    Maltepe Ses, Anadolu Yakası-Maltepe’de tren yolu alt geçidinin üstündeydi. (Bu sinemanın işletmecilerinden Ali Suat Arancı’nın teferruatlı bilgi veren yazısını aşağıdaki yorumlar bölümünde okuyabilirsiniz.)
    Maltepe Çeliktaş, Anadolu Yakası-Maltepe’deydi. “Kışlık” tabir edilen kapalı salonun üzerindeydi. Yerinde içinde Grandhouse sinemaları olan alışveriş merkezi var. Kapalı sinemanın üzerinde hatırlanan yazlık sinema uygulaması Urfa’da Atlas Sineması’nda ve Tekirdağ – Hayrabolu’da Hayrabolu Sineması’nda da vardı.
    Maltepe Derya, Anadolu Yakası-Maltepe’deydi.
    Maltepe Mehtap, Anadolu Yakası-Maltepe’deydi.
    Maltepe Ses, Anadolu Yakası-Maltepe’deydi.
    Maltepe Yıldız, Anadolu Yakası-Maltepe’deydi.
    Maslak Parkorman Moviecity
    Mecidiyeköy Arzu, Arzu Kebapçısının arkasında ve yanında açık otopark olarak kullanılıyor.
    Mecidiyeköy Ayşem, yerinde Kanal Türk binası (Kanal D’nin eski binası) var.
    Mecidiyeköy Bahar, Latilokum Sokak’taydı. 1997’lerde arka tarafında Sabah Gazetesi’nin binası vardı. Yerinde Akbank Emekliler Derneği ile ilgili bir sosyal bina var.
    Mecidiyeköy Büyükbahçe
    Mecidiyeköy Mehtap
    Merdivenköy Tayfun
    Moda Bahçe
    Moda Deniz Kulübü, Moda’da. İmparator’un Yolculuğu (Charles Berling, Romane Bohringer), Fida Film organizasyonunda 2005 yazında haftanın belirli günlerinde açıkhavada gösterim yapıldı.
    Moda Park
    Moda Pak, Moda Park Sineması’nın adı Yoğurtçupark Park ile karıştırıldığından Moda Pak adını aldı. Halen hizmet veren “Meşhur Dondurmacı Ali Usta”nın sağından Moda burnuna inen Ferit Tek Sokağındaydı. Yerinde Nil Apt (No: 17) ile Kaçkar Apt. A ve B Blokları var. Ankara Ekspresi (Filiz Akın, Ediz Hun). (Fotoğraf: Elisa Day / SALT Arşivi)
    Muratpaşa Aynur, Kocamustafapaşa-Aksaray arasındaydı. Yerinde garaj var.
    Murat Mahallesi Birlik, Bayrampaşa Birlik olarak da biliniyor. Bir Teselli Ver (Orhan Gencebay, Aysun Güven), Dünya Kupası 1974 (Pele).
    Nazım Hikmet Kültür Merkezi Bahçesi, Kadıköy Bahariye caddesi girişinde 2005 yazında gösterim yapılmaya başlandı.
    Okmeydanı Manolya
    Ortaköy Barbaros, Lorel Hardi Aşçıbaşı (Stan Laurel, Oliver Hardy).
    Ortaköy Çamlıset, Dereboyu caddesindeydi. Sahibi Süleyman Saruhan, makinisti Şakrak Kadri. Yerinde Süleyman Saruhan’ın maliki olduğu apartman, yanında Toyoto Plaza var. Avare (Raj Kapoor, Nargis).
    Ortaköy Ferah, Büyük Şekerci Sokak başındaydı. Açık otopark olarak kullanılıyor. Şehvet Kurbanı (Muhsin Ertuğrul, Cahide Sonku).
    Ortaköy Mehtap, Şehit Nuri Pamir Sokak’taydı. Yerinde Haritacılar Sitesi var
    Ortaköy Yazlık Bahçe, Ortaköy Rum İlkokulu’nun bahçesindeydi. İşletmecisi: Nurettin Işılay.
    Osmanbey Sineması, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı. İstanbul’un ilk bahçe sinemasıdır. 1913’te hizmete girdi. Halaskargazi Cad. No: 192-194. Şu an yerinde Yapı Kredi Bankası mevcuttur.
    Örnektepe ?????, Okmeydanı’ndaydı. Kara Çadırın Kızı (İbrahim Tatlıses, Perihan Savaş).
    Paşakapısı Bahar, Çiçekçi’ye doğru giden ana cadde üzerindeydi.
    Plajyolu Serdar, Bağdat Caddesi’nden Caddebostan Plajı’na inen Plaj Yolu üzerindeydi.
    Rami Lale
    Rumelihisarı Bahçe
    Sefaköy Filiz, Filiz Spor Klübünün yanındaydı. Yerinde iş merkezi var.
    Sakızağacı Cengiz, Acıbadem’deydi. Lord Jim (Peter O’Toole, James Mason).
    Samatya Arı
    Samatya Erten
    Samatya Süreyya
    Samatya Tunca, Şeyh Ahmet (Roman Navarro).
    Sarıyer Ferah
    Selimiye Kısmet
    Selimiye Selimiye
    Silahtar Çınar
    Sortie Sinema Geceleri, Ray (Jamie Foxx, Kerry Washington), Fida Film organizasyonunda 2005 yazında haftanın belirli günlerinde açıkhavada gösterim yapıldı.
    Söğütlüçeşme Çeşme, Sefaköy-Söğütlüçeşme’deydi. Yerinde market var. Kara Murat filmleri, Serdar Gökhan’lı avantürler.
    Suadiye Can, Suadiye Lisesi yakınlarındaydı.
    Sulukule Sultan, Edirnekapı-Sulukule’deydi. Ön kısmında evler var, arkası bahçe olarak duruyor. Milyonda Bir (Hint filmi)
