Tiyatro kökenli oyuncu Asiye Dinçsoy, geçtiğimiz sezonun başarılı yapımlarından Kazım Öz yönetimindeki Fırtına’da, (Bahoz) sistem karşıtı devrimci öğrenci grubunun liderlerinden Helin olarak akıllarımızda yer etmişti. Bu yıl ise karşımıza; Murat Düzgünoğlu’nun yönettiği Hayatın Tuzu’nda, ÖSS’nin sillesini yemiş, dershane yollarını aşındıran, -haliyle depresif- sistemzede Meryem rolüyle çıktı. Bu filmdeki oyunuyla 16. Adana Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde Umut Veren Genç Kadın Oyuncu ödülünü de kucaklayan Dinçsoy, sakin ve derinden ilerlediği sinema serüveninde, kendisini yakında çok daha keskin rollerde göreceğimizin sinyallerini veriyor…
Fırtına, Kazım Öz’ün, Hayatın Tuzu da Murat Düzgünoğlu’nun ilk filmi, keza vizyon bekleyen Sedat Yılmaz’ın Press filmi de aynı şekilde yönetmenin ilk filmi… İlk filmlerini çeken yönetmenlerle çalışmak nasıl bir tecrübe oldu?
Evet, şu ana kadar hep ilk filmlerini yapan yönetmenlerle çalıştım. Bu anlamda şanlı olduğumu düşünüyorum çünkü benim de ilk deneyimlerimdi… Bu anlamda birbirimizden öğrenerek ve ilklerin heyecanını yaşayarak -hem sette hem de post prodüksiyon aşamasında- çok iyi vakit geçirdik. Hepsi çok değerli insanlardı benim için. Üçü de her zaman filmlerinde olmak isteyeceğim yönetmenler diyebilirim. Bundan sonra da ilk filmlerini yapan arkadaşlarıma yine destek olmaya devam edeceğim.
Çalışmak istediğiniz başka yönetmenler de vardır mutlaka ve birlikte oynamak istediğiniz oyuncular…
Sorduğunuz soru sanırım daha tanınmış isimlere yönelik. Bu anlamda ise ben isim saymak istemiyorum. Biliyorum ki mutlaka birilerini unutacağım ve onlar da çalışmak isteyeceğim yönetmenlerden biri olacak. Fakat bir Teodoros Angelopulos karesinde olmayı ya da Pedro Almodóvar’ın kadrajına girebilmeyi, Luis Buñuel, Ingmar Bergman, Pier Paolo Pasolini, Andrei Tarkovsky, Federico Fellini, Bernardo Bertolucci ve Ken Loach’ın karakterlerinden biri olmayı elbette çok isterdim. Yılmaz Güney yaşaydı onunla çalışmayı da çok ama çok isterdim. Şener Şen, Erdal Özyağcılar, Yaman Okay, Sumru Yavrucak, Aliye Rona, Kadir Savun, Çetin Tekindor, Erol Demiröz, Settar Tanrıöğen, Kemal Sunal, Adile Naşit, İlyas Salman, Müjde Ar ve adını sayamadığım daha birçok oyuncu var Türkiye’de beğendiğim. Sean Penn, Javier Bardem, Catherine Deneuve, Meryl Streep, Marlon Brando, Judi Dench, Cate Blanchett ise aklıma ilk gelen yabancı oyuncular diyebilirim… Kısacası öğrenerek izlediğim her oyuncuyu beğeniyorum.
Filmografiniz de rol aldığınız yapımlarda seçici olduğunuzu gösteriyor… Filmin bütünün verdiği mesaj, sizin karakterinizin duruşu, sizin için önemli bir kriter değil mi?
Bir oyuncu için çok fazla seçeneğin olduğu bir ülkede yaşamıyoruz. Elbette oynama isteği ve seçenek azlığı önüne gelen projelerin iyi yönlerini yakalamaya itiyor oyuncuyu… Bu anlamda her yönetmenle çalışırım demiyorum ama kendimi ifade edebileceğime inandığım projelerde olmak isteyeceğimden hiç kuşkum yok. Bu ülkede hafızalarımızdan silinmemesi gereken olaylar yaşandı. İnsan olarak yaşadığım toplumun gerçeklerini görmezden gelemem. Toplumsal sorunları doğru bir bakış açısıyla irdeleyen filmlerde yer almak benim için önceliklidir. Sanatsal niteliği olan her proje değerlidir. Samimiyet benim için önemli bir kriter. Bir filmin öyle “kocaman kocaman” mesajlar vermesi gerekmez. Samimi bir ifade ve belli bir estetik düzey benim için yeterli. Zaten iyi bir hikâye politikadan, sosyal yaşamdan; yani toplumun gerçekliğinden ayrı tutamaz kendini. İlk sinema filmim Fırtına (Bahoz) politik bir filmdi. Belli bir döneme ışık tuttu. Hayatın Tuzu ise politik film kategorisinde değerlendirilmese de ciddi bir politik alt yapıya sahip sosyal içerikli bir film. Senaristimiz Ender (Özkahraman) abinin kaleminin ustalığı ve yönetmenimizin (Murat Düzgünoğlu) hikâyeyi iyi kavramış olması bu hikâyeyi daha da güçlendiriyor. Henüz kurgu aşamasında olan Press de politik film kategorisinde bir hikâyeye sahip. 92 – 93 yıllarında O-hal bölgesinde bir grup gazetecinin yaşadıklarını anlatıyor. Ben de filmde politik bir gazetede çalışan sekreter bir kızı canlandırıyorum. Yönetmenliğini Sedat Yılmaz yaptı. Çekimler İstanbul ve Diyarbakır’da gerçekleşti. Filmin bu yıl içerisinde vizyona girmesi plânlanıyor. Oynadığım karakterlerin her birinde farklı dünyalar var. Bu dünyalar gerçekle örtüştüğü oranda insanlara bir şeyler iletebileceğimi umuyorum.
