Sadi Çilingir tarafından yazılmış tüm yazılar

Mühürlü Köşk 2: Araf

Serkant Yaşar Kutlubay’ın yönettiği ve Sude Karabulut, Serdal Yazıcı, Levent Oran ile Zehra Sadıç’ın oynadığı Mühürlü Köşk 2: Araf, önümüzdeki aylarda Kutlubay Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
Serinin ilk filminde Çılgın Kız arkadaşlarıyla polisten kaçarken kaybolmuştu. Mühürlü Köşk 2: Araf’ta ablası Gaye onu aramak için bir grup eski komando askeri kiralayıp kız kardeşini aramaya başlar.

Mühürlü Köşk 2: Araf yazısına devam et

Dilberay, Figüran’a Konuk Oldu

Yönetmenliğini Tolga Çetin’in üstlendiği yılın en kral komedisi olan Figüran filmi, usta sanatçı Dilberay’ı da perdeye getirmeye hazırlanıyor. 28 Kasım’da vizyona girecek olan filme konuk olan ve ”Tiridine Bandım” türküsünü seslendiren Dilberay’a, filmin oyuncuları Ceyhun Fersoy ve Ferdi Kurtuldu da köçek dansıyla eşlik etti. Filmi izleyen üç şanslı kişiyi Hollywood’a götürecek olan filmdeki köçek şov şimdiden yılın en eğlenceli sahnesi olmaya aday.

15. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Başlıyor

15. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali 01 – 05 Kasım tarihleri arasında Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştiriliyor. Ulusal ve Uluslararası filmler Altın Kedi Ödülleri için yarışırken, Türkiye ve dünya sinemasının önemli isimleri sinemaseverlerle buluşacak. 63 ülkeden 1093 filmin başvurduğu festivalde finale kalan filmler Altın Kedi Ödülleri için yarışacak. Tunç Başaran, Nilüfer Açıkalın, Feza Çaldıran, Klaus W. Becker ve Gulbara Tolomushova’dan oluşan jüri değerlendirmesi sonucunda Altın Kedi Ödülleri sahiplerini bulacak. Festivalin Emek Ödülleri ise Set Amiri Selahattin Geçgel, Oyuncu Kutay Köktürk, Oyuncu Kemal İnci ve Sinema Yazarı Sadi Çilingir’e verilecek.

3. Ayvalık Uluslararası Film Festivali

AyIFF üçüncü kez seyirciyle filmi ve sinemacıyı buluşturmak için yola çıkıyor; 3. Ayvalık Uluslararası Film Festivali, 23 – 26 Ekim 2014 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Sanat Fabrikası ve Ayvalık Belediyesi’nin organize ettiği festivalde gösterilecek uzun metraj filmler arasında Bir Varmış Bir Yokmuş, Cennetten Kovulmak, Daire, Eylül’ün Kadın Yüzleri Fatal Sin, Gözümün Nûru, İstanbul Hayali, Lacrau, Sodium Party, Uvertür gibi filmler; Kısa Film Yarışması filmleri arasında ise Baba, Buna Değer, Far or Near, Get Up, Grace, Patika, Karpuz Cenneti, Fırtına, The Loaves and Fish, Meğer, Misafir, Modou Modou, Two at the Border gibi filmler var.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Tanıtım Filmi

3. Ayvalık Uluslararası Film Festivali yazısına devam et

Baba Kız Aynı Filmde: Arı Maya

Deneyimli oyuncu ve seslendirme sanatçısı Ziya Kürküt, kızıyla birlikte Arı Maya (Maya The Bee Movie) sinema filminde seslendirme yaptı. Efsane çizgi dizi Arı Maya’nın ilk sinema filminde Arı Maya’yı Kürküt’ün kızı Dilara seslendirirken, Ziya Kürküt ise Çekirge Flip’e ses verdi. Türkiye dağıtım haklarını TMC Film’in aldığı ve 31 Ekim’de vizyona girecek olan Arı Maya’nın sinema filminde bir ilk daha yaşandı. Kürküt’ün oğlu da küçük arıların şen kahkahalarında yer aldı.

