Sadi Çilingir tarafından yazılmış tüm yazılar

13. İstanbul Lisesi Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Yarışması

İstanbul Lisesi 13. Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Yarışması’na başvurular başladı. En beğenilen kısa film yönetmenine Altın Boğa Özel Ödülü verilecek olan kısa film yarışmasına ülkemizdeki tüm lise öğrencileri katılabiliyor. Yarışmanın jüri koltuğunda önceki yıllarda sinemamızın ünlü ve sevilen isimleri, Atilla Dorsay, Ahmet Mümtaz Taylan, Hasibe Eren, Zeki Demirkubuz ve Onur Ünlü oturdu. Türkiye’nin dört bir yanından lise öğrencilerini sinemaya teşvik etmek, sevdirmek ve öğrencilerin bu alandaki başarılarını ödüllendirmek amacıyla düzenlenen kısa film yarışması geçtiğimiz sene uluslararası platforma taşınmıştı.

13. İstanbul Lisesi Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Yarışması yazısına devam et

Çarşamba Buluşmaları Bu Hafta Adnan Biricik’i Konuk Ediyor

Mehmet Taşdiken tarafından yürütülen Çarşamba Buluşmaları, 27 Ocak 2016 Çarşamba günü 19:00 – 21:00 saatleri arasında Adnan Biricik’ı konuk ediyor. Buluşmalar, “Hayriye Cad., No: 12, Kat: 2, Galatasaray, İstanbul” adresinde bulunan Fransız Sokağı Kültür Merkezi’nde her Çarşamba günü düzenleniyor. 21 yıldır Türkiye’nin klâsiği olan etkinlik, sanat ve kültür hayatında artık gençlerle de beslenen duayen bir platform haline geldi. Genellikle TV dizileri ve seslendirme çalışmalarıyla tanınan Adnan Biricik, Güz Sancısı ve Pinhan adlı sinema filmlerinde karakter oyuncusu olarak da rol aldı.

İftarlık Gazoz Fragmanının Merak Edilen Yakışıklısı Kim?

Yüksel Aksu’nun yönettiği İftarlık Gazoz’un en merak edilen oyuncularından biri de; yakışıklılığı ile de dikkati çeken “Hasan Abi” karakteri oldu. 1980 öncesi günlerin anlatıldığı İftarlık Gazoz filminde devrimci bir genç olan Hasan’ı, Yılmaz Bayraktar canlandırıyor. Almanya’da doğup büyüyen ve aslında hep dansçı olmak isteyen Yılmaz Bayraktar, oyunculuğa olan aşkını keşfettikten sonra konservatuar mezunu olarak Türkiye’ye gelmiş, kendini Muğla’da Hasan olarak bulmuş.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Aslı Özge’nin Yeni Filmi Ansızın, Dünya Galasını 66. Berlin Film Festivali’nde Yapıyor

Aslı Özge’nin yeni filmi Ansızın dünya galasını 11 – 21 Şubat 2016 tarihlerinde düzenlenecek 66. Berlin Film Festivali’nin Panaroma Special bölümünde Berlin’in tarihi Zoo Palast Sineması’nda yapacak. Almanya, Fransa ve Hollanda ortak yapımı olarak gerçekleşen, Aslı Özge’nin senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini üstlendiği Ansızın filminin, görüntü yönetmenliğini Emre Erkmen gerçekleştirdi. Filmin başrollerini ise Sebastian Hülk, Julia Jentsch ve Hans Zischler paylaşıyor. Film, şiddeti önceden kestirilemeyen tesadüfi bir olayın insanı kendi zayıflıkları ve korkularıyla karşı karşıya bırakması sonucunda hayatını ve içinde bulunduğu çevreyi sorgulamasını konu alıyor.