    Swissotel Sinema Geceleri, Beşiktaş Yıldız Bulvarı başındaki aynı adlı otelin en üst katında. Aşka Davet (Richard Gere, Jennifer Lopez), Fida Film organizasyonunda 2005 yazında haftanın belirli günlerinde açıkhavada gösterim yapıldı.
    Şaşkınbakkal Çiçek, 1943’te açıldı, 80’li yıllara kadar hizmetini sürdürdü. Erenköy-Şaşkınbakkal arasında, Bağdat Caddesi üzerinde, Çınardibi durağındaydı. Çınardibi Çiçek olarak da biliniyor. Yerinde Mihrimah Sultan Vakfı Kayserili Hacı Ali Osman Özel Camii var. Gangasterin Kaderi (Steve McQueen, Robert Vaughn).
    Şaşkınbakkal Kulüp, Şaşkınbakkal Paris olarak da biliniyor. Yerinde Yapı Kredi Bankası var.
    Şaşkınbakkal Paris, Şaşkınbakkal Kulüp olarak da biliniyor. Yerinde Yapı Kredi Bankası var.
    Şehremini Akgün
    Şehremini Saray
    Şehremini Umut Bahçe, Pazartekke, İETT garası arkasındaydı.
    Şehremini Zafer
    Şehzadebaşı Kısmet
    Şenesenevler ?????, Bostancı-Şenesenevler’deydi.
    Şenlikköy ?????, Florya-Şenlikköy’deydi. Şenlikköy karakolunu sahile doğru 200 metre geçince sağdaydı. Yerinde Florya Koleji var.
    Şişli Kervan, Küçük Hanımın Şoförü (Ayhan Işık, Belgin Doruk).
    Taşkasap Akasya, Vatan Caddesi Akasya olarak da biliniyor. Yerinde apartmanlar var.
    Taşlıtarla Aytunç, Gaziosmanpaşa Aytunç olarak da biliniyor.
    Tepebaşı Cumhuriyet
    Tepeüstü Ulus, Küçükçekmece’de tren yolunun üstündeydi. Ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı.
    Ünalan Mahallesi Murat
    Üsküdar Çavuşdere Caddesi Işık
    Üsküdar Doğancılar Aypark, Fuat Uzkınay tarafından “Malûl Gaziler Cemiyeti” adına işletilmek üzere 1920’de Jale adıyla açıldı. 1921’de Park, 1940’da Aypark adını aldı.
    Üsküdar Doğancılar Jale, Fuat Uzkınay tarafından “Malûl Gaziler Cemiyeti” adına işletilmek üzere 1920’de açıldı. 1921’de Park, 1940’da Aypark adını aldı.
    Üsküdar Kamer
    Üsküdar Doğancılar Park, Fuat Uzkınay tarafından “Malûl Gaziler Cemiyeti” adına işletilmek üzere 1920’de Jale adıyla açıldı. 1921’de Park, 1940’da Aypark adını aldı.
    Üsküdar Hale, 1920’lerde Fuat Uzkınay tarafından Hakimiyet-i Milliye Cad. No 1/3’te açıldı.
    Vatan Caddesi Akasya, Taşkasap Akasya olarak da biliniyor. Yerinde apartmanlar var.
    Yakacık Yakacık
    Yavuzselim Lüks, Malta Lüks olarak da biliniyor. Fatih-Yavuzselim, Fevzi Paşa Caddesindeki Fatih Emniyet Müdürlüğünün arkasındaki sokaktaydı. Otopark olarak kullanılıyor, makine dairesi ve briketten duvar perdesi duruyor. Büyük Firar (Steve McQueen, James Garner).
    Yedikule Hürriyet
    Yeldeğirmeni Özen, Kadıköy’deydi. Ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı.
    Yenidoğan Çiçek
    Yenidoğan Lale, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı.
    Yenikapı Gar, Avare (Raj Kapoor, Nargis).
    Yeniköy Gonca,
    Yenişehir ?????, Kurtuluş’taydı.
    Yeşilköy Reks, Hababam Sınıfı (Tarık Akan, Kemal Sunal).
    Yeşiltepe Lale, Beştelsiz Lale olarak da biliniyor.
    Yeşilyurt ?????, Bakırköy-Yeşilyurt tren istasyonuna paraleldi. Otopark olarak kullanılıyor. Briketten duvar şeklindeki perdesi duruyor.
    Yıldıztabya Emek, Gaziosmanpaşa Emek diye de biliniyor, Hababam Taburu (Müjdat Gezen, Figen Han).
    Yusufpaşa Aynur, Lorel Hardi Haydutlar Arasında (Stan Laurel, Oliver Hardy).
    Zekeriyaköy Kulüp-Z, Sarıyer-Zekeriyaköy’de havuzbaşında. Million Dollar Baby (Clint Eastwood, Hilary Swank), Fida Film organizasyonunda 2005 yazında haftanın belirli günlerinde açıkhavada gösterim yapıldı.
    Zekeriyaköy Yazlık
    Zeytinburnu Bahar
    Zeytinburnu Çiçek
    Zeytinburnu Güneş
    Zeytinburnu Kulüp
    Zeytinburnu Lale
    Zeytinburnu Neşe
    Zeytinburnu Park
    Zeytinburnu Sümer
    Zeytinburnu Yalçın
    Zeytinburnu Yazlık Bahçe
    Zeytinburnu Yenidoğan, Dokunulmazlar (Kevin Costner, Sean Connery), Sanık (Kelly McGillis, Jodie Foster). Yerinde apartman var.
    Zeytinburnu Yeşilçam
    Zeytinburnu Zafer, ayrıca “Kışlık” tabir edilen kapalı salonu da vardı.