Sinemanın Çiçekçi Kız’ı Selda Alkor’a Onur Ödülü

Malatya Uluslararası Film Festivali ilk yılından başlayarak her yıl, sinemamıza büyük hizmetlerde bulunmuş isimlere Onur Ödülü vermeye devam ediyor. Bu yıl 21 – 27 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan festival kapsamında sinemamızın yakışıklı jönü İzzet Günay’ın ardından sinemamızın Çiçekçi Kız’ı Selda Alkor da ödüle değer görülen isim oldu. Selda Alkor, Senede Bir Gün, Buzlar Çözülmeden, İlk ve Son, Erikler Çiçek Açtı gibi sinemanın klâsikleri arasında yer alan pek çok filmde rol aldı. Usta sanatçı Selda Alkor’a Onur Ödülü, 21 Kasım 2014 Cuma gecesi, Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenecek olan Festival Açılış Töreni’nde takdim edilecek.

Oscar Adayı Uzun Yol 07 Kasım’da Sinemalarda

Bafta tarafından İngiltere’nin Yabancı Dildeki En İyi Film dalında Oscar adayı gösterilen Nihat Seven’in yönettiği Uzun Yol filmi, geçtiğimiz yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi Erkek Oyuncu ve Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleri ile dönmüştü. Oscar yolunda yeni bir başarıya imza atan film Türkiye’de 07 Kasım’da izleyici ile buluşuyor. Filmde Hakan Yufkacıgil (Fariz) ile Nil Günal’a (Gülten) Ahmet Özarslan (Salih), Murat Muslu (Selim) ve Bora Cengiz (Murat) eşlik ediyor. Filmin konusu şöyle: Gülten’in kamyon şoförü Fariz ile ilişkisini öğrenen ailesi iki gencin görüşmelerini yasaklar. İki aşık başka bir kasabaya kaçarlar ve yeni bir hayata adım atarlar.

4. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin dördüncüsü 07 – 13 Kasım 2014 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşiyor. Geçen yıl “Suça Sürüklenen Çocuklar” olan festivalin bu yılki teması, dünyada en önemli sorunlardan biri olması nedeniyle, “Herkes İçin Adalet” olarak belirlendi. Festivalde son dönem Dünya ve Türkiye sinemasının hukuk, toplum ve adalet ilişkisini işleyen en iyi örneklerinin yer aldığı yaklaşık 50 filmlik bir seçki sinemaseverlerle buluşturulacak. Film gösterimlerinin sonrasında söyleşiler ve mevcut hukuki düzenin tartışılacağı çeşitli paneller düzenlenecek.

4. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali yazısına devam et

55. Uluslararası Selanik Film Festivali Başlıyor

Dünya sinemasının en köklü festivallerinden Uluslararası Selanik Film Festivali bu yıl 31 Ekim – 09 Kasım tarihleri arasında düzenleniyor. 55. yaşını kutlayacak olan festival, Yunan sinemasının 100. yıl kutlamaları çerçevesinde yine zengin bir program içermekte. Yunan sinemasının uzun geçmişinden 20 filmlik seçkide Michael Cacoyannis’in 1955 yapımı Stella’sı, Theo Angelopoulos’un dört saatlik dev eseri ‘Kumpanya / Thiassos’ (1975), Yorgos Lanthimos imzalı bizde de çok sevilmiş yakın tarihli ‘Köpek Dişi / Kynodontas’ öne çıkıyor.

Avusturyalı yönetmen Götz Spielmann’ın başkanlığını yaptığı jürinin değerlendireceği Altın ve Gümüş İskender ödüllü Uluslararası Yarışma filmleri ilk ve ikinci filmlerden oluşan programıyla yine heyecanlı bir keşif gezisine çıkartacak sinemaseverleri. Avrupa kökenli yapımların ağırlıklı olduğu bu seçkide, geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde ‘Eleştirmenler Haftası Büyük Ödülü’nü kazanan ‘Kabile / Plemya’ özellikle dikkat çekiyor. Ukraynalı Myroslav Slaboshpytskiy imzalı yapım, 19 yaşındaki Sergey’in sağır ve dilsizlerin devam ettiği yatılı okuldaki hayat kalma mücadelesini diyalogsuz ve altyazısız olarak anlatmayı seçmiş.