27. Ankara Uluslararası Film Festivali’nden En İyi Belgesele 10 Bin, En İyi Kısaya 5 Bin TL Ödül

Ankara Uluslararası Film Festivali’nde bu yıl para ödülü verilecek. Uzun, belgesel ve kısa film yarışmaları için son başvuru tarihi 24 Şubat. Bu yıl, Türk sinemasının gelişimine olumlu katkılar sunan üretimleri teşvik eden film yarışmalarına yönelik yeni bir düzenleme yapıldı, para ödülleri getirildi. Belgesel kategorisinde “en iyi” seçilen eserin yönetmeni 10 bin, kısa filmde “en iyi” bulunan eserin yönetmeni ise 5 bin lira ile ödüllendirilecek.

Eskişehir Uluslararası Kısa Film Festivali

Eskişehir Uluslararası Kısa Film Festivali (Eskisehir International Short Film Festival), 28 – 30 Nisan 2016 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Son başvuru tarihi 18 Mart 2016 olarak tesbit edilen festivalin ödül töreni 30 Nisan tarihinde yapılacak. Filmler için herhangi bir tema sınırlaması olmayan festivale 01 Ocak 2015 tarihinden sonra tamamlanmış kurmaca, belgesel ve canlandırma türündeki ulusal ve uluslararası filmler katılabiliyor. Eskişehir Uluslararası Kısa Film Festivali katılımcıları, başvurularını www.eskshortfilmfest.com üzerinden ya da istenilen belgeleri eskkisafilmfest@gmail.com adresine e-posta ile göndererek gerçekleştirebilecekleri belirtiliyor.

Eskişehir Uluslararası Kısa Film Festivali yazısına devam et

Disney, Star Wars Bölüm VIII ve Karayip Korsanları’nın Beşinci Filmi İçin Yeni Vizyon Tarihlerini Açıkladı

Disney, Star Wars ve Karayip Korsanları’nın devam filmlerine ait yeni vizyon tarihlerini duyurdu. Star Wars Bölüm VIII’in yeni vizyon tarihi 15 Aralık 2017 olarak belirlendi. Rian Johnson’ın yöneteceği Star Wars Bölüm VIII’in ön hazırlık süreci devam ediyor, ilk çekimleri ise gelecek ay Londra’da başlayacak. Disney’in diğer ünlü serisi Karayip Korsanları’nın beşinci filmi Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales ise 26 Mayıs 2017’de vizyona girecek. Serinin 5. filminde de Johnny Depp, Kaptan Jack Sparrow olarak seyircinin karşısına çıkıyor.

Mert Tünay ve Kenan Doğulu’dan, Dünyanın En Güzel Kokusu’na Soundtrack Albümü

Başrollerini Tuba Ünsal ve Rıza Kocaoğlu’nun paylaştığı Dünyanın En Güzel Kokusu filmi, Mert Tünay imzalı müzikleriyle de çok konuşulacak. Filmin müzik direktörlüğünü Mert Tünay’ın, süpervizörlüğünü Kenan Doğulu’nun yaptığı Doğulu Prodüksiyon ve DMC etiketli soundtrack albümü çok yakında dinleyicilerle buluşacak. Uğur Yağcıoğlu’nun yazıp yönettiği film, Sevgililer Günü haftasında, 12 Şubat’ta sinemalarda gösterime girecek.

  • Basın Bülteni
  • Şarkı klibini izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Emperyal Sinema

Vergi kutsaldır. Vergi vermek kutsal bir görevdir. Vergisiz bir ülke yönetilemez. Devlet vergiyi topluma hizmet için toplar. Vergi gelirleriyle hizmet üretir.

Amerikan sineması önceleri New York’ta filmler üretiyordu. New York Eyaletindeki yüksek bulan film yapımcıları vergilerin daha düşük olduğu California’ya taşınarak kutsal orman bölgesine yerleştiler. Hollywood böyle doğdu ve Amerikan sinemasının markası oldu. (Tıpkı İstanbul’da Yeşilçam Sokağına yerleşen yerli film yapımcıları nedeniyle Yeşilçam’ın Türk sinemasının marka ismi olması gibi.)