Hayatın Tuzu’nun ise politik film kategorisinde değerlendirilmese de ciddi bir politik alt yapıya sahip sosyal içerikli bir film olduğunu söylediniz. Bu ters köşeye yatırma durumu filmin hoş bir sürprizi. Ben de filmi görmeden taşraya özel bir film bekliyordum ama karşıma ince elenmiş bir Türkiye portresi çıktı. Murat Bey ile yaptığımız söyleşide de değerli oyuncumuz Erol Demiröz’ün canlandırdığı karakterin film için önemli bir kilit noktası olduğunu düşündüğümü söylemiştim. Yani 12 Eylül darbesinin etkileri günümüzde yaşayan insanların mutsuzluğunun, çaresizliğinin, temelini oluşturuyor diye düşünüyorum. Hâlâ yüzleşmediğimiz 12 Eylül…
12 Eylül bu ülkedeki bütün dengeleri değiştirdi. Bizler o acıları, işkenceleri yaşamadık fakat etkilerini yaşıyoruz. Olayın gizli kurbanlarıyız. 12 Eylül olmasa nasıl bir ülkede sanat yapıyor olurduk? Ya da nasıl ilişkiler yaşardık? Umutsuz kaldı herkes… Sanatçısından öğretmenine, mühendisinden işçisine, çiftçisine kadar… Veba gibi… Hiç kuşkusuz sinema da bundan önemli ölçüde etkilendi. Yılmaz Güney gibi bir usta sansürlendi, vatan haini ilân edildi. 2000’li yıllarda gelişen süreçlerle yeni yeni kendimize gelip bu dönemi yargılar olduk. Oynadığım filmler de bu sorgulama sürecinin bir parçası oldu. Bu dönemde gerçekleştirilen projeler tam anlamıyla baskılardan sıyrılamamış olsa da daha güzel projelerin önünü açacak niteliktedir. Hayatın Tuzu da kendine düşen sorumluluğu Salman karakteri ile yerine getiriyor. Erol Demiröz de bu karakterde tüm ustalığını konuşturuyor. Yılların verdiği tecrübe ve emek ile harika bir performans sergiliyor. Salman’ın hikâyesinin başlı başına bir film konusu olabileceğini düşünüyorum. Minimalist sinema anlayışının yaygınlaştığı Türkiye sinemasında tek bir karakterin üzerinden giden güzel bir 12 Eylül filmi çıkabilir ortaya. Ayrıca 12 Eylül’ün günümüzdeki etkileri böylece sinema perdesine yansımış olur. Hatta ben de üstüme düşen sorumluluğu yerine getirir seve seve rol alırım böyle bir projede…
Siz Aydınlısınız, taşra kültürünü biliyorsunuz… Hayatın Tuzu da bir taşra hikâyesi… Siz kendi deneyimlerinizden yola çıkarak değerlendirecek olursanız nasıl yorumlarsınız? Eskiden taşrada yaşayan insanlar büyük şehirlere göre daha mutlu olarak tasvir edilirdi. Şimdi ise son dönem filmlerinde gördüğümüz üzere orada yaşayan insanların aslında hiç de gösterildiği olmadığını anladık. Aile ilişkilerinin kopukluğundan tutun da gelecek kaygısına değin büyük şehirlerde ne yaşanıyorsa orada da aynısı var… Bu değişimi neye bağlıyorsunuz?
