Milyarder John du Pont ile güreşçi Schultz kardeşlerin tuhaf ilişkilerinden yola çıkan ‘Foxcatcher’ son dönemin en önemli Amerikan yapımlarından. Bizde gösterildiği ismiyle ‘Foxcatcher Takımı’ on yıl içinde çektiği üç filmle çağdaş sinemanın ‘auteur’ isimleri arasında sayılan Bennett Miller’ın imzasını taşıyor.
Klasik spor filmi referanslarının ötesinde Amerikan toplumu üzerine yaman bir gözlem niteliğindeki ‘Foxcatcher’ yönetmenin önceki işleri gibi gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkmış. Üç erkek karakter arasındaki değişen güç dengeleri üzerine kurulu öykü Miller’in daha eğlenceli bir beyzbol draması olan önceki uzun metrajı ‘Kazanma Sanatı / Moneyball’ benzeri bir sporcu filmini çağrıştırmakla birlikte, soğukkanlılıkla işlenmiş bir cinayetin izini süren 2005 yapımı çalışması ‘Capote’nin karanlık atmosferini ödünç almış.
Silah endüstrisi üzerine kurulmuş dev kimya imparatorluğunun varisi ile orta alt sınıftan sporcu kardeşleri buluşturan güreş tutkusudur. Charles Foster Kane’in Xanadu adını verdiği şatosunun bir benzeridir ‘Foxcatcher’ malikânesi. Yurttaş Kane misali sınırsız bir zenginliğe doğmuştur John du Pont. Babasız büyümüş, annesi paha biçilmez atlarını oğlundan üstün tutmuştur. Alt sınıfların uğraşı olarak görülen güreş sporuna annesinin otoritesine inat derin bir tutkuyla bağlıdır. Sevgi arsızı bu eksantrik kişiliğin her ikisi de hem dünya hem olimpiyat şampiyonu olmuş güreşçi kardeşlerle er geç biraraya gelmesi kaçınılmazdır.
Aile kurarak yerleşik düzene geçmiş ağabey David zengin adamın teklifine sıcak bakmaz. İki yaşından itibaren abisinin kol kanat gerdiği özgüven sorunlu tedirgin küçük kardeş du Pont’un çağrısına uyar ve 1988 Seul olimpiyatlarına hazırlanmak üzere kendini bir baba figürü, bir akıl hocası olarak gördüğü zengin milyarderin kollarına teslim eder. Amerikan sağının bu kanlı canlı temsilcisi ile aynı şeyleri düşünmektedir üstelik. Ülke ahlaki değerlerini kaybetmiştir. İkilinin işbirliği ya da baba oğulun çabasıyla kazanılması hedeflenen olimpiyat madalyası Amerikan ulusunun itibarı için çok değerlidir. Mark’ın bu sahte Amerikan düşünden uyanması, başkalarının emeğiyle kendini ispat etmeye çalışan zengin malikane sahibinin beyaz Mandingo’su haline gelmesi uzun zaman almayacaktır. Yeni bir oyuncak peşindeki muktedirin abisini zengin vaadlerle malikânesine çağırmasıyla Mark bunalıma girer. İki kardeş arasında kelimelere dökülmeyen ancak güreş tuttuklarında patlayan kıyasıya rekabete dayalı öfke bir kez daha açığa çıkar. Bundan sonrası üç erkek karakter arasındaki güç dengesinin sürekli yer değiştirdiği sonu trajediye varacak tekinsiz bir yolculuktur.
‘Foxcatcher’ derin karakter analizi ve zengin tema çeşitliliğinin hakkını veren ustaca yazılmış senaryosuyla hayranlık uyandırıyor. Sınıf temelli çok katmanlı sporcu hikâyesini beklenmedik bir sakinlik ve mesafeyle anlatan Miller’in becerisi, farklı disiplinlerden gelmiş yıldız oyuncuları yönetmekteki ustalığı olağanüstü. 40 yaşındaki bakir adamdan milyarder du Pont’a uzanan kariyerinde Steve Carell’in çabası, Channing Tatum’un ve ağabey Dave’de harikalar yaratan Mark Ruffalo’nun performansları övgüye değer. Amerikan rüyasının koyu karanlığında izleyiciyi allak bullak eden filmlerden ‘Foxcatcher’. Kaçırmayın.
(02 Şubat 2015)
Ferhan Baran