‘Açık Ufuklar’ başlıklı bölüm dünya festivallerinden 40 filmi ağırlıyor. Bizde 14. Filmekimi’nde ilgiyle karşılanan ‘Turist / Force Majeure’ ve ‘Jessica Hausner’in 19. yüzyıl Alman romantiklerinden Heinrich von Kleist’ın gerçek hikâyesi üzerine ilgiye değer denemesi ‘Çılgın Aşk /L’Amour Fou’ bu ilginç toplamda yer almakta. Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nin bizde yine Filmekimi’nde izlenen güzel filmleri Andrey Zvyagintsev imzalı ‘Leviathan’, Naomi Kawase’nin son başyapıtı ‘Sakin Sular / Futatsume No Mado’ ve Dardenne kardeşlerin ‘İki Gün, Bir Gece’si özel gösterimler arasında yer alıyor.

55. Selanik Film Festivali’nin açılış filmi, Cannes şenliğinin ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünün büyük ödülünü kazanan ‘Beyaz Tanrı / Fehér Isten’. Macar toplumunda yaygınlaşan ırkçı eğilimi ve aşırı sağcı Macar hükümetini köpek isyanı metaforuyla eleştiren bu etkileyici filmin tanınmış yönetmeni Kornel Mundruczo festivalin ‘Ustalara Saygı / Tribute’ seçkisinin konuklarından. Bu bölümün bir diğer konuğu Roy Andersson’ın beş filmi yer alıyor festivalde. İsveçli ustanın Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan ödüllü son çalışması ‘İnsanları Seyreden Güvercin / En Duva Satt Pa Gren Och Funderade Pa Tillvaron’ festivalin kapanış filmi olarak 08 Kasım Cumartesi akşamı gösterilecek.

İran asıllı Amerikalı yönetmen Ramin Bahrani ve Yugoslavya sinemasının ustalarından Zelimir Zilnik kapsamlı toplu gösterilerle ve ustalık dersleriyle (masterclass) festivalin öteki misafirleri.

Festivalin Balkan Sineması’na ayrılmış geniş bölümünde bu yıl ülkemizden üç önemli film yer alıyor. Nuri Bile Ceylan’ın Cannes galibi ‘Kış Uykusu’, Kaan Müjdeci’nin Venedik’ten Jüri Özel Ödüllü ‘Sivas’ı ve Kutluğ Ataman’ın Berlin’de ilgiyle karşılanan ‘Kuzu’su, onbiri uzun ve aralarında bizden Serhat Karaaslan’ın ‘Dondurma’sının da yer aldığı yedisi kısa toplamın beklenen filmleri arasında. Romanyalı usta Corneliu Porumboiu’nun son filmi ‘İkinci Oyun / Al Doilea Joc’ yine bu bölümün ilgiye değer yapımlarından.

Festival efsanevi bir oyuncuyu da misafir ediyor bu yıl. Hanna Schygulla’nın eşsiz kariyerini anlatan kısalarla birlikte sanatçının Rainer Werner Fassbinder ile çektiği üç önemli yapıt ‘Petra von Kant’ın Acı Gözyaşları’, ‘Maria Braun’un Evliliği’ ve ‘Lili Marleen’ programa dahil edilmiş. 07 Kasım’da festivalin ana salonu Olympion’da sinema sanatına katkıları nedeniyle kendisine özel bir ödül sunulacak olan ünlü oyuncu geceyi kısa bir dinleti ile taçlandırıyor.

(28 Ekim 2014)

Ferhan Baran

[email protected]

Yılın En İyi Filmleri 23 – 28 Ekim’de MevsimSinema’da

Geçtiğimiz yıl büyük ilgi gören MevsimSinema etkinliği, bu yıl 23 – 28 Ekim 2014 tarihleri arasında Kızılay Büyülüfener Sineması’nda Ankaralı sinemaseverlerle buluşuyor. Türkiye hakları Film Artı Film’e ait olan, dünya çapında ödüller kazanan 16 filmlik muhteşem bir seçki sinemaseverleri bekliyor. Programda yer alan Turist (Force Majeure), Beyaz Tanrı (Feher Isten), İnsan Sermayesi (Il Capitale Umano), Bugün (Emrouz) ve Cesaret (Difret) kendi ülkelerinden Oscar adayı oldu. “Renklere göre sinema, ruh halinize göre filmler” sloganıyla yola çıkan etkinlikteki filmler, mevsimlerle özdeşleştirilen renk ve ruh haline göre sinemaseverlerin beğenisine sunuluyor.

Yılın En İyi Filmleri 23 – 28 Ekim’de MevsimSinema’da yazısına devam et

Alin Taşçıyan’la Altın Portakal, Sansür ve SİYAD Üzerine…

Alin Taşçıyan’la, 51. Altın Portakal Film Festivali’nin adının sansür ve protestolarla anıldığı ilk günlerde bu söyleşi için sözleşmiştik. O günlerde SİYAD’ın (Sinema Yazarları Derneği) Başkanı olmanın dışında, Festival Ekibi’nde de yer alan ve yaşanan gelişmeler sonucunda en çok eleştiriye uğrayan isimlerden olan Taşçıyan, şenliğin sona ermesinin hemen ardından sorularımızı yanıtladı.

Söze, “Burada sansür sürecinin işletilmediğini net olarak söylüyorum” şeklinde giren Alin Taşçıyan, konunun artık kolektif bir meseleye dönüştüğünü belirterek, festivalin kurumsal olarak sansürle anılmasına ilişkin sorulara yanıt veremeyeceğini de sözlerine ekledi:

“Önümüzdeki günlerde konuyu festival ekibiyle bir araya gelip değerlendirerek kamuoyunun karşısına çıkmayı plânlıyoruz. Bu sürecin ardından benimle ya da yönetimden herhangi bir arkadaşla olayların perde arkasında kalan ve kamuoyuna yansımayan kısımlarını ayrıntılarıyla konuşabilirsin.”

Bu zorunlu açıklamanın ve söyleşimizin “sınırlarını” vurgulamanın ardından, tamamına gelecek hafta yayınlanacak olan Modern Zamanlar’ın 34. sayısında yer vereceğimiz sohbetle sizleri başbaşa bırakıyoruz.

Söyleşimize festival öncesinde Star’da yayınlanan “Arı Kovanına Çomak Sokmak” başlıklı köşe yazınla başlamak istiyorum. Burada kullandığın “gaza getirilebilirler” söylemi sinema yazarlarının bir bölümü tarafından -doğal olarak- tepkiyle karşılandı.

Öncelikle o ifadelerin sinema yazarlarına yönelik olmadığını belirteyim. O yazı, basına ve bir ölçüde de kimseyle iletişim kurmadan toplantı halinde olduklarını öğrendiğim belgesel sinemacılara yönelikti. Yazı Perşembe günü yayınlandı. Ertesi gün yola çıkacağım için Salı günü kaleme almıştım ve gelişmeler bu yönde değildi.

Gelinen noktada, Başkanı olduğun Sinema Yazarları Derneği / SİYAD’lı yazarların da sansür meselesiyle ilgili tepkileri oldu.

SİYAD bu ülkenin sinema adına çok önemli bir kurumu, bu kadar net söyleyeyim. Son derece iyi kalemlerimiz var. Hepsinin donanımlarına, yüreklerine güveniyorum; ama bazen birey olduğumuzu unuttuğumuzu düşünüyorum. Yani dayanışma / örgütlenme iyidir -çoğu arkadaş gazete kökenli olmadan sinema yazarı olduğu için bu gerçeği hatırlamayabilir- ama öncelikle belli bir çevrenin kalemşörü olmak yerine birey olarak hareket etmeyi öğrenmek gerekiyor. Bir de SİYAD’lı olmak kimliği hep spekülasyon malzemesi yapılıyor. Üye olmak isteyenler, olamayanlar, başvuru yapması bile mesele haline gelenler vs… Dernek, eninde sonunda insanların bir parçası olmak istediği bir çevre, bir kimlik haline geldi. Hatta yaptığı iş ve çalıştığı kurum vasıtasıyla elde edemediği itibarı SİYAD üyesi olarak sağlamaya çalışanlar da oldu. Bunlar bir kurum için önemli şeyler; ama buna sahip olup olmamak yine de bireyin elinde.

Bir diğer konu da birey olarak çıkışını çok daha net yapabilecek insanlar, tepkilerini ille de SİYAD başlığı altında göstermek istiyorlar. Bu da kurumsal kimliğe zarar verici bir şey.

Sansür konusu gündeme geldiğinde, dernek tarafından kaleme alınan bildiriden duyulan rahatsızlık, 75 üye tarafından imzalanan metinde kendisini göstermişti. Bu süreç, dernek başkanlığından istifa etmenle sonuçlandı, öyle değil mi?