Sermaye kendine uygun koşulların olduğu bölgeye göç etti (Şimdilerde de sanayi sermayesinin üretimlerin daha ucuz olduğu ülkelere göç etmesi gibi). Merkezi devlete az vergi vermek sermaye için kazançlı bir seçimdir. Kaybeden devlet, kazanan sermayedir (kapitalisttir). Bu bir şekilde vergi kaçırmaktır. Devletin hizmet üretmek için gereksindiği vergi kazançlarına az katılmaktır. Ama Hollywood bu seçiminin diyetini Devlete ürettiği filmlerle ödeme yoluna gitmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri halkı göçmen bir halktır. Geldikleri bölgelerden, ülkelerden dilleriyle, inançlarıyla, kültürleriyle, kimlikleriyle yeni yurtları olan Amerika’ya yerleşmişlerdir. Bunların, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olarak Amerikalı olmaları gerekmektedir. İşte Hollywood böyle karışık toplumsal yapıdaki bir ülkeyi Amerikan kimliğinde birleştirmek ve bütünleştirmek için görev almış ve işini fazlasıyla iyi yapmış, hâlâ da yapmaktadır. Üstelik bu görevini Amerika dışındaki ülkelere de yaymış ora insanlarını da Amerikalı yapmaya çaba harcamıştır.

Hollywood, Amerikan imparatorluğunun hizmetinde emperyal bir sinema olarak görevini sürdürmektedir.

*****

Hollywood Bütün her yere metalaştırdığı filmler satarak para kazanırken, Amerikan kimliğini yayarak ideolojik bir işlevi de yerine getirmektedir. Bu arada bir şey daha yapmaktadır. Belli bir sinema modelini küreselleştirmektedir.

ABD her iki dünya savaşının dışında kalmıştır. Bu şu demektir: Hollywood film üretimini kesintisiz sürdürmüştür. Oysa Avrupa sineması savaşlar nedeniyle duraklamalar yaşar ve ancak savaşlar sonrası 40’lı yıllarda kendisini toparlayıp tekrar filmler yapmaya başlar. Ayrıca Avrupa ülkeleri köklü sanat ve kültür geçmişleriyle sinemayı anlama, tanımlama uğraşı da verir. “Sinema nedir, nasıl olmalıdır?” sorularına yanıt arar, kuramsal çalışmalar, yayınlar yapar. Avrupa ülkeleri Kendi ulusal kimliklerine uyan filmler peşindedir. Hollywood bir çeşit Amerikan kimliğinin propagandasını taparken Avrupa sinema çevreleri sinemanın sanatsal ve kültürel boyutlarını tartışmaktadır. ABD pragmatiktir, Avrupa kuramcıdır.

ABD’de Hollywood öncelikle herkese, her kesime ulaşabilecek bir sinema peşindedir. Ancak böyle bir sinema ticari olabilir ve ona yatırım yapılabilir. Herkese ulaşabilen bir sinema, herkese kimlik de (ideoloji) taşır. Yani parayla kimlik satılır.

Öykülerin kurgusu ve sinema dili en basit konumdadır. Herkes kolayca seyreder ve anlar. Standarttır. Ticari malların standartları olmak zorundadır. Avrupa Kuramsal olarak sinemayı tartışırken Hollywood Avrupa ülkelerine filmlerini satar, kendi model sinemasını pazarlar, örnek oluşturur. Aydın çevreleri sinemayı anlamaya çalışırken, sermaye çevreleri sinema alanına ilgi gösterir, filmler para kazandırmaktadır ve yeni bir yatırım alanıdır. Sinemaya yatırım ve ticari kazanç olarak bakar. Filmlerin ticari olası gerekir. Aydınların ve kültür çevrelerinin böyle bir derdi yoktur, ama sermayenin vardır. Ticari Avrupa sineması yatırımcıları Hollywood’u kendilerine örnek alırlar. Her devlet kendi toplumu için uygun bulduğu sinemanın peşine düşer, yapımcıları bir şekilde yönlendirir. Ve Avrupa’da ulusal ticari sinemalar gelişir. Anlatım dili Hollywood dilidir, standarttır. Bu dil “sanat” filmleri için de geçerli olur. Ve sinema okullarında bu dille film çekme öğretilir. İçerik tartışılır, dil tartışılmaz. Bu tür sinemasal anlatım dili bütün dünya ülkelerinde de geçerli olur.

