Sayın Festival Yetkilileri,
Türkiye’de bir film festivali düzenlemenin ve bunu sürdürmenin meşakkatli bir iş olduğu, özellikle Ankara Film Festivali’nin ne tür mali zorluklarla yapıldığı hepimizin malûmu. Öte yandan sağlıklı bir festival organizasyonu için dev bir bütçeye sahip olmanın da yeterli olmadığını başka örneklerden biliyoruz.
Yine de izninizle, oraya filmini vermiş bir belgeselci olarak, 19’uncu yılına gelmiş bir festivalin mali sıkıntılarla pek de açıklanamayacak hallerini eleştirme hakkımı kullanmak ve bazı temel beklentilerimi dile getirmek istiyorum.
Öncelikle bir noktanın altını çizeyim: Ankara Film Festivali’nin yerli belgesellere üç ayrı bölüm ayırıp olabildiğince geniş yer vermesi takdir edilecek bir şeydir. Tabi o filmlere ve yaratıcılarına, festivalin kenar süsü ve daha kötüsü gereksiz bir yük muamelesi yapmamak kaydıyla…
Filmlerimizin ödüllendirilmesi elbette bizi sevindirir; ama sırf bir yerlerde ödül alsın diye film yapanımız yoktur herhalde. Biz belgeselciler filmlerimizi, ödül toplasın diye değil mümkün olduğu kadar seyredilsin ve tartışılsın diye yapıyoruz. Bu nedenle en azından kendi filmlerimizin festivaldeki gösterimine davet edilmeyi, hadi onu geçtik gösterim gün ve saatinden haberdar edilmeyi, yönetmen olmasa bile film ekibinden birilerine -sözgelimi filme konu olan karakterlere- gösterime katılma olanağının tanınmasını, bunu da festivalin organize etmesini bekliyoruz.
Bir festivali festival yapan şeyin böylesi bir katılımcılık olduğuna inanıyorum. Beş yıldızlı otellerde ağırlanmaktan, kırmızı halılarda yürümekten söz etmiyorum elbette. Ama ne yalan söyleyeyim, her yıl İstanbul’dan kaldırdığınız ‘festival treninde’, üçüncü mevkide bile olsa belgeselci ve kısa filmcilere yer ayrılmamasını garipsemiyor değilim.
Yine, biz filmlerimizi ‘yarışma filmi’ olarak yapmıyoruz. Bu nedenle festival gösterim çizelgesinde, bütün belgesellerin “Belgesel Film Yarışması” etiketli tek bir sepet içinde sunulmasından rahatsızlık duyuyoruz. Filmlerimiz kendi adıyla anılsın, festival gösterim çizelgesinde bu adla yer alsın, seyirci de “gidip bir yarışma filmi izleyeyim, artık bahtıma ne düşerse” mantığıyla değil hangi belgeseli izleyeceğini bilerek salona gelsin istiyoruz. (Bilmem ki çok mu şey istiyoruz? Çünkü bu toptancı yaklaşım, ne yazık ki diğer festivallere de egemen…)
Filmlerimizin, seçici kurula izleme kopyası olarak gönderdiğimiz DVD’den değil gösterim kopyasından (Betacam, DigiBeta, vb.) seyirciye sunulmasını, dünyanın her yerindeki festivallerde olduğu gibi, festivaldeki ilgili birimin kopya trafiğini takip ederek bizden bu kopyaları zamanında talep etmesini bekliyoruz.
Son olarak; festivalin başka hiçbir etkinliğine katılmamayı garantilemek istercesine, sadece ödül töreni için 6-7 saatliğine çağırdığınız konukların hiç değilse ulaşım planını emrivaki yapmadan, karşılıklı teyit ederek oluşturmanın asgari bir organizasyon gereği olduğunu düşünüyorum.
Festivalin hiçbir aşamasına katılımımı beklemeyen, jüri kararları günler öncesinden belli olduğu halde beni son dakikada arayıp “şu saatte gelip şu saatte dönmemi” şart koşan, başka da bir seçenek tanımayan festivalinizin ödül törenine gelemeyeceğimi, sırf ödülümü teslim almak üzere orada arz-ı endam etmenin benim için ne yazık ki bir şey ifade etmediğini bildirmek istiyorum. Yine de eğer töreninize katılsaydım ve kısa bir konuşma yapma olanağım olsaydı, bu hakkımı yukarıda sıraladığım eleştirileri dile getirmek için kullanırdım.
Sizlere keyifli ve sorunsuz bir kapanış töreni diliyorum.
Saygılarımla,
Necati Sönmez / Yönetmen / “İbret Olsun Diye”
(24 Mart 2008)