Artık “Eski Başkan” sıfatıyla söyleyebilirim ki, SİYAD’lı olmak benim tercihim olmamıştı, Başkan olmak da öyle… Bu göreve gelirken vizyon getirmek, derneği geliştirmek gibi bir yaklaşımım da olmamıştı; zaten gerek Tunca (Arslan), gerek de Murat (Özer) bu konuda ne yapılması gerekiyorsa yapmışlardı. Benim için en önemlisi mesleğin saygınlığını korumaktı, görev sürem boyunca onu yapamadım.

Yönetiminde yer aldığın festivale ilişkin tercihlerini boykottan yana kullanan sinemacılar ve yazarlar için neler söylemek istersin?

Genelleme yapmıyorum. Arkadaşların bazıları ilkeler bazında hareket etmişlerdir muhakkak; bazılarıysa ait oldukları grubun kararı doğrultusunda. Herkesin birşey yaptığı bir süreçte eksik kalmamayı düşünenler de olmuştur. Bunların dışında kişisel durumlar da vardık mutlaka, yeni bir şey değil. Sonuçta homojen bir kitleden söz etmiyoruz, eminim herkesin nasıl hareket ettiğine dair bir fikri vardır.

İşin organizasyon kısmında yer almasan ve festivale bir sinema yazarı olarak katılsan senin tepkin ne olurdu?

Bir defa işin organizasyon kısmında olmasam gerçeği bu derece iyi bilmezdim. Bu koşullarda da konuyu çok iyi araştırırdım. Herhalde bugüne kadar, mevcut SİYAD üyeleri arasında -Ali Ulvi (Uyanık) ve Necati Sönmez gibi tavizsiz isimlerle birlikte- sansür konusunda en çok haber yapanlardan birisi benim. Yaklaşımım daima araştırmak ve işin doğrusunu öğrenmek olurdu: Kaynağım ne, diğer kaynaklar kimler? Bunu, benim kuşağımın çok iyi bildiğine inanıyorum. Örneğin “Büyük Adam Küçük Aşk” filmi hakkında tutulan polis tutanağına kadar bulup; Handan İpekçi, festival ve Sansür Kurulu’yla da konuşarak işin doğrusunu ortaya çıkarmıştık. Bir konunun bir sürü bileşeni vardır kısacası. Bu sürecin adını “Basına ve Kamuoyuna Duyuru Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği” koydum. Böyle manasız duyuru savaşları yaşandı çünkü.

Ayrıca, bazı sözler vardır ki, insanları haklı olarak yerinden sıçratır. Sansür de öyle… Ben sansürün anlamını, yöntemini ve burada ne olup bittiğini gayet iyi biliyorum. Ne olmadığını da gayet iyi biliyorum. Dolayısıyla bu sözcüğü ortaya atarak bir kıvılcım çakıp kitlesel bir hareket başlatmaya çalışmak bence bilinçli bir adımdı. Ama eninde sonunda insanlar geriye dönüyor, sorgulamaya başlıyor ve kavramla / olayla ilgili kuşkular giderek artıyor. Göreceksin, burada da öyle olacak. Ben septik bir insanım, birisi bana birşey söylediğinde hemen ayağa kalkmam. Sonuçta bir sürü yalan haberle hayatımız geçiyor işte.

Çok konuşulsa da seninle yeterince tartışılmadığını düşündüğüm bir konu da sinema yazarlığı ile festival yöneticiliğini bir arada yürütmenle ilgili. Bu türden eleştiriler için neler söylemek istersin?

Bunların birbiriyle çatıştığına inanmıyorum. Birincisi bunları yıllardır yapıyorum; ama insanların esas tavrı, “şu gün / şu dönem / şu yönetim” meseleleriyle alakalıydı. Yani tamamen partizanca bir yaklaşım oldu. Bunları analiz etmek için aslında çok erken; ama şunları söyleyebilirim: Bu ekip Antalya’ya gelince ipler koptu bence. Adana ve Malatya’da da bulunmakla birlikte, bazı çevrelerin buraya yaklaşımlarının farklı olduğunu biliyorum. Mesela herkes İstanbul Film Festivali’ne karşı daha saygılı iken, Antalya’ya karşı ben de dahil, biraz hırçındır. Altın Portakal’ın yapısı böyle… Hiçbir İFF Kapanış Töreni’nde “ben sanatçıyım” diye haykırarak insanları yerinden kaldıran kimseleri göremezsiniz; ancak Antalya’da her yıl bu mesele çıkar. Yine İstanbul’da herkes kendisini evinde hisseder, gündelik akışını çok fazla değiştirmez; ancak burada daha bir tatil havası ya da gruplaşmalar söz konusu olur. Türkiye’de herkesin futbol ve siyasetten çok iyi anladığını iddia ettiği gibi, kimi insanlar da buraya gelince festivallerin nasıl yapılması gerektiği hakkında konuşur durur.

