37 gün kalmıştı, 61 yılı geride bırakacak 18 Haziran’a… 2005 yılı. 12 Mayıs Perşembe, saat 21.15… Gülümsüyorsun. Birden geniş bir taşlıklı avluya inmiş gibi oluyorum. Altı yaşlarındayım. Kilimler, yastıklarla bezeli büyük odada kadınlar ağlıyor. Biri ağlayarak türkü söylüyor. Geniş salonda, taşlığa bakan pencereye yürüyorum. Taşlığa bakıyorum. Tuğlalardan yapılmış iğreti bir ocağın üstünde su ısıtılan kazanı, tahta bir sedirde çıplak yatan Azmi Enişte’yi görüyorum. Edep yerinin üstünde lifle, bir kalıp yeşil sabun var. Gömleğinin kolları sıvayıp suyun ısısını kontrol eden sakallı adam, dua mırıldanarak sabunu alıyor. Biri, elindeki teneke tasla kazandan aldığı suyu Azmi Eniştenin üstüne dökmeye başlıyor.
Zaman 1980 yıllarına dönüyor. Atıf Yılmaz ve Yavuz Özkan’la kurduğunuz ADAF FİLM yıllarına gidiyorum. Atıf abinin çekeceği Talihli Amele filminde oynamak için Adaf’a geldiğimde, filmin yapımcısı olarak tanışıyoruz. Adınızı, sinema eğitimli ilk yönetmen olarak ve YATIK EMİNE (1974), YUSUF İLE KENAN (1979) filmlerinizden biliyorum. Filmin bitiminden sonra Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde oynadığımız Bahar Noktası oyununa geliyorsun. Aramızda abi kardeş ilişkisi tohumlarını atıyor. Araya uzun süren tutukluluk dönemim giriyor. AH GÜZEL İSTANBUL (1981), KIRIK BİR AŞK HİKAYESİ (1982), GÖL (1982) filmlerini katıyorsun zaman’a. Gün geliyor, Atıf abiyle karşılaşıyoruz. “Ömer film çekecek, ALFA FİLM’e git” diyor. Atıf abiyle paylaştığınız, Ahududu Sokaktaki Alfa Film’e girdiğimde, sıcak gülümsemenle karşılıyorsun. KÖREBE (1984) filminin prodüksiyon sorumlusu, çocukluk arkadaşın Sadık Deveci’yle tanıştırıyorsun. Tekirdağ’ın Saray ilçesinde çalışıyoruz. Hava oldukça rüzgârlı. O dönemler teknik malzemeler olmadığı için, oto çekimlerini Orhan’ı (Oğuz) kamerasıyla, otonun ön kaportasına bağlayarak çözüyorsun. Rüzgârın zorlayıcılığına rağmen, Orhan gereken plânları çekiyor. Filmin unutulmaz sürprizi ertesi sabah yağan kar oluyor. Bağlantılı sahnelerin çekimi bitmediği için, dokusu uyan, karsız bölge bulmakta oldukça zorlanıyoruz. İlk defa yönetmen asistanlığı yaptığım Çıplak Vatandaş filmi sonrası, Çalıkuşu dizisinde Osman Baba’yla (F.Seden) asistan olarak çalışmaya başladığım sıralar, AMANSIZ YOL (1985) filmine başlıyorsun. Sadık bize haber vermeden, sizin filmde oynasın diye, dizide oynayan Mine’yi (Çayıroğlu), resmen kaçırıyor.
Bu yüzden, iş programında bir hayli zorlanıyorum. ANAYURT OTELİ (1986) filminde oynamak üzere, Alfa Film’de tekrar buluşuyoruz. İskender abiyle tanışıyorum. Çekim mekânı Nazilli’ye geldiğimde, taksici sanki romandaki Anayurt Oteli’nin önünde indirmişti beni. Mekânlardaki titizliğini bir kez daha farkediyorum. Asistanlık yaptığımı öğrenince hayıflanıyorsun. Çekimlerin yapıldığı ve konaklama yeri olan otel maceralarını anlatıyorsun. Oyuncu olarak işim bitip döndükten sonra aldığımız haber, sahnesi olan oyuncuları çok üzüyor. Ark probleminden kaynaklandığı için, filmin 22 kutusu yeniden çekiliyor. 30/50 kutuyla film bitirildiği dönemde, oldukca kötü bir durumdu doğrusu. Asistanlık yapmam, birliktelikte yıllarca çalışmamızın adımı oluyor. Artık filmlerinin oyuncusu ve asistanıydım.