Nerden, nereye? Hollywood’dan bütün dünya ülkeleri sinemalarına… Daha ne olsun? Her sinema Hollywood diliyle konuşuyor. Seyirciler ancak bu dilden anlıyor. Başak bir dille yapılan filmler genel seyirciye çok zor ulaşıyor (ulaşamıyor), ticari olamıyor, yatırımcıların ilgisini çekmiyor. Hollywood anlayışı bütün dünya sinema seyircilerini ele geçirmiş durumda.

Hollywood küresel, emperyal bir sinema olmaya devam ediyor…

(31 Ocak 2016)

Engin Ayça

Hayal Perdesi Dergisi’nin The Hateful Eight Kapaklı 50. Sayısı Çıktı

Hayal Perdesi Sinema Dergisi’nin Ocak – Şubat 2016 tarihli 50. sayısı çıktı. Derginin Vizyon sayfalarında The Hateful Eight, Dheepan, Nadide Hayat ve Sarmaşık filmlerinin eleştirileri yer alıyor. Söyleşi bölümünde Özcan Alper ile Rüzgarın Hatıraları, Faruk Hacıhafızoğlu ile Kar Korsanları söyleşileri var. Türk Sineması Araştırmaları’nda Barış Saydam 2015 yılında Türk sinemasını tematik, sektörel ve istatistiki olarak inceliyor. Portre sayfalarında Gençlik filmiyle gündeme gelen Paolo Sorrentino var. Akademi sayfalarında ise Eylem Arslan doktora tezinden hareketle Türk sinemasında dağıtım süreçlerini anlatıyor.

Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali’nin Bu Yıl 14.sü Yapılacak

Türkiye’nin ilk çevre temalı kısa film etkinliği olan 14. Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali bu yıl Bakırköy Belediyesi ev sahipliğinde, Bakırköylü Sanatçılar Derneği (BASAD) ve Çevre Film tarafından 23 Nisan – 05 Haziran 2016 tarihleri arasında düzenleniyor. Festival kapsamında; Uluslararası gösterimler, Ulusal Çevre Kısa Film Yarışması, sergiler, söyleşi ve açık oturumlar ile müzik dinletileri yer alacak. Yarışmanın seçici kurulu ise Ediz Hun, Engin Çağlar, Hilmi Nakipoğlu, Oğuz Makal, Sadi Çilingir, Selahattin Yıldız, Vadullah Taş ve Vural Çavuşoğlu’ndan oluşuyor. Ayrıca seçici kurul dışında, her film 50 kişilik halk jürisi tarafından da değerlendirilecek.

Yaşamları ile İlham Veren Kişileri Çocuklarınız ile Tanıştırın

Bu sömestir tatilinde, çocuklarınıza, Mikado Yayınları tarafından hazırlanan Kim Kimdir? serisini hediye edebilirsiniz. Çocukların anlayabileceği bir dille yazılan biyografiler, onların gelişimine katkı sağlıyor ve hayallerine ilham kaynağı oluyor. Siz de bu sömestir, çocuklarınızı, Kim Kimdir? biyografileri ile tanıştırabilirsiniz. Uzun soluklu bir seri olarak hazırlanan ve Kemal Sunal’dan Edison’a kadar pek çok kişinin yaşam öyküsüne yer veren set ile çocuklarınız hem eğlenecek hem de geniş bir bilgi birikimine sahip olacaklar. Kim Kimdir? serisinde ayrıca, güldürürken düşündüren Nasreddin Hoca, Piri Reis, İbn-i Sina, Mimar Sinan ve Dede Korkut yer alıyor.