Taşrada doğdum, büyüdüm ve bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. Bambaşka bir yer benim için… Orada ilişkiler bambaşka. Önceden daha mutlularsa bunun sebebi en başta ekonomik durum. Taşrada insanlar ürettikleriyle kendilerine yetebilirlerken mutluydular. Günümüzde durum çok farklı… Nasıl mutlu olabilirler ki? Bildikleri tek şey ellerinden alınıyor. En başta toprakla bağları kesiliyor. Üniversiteye özendirildik her birimiz yıllarca, kazanamadık kendimizi başarısız hissettik, kazandık yine başarısız olduk. Okul dönüşü taşramıza gidemez olduk, gidenler ise iş bulamaz oldular ya işsiz evde oturuyorlar ya da çok komik ücretlerle yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Hal böyle olunca tabii ki taşradakiler mutsuz artık. Büyük şehirlere özendiriliyorlar. Sanki her şey büyük şehirlerde yaşanır duygusu pompalanıyor insanlara. Diğer bir sebebi ise teknoloji… Hiç unutmam küçükken elektriklerimiz kesildiğinde babam derdi ki; “Oh be! iyi ki kesildi de iki sohbet edebiliyoruz.” En güzel hikâyeleri o elektrikler kesildiği zaman dinledim ben. Yaşam teknoloji ile kolaylaştı evet ama diğer yandan da umutsuzluğu, mutsuzluğu bir gömlek gibi giydirdi sırtımıza. Ben pek televizyon izlemem ve iç huzurumu televizyon izlememeye bağlıyorum. Bunun yanında büyük şehirlerde de çoğu insan mutsuz. Umutsuzluk bir salgın hastalık gibi yayılıyor. Hayatın Tuzu filmi bu gerçekliği çok iyi anlatıyor. Bu anlamda da filmi çok beğeniyorum. Ayrıca bir dönem Türkiye’de sinema büyük şehirlere göçü anlatı… Şimdi ise geri dönüş zamanı. Bu anlamda Hayatın Tuzu geri dönüş konulu filmler döneminin ilk filmlerinden olma özelliği ile de sinema tarihine geçecek bir film…
Filmin sonunu seyirciye bırakılıyor… Sizin rolünüz üzerinde örnek verirsek, Meryem’in sınavı kazanıp kazanmadığını öğrenemiyoruz meselâ… Diğer karakterlerin akıbeti içinde aynı durum geçerli tabii…
Filmde bir çok karakter var ve hepsi ayrı bir hikâye konusu ve her biri başlı başına film olabilecek özellikte. Ender (Özkahraman) abinin kalemi umarım karakter yaratmaya devam eder. Meryem taşrada yaşayan her genç kızın başına gelebilir nitelikte bir hayata sahip. Aslında belki de tek yolu okumak, okuyup “bir şey” olmak. Ne olduğu çok da mühim değil. Yeter ki onu bulunduğu yerden uzaklara götürsün. Bu konuda ise yeterince eylem içinde değil. Filmin genelinde tüm karakterlerde bir mutsuzluk hakim. Mutsuzluklarının nedeni istedikleri hayatlara henüz ulaşamamış olmaları. Belki de artık ulaşamayacak olmaları… Medine, çocuklarını evlendirebilmek derdinde; Sırrı, işinden memnuniyetsiz; Harun, tutunamıyor hiçbir yerde; Şehsuvar ise geçmişteki hayallerini hâlâ rüyasında görüyor… Her biri başka bir dünyanın özlemi içerisinde… Meryem de bu duruma dâhil, bunu abisinin (Harun’un) getirdiği cd’lere bakarken annesinin olaya karışması ile öfkelenmesinden anlıyoruz. Çünkü; içinde bulunduğu nesnel koşullar hayalini bile kurdurtmuyor başka diyarların… Bundan dolayı hep bir mutsuzluk ve kızgınlık hali içerisinde… Harun’un dediği gibi “önceden hukuk için çarpışırken şimdilerde sınıf öğretmenliği için yarışıyor” sonunda kazanıp kazanmadığı ile ilgili sorunuza gelince, Ender abinin (Özkahraman) söylemediğini ben söylemeyeyim. Hayat devam ediyor ile bitiyor filmin sonu. Herkes bir sonuç görmek istedi filmde. Bence Ender abi özellikle bunu tercih etti. Çünkü seyirciye bıraktı sonları belki izleyenler Meryem’i büyük bir şehre gönderdiler hayallerinde, belki de evlendirdiler ya da Şehsuvar’a belki günün birinde şarkı söylettiler aynı rüyasındaki gibi ya da devam etti imamlığa… Sinema hayal kurdurma işi ise bunu başardı diye düşünüyorum. Bari sinemada hayal kurabilelim değil mi?
(14 Eylül 2009)
Gizem Ertürk
Bahoz’da oyunculuğunu çok beğenmiştim. Umarım kariyeri hep iyi filmlerle devam eder.
Evet. Asiye Dinçsoy yarınlara hızlı adımlarla ilerliyor. Hayatın Tuzu filmdeki küçük rolü ile büyük oyun sergilemiş.
Evet katılıyorum, Bahoz’daki performansı harikaydı, ama bu filmi henüz görmedim. Başarılarının devamını diliyorum -ki devamı gelecektir.
İşte oyuncu dediğin böyle olmalı. Aynı zamanda toplumda meydana gelen olaylara karşı duyarlı da olabilmeli, yoksa iki dizide ağlamakla, magazinlerde şaklabanlık yapmakla oyuncu olunmuyor. Başarılar diliyorum. Çok güzel bir röportaj.
Bahoz filminde oyunculuğu harikaydı gerçekten. Bu filmi izlemedim birşey diyemem. Ama ödül aldığına göre sanırım bunda da harikadır. Kendisini ilgiyle takip ediyorum.
Bahoz çok güzel bir filmdi. Her ne kadar bu film ile ödül aldıysa da ben kendisini Bahoz’la hatırlayacağım. Sevgiler…