GECE YOLCULUĞU (1987) filmine başlayacaktın. Filminin mekân fotoğraflarını gösterip, tüm ayrıntıları aktarıyorsun. Mekânları görmüş gibi oluyorum. Yolları kapatan kar nedeniyle, gidişimizi bir süre erteliyoruz. Yollar da başlayan çekimler, Fethiye’ye kadar sürüyor. Oto çekimlerini, lata demirlerden yapılan bir mekanizmayla, kamerayı otoya monte ederek sağlıyorsun. Filmin ana mekânı Kayaköy’ün görselliği hepimizi büyülüyor. Daha önce de film çekildiği halde pek bilinmeyen Kayaköy, böylece daha da tanınmış oluyordu. Set aralarında, birbirimize fıkralar anlatıp duruyoruz. Aytaç’ın (Arman) deyimiyle, iki farklı kültürün birbirini bulmuş parçasıydık. Birlikte çalıştığımız filmlerin en keyifli olanıydı bence. Sinemada ilk kez staticam kullanmıştın. Montaj sırasında orada olan Cüneyt Arkın’a çekimleri izlettiğinde, “Bu kadar şaryoyu nasıl buldunuz” demişti. Film sonrası, seninle yolculuğumuzun uzun yıllar süreceği ALFA FİLM’e katılıyorum. Kültür Bakanlığı adına senaryolarını yazıp yönettiğim, İÇİMİZDEN BİRİ YUNUS ve GÖNÜLLER SULTANI filmlerini çekme şansı tanıyorsun. Sonra Alfa Film’i, Halep İşhanı’na taşıyoruz. İNGİLİZ TV adına GÜNEYDOĞU BELGESELİ çekmek için yola çıkıyorum. Sonra tadı unutulmaz GİZLİ YÜZ (1990) filminin mekân araştırma günleri başlıyor. Saat Kulesi olan kentleri dolaşıyoruz. Çalıkuşu’nda çalıştığım Mudurnu ve Göynük’e götürüyorum seni. Görselliği harika ama içi küçük saat kulesi, aklının bir kenarında kalıyor. İstanbul Sarayburnu’ndan, Kastamonu’ya sürgüne gönderilen saat kulesinde, çalışmakta karar kılıyoruz. Önemli mekânlardan birini bulamadığımız için, Sadık’la tekrar yollara düşüyoruz. Ve garip bir kokuyla elimizdeki haritada adı bile olmayan Ulus kasabasını buluyorum. Dönüşte görüntülerini izleyip, heyecanlanıyorsun. Ertesi sabah birlikte Ulus’a gidiyoruz. Gereken mekân, Arnavut taşlı geniş meydan, tam ortasında duran ahşap yapı ve penceresinden görünen bisiklet tamircisi. Ahşap binaya bir otel tabelâsı, bisiklet tamircisinin dükkânının da, saat tamircisi dükkânına dönüştürülmesi yetiyor. Safranbolu’da mandra arıyoruz. Bulduğumuz mandralar ya dış görüntüsüyle ya da iç mekânıyla bir türlü içimize sinmiyor. Mandra aramada bize yardımcı olan Kültür Müdürü “Ömer bey, siz de dışını bir yerde, içini başka yerde çekin” diyor. Mekân titizliğini bildiğim için, ortamı şakayla yumuşatmaya çalışıyorum. Sonuçta mandra mekânının iç ve dışı sahnelerini farklı yerlerde çekmek zorunda kalıyoruz. Filmin stüdyo işlerinin bittiği gün, ikimizi ilgilendiren nedenle Alfa Film’den kopuyorum. İkibuçuk yıl geçiyor aradan. Arıyorsun, yeniden dönüyorum Alfa’ya. Oturduğum odaya sanki hiç dokunulmamış. Aramıza köpeğin Wanda katılıyor. ATV’ye çekilecek FANTASTİK ÖYKÜLER (1993) dizisi hazırlığına başlıyoruz. Dizi 2 bölümle kalıyor. Ardından peşini hiç bırakmayacak ilk tatsızlık başlıyor. On Yönetmenle kurduğunuz Vakfın cekeceği beşer öykülü iki filmin, birini Alfa olarak üstleniyoruz. Beş öyküden biri olan BULUŞMA (1995) filminde Wanda’yı da oynatıyoruz. Sette YUNUS NADİ Uzun Metrajlı Sinema Senaryo Ödülü aldığım haberini veriyorsun. Senaryosunu yazdığım TÜTÜNBANK eğitim filmini birlikte kotarıyoruz. Gizli Yüz filminin mekân araştırması sırasında ilgini çeken Göynük saat kulesi, AKREBİN YOLCULUĞU (1996) filminin ana teması oluyor. Yine, o tadı hoş mekân araştırmalarımız başlıyor. Göynük’deki Sülüklü Göl’ü buluşumuz da ilginçti. Tıpkı görselliği gibi. Çekim öncesi, çekimler sırasında yaşadığımız olaylardan dolayı keyfim kaçıyor. Olanları konuşuyoruz. Sabret diyorsun. Sonuçta olayların birikimleri, üç yılı dört duvar arkasında geçirmeyi becermeme rağmen, tahammül sınırımı zorlanmaya başlıyor. En zor sahnenin çekimi sonrası saatlerce düşünüyorum.