Yaşamları ile İlham Veren Kişileri Çocuklarınız ile Tanıştırın yazısına devam et

Sistemi Sorgulayanlar

Sinemasal değerlerinin ötesinde oluşturdukları gündemle önem kazanır bazı filmler. Yaklaşan Oscar ödüllerinin güçlü favorilerinden ‘Spotlight’ işte böyle çalışmalardan. 2003 yılında Boston Globe Gazetesi’ne Pulitzer ödülü kazandırmış olan yazı dizisinden yola çıkıyor yönetmen Tom McCarthy. Haberin konusu Katolik Kilisesi’ni derinden sarsan taciz ve tecavüz vakaları. İki hafta evvel Pablo Larraín filmi ‘El Club’ için yazdıklarımızı okuyanların yine mi pedofil din adamları dediğini duyar gibi oluyorum. Ancak olanlar çok vahim ve uzun yıllar sistem tarafından görmezden gelinmiş oluşu dehşetin katsayısını arttırıyor.

Gerçek olaylardan yola çıkan film 1976 yılında Boston, Massachusetts’de bir karakolda başlıyor. Bu giriş bölümünde bir rahibin çocuk tacizcisi olarak gözaltına alındığını ve kiliseden uzaklaştırılacağına dair güvence verilmesinin ardından pederin salıverildiğine tanık oluyoruz. İlerleyen bölümlerde benzeri vakaların altmışlı yıllarda, belki çok daha öncesinde gündeme geldiğini ve gazetelerde yer almış bazı münferit hadiselerin hızla hasıraltı edildiğini öğreniyoruz.

Ta ki Marty Baron gazetenin başına gelişine kadar. Hem kentin hem de Yahudi kimliğiyle Katolik cemaatin dışından olduğunun özellikle altı çizilen yeni patron 2000’li yılların başında devralıyor görevi. İnternet rekabetinin başladığı zamanlardır bunlar. Gazeteyi okurlar için vazgeçilmez kılma hedefiyle yola çıktığını ifade eden Baron, derinlemesine ve uzun soluklu araştırmalarıyla bilinen ‘Spotlight’ ekibini kendi gazetelerinde küçük bir haber olarak yer almış taciz davasını araştırmakla görevlendirir.

Rahip Geoghan davasının üzerine gidildiğinde kurban çocukların avukatlığını üstlenmiş olan Ermeni asıllı Mitch Garabedian devreye girer. Yine dışardan biri olan avukatın aktardıkları sarsıcıdır. Peder Geoghan otuz yıl boyunca 6 farklı bölgede seksen kadar çocuğu istismar etmiş, eyaletin kardinali olanları onbeş yıl öncesinde öğrenmesine rağmen sesini çıkarmamış, istismar belgeleri piskoposluk tarafından mühürlenmek suretiyle ortadan kaldırılmıştır.

‘Mağdurlar Organizasyonu’ olarak da bilinen ‘Rahiplerin İstismarından Kurtulanlar Örgütü’ ile temasa geçildiğinde durumun vahameti ve münferit olarak geçiştirilen vakaların korunaklı sistemin ürünü olduğu ortaya çıkmaya başlar. Pederler istismara geldiğinde kız oğlan ayırmamış, cübbelerini kurban olarak seçtikleri yoksul ve dağılmış ailelerden gelmiş çocuklara tecavüz etmek için kullanmıştır. Kurtulanlardan Phil Saviano ‘El Club’ın kurbanı Sandokan misali neler yaşadıklarını dile getirir. Sadece ‘fiziksel’ değil ‘ruhsal’ bir istismardır bu. Tanrı’nın elçisi olarak saygı gören din adamları inançlarını çalmıştır minik bedenlerin. Bu sadece Boston’un değil, tüm Amerika’nın, tüm Dünya’nın sorunudur diye ilave eder talihsiz adam.