İletişim ekibimizle festival öncesi yaptığımız bir toplantıda, onlara “sadece olumsuz haberler çıkacak, sakın telâş yapmayın” demiştim ve daha bu olayların hiçbirisi olmamıştı.

Belli bir yayın grubunda çalışıyorsun, önemli festivallerde görevler üstleniyorsun. Bazı eleştirilerde, ülkede son dönemde yaşanan gelişmelere artık “taraf” olarak yaklaştığın da iddia ediliyor. Belli bir değişim içinde olduğun şeklindeki tespitler veya kaygılara bakışın nedir?

Olabilir, düşünmek lâzım. Ama benim için kimsenin kaygılanmasına gerek yok! Ben kendi işimi yapıyorum; festivallere filmler ve ekipler getiriyor, onlarla söyleşiler yapıyorum. Dünyanın her yerinde bu işleri sinema yazarları yapar. Ayrıca söylendiği gibi işin organizasyon kısmında olmuyor, program kısmında yer alıyorum. Kendi alanımın sınırları içinde buradayım yani… Kim hangi otelde kalmış, uçakla mı gelecekmiş, törene ne zaman çıkacakmış, parasal durumlar nelerdir, bunlarla ilgilenmiyorum. Ben filmlerin değerlendirme kısmını yapıyor, izleyiciyle buluşma noktasında moderasyonu üstleniyorum; Vecdi Sayar’dan Burçak Evren’e, Atilla Dorsay’dan Sevin Okyay’a birçok sinema yazarının çeşitli dönemlerde yaptıkları gibi. Bir sene de -Vecdi Sayar gelmeden önce- Deniz Ziya Temeltaş, Fırat Yücel’i Program Direktörü olarak belirlemişti örneğin. Bunlar hepimizin yaptığı şeyler ve sinema yazarlığının da hayli ciddi bir parçası.

Meselenin bir de konjonktürel boyutu var. Siyasal ve kültürel zeminde bir süreçten, altüst oluşlardan geçiyor Türkiye. Doğal olarak kaygılar var. Sansür tartışmalarının arka plânında bunların da yer aldığı görüşüne katılır mısın?

Öyle bir kaygı var; ama bu süreçte sinema daha mı iyiye gitti, yoksa daha mı kötüye? Ayıptır. Bazı şeyler kısıtlamak istiyorlarsa ne diye sektörün kendi bileşenlerini içine alıp destek dağıtsınlar bu kadar. “Yiğidi öldür, hakkını ver” demişler. Bütün sinemacılar yıllardır ciddi biçimde Kültür Bakanlığı’yla iletişim ve pazarlık halinde. Ben Türkiye Sinema Platformu’nda da Yönetim Kurulu görevinde de bulundum. Tamam, iç ve dış politikayı tartışalım, yanlışların üzerinde duralım; fakat tırnak içinde “demokrat” olması gerekenlerin daha bağnaz olabildiğini de unutmayalım.

Bir de başından beri söylüyorum partizan olma meselesini; ama bu arada hangi partizanlıktan söz ediyoruz, onu da anlamış değilim! Türkiye’de herkes birşeylere karşı, öte yandan kadına karşı bir bakış var, kimliklere bakış var… Bazı insanlar bütün kimlikleri üzerinde toplayınca hedef oluyor tabii. Ama bunu kaldıramayacak olsam hiç bulaşmazdım bu işlere.

