“Kız Kardeşimin Hikayesi”, daha küçücük bir kızken kansere yakalanan ve uzun yıllar boyunca bu hastalıkla mücadele eden bir genç kız ve ailesinin zorlu sürecini anlatıyor. İşin içine bir de donör olarak dünyaya getirilmiş bir kız kardeş girince film daha ender rastlanan bir aile dramına dönüşüyor.
“Kız Kardeşimin Hikayesi”ni izleyip izlememek konusunda çok tereddüt ettim. Takdir edersiniz ki benzer bir durumu kendi ailesinde yaşayan birisi olarak sadece bir film izliyormuşum gibi davranmam imkânsızdı. Hatta bu filmi izlememin bana daha fazla acı vereceğini ve kendimi gereksiz yere bu hengâmenin içine atmamam gerektiğini düşündüm. Sonuçta bir şekilde filmi izlemek için hazırdım. Film boyunca kendi yaşadıklarımızla karşılaştırmalar yapıp durdum. Kabûl etmeliyim ki bazı anlarda dayanamayacak gibi oldum ve kendimi salondan dışarı atmamak için zor tuttum. Nihayetinde dayandım ve filmi sonuna kadar izlemeyi başardım. Ve şimdi iyiki de izlemişim diyorum. Hiç çekinmeden de bu hastalık ile mücadele eden insanların ve onların ailelerinin filmi izlemesi gerektiğini söyleyebilirim.
Kim ne derse desin, bu hastalık size veya ailenizden birinin başına gelmeden önce bunu yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu anlamanıza imkân yok. Tüm hayatınız bir anda ve bir daha asla eskisi gibi olmamacasına değişiyor. Bu süreç ne kadar sancılı olsa da sağlıklı günlerinizde hiç yaşamadığınız anları yaşıyor ve birbirinize daha sıkı sarılıyorsunuz. Hayata bakışınız, gülüşünüz, ağlayışınız her şeyiniz değişiyor. Birlikte geçirdiğiniz anlar da öyle özel ve sonsuz gibi geliyor ki zamanı dondurmak istiyorsunuz ama zaman geçiyor ve hayat akıyor. Olacak olan ne varsa oluyor, buna hazırlanmanın imkânı yok. Tabi o an tek düşündüğünüz o kişinin hayatta kalması olduğu için bazen yaşabileceğiniz güzel anları, hastane köşelerinde hem onu hem de kendinizi tüketerek geçiriyorsunuz.
Diğer taraftan dünyanın herhangi bir yerinde sizinle benzer durumda olan insanların olduğunu görmek, yalnız olmadığınızı hissettiriyor ve güç veriyor. Zaten filme sadece bir film olarak bakmadım, film boyunca yaşanan birçok durum bu düşüncemi güçlendirdi. Bu yüzden oyunculuklar, yönetim ve benzeri unsurlara pek fazla değinemiyorum. Çünkü pek fazla objektif bakamadığımı söylemek durumundayım. Şu kadarını söyleyebilirim ki, Cameron Diaz filmin hiçbir anında benim için romantik komedi ve aksiyon filmlerinin gösterişli kızı olduğunu hatırlatmadı. Sadece bir anneydi ve bana bu duyguyu geçirebildiği için hiç de fena olmadığını düşünüyorum. Kate rolündeki Sofia Vassilieva müthişti, Sofia’nın makyajının da çok önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. Bir ders niteliğindeydi. Bizim makyaj ekiplerimizin özellikle dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ölümü kabûllenmek zordur, özellikle de en sevdiklerimizin ölümünü kabûllenmek zorunda olmak en acısı… Filmde ne olursa olsun ölümün hayatın doğal bir süreci olduğu vurgulanıyor. Ailenin en küçük üyesi Anna’nın söylediği gibi “bir mucizenin olduğunu ve size ablamın kurtulduğunu söylemek isterdim ama öyle olmadı.” Ölüm ölümdür işte, kılıflar uydurmanın mânâsı yok. Filmde de zaten hiçbir şey filmlerde olduğu gibi gitmiyor, her şey alabildiğine gerçek. Hayat bazen ne kadar güzelse ve ne kadar acıysa hepsi iç içe… Ve zor da olsa hayat devam ediyor…
(14 Ağustos 2009)
Gizem Ertürk