    Katkıda Bulunanlardan Gelen Ek Bilgiler:
    Birkaç yıl önce İstanbul’daki yazlık sinemalar üzerine yazı yazmıştım. Ne yazık ki, bana bu konuda bilgi veren insanlar, o sinemalarda oynayan filmleri anımsayamadılar. Sanırım, benim ulaştığım bilgilere siz de ulaşmışsınızdır. Yine aynı yıllarda İstanbul’daki kışlık, özellikle Beyoğlu, Nişantaşı, Şişli gibi bölgelerdeki sinemaları, oynayan filmleri ve sosyal hayatı yazmıştım. 1960’lar ve 70’lerdeki. – Ali Erden.
    *****
    Ellerinize sağlık; yine ilginç ve yararlı bir projeyi hayata geçirmişsiniz. Kapsamlı listenizi gözden geçirdiğimde, ilk gençlik yıllarımda sık sık gittiğimiz 3 yazlık sinemanın listenizde bulunmadığını gördüm. Bu sinemalar:
    – Çınardibi ÇİÇEK (Bağdat Caddesi üzerinde; Erenköy-Şaşkınbakkal arasında; Çınardibi durağında)
    – Caddebostan OZAN (Bağdat Caddesi’nden Caddebostan Gazinosu’na inen yolda)
    – Plajyolu SERDAR (Bağdat Caddesi’nden Caddebostan Plaji’na inen Plaj Yolu üzerinde)
    Listeyle ilgili birkac notum da olacak:
    – Listenizde “Şaşkınbakkal Çınardibi ÇINAR” diye bir sinema geçiyor; ben böyle bir sinema hatırlamıyorum; ama benim yukarıda yazdığım, Çınardibi durağındaki ÇİÇEK sinemasının üstünü kaplayan kocaman bir çınar ağacı vardı. Acaba size bu bilgiyi veren, o nedenle sinemanın ismini yanlış hatırlamış olabilir mi? Bir kontrol etmenizde ciddi yarar görüyorum.
    – Listenizde Yoğurtçu Park’ta YOĞURTÇU PARK diye görünen sinemanın doğru ismi: Yoğurtçu’da PARK olacak; çünkü, isimleri karışıyor diye yine listenizde Moda’da PARK diye geçen sinemanın adı da daha sonra PAK olarak değiştirilmişti!
    Bu vesileyle, hem geride kalmış hoş anıları canlandırdım, hem de bu ilginç çalışmaya küçük de olsa bir katkıda bulunmaktan keyif aldım. – Ali Sönmez.
    *****
    Benim yazlık sinemam Florya Asfaltı – Şenlikköy’deydi. Yeri Şenlikköy karakolunu sahile doğru 200 metre geçince sağdaydı. Uzun yıllar metruk olarak durdu. Şimdi yerinde Florya Koleji var. – Alican Değer.
    *****
    Ben Arnavutköy’deki iki yazlık sinemada da film izledim ama ilkokuldaydım. Filmlerin isimlerini hatırlamıyorum, ama benim izlediklerimin tamamı yerliydi. Annem yabancı filmler de izlemiş Kara Şövalye’yi ve Avare’yi hatırlıyor. Küçük Hanımefendi filmleri, Yeşil Köşkün Lambası’nı, Şoför Nebahat’i, Kezban filmleri, Samanyolu’nu, Üç Arkadaş’ı izlediğini hatırlıyor. Elizabeth Taylor’ın hangi filmini izlediğini çıkaramadı. Aliki Vuyuklaki’nin Yunan filmlerini görmüş. E mail’i atarken annemle telefonda konuşuyordum. Dr. Jivago’yu da yazlık sinemada görmüş. Arnavutköy’den annemin arkadaşlarına da ilk fırsatta soracağım. Yalnız annem Çiçek’i net hatırlıyor ama ikinci sinemanın adı ona hiçbir şey ifade etmedi. Dolayısıyla hangi filmi hangi bahçede izlediğini bilemiyor. – Alin Taşçıyan.
    *****
    E-mailiniz beni çocukluğuma götürdü, çocukluğumun geçtiği yerde çalışıyorum, aynen dediğiniz gibi biraz büyüklere sordum, biraz ben hafızamı zorladım, listenizde Anadolu Yakası Kartal eksikti zaten, benim de hatırladığım Kartal’dan üç sinema ismi yazabilirim: Uzunkaya, Kervan, Çınar.
    Uzunkaya merkezde, Kervan ve Çınar mahalle içinde idi. Şimdi Uzunkaya sinemasının yerinde alışveriş merkezi, Kervan ve Çınar’ın yerinde apartmanlar var. – Berna Kuleli.
    *****
    Yaptığınız araştırma gerçekten çok güzel… Çünkü yazlık sinemaların keyfi o kadar farklı ki, onları gerçekten kaybetmemek gerek… Ben her yaz Büyükada’dayım… Düzenli olarakda her Pazar akşamı Büyükada Lale Sineması’na gidiyorum, her ne kadar çocuk filmi ağırlıklı oynasalar da Pazar akşamları, orada film seyretmekten çok mutlu oluyorum, ama daha önce Lale Sineması’ndan daha büyük ve daha güzel olan Büyükada Sineması vardı, kapandığına feci üzülmüştük… Listenizde gördüm Büyükada Mehtap Sineması olarak yazıyor… Büyükada Sineması ya da Büyükada Mehtap Sineması mıydı ismine bir daha bakmak lazım sanırım… – Betty Arditi.
    *****
    Ah maalesef!..
    İzmir deseydiniz, Bornova Hayat sineması derdim ama… Henüz ben bir İstanbul çömeziyim, ben de sizden öğreniyorum. Keşke yardımcı olabilse idim… – Ebru Drew.
    *****
    Sadi Abi Merhaba; Yazlık sinemalarla ilgili çalışmana katkıda bulunmak istedim:
    Şu anda Küçükçekmece ilçe sınırları içinde bulunan aşağıdaki semtlerde 70’lerin sonu ile 80’lerin ortalarına kadar aktif olan birkaç yazlık sinema hatırlıyorum. Hâtta bazılarında film izlemişliğim de var. Ama hepsinin adını tam olarak hatırlamıyorum.
    1- Kanarya semtinde dört tane yazlık sinema vardı. Şu anda tamamının yıkılıp, yerine apartman ya da alışveriş merkezi yapıldığını biliyorum. Bir tanesi 90’ların ortalarına kadar aktifti ama Seks filmleri oynatıyordu. Diğerlerinin yıkıldığını biliyorum.
    2- Ayrıca Küçükçekmece’de tren yolunun üst kısmında, Tepeüstü’ne yakın Ulus sinemaları vardı. Oranın da bir yazlık bölümü olduğunu biliyorum ama orası da sanırım yıkıldı.
    3- Yine Küçükçekmece ilçe sınırları içinde olan Sefaköy – Söğütlüçeşme’de sanıyorum adı Çeşme Sineması idi bir yazlık sinema vardı. Kendi oturduğum semt olması hasebiyle çok iyi hatırlıyorum ve genellikle Türk filmleri gösterilirdi. Kara Murat‘ları, Serdar Gökhan’lı avantür filmlerini orada seyrettiğimi hatırlıyorum. Şimdi o sinemanın yerinde bir market var. Yabancı film oyantılıp oynatılmadığını hatırlamıyorum. O zamanlar oldukça küçüktüm ben.
    4- Yine Sefaköy’de merkezde bir yazlık sinema vardı. Sanıyorum adı Filiz sinemasıydı. Hemen yanıbaşında Sefaköy Filiz Spor’un lokali vardı. Daha sonra burası da yıkıldı. Bir süre yıkıntıların yanında Filiz Spor’un lokali çalıştı daha sonra o da ortadan kayboldu. Şimdi orada bir iş merkezi var galiba. Ayrıca bir şey daha hatırladım: 70’lerde ilk okullar zaman zaman 35 mm’den tarihi Türk filmlerini öğrencilerine ücretsiz ya da çok düşük ücretle gösterirlerdi. Sanırım o dönemde yaygın bir uygulamaydı bu. Şimdi böyle bir uygulama yok. Okulların bir sinema salonu olduğundan da emin değilim doğrusu. İyi çalışmalar dileğiyle. – Ercüment Dursun.
    *****
    Öncelikle ellerinize, kaleminize sağlık diyor; yaptığınız bu çok önemli ve hoş araştırma için size saygılarımı sunuyorum.
    Küçükken BEYLERBEYİ İskelesi’nin tam karşısında yer alan İSKELE açıkhava sinemasına gittiğimizi hatırlıyorum. Sinema ağırlıklı olarak yerli film oynardı ve de halen boş bir bahçe olarak duruyor… ÇENGELKÖY’de ise adının NUR olduğunu sandığım (ya da ben öyle hatırlıyorum) ve daha çok Hollywood/macera filmleri gösteren bir açıkhava sineması vardı. Şimdi sanırım yerinde bir süpermarket var… – Ersan Çongar.
    *****
    Hayal meyal hatırlıyorum, 20 yıl kadar önce Maltepe’de (Anadolu yakasındaki) bir yazlık sinema vardı. Tren yolu alt geçidinin hemen üstünde. Tabii mazisi çok daha eski, ama ben pek fazla hatırlamıyorum. Ben çok küçükken kapatılmıştı. Umarım işinize yarar bu bilgi. – Füsun Akay.
    *****
    Ben altı göbek Valideçeşmeli, eşimse yedi göbek Şifa Sokaklı, Yoğurtçu Park, olarak açıkhava sinemalarını çok iyi biliriz. Ben Kamburun Bahçesinde Sophia Loren’in Kızım ve Ben filmini unutamam. Sonra biz çocukken orda Pazar günleri rahmetli İsmail Dümbüllü ve Halide Pişkin tulûat yaparlardı. Beşiktaş Gürel’de en son Leslie Caron’un Gigi‘sini seyretmistim. Moda’da yazlığa giderdik, orda da son hatırladığım Clint Eastwood’un İyi, Kötü ve Çirkin filmiydi. Eşim Yoğurtçupark’ta en son rahmetli Öztürk Serengil’in Abidik Gubidik‘ini, Kızıltoprak İkizler’de de Turgut Demirağ’ın Gönül Yazar’ı başrolde oynattığı filmi seyretmiş. Galiba Kocamın Nişanlısı filmiydi.
    Iyi ve güzel günlerdi, o günler! Şimdi bizler Dinazorlar olduk. – Füsun Kantemir.
    *****
    İstanbul’un Kocamustafapaşa semtindeki birkaç yazlık sinemayı sizinle paylaşmak isterim. Ama yaşım itibariyle ben yetişemedim oralarda film izlemeye… Babam hep anlatır ama, ne kadar şanslı olduklarını 🙂 Bense sadece Erdek’te bir yazlık sinemaya gitmiştim 7 yaşlarında. Avare filmini izlemiştim. Keşke olsa da çevremizde gitsek, sinemanın büyülü atmosferini gecenin büyüsüyle ikiye katlasak…. – Nilay Çakular.
    *****
    Çocukluğumda en güzel filmleri seyrettiğim sinemanın adını dün hatırlayamadığım için babamı arayarak yardım istedim. Aslında sinemayı, filmleri, içtiğim gazozları ve alaska frigoları unutmamıştım ama sinemanın adını unutmuştum. Belki de daha okuma – yazma bilmediğim dönemlerde gittiğim sinema olduğu için artık bilmiyorum niye. Ama sinemanın bulunduğu yerde yaklaşık 20 – 25 yıldır bir konut sitesi var. Her önünden geçişte içimin cız etmesine rağmen bana sinemanın adını da öğrenme fırsatı verdiğiniz, çocukluk anılarımı kısa bir sürede olsa hatırlama imkânı verdiğimiz için çoook teşekkür ederim. – Nuray Gürel.
    *****
    Araştırmanızı çok yerinde buluyorum. Anekdotlarla süslü bir yazı, şu anda Avrupa’da müthiş moda olan bu açık hava sinemaları kültürünü yeniden yaşatmak, bir kaç pahalı klübün tekelinden çıkartıp, yeniden popüler bir alışkanlığa dönüştürmek için bir baslangıç olabilir. – Sedef Ecer.
    *****
    Ben yaşım itibariyle hiç bilmiyorum ama babama ve amcama sordum.
    Çağlayanda Erkoç ve Çakmak sinemaları varmış, orda hep Ayhan Işık filmleri oynarmış.. Çakmak sinemasının üstü açılıp yazlık olabiliyormuş, orda da karate, dövüş filmleri oynarmış, okuldan kaçan erkek öğrencilerin tek adresiymiş 🙂 Şimdi ikiside düğün salonu olmuş. Hürriyet mahallesinde de yazlık bir sinema varmış ama ismi hatırlanmıyor. Benim babam İskenderun’da Kervan yazlık sinemasın da gazoz satarmış, dayısıyla. Ayrıca Şişli Bomonti’de şu anda 1000a dekorasyon merkezi olan yerde Bomonti bira bahçesi ve Bomonti yazlık sineması varmış. Babam da okuldan kaçıp oraya gidermiş. Yine orda da o zamanın en güzel aşk filmleri oynarmış. – Sibel Oral.
    *****
    Cumartesi günü, hanımla birlikte yürüyüş yapmak için Balat’a indik… Bu arada Balat’taki yazlık sinemaları araştırdık. Resim çektim, bölüm bölüm gönderiyorum…
    Balat Mehtap: Hacı İsa Mektep Sokak’ta, şimdi Otopark olmuş, yabancı film oynatıyormuş. Otopark’ta çalışan Salih Yivrik (42 yaşında), bu sinemada Avare (Raj Kapoor) ve İyi, Kötü ve Çirkin (Clint Eastwood, Lee Van Cleef) adlı filmleri seyretmiş.