Elde edilen kanıtların ışığında sadece Boston çevresinde yüze yakın rahibin bine yakın çocuğu istismar ettiği ortaya çıkar. Taciz vakaları Kilise’nin kurbanın ailesiyle anlaşması yolu ile örtbas edilmektedir. Buna göre uzlaşmak üzere kurbanın ailesi ile gizlilik anlaşması imzalanmakta, avukatlar komisyonlarını cebe indirirken Kilise yönetimi tüm pisliği halı altına süpürmektedir. Ancak ‘bana bu adamların ceza almaması için sistemi nasıl manipüle ettiklerini gösterin’ diyen yeni patron tek tek rahipler yerine ucu Vatikan’a kadar uzanan düzenin peşine düşmekte ve yukardan aşağıya Katolik Kilisesi’nin ipliğini pazara çıkarmaya kararlıdır.

Detaylara fazlaca mı girdim bilmiyorum. Lakin konu çok ciddi, çok yaralayıcı. Yönetmen McCarthy bu hassas süreci sinemaya aktarırken yarı belgesel bir üslup tutturmuş. Mark Ruffalo, Michael Keaton, Liv Schreiber, Rachel McAdams, Stanley Tucci gibi hepsi birbirinden yetenekli oyuncular tarafından canlandırılan Spotlight ekibinin özel hayatlarını yürek burkan hikayenin gerektirdiği ölçüde son derece dengeli bir senaryo ile vermekle yetinmiş. Sonuç olarak bizim buralarda özlemini çektiğimiz bağımsız medyaya saygı duruşunda bulunan, bir davanın aydınlatılmasına odaklanmış süsü püsü olmayan dürüst bir çalışma ‘Spotlight’. Bu gazetecilik başarısını soluk soluğa izlerken özgür habercilik yaptıkları ve sistemi sorguladıkları için bugün ülkemizde parmaklıklar altında tutulan basın emekçilerimiz için hüzünlenmekten kendimizi alamadık.

(30 Ocak 2016)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Oyuncu Kaşifi Gökçe Doruk Erten’in Yeni Keşifleri Sinemaya Uluslararası Bir Boyut Kazandırıyor

29 Ekim 2015 tarihinde Böcek Film, BKM Film , Galata Film ve Barefoot Films ortak yapımı olan 8 Saniye sinema filminin oyuncu kadrosunu oluşturan Gökçe Doruk Erten sinema sektörü ve seyircisini unutulmayacak yeni yüzler ile tanıştırıyor. Senaryosu Esra İnal ve Nuran Evren Şit tarafından yazılan, Ömer Faruk Sorak’ın yönettiği, başrollerini Esra İnal ve Fırat Çelik’in üstlendiği filmde güçlü oyunculukları ile öne çıkan oyuncuların dışında Marleen Payende Atay, Katharina Weithaler, Batur Belirdi gibi oyuncuları da keşfedip sektörde adlarından söz ettiren Gökçe Doruk Erten, film için yeni yetenek bir çok oyuncu ile yakından ilgileniyor.

Dövüş Sanatında Doğu Batı Savaşı: Donnie Yen, Mike Tyson’ı Sakatladı

Wing Chun ustası olarak kabul edilen Donnie Yen, Ip Man 3 filminde Mike Tyson ile karşı karşıya geliyor.Ip Man 3 filminin kadrosuna Mike Tyson’ın katılacağı açıklandıktan sonra Donnie Yen’in eşi, kocasının sakatlanma olasılığı için endişelerini dile getirmişti. Beklenilenin tam tersi oldu ve Yen filmin çekimlerinde Tyson’ı sakatladı. Tyson geçirdiği sakatlığa rağmen çekimleri profesyonelce tamamladığı için ekipten övgü topladı. Ip Man 3, 05 Şubat’ta Türkçe dublaj ve 3D seçeneğiye sinemalarda.