Yine İki Gün, Bu Defa New York’ta

New York’ta 2 Gün (2 Days in New York)
Yönetmen: Julie Delpy
Senaryo: Alexia Landeau-Julie Delpy
Görüntü: Lubomir Bakchev
Oyuncular: Julie Delpy (Marion), Chris Rock (Mingus) Alexia Landeau (Rose), Albert Delpy (Jeannot), Alexandre Nahon (Manu), Kate Burton (Bella), Dylan Baker (Ron), Daniel Brühl (Meşe Perisi), Vincent Gallo (Kendisi)
Yapım: Polaris Films (2012)

Fransız sinemasının önemli oyuncu ve yönetmenlerinden Julie Delpy, Paris’ten sonra New York’a taşıyor günlerini. “New York’ta 2 Gün”, kültürel farklılıklar ince bir mizahla yansıtan eğlenceli bir film.

Julie Delpy, şehirlerde iki gün kalmayı seviyor. 2007 yılında çektiği “2 Days in Paris-Paris’te 2 Gün” flminde Marion, Amerikalı sevgilisi Jack’i Paris’e getirmiş ve ailesiyle tanıştırmıştı. Hem de iki günde. Jack, Marion’un eski sevgilileriyle de tanışmak zorunda kalmıştı. Marion, 2012 yapımı “2 Days in New York-New York’ta 2 Gün” filminde de başka bir sevgiliyle, siyahi Mingus’la. Delpy, sinemaya oyuncu, senarist ve yönetmen olarak da katkıda bulunuyor. 1969’da Paris’te doğan Delpy’nin babası tiyatro yönetmeni Albert Delpy, annesi oyuncu Marie Pillet. Onun için New York ve Paris hayatının önemli şehirleri. Bu iki filmiyle de bu iki etkileyici şehre aşkını yolluyor. Bu yüzden şehirlerin sokakları ve insanları sıcak bir anlatımla perdeye yansıyor. Sinemaseverler Delpy’yi, Kieslowski ustanın üçlemesinin ikincisi 1994 yapımı “Trois Couleurs: Blanc-Üç Renk: Beyaz” filmiyle hatırlarlar. Godard, Jim Jarmusch, Aki Kaurismäki gibi önemli yönetmenlerin filmlerinde de oynadı. Delpy’yle senaryoyu yazan ve Rose’u oynayan Alexia Landeau, 1975 yılında Paris’te doğdu. Landeau’nun Dustin Hoffman, Jake Gyllenhaal ve Susan Sarandon’la başrolü paylaştığı Brad Silberling’in 2002 yapımı “Moonlight Mile-Ay Işığında” ülkemizde de vizyona çıkmıştı.

Kültürler çok farklı…

Film kukla oyunuyla başlıyor. Delpy, bu kukla oyunuyla 2009’da ölen annesi Marie Pillet’ye de saygı gönderiyor. Fotoğraf sanatçısı Marion, Manhattan’da şimdi. Hayatında radyocu Mingus ve iki çocuk var. Çocuklardan kız olanı Willow Mingus’un, oğlan olanı Lulu Marion’un. Bir de kedi var elbette. Onları bir sürpriz bekliyor. Marion’un babası Jeannot, kız kardeşi Rose ve bir de Manu New York’a düşüyorlar. Manu, Marion’un eski sevgilisi üstelik. Havaalanında eğlenceli anlar da yaşanıyor. Jeannot ve Manu, Paris’ten getirdikleri lezzetli sosisleri bırakmak zorunda kalıyorlar. Sonunda eve geldiklerinde kültürel farklılıklar da ortaya çıkıyor. Evde İngilizce ve Fransızca da karışık olarak konuşuluyor çünkü. Sadece dil olarak değil yaşam kültürü de farklı tabii ki. Evdeki ilk yemek, bu kültürel farklılıkları yaşatıyor. Avrupalılar, her şeyi yemek masasında hallederler. Yerler ve konuşurlar. Bu yemek sahnesi gerçekten eğlenceli. Delpy, annesinin ölümünün duygusallığından olmalı babasının geçmişini de belgesel gibi yansıtıyor fotoğraflarla. Jeannot, Vietnam’a ve başka savaşlara katılmış, ama hiç insan öldürmemiş. Marion, babası gibi birini aramış hep. Ama zaman değişiyor. Her devrin kendine özgü durumları var. Aşk aynı gibi görünse bile o da zamana ayak uyduruyor. Delpy, bu filminde müziğin ritmine uygun klip tadında New York’tan fotoğraf kareleri de gösteriyor seyirciye. Delpy, zaman zaman “sıçramalı kurgu” da kullanmış bu filminde. Manu ve Rose rahatça ot da içiyorlar. Onlar, baba da dahil, misafir değillermiş gibi. Bir hayli rahatlar. Gecenin içinde tıkırtılardan sevişmeye bile fırsat bulamayan Mingus, kâbuslar da görmeye başlıyor. Rüyasında aile, tarihi kostümler içinde pizzayı midesine indiriyor. Mingus’un sinir sistemlerinin çökmesi de yakın gibi. Filmi seyrederken, Amerikalıların daha muhafazakâr olduğunu düşünüyorsunuz. Asansörde ot içen Rose ve Manu’yu Marion’a şikayet eden komşu kadına beyin tümörü olduğunu söylüyor Marion. Komşu kadının kocası Ron cerrahmış. Marion bu yalan durumdan nasıl kurtulacak şimdi? Bir de Ron’un, bacaklarını cömertçe sunan tişörtle ortalarda dolaşan seksi Rose’u gözüne kestirmesi var. Gözlerini bu güzellikten alamıyor Ron. Küçük Lulu’nun pipisini mezurayla ölçme sahnesi kadar eğlenceli bu sahne de. Ünlü oyuncu Vincent Gallo bu filmde ne yapıyor derseniz, o Marion’un ruhunu temsil eden sözleşmeyi satın alan gizemli bir Mefisto, bir oyuncu-yönetmen. Kafe barda Marion’la ruhlar ve fikirler üzerine felsefi konuşmalar iyiydi. Ruhu satmak fikri satmakla aynı mıydı? Şatoda güvercini kurtaran Marion iç sesiyle seyirciye ailenin önemini anlatıyor. Tek başına insan hiçbir şey diyor Delpy: Çoğul olmazsanız aşağı düşerken elinizden tutacak kimse olmaz… Marion’un kurtardığı güvercin, dışkısını tek tek “kötü”lerin üzerine bırakıyor sonra. “Paris’te 2 Gün” gibi “New York’ta 2 Gün” de insana iyi geliyor. Üstelik güldürüyor da. Delpy, bu filmini annesine adamış.

(06 Temmuz 2013)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com