    Balat Milli: Vodina Caddesi’nde, yerine Pasaj yapılmış, Türk Filmleri gösteriliyormuş. Lütfü Tuttuk (46 yaşında), bu sinemada Harun Reşid’in Gözdesi (Ajda Pekkan, Erol Tezeren) adlı filmi izlemiş.

    Balat Çiçek: Vodina Caddesi’nde, yerine Kemal Kolotoğlu İş Hanı yapılmış, iki sinema da aynı cadde üzerinde 100 metre ara ile; bu sinemada da Türk Filmleri gösteriliyormuş.

    Balat Sümer: Ulubatlı Hasan İlköğretim Okulu yanında, şu anda boş, perdenin bir bölümü çökmüş. Yakın zamanda Sultan Makamı adlı dizi burada çekilmiş. Makine dairesine afişler yapıştırılmış, büfe yeniden düzenlenmiş, hâtta gişe bile yapılmış. 45 yaşındaki Salih Karagöz bu sinemada Çeşme (Ferdi Tayfur, Necla Nazır) adlı filmi seyretmiş.

    Balat Sur: Atik Mustafa Paşa Mah. Esnaf Lonca Cad. Bu sinemanın yerinde büyük bir apartman var. Sinemanın perdesi hemen altındaki gecekonduların üzerine çökmüş. Kazada 7 – 8 kişi ölmüş. Bu sinemada Türk filmleri gösteriliyormuş. Atik Mustafa Paşa Mah. Muhtarı Fahrettin Özer (55 yaşında) burada Cilalı İbo (Feridun Karakaya) filmlerini izlemiş.

    Malta Lüks: Madalyon’dan sonra en çok bu sinemaya giderdim… Fevzi Paşa Caddesi’ndeki Fatih Emniyet Amirliği’nin arkasındaki sokaktaydı… Şu anda Otopark olarak kullanılıyor… Sahnesi bile hâlâ duruyor… The Great Escape / Büyük Firar filmini burada izlemiştim. Oyuncuları: Steve McQueen, James Garner, Charles Bronson, James Coburn. – Süleyman Şatır.