Yeri gelmişken, kim haklıysa ondan yana olduğumu da söylemeliyim. Türkiye’de hakiki bir kamplaşmaya gidiyoruz. Bir noktada “karşıyım”, “muhalifim”, “nefret ediyorum” tavrı varsa, bütün bunlar normalleşiyor. Ortada bir hükümet ve icraatları varsa eleştiri olması da gayet doğal. Ben de herşeyi onaylamıyorum; ama doğru bir şey de yapılıyorsa yanında olabilirim. Bu arada ömrüm boyunca Yeşiller ve Feministler dışında siyasal olarak kendimi yanlarında konumlandıracağım hiçbir hareket olmadı, hatırlatmak isterim.

Geçmiş dönemde Altın Portakal’a ilişkin bazı eleştirilerin olduğunu biliyoruz. Sözgelimi festivali “panayır gibi” şeklinde nitelendirdiğin dönemlerden bu yana ne değişti?

Bu eleştirileri yaptığım dönemlerde de festival için çalışmıştım ve buradaydım. Onun dışında gelmediğim yıllar olsa da genel eleştirlerim oldu, bugün de var. Son olarak Vecdi Sayar döneminde Ermenice bir şarkı krizi olmuştu hatırlarsan. Sonradan nedeninin, bir siyasi parti liderinin festivale gelmesi olduğunu öğrenmiş ve ertesi yıl kendi içimde bir tavır geliştirmiştim. Herkesin hassasiyetleri farklı olabiliyor: Bazı kesimler bir dile konulan ambargoya tepki gösterir, bir diğeri de bir devlet başkanına küfür edilmesine!…

Önceki yılların festivallerinden söz etmişken; altyapıyı zayıf bulan, festival adına “çivi bile çakılmadığını” iddia eden yöneticiler de oldu bu sene; ama kimse kapatılması sonucu işsiz kalan festival emekçilerinden ve AKSAV’dan söz etmedi…

Ben bir dönemde de AKSAV’la çalışmıştım Altın Portakal’da. Ağır eleştirilerim de oldu, övgülerim de. Herşeye rağmen, olanaksızlıklar içinde festivaller yaptıklarını söyleyebilirim. Hülya (Özyol) da arkadaşım, biliyorsun. Kimse o insanların hakkını yiyemez.

Artık festivale dönelim. Nasıl değerlendiriyorsun 51. Altın Portakal’ı?

Çok şükür ki iyi değerlendiriyorum. Benim için en önemli şey film gösterimleriydi. Seçkimiz çok iyiydi, bundan hiç kuşku duymadım; ama bunları iyi koşullarda gösterebilecek miyiz diye düşünüyordum. Bunu başardık. Israrlarımız ve Menderes Türel’in de titizlikle üstünde durmasıyla AKM’yi elden geçirdik. Bundan daha iyi ses olması mümkün değil artık; çünkü o salonun limiti var. Tarihinde ilk kez flu olmayan gösterim yaptık orada, bizim için çok önemliydi. İkincisi, ulusal / uluslararası yarışma filmlerinin ekipleri buradaydı, onları seyirciyle buluşturabildik. Gösterimler sorunsuz geçti, Türkiye’de sinema için çok önemli bir atılım olan Film Forum’u hazırladık ve bütün bunların hazırlığını çok kısa bir sürede tamamladık. Gerisi teferruat bence…

Festivalin ilk günlerinde, sinema yazarlarının bir bölümünün veto edildiği iddia edilmişti yanlış hatırlamıyorsam.

Gazetecilikte bir ilke vardır: Gazeteci kendi parasını ödeyerek festivali izler! Her festivalin belli bir davetli kitlesi vardır; ama bu sayının da sınırları vardır. Bu gerçeğin dışında bu yıl Altın Portakal’da boykot edilen, veto yiyen hiç kimse olmadı. Sadece Sayım Çınar’a gönül koydum, onu inkar etmiyorum. SİYAD dışında basında yazıp çizen; gazete, TV, dergi ekiplerinden yüzlerce kişi vardı. Örneğin yabancı basına bile 5 gece şartı getirdik bu yıl. Hollywwod Reporter’dan Variety’e; İsrail’den İsveç’e, Rusya’dan ABD’ye kadar bir çok ülkenin gazetecisi festivali bu koşullarda takip ettiler ve bunu da hiç sorun etmediler.

Türkiye’de davet meselesinin de konuşulması gerekiyor artık ve bu bayağı ahlâki bir sorun haline geldi. “Benim herşeyimi ödeyin, ben de sizi haber yapayım” demek sence de tuhaf değil mi?

