Ali Mercimek

Kesik Almanya’da Vizyona Girdi, Seyirci Akın Etti, İndirgemeci Üslubun Geniş Vahameti Üzerine Düşünmek Bize Kaldı

Çalışmalarını Almanya’da sürdüren Türkiye kökenli yönetmen Fatih Akın’ın son filmi The Cut, gösterime girdi. Yönetmenin kendi söylemiyle Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler’e uygulanan ‘soykırımı’ konu eden The Cut, (Kesik) aşkla başlayan, ölümle devam eden ve şeytanla biten üçlemenin ‘iblis’ yanını oluşturuyor. Fatih Akın’ın ‘Duvara Karşı’ filmi aşkı, ‘Yaşamın Kıyısında ölümü tarif ederken ‘The Cut’ şeytan meselesine girmiş bulunuyor.

Çetrefillik içeren bazı filmlerde konuyu daha iyi kavramak için içeriğe geçmeden önce ‘çerçeve’ hakkında bilgi vermek gerektiğinden ‘Neden böyle bir film yaptın’ sorusuyla sık sık muhatap olan Fatih Akın, meramını anlatabilmek için demeç üstüne demeç veriyor. Filmi açıklama gayretinde bulunurken “Ben konuyu değil, konu beni buldu” diye söze başlayan çok ödüllü yönetmen, “Tabuları yıkmak, insanları duyarlı hale getirmek, korkuları yenmek, şiddet pornosu çekmek istemedim” gibi tamlamalarla devam ediyor. Yalnız, ‘çerçeve’ kısmında yönetmenin içeriden tam göremediği bir detay gözden kaçmışa benziyor: Fatih Akın Almanya’da aşırı indirgemeci üslupla tam teşekkülü filmler çeken başarılı bir yönetmen olarak tanınıyor. Şimdiye kadar yaptığı filmlerde kendine özgü bir kulvar bulduğu ve öznel bir dil yarattığı vurgulanıyor. Üçleme dediği filmlerin ilk iki halkası aşk ve ölümde yaşanan sosyal varlanım gerçeklileri ‘göç’ olgusuna indirgenmiş olarak yeniden anlam buluyor. Son halka şeytanda ise, indirgemecilik üslubuna çok ters yanıtlar verebilecek bir meseleye giriliyor. Ustası olduğu indirgemeci tekniğin ısrarıyla girişilen şeytan meselesinde aşk ve ölümde yakalanan anlam bütünlüğüne erişilemeyeceği peşinen aşikar gözüküyor.

The Cut filmindeki ağır konuyu işleyebilmek için indirgemecilikten uzak çok yönlü bir sinema estetiği, ‘çoğaltıcı’ bir üslup denemesi zorunlu gözüküyor. Sosyal ve mental koordinatları oldukça geniş olan kompleks bir konunun işlendiği The Cut filminin başarılı olabilmesi için redundant (aynı bilgilerin farklı biçimlerde konu içinde tekrarı) klâsiğinden kaçınmak gerekiyor. Oysa bu her sinemacının altından kalkacağı kolay bir iş olmadığı düşünülüyor.

Sanat sinemasında indirgemeci üslup kullanılarak geniş anlamlar ortaya çıkaran örnekleri, karmaşık kompleks varlanımları şiddet unsuru etrafında yorumlayan Tarantino, insan bileşenlerini tutku boyutundaki cinsellik paylaşımına dönüştüren Lars von Trier ve yaşam kavşaklamalarını vicdan kategorilerinde değerlendiren Derviş Zaim filmlerinden sıralanabilir.

Redundantlığın karşıtı olabilecek batini konularda totoloji (kendini tekrar) tuzağına düşmeden anlam çoğaltabilen yapıtların ise başta Tarkovski, Aki Kourismaki ve Nuri Bilge Ceylan gibi ustalardan çıkmış olduğunu vurgulamak gerekiyor. Fatih Akın’ın aşk ve ölüm sarmalından şeytan bağlamına geçerken aşırı indirgemeci üsluptan ne kadar vazgeçeceği son filminde yakalanabilecek başarıya bir nevi ölçek teşkil edebileceğine değinmek gerekiyor.

İlk gösterildiği Venedik Film Festivali’nden bu yana yapılan tüm değerlendirmeler ise Akın’ın terk etmede zorlandığı tek sesliliğinden, mesaj verme ön niyetiyle yapılan uğraşısının pek başarılı olamadığı yönünde birleşiyor. Diğer yandan The Cut benzeri filmlerin Alman seyirci önündeki işlevinin tamamen farklı olduğuna dikkat çekmek zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Almanya kendi öznel tarihinden dolayı soykırım meselesine aşırı duyarlılık göstermekle ön sıralarda yer alıyor. Hemen hergün televizyon kanallarında konuyla ilgili belgeseller, filmler, biyografiler yayımlanıyor. Ulusal sineması da şu an gösterimde olan Christian Petzold’un çektiği baş rolde Nina Hoss’un oynadığı Phoenix filminde olduğu gibi soykırım konusunu işlemeye büyük özen gösteriyor. Ayrıca yoğun vicdani baskı altında olduğunu düşünen ve suçluluk duygusunu taşıyan bir kesimin dünya tarihi içinde soykırım meselesiyle yalnız kalmak istemediğinden dolayı kendine ortak/alibi aradığı sık sık dile getiriliyor. Bu bağlamda düşünsel gıdasını Almanya’dan alan göçmen kökenli yönetmenin bir nevi ‘mahalle baskısı’ altında olduğunu düşünmek mümkün.

Demeçlerinde “Ermeni soykırımında Almanya’nın rolü de irdelenmeli” diye hatırlatmalarda bulunan Akın, üzerindeki manevi baskıdan biraz olsun sıyrılmak adına çaba sarf ederken, Türkiye’nin Ermeni soykırımı hakkında epey olumlu yol katettiğini, buna katkı sağlayacağını düşündüğü filminin yakında Türkiye’de de vizyona gireceğine dikkat çekiyor.

(17 Ekim 2014)

Ali Mercimek
Gazeteci – Yazar

DİĞER YAZILARI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu