Nihal, çalışma odasına gelip raflardaki kitaplara bakarak sorar: “Ender abi bu kitapların hepsini okudun mu?” (Çok sorulan ve dünyanın en anlamsız sorularından biri.) Ender’in bunu (bu anlamsızlığı) bilmesi lâzım, bir an durup cevap verir: “Bazılarını hiç okumadım, bazılarını da birden fazla okudum, meyve yiyerek okudum” ve raftan J. D. Salinger’in Gönülçelen kitabını alarak, Nihal’e verir. Nihal kitabı karıştırır ve Ender’e gösterdiği portakal lekeleri bulur. Nihal, işleri nedeni ile yurtdışında olan ve annesinin ölümü nedeniyle gelmiş bulunan bir arkadaşlarının kardeşi olarak, Ender ve Çetin’e, Ankara’da yalnız kalmasın diye emanet edilmiştir. Günlerce odasına kapanır, bir sabah kahvaltıda beyaz peynir üzerine vişne reçeli koyması ile kendisine yöneltilen samimiliği, -bundan önce ilgi girişimleri cevapsız kalmıştır- karşısında, evdeki misafirliği sona erer, evin bir kişisi olur.
Leny adı nerede geçti, ayırdında değilim ama Nihal -yine- Ender’e kimliğini sorar: “Leny kim?”. Ender raftan bu kez Steinbeck’in Of Mice and Men (Fareler ve İnsanlar) kitabını verir, Nihal’e ve hiç bir şey söylemez. Nihal, bir iki gün sonra okuduğu kitabı geri getirir ve kitaptaki Leny karakteri ile Çetin arasında kurduğu (sezinlediği) ilişkiyi Ender’e sorar gibi yapar, Ender de cevap verir gibi yaparı bile tamamlayamaz. Of Mice and Men yayınlandıktan sonra 1939’da Lewis Milestone tarafından filme alınır. Bizde de çok okunan bir kitap olan Fareler ve İnsanlar (Salinger’in Gönüçelen’i de öyledir) Nevzat Pesen tarafından İkimize Bir Dünya (1962) adı ile sinemaya (ve Yeşilçam’a) uyarlanır. Bizim Büyük Çaresizliğimiz’de bu filmden söz açılmaz ama başlarda Çetin, Yeryüzünde Bir Melek filmini, -film de Hülya Koçyiğit’i- seyreder, sadece, yani sırf kitaplardan söz edilmez filmde.
Ankara’da sokaklarda yürürler, Kuğulu Park’ta kuğuları (ördekleri) gördüklerinde Nihal hayvanları sevdiğinden söz edince Ankara’da bir kediseven sokağı olduğunu söylerler (Kızılay’dan gelip Ulus’a çıkarken -eski?- Büyük Postane’nin sağa dönüş aralığı) ve yürüyüşün sonunda -yılların- İstasyonu önüne gelirler. Nihal okula (üniversite?) gider, arkadaşlar edinir. Yine bir gün konuşurlarken, Nihal ilk aşkı’nı anlatır. Ortaokulda okurken okul bahçesinde açılan kitap sergisindeki, uzun saçlarını arkasında bağlamış delikanlıdan söz eder, tekrar tenefüste koşarak bahçeye iner ama kitap sergileri ve kitaplar ve de kitap satanlar yokturlar, bir daha gelmeleri uzak bile olmayan bir ihtimaldir, aranıp da bulunmayacak bir kitap gibidir.
Nihal eve arkadaşlarının geleceğini söyler. Ender ile Çetin ağırlamak isterler ama gelenler içinde erkeklerde olunca, dışarı çıkarlar, sonra Bora’nın şiir okuduğu bir dinletide, Ender ve Çetin diken üstünde otururken, neden olduğu berlirsiz bir mutluluk (!) içindedir ama mutludur. Ciddi bir şekilde telâşlı Çetin, Ender ile buluşmalarında Nihal’in kendisi ile hamileliği hakkında konuştuğunu ve yardım istediğini söyler, yardım etmiştir bile, Ender fasulye ayıklarkenki sessizliği ile dinler Çetin’i ama bu çaresizliğindendir. Nihal, kürtajdan sonra Bora ile gidince Çetin’in çaresizliği patlar artık, öfkelidir ve artık evlerinde yalnızdırlar. Nihal’in odası da kimsesiz, ta ki bir gün ağlayarak geri dönmesine kadar.
Barış Bıçakcı’nın romanından Seyfi Teoman’ın yaptığı filmde -artık evlerinde yalnız kalan- Ender ile Çetin masa kurup langırt oynamaya başlamadan, Nihal’i, ağabeyi ve arkadaşları ile Almanya’ya yolcu ederler. Nihal giderken her ikisine de sarılır, bir daha görüşmeyeceklerini bilerek. Sonradan yazdığı mektupta dünyanın en iyi iki insanı olarak seslendiği ikiliden elbette Ender’in kalemi ile cevabını alacaktır. Beyaz peynir üzerine konulan vişne reçelini, kediseven sokağını, Çetin’i değil ama Leny’yi hatırlamayacaktır. Ender -her ne yazıyorsa- belki bir gün bitirecektir ama daha bir süre daracık mutfaklarında yemek yapmaya devam edeceklerdir.
Eskiden önce romanlar okunurdu, filmlere de -sonuçta başka şeyler çıksa da- ne olduğu bilinerek gidilirdi. Şimdi Teoman’ın filmi beni tahrik ederek Bıçakcı’nın kitabını okumaya zorluyor, kitabın başına birinci kısmı (başlangıç) alınmayarak sadece son (final) kısmı konan, her türlü yazılı metin, roman, öykü, oyun hatta şiir, sinema (film) konusu yapılabilir > hiçbir yazılı metin, roman, öykü, oyun hatta şiir sinema (film) konusu yapılamaz, (Okursam Bıçakcı’nın romanını bu bakış açısından okuyacağım ama bu okuyuş bu yazıya geri dönüşü gerekli kılmamalı.) Bizim Büyük Çaresizliğimiz için de geçerli, Bıçakçı’nınki (roman) başka, Teoman’nın ki (film) başka ama birbirlerinden nasıl ayıracağız!
Bizim Büyük Çaresizliğimiz hakkında bir şeyler yazıp geçebilirdim ama film beni zorladı. Yazdıklarımı yukarıya yazdım ama Birgit Gudjonsdottir’den söz etmeden bitirmek olmazdı. Ülkemizde son yıllarda giderek artan yabancı görüntü yönetmenlerine yeni bir örnek ama unutulacak gibi değil. Başka bir filmde çalışmasa da bir çok övgüyü (ödülde aldı) hak ediyor. Ve Gudjonsdottir’in görüntüledikleri, İlker Aksum, Fatih Al, Güneş Sayın, sinemamızda üçlü aşk üçgeninin hiç denenmemiş bir biçimi. Üçgen tek düzlemli bir geometrik şekildir, ama Bıçakcı / Teoman’ın üçgeni tek düzlemli değil.
* Bizim Büyük Çaresizliğimiz / Barış Bıçakcı > Seyfi Teoman
(07 Mayıs 2011)
Orhan Ünser