    *****
    Balat Mehtap, 1983’te haftalarca Raj Kapor’un Avare‘sini gösterdikten sonra kapanmıştı. Şimdi aynı adla otopark olarak kullanılıyor ve perdesi de sağlam. Aslında, bitişiğindeki Ermeni okulunun bahçesiymiş. Yeri: Hacı İsa Mektebi Sok. No: 9

    Heybeli Yeni’de (Bahçe’si 1970’lerden sonra kullanılmadı, sadece Yeni idi. Hâttâ Ali Bey’in sineması da denirdi) Beş Deli filmleri, Kassandra Geçidi, Kemal Sunal filmleri… Şimdi damacanalı su ve meşrubat deposu. Perdesi brandaydı. Heybeli’de listede olmayan iki sinema daha vardı:
    Zafer: 1980’lerin başında kapandı, yerine apartman inşa edildi. (Amiral İhsan Özel sokağının başında) Hem yerli, hem yabancı gösterirdi, Yeni gibi. Elvis müzikâlleri, Ölüm Yarışı 2000, Survivor (Andlar’da düşen ve bir futbol takımı taşıyan uçağa dair çevrilen ilk film), Türkan Şoray’ın Deprem‘i…
    Heybeli: 1960’ların sonunda kapanmış (Heybeli limanının ve İski pompa istasyonunun bitişiğinde, deniz kıyısında). Şimdi damacanalı su ve tüpgaz deposu, perdesi on yıl kadar önce yıkıldı, makine dairesi sağlam. Gökten İnen Melek (Mary Poppins), Uçan Otomobil (Chitty Chitty Bang Bang), Deniz Altında 20.000 Fersah burada oynayan filmler arasında.
    Balat’ta ayrıca Molla Aşki Mahallesi Molla Şakir Sokağı’nda Sümer Sineması vardı. Ne zaman kapanmış bilmiyorum. Ama müthiş bir Haliç – Eyüp manzarası olan uçuk bir yerdi.
    Bakırköy Sayanora’da Uğur Dündar’ın İşte Hayat‘ını seyretmiştim.
    Dikkat! Yeşilköy Rex, REKS olarak yazılırdı. Orada Hababam Sınıfı seyretmiştim. Bir de Gülşen Bubikoğlu filmleri çok gelirdi. – Emre Yalçın.
    *****
    Öncelikle bu araştırma için teşekkür ederim.
    Annemle biraz sohbet ettim ve şu anıları bana anlattı:
    – Ortaköy Şekerci Sokak’taki Ferah Sineması’nda jimnastikçi bir kızın oynadığı bir filmi, Ateş Parçası‘nı ve Şehvet Kurbanı‘nı izlemiş. 1939’da çıkan yangında sinemadaymış ve makineden çıkan alevlerin tellerden geçerek perdeye ulaştığını hatırlıyor. Sinemanın iki yanında binalar olduğunu ve sinema arsasının yoldan tahtaperdeyle ayrıldığnı söylüyor.
    – Beşiktaş Gürel Sineması’na sıkça giderlermiş. Bu sinemanın hem kapalı hem açık (bahçeli) olduğunu söylüyor. Bu sinemada Betty Grable’ın müzikallerini, Sonja Henie’nin filmlerini, Kore Harbi ajans haberlerini, Laurel – Hardy filmlerini, Weismüller’li Tarzan‘ları ve La Strada‘yı izlediğini hatırlıyor.
    Çok emin olamasa da yine Gürel’de Maria Montez’in Yılanlı Mabude (Cobra Woman) filmini ve Ateş Kraliçesi adında ateşle beslenen bir kadının filmini gördüğünü hatırlıyor.
    Ortaköy’de Muallim Naci Caddesi’nde kiliseye yakın bir yerde bir bahçede (hangi sinema olduğunu hatırlayamıyor) Zeki Müren ve Cahide Sonku’lu Beklenen Şarkı‘yı izlemiş.
    – Büyükada’da Lala Hatun’daki sinemada Sara Montiel’in La Violetera – Çiçekçi Kız filmini beraber izlemişiz. – Yusuf Pinhas.
    *****
    Göztepe’de And Sineması’nın dışında ikinci bir yazlık sinema daha vardı, ama adını hatırlayamadım. Rıdvanpaşa sokaktaki And’da seyrettiğim filmlerden Allah Belanı Versin Osmanbey‘i hatırlıyorum. Orhan Günşiray olmalı! Öteki sinema daha yeni, 60’ların ikinci yarısı ve 70’lerin başında vardı, Nadir Ağa çayırında, yani Göztepe pazarının kurulduğu sokaktaydı. Bu ikinci sinemada yabancı filmde oynatılırdı galiba. Abdülhamit’in haremağası Nadir ağa orada oturduğu için çayıra onun adını vermişler… Biz Göztepe köşklerinin çocukları genellikle evde çalışanlarla birlikte gönderilirdik sinemalara… Bahçevan Aziz Ağa’nın hanımı Zehra Teyze sayemde bütün Türk filmlerini görmüştür. And Sineması’na Zati Sungur da geliyor olabilir mi arada sırada? Şapkadan tavşan çıkan gösteriyi hatırlıyorum… – Zeynep Göğüş.
    *****
    Yaptığınız çok hoş bir çalışma ama benim bizzat gittiğim ya da eşimin ailesinin gittiği tüm yazlık sinemalar bu listede yer alıyor. Budak, İkizler, Kalamış Yazlık Sinemaları gibi… Ben size bir başka, “yeni” girişimden söz etmek istiyorum. Bu yaz, Bahariye caddesi girişinde yer alan Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin bahçesinde filmler gösterilecek… Biz Kadıköylüler büyük bir şansı yeniden yakalamış durumdayız. Size daha ayrıntılı programı gönderirim ama aklımda kaldığı kadarıyla programın ilk iki filmi Mayıs ayının son iki haftasında gösterilmeye başlanacak. Elbette unutulmaz Chaplin filmleriyle açılış yapılıyor. Modern Zamanlar ve Sahne Işıkları… Bu ilk gösterimlerde sizi de aramızda görmekten büyük mutluluk duyarız. – E. Zeynep Güler.
    *****
    Araştırman vesilesiyle ben de geçmişte bir gezinti yapma fırsatı bulmuş oldum. Kadıköy’deki yazlık sinemaların bir bölümünün açılış günü olan 19 Mayıs günü eski mekânları gezdim, notlar aldım, sana iletiyorum.