Anladım. Bir de TOMA hadisesi var çok konuşulan…

Filmin sunumunu yapacağım için ekiple birlikte tam AKM’ye girerken TOMA’nın geldiğini söylediler. Hemen telefona sarıldım; sonra baktım, geri çıkıyor. “Biz kalabalığız, Akrep’le başa çıkarız arkadaşlar” deyince herkes gülmeye başladı. İçeri girince Emniyet görevlileri karşıladı bizi; salonun güvenliği için geldiklerini söylediler çok net biçimde. Antalya’da kısa süre önce yaşanılan saldırılar nedeniyle tedbir almak istemişler. O sırada kol kola olduğumuz Şenay Aydın’la “kaderde bunu da görmek varmış” dedik birbirimize…

Bilet fiyatları ve kortejin kaldırılması da bir başka konu. Benim de bu etkenlerin yerel katılımı düşürdüğü yönünde gözlemlerim var.

Bilet fiyatlarını Antalya’ya gelince öğrendim ve ben de yüksek buldum. Kortej, o hafta yaşanan olaylarda 24 kişinin hayatını kaybetmesi nedeniyle iptâl edildi. Takdir edersin ki o koşullarda kalabalığın arasına karışıp, insanlara el sallanmazdı.

Gelelim senin de içinde yer aldığın Ön Jüri kararlarına…

Ne diyebilirim ki? Filmi her seçilemeyen eleştiriye başlıyor. Atalay Taşdiken’den, annem dediğim Sevin Okyay’a kadar birçok insanın içinde masaya yumruğumu vurdum ve dediğimi yaptırdım. Bütün suçlu benim! Aynen yazmanı rica ediyorum (gülüyor).

Ulusal Yarışma’da verilen kararlarla ilgili ne söylemek istersin?

Kararları hiçbir zaman yorumlamam. Her jüri farklı karar verebilir.

Son olarak bu ekip kalıcı mı diye sorsam…

Bilemem… Ama ben ekip ruhu için burada kalmak isterim. Bu kadar haksızlığa uğradığımız için “devam” derim, yoksa arkama bakmadan da gidebilirim. Bu ekibe her açıdan kefilim; Zeynep’le piyasada beraber büyüdük, Hülya Uçansu hocam, kılavuzum… Elif’le yollarımız zaman zaman kesişti; enerjik, gayretli bir insan. Menderes Bey’in ve Kültür Bakanlığı’nın tavrını da gayet açık ve destekleyici buluyorum.

Çok teşekkür ediyorum, olgulara kendi cephenden açıklıkla yanıt verdiğin için.

Ben teşekkür ediyorum, başarılar…

(27 Ekim 2014)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin En İyisi: Kuzu

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali kapanış töreniyle sona erdi. 10 Ekim’den bu yana Türkiye’den ve dünyadan en yeni ve başarılı örnekleri sinemaseverlerle buluşturan festivalin festivalin En İyi Film’i, Kutluğ Ataman imzalı Kuzu geceden 5 ödülle döndü. Onur Ünlü imzalı İtirazım Var ise En İyi Senaryo ve En İyi Yönetmen ödülleriyle geceye damgasını vururken Serkan Keskin’in, Feyyaz Duman’la paylaştığı En İyi Erkek Oyuncu ödülünün de sahibi oldu.

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin En İyisi: Kuzu yazısına devam et

51 Yıllık Altın Portakal Tarihinde Bir İlk: Festival Kapsamında Cezaevi Ziyareti ve Film Gösterimi

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin tarihinde bir ilk daha yaşandı. Festival Komitesi üyeleri ve ünlü sanatçılar Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nu ziyaret ederek 200’e yakın hükümlü ve tutukluyla ile birlikte film izledi. Ziyareti gerçekleştiren isimler arasında Türk sinemasının usta isimleri Eşref Kolçak, Gülsen Tuncer, Yılmaz Atadeniz, Ufuk Kaplan, Nilüfer Aydan, Nursel Köse, Ertem Göreç de vardı. Hep birlikte Düğün Dernek filmi izlenirken sanatçılara seramikler hediye edildi.

51 Yıllık Altın Portakal Tarihinde Bir İlk: Festival Kapsamında Cezaevi Ziyareti ve Film Gösterimi yazısına devam et