    Kadıköy’e yakın Moda’dan başlarsak:
    Moda Pak Sineması: Moda semtinin tek yazlık sinemasıydı. Halen hizmet veren “Meşhur Dondurmacı Ali Usta”nın sağından Moda Burnuna inen yolda (Ferit Tek Sokağı), şimdi Nil Apt. (No: 17) ile Kaçkar Apt. A ve B bloklarının olduğu yerde yer almaktaydı. 1970’lerin ilk yarısında kapandı. Önceleri yabancı film oynatırdı, sonra yerliye döndü.
    Süreyya Bahçe: Mülkü halen Darüşşafaka kurumunda olduğu için eski haşmetiyle hizmetine devam eden ünlü Süreyya sinemasının yazlık bahçesi idi. Şimdi Gusto’nun bulunduğu koridordan merdivenle inilen çok hoş bir bahçeydi; yerlerin numaralı olduğu belki de tek yazlık sinemaydı. Hep yabancı film gösterdi, iki film oynardı.
    Opera Bahçe: Bahariye Caddesinin ikinci yazlık bahçesi. Hep yerli film oynadı, iki film gösterilirdi. Yetmişlerin ikinci yarısında Opera Onur Çarşısı’na dönüştürülen muhteşem Opera sinemasının yazlık bahçesiydi. Süleymanpaşa sokağında kapısı olan bahçede halen Opera Onur Otopark’ı hizmet veriyor, ancak Süreyya bahçe’nin aksine bahçe çevresindeki ağaçlarla aynen muhafaza edilmiş, hani perdeyi takıp, tahta sandalyeleri yerleştir halde hazır bekliyor.
    Yoğurtçu Park Sineması: Saint Joseph ve Kadıköy Anadolu Lisesi’nin (yetmişlerin başındaki adıyla Maarif Koleji) yokuşundan inildiğinde boylu boyunca uzanan Yoğurtçu Parkı’nın bitiminde, o zamanki Yoğurtçu Karakolu’nun (yakınlarda Kadın Sığınma Evi olarak kullanılan, halen boş bina) yanında yer alan ve açılışı 60’ların başına uzanan yazlık bahçe uzun yıllar yerli film, 1984’teki kapanışına kadar son beş senesinde de altyazılı yabancı filmler gösterdi. Süleymanpaşa Sokağının başlangıcında yer almış olan bahçenin yerinde halen Uğur Apt. (No: 76) A ve B blokları bulunuyor.
    Stad Sineması: Kurbağalıdere Köprüsünün sağında, Salı Pazarı’nın kurulduğu alanın arkasında, şimdilerde Fenerbahçe Stadyumunun hemen altındaki Migros’un otoparkına doğru uzanan bölgede yer alırdı. Türkçe dublajlı iki adet yabancı film gösterirdi.
    Kızıltoprak İkizler: Kadıköy’ün en eskilerinden. Ellilerde açılmış. Kızıltoprak otobüs durağına gelmeden hemen önce şimdi Hipokrat Laboratuvarı’nın bulunduğu Hasan Amir Sokağı’nda yer alırdı. Zühtüpaşa İlkokulu’nun karşı sırasında bulunan bahçenin yerinde halen Berkman Apt.(No: 6) ve otoparkı bulunuyor. Bahçe hep tek film gösterdi, uzun yıllar yerli, son 4-5 sezonunda altyazılı yabancı film oynattı. İlk Star Wars filmini bu bahçede izlemiştim..
    Kızıltoprak Toraman: Yetmişlerin ilk yarısında erken kapanan yazlık bahçelerden. Yaklaşık otuz yıl boş alan olarak bekledi, bahçede koca ağaçlar yeşerdi. Kızıltoprak otobüs durağını Bostancı yönüne doğru geçtikten sonra 2. Ihlamur Çıkmazı’nın başında, cadde üstündeki arazide halen Baltaş / Teknoteks A. Ş.nin işhanı inşaatı sürmektedir. Altyazılı yabancı tek film oynatırdı.
    Kalamış Sahil: Kadıköy’ün efsane bahçelerinden. Film gösterimlerinin yanısıra sayısız konser ve tiyatro oyunlarına da ev sahipliği yapmıştır. Yine o zamanlardan bugüne faaliyetini sürdürmekte olan emektar Soley Pastanesini geçince şimdiki Şenlik Sokak ile Ziraat Bankası Emekliler Lokali (eski Todori’nin Meyhanesi) arasındaki alanda deniz kenarında yer alırdı. Arazisi uzun yıllar boş kaldı (yaklaşık 25 yıl), 5 yıl kadar önce inşa edilmiş iş hanı şimdilerde boş ve kiralık. Altyazılı yabancı tek film oynatırdı.
    Caddebostan Budak: Bir diğer efsane bahçe. Bağdat Caddesi gençlerinin buluşma yeriydi. Kocaman bahçesi sayısız pop konserine, hâttâ ilk yıllarında İstanbul Festivali’nin kimi gösterilerine ev sahipliği yaptı. Yerinde halen yeniden inşa edilmekte olan “Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Sanat Merkezi” bulunuyor. Temmuz sonuna yetiştirilmesi plânlanan bu çok amaçlı devasa kültür merkezi, önümüzdeki yıllarda önemli sanat olaylarına mekân olmaya hazırlanıyor. Altyazılı yabancı tek film oynatırdı.
    Caddebostan Ozan: Eski Caddebostan (sonradan Maksim) Gazinosu, şimdilerde Caddebostan Migros’un karşısındaki İskele Caddesinde yer alan mütevazi bir bahçeydi. Yerli film oynatırdı Şimdinin Gün Apt.nın (No: 28) yanındaki çıkmazda yer almış bulunan bahçenin arazisinde halen 12 katlı bir gökdelen inşa ediliyor.
    Şaşkınbakkal Çiçek: Küçük, mütevazi bir bahçeydi. Yerinde halen 1984 yılında temeli atılmış bulunan Mihrimah Sultan Vakfı, Kayserili Hacı Ali Osman Özel Camii bulunuyor.
    Sadiciğim, benim toparlayabildiklerim bunlar. Bu vesileyle geçmiş günlere dönmekten mutluluk duydum. Bu gezi sırasında ayağım kayıp düşüp kolumu kanattım, sokak köpeklerince kovalandım, kısa bir süreliğine de olsa çocukluk günlerime döndüm. – Ferhan Baran.

    Fotoğraflar için Süleyman Şatır’a teşekkür ederiz.

    (05 Haziran 2005)

    Sadi Çilingir

    Bir Hollywood Masalı: Göl Evi

    Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde güzel ama mutsuz bir prenses ile yakışıklı ama mutsuz bir prens yaşarmış. Birbirlerini çok sevmelerine rağmen bu prens ve prenses bir türlü buluşamazlarmış. Çünkü onlar farklı yıllarda yaşarlarmış. Göl Evi (The Lake House) konusu itibariyle böyle bir film. Dr. Kate Forster (Sandra Bullock), hayatında bir değişiklik yapmak ister ve şehirdeki hastanede çalışmaya başlar, böylece çok sevdiği göldeki evinden de ayrılmak zorunda kalır. Ayrılırken, sonraki kiracısına eğer mektupları yanlışlıkla yine o eve gelirse, yeni adresine göndermesini isteyen bir mektup bırakır. Göl evinin yeni kiracısı mimar Alex Wyler (Keanu Reeves), mektubu görür ve bir süre Kate ile mektuplaşır. Ama ters giden bir şeyler vardır, çünkü Alex, Kate’in bahsettiği ne kapıdakı köpek patisi izine ne de tavan arasındakı kutuya rastlamıştır. Sonunda farkederler ki, Kate 2006’nın kışını yaşamaktadır, Alex ise 2004’ün Nisan ayındadır. Senaryosundaki sorunlara takılmadan başrollerini Sandra Bullock ve Keanu Reeves’in paylaştığı bu masalımsı filmi bir çırpıda izleyebilirsiniz. Filmden çıkınca da yıl hesaplaması ya da mantık hataları bulmaya çalışmanın çok da faydası yok. Göl Evi, masal tadında bir romantik film çünkü.

    Sandra Bullock ve Keanu Reeves ikilisi daha önce Hız Tuzağı (Speed) filminde bir araya gelmişlerdi. Ancak romantik bir film için de aranan çift olduklarını söyleyebiliriz.

    Hollyood bugüne kadar birçok konuda romantik filmler çekti. Kimi zaman aşıklardan biri bir kaza sonucu ölünce, öbür dünya ile bağlantı kurup aşıkları buluşturdu. Kimi zaman her iki taraf da başkalarıyla birlikteydi, zorlu bir mücadeleden sonra aşıkları biraraya getirdi. Bazen birbirlerine çok kızgın iki kişiyi birbirine aşık etti, bazen de internet aşklarını beyazperdeye taşıdı.

    Alejandro Agresti’nin yönettiği Göl Evi ise farklı zamanlara ait iki sevgilinin aşkını anlatıyor. Aralarında iki koca yıl olan Kate ve Alex’in mektuplaşmayla başlayan aşkları işleniyor filmde. Bu Hollwood için yeni bir romantik film konusu.

    Sandra Bullock’un deyişiyle film, “İzleyicinin yavaş yavaş çözülen hikâyeye kendi yorumunu getirmesine ve kendi hislerini yansıtmasına olanak tanıyor, üstelik bizim size sürekli olarak nasıl hissetmeniz gerektiğini söylememizden çok daha kolay bir şekilde yapıyor.”

    Aslına bakarsanız filmin başrol oyuncusu gölün üzerine kurulan, her tarafı açık, camlarla kaplı o güzel göl evi. İki sevgilinin de bir zamanlar içinde yaşadıkları göl evi, sonunda sevgilileri bir araya getiren bir mekân oluyor. Göl Evi’nin mimarı ise Alex Wyler’in babası Simon Wyler (Christopher Plummer). Simon Wyler, ailesini, kariyeri ve çizimleri için feda için hırslı bir mimardır. Oğlu Alex de başarılı bir mimar olmasına rağmen, babası gibi hırslı değildir.

    Yaz sıcağında, sinema salonlarının boş olduğu bir dönemde, keyifli vakit geçirmenizi sağlayacak hafif bir film.

    (07 Ağustos 2006)

    Asya Çağlar