Filmin bir haftalık üç oyunculu, en hafif sahneleri kalmış. Söylenecek her şeyi göze alarak, gecenin 03.00 de taksiyle Göynük’ten İstanbul’a dönüyorum. Ve araya üçbuçuk yıl giriyor. İlk adı Kara Güneş olan MELEKLER EVİ (2000) filmine oyuncu olarak çağırıyorsun. Bildik oyuncular dışındakilerine cast çalışmalarını, Dilson Oteli’nde filmin basın kokteylini yapıyoruz. 7 kişilik ekibin içinde Şanlıurfa’ya uçuyoruz. Ön çalışmaların ardından ekip geliyor. İlk gün, çekim sabah 04.30’a kadar sürüyor. Gün ağarırken, iki ayrı mezhep için aralıklı okunan ezan günü selâmlıyor. Kervansaray çekimleri için Harran ovasının derinliğindeki Hanel Bahrür’e gitmek üzere 7 araçlı konvoyla yola çıkıyoruz. Uzun süre yeşilliğin olmadığı yolda ilerliyoruz ve kayboluyoruz. Sonuçta Kervansarayı buluyoruz. Mihmardarımız Bakır’a (Bekir) çıkıştığımda, “Abe, ben Zafer Par’a dağlar küçüldü şehre yahlaştıh diyorum, o bana kızıyor” deyince, kızgınlığımıza serinlik oluyor. Kervansarayın ilerisinde 5/6 evlik köyün ilkokulunun önünde, yeşillik olarak cılız bir fidan göze çarpıyor. Ayak bileklerine kadar uzanan beli kemerli, renkli giysileriyle oldukça alımlı duran kadınlar, acıyla bakan yalın ayak çocuklar yoksulluklarıyla gülümsüyor.
Filmin bitim sonrası, peşinde olan aynı tatsızlık yeniden filizleniyor. Fono Film’deki stüdyo işlemlerini yükleniyorum. Aklının stüdyoda olduğunu bildiğimden, sık sık bilgi veriyorum. Ve iş bitiminde kopya basımları için, Macaristana gidiyorsun. Sık sık haberleşip görüşüyoruz. Ardından, adına Amerika da hafta düzenlenip, filmlerin gösteriliyor. Gerekmedikçe Alfa’ya uğramadığım için, tesadüfen karşılaştığım Sadık ayrıldığını söylüyor. Sadık’la birlikte Derviş’in (Zaim) Çamur filminde çalışırken, ilk kez biz’siz KARŞILAŞMA (2002) filmine başlıyorsun. Sonrası mı? Oldukça üzücü olaylarla, zorlu günler kanırtarak geçmeye başlıyor. Yine Alfa’da yanındayız.
Gün geliyor Wanda’nın yokluğunu Linda’yla doldurmaya çalışıyorsun.
2005 yılı. 12 Mayıs Perşembe, saat 21.15… Gülümsüyorsun.
Duyanlar buruk sesleriyle arıyorlar. Şaşkın, ağlamaklı yüzleriyle geliyorlar. Kendini kanıksatan ölüm, yine de acıtıyor. Hepimizi acıtıyor. Ertesi gün evden ayrılıyorsun.
Gece Sadık’la evinde kalıyoruz. Kapısı kapalı odanın önünde durmuş, “Aç” dercesine bakan Linda’ya kapıyı açıyorum. Odaya girip bakınıp, yatağının üstüne çıkıp her kıyısını kokluyor. Sonra kaçar gibi odadan çıkıyor. Sadık’la birlikte yaşadığımız anılarımızı konuşuyoruz. Uyku tutmaz halimle salondaki yer yatağına uzanıyorum.
Gelip oturuyorsun gülümsemenle baş ucuma. Gözlerimi açıyorum, yoksun. Gözlerimi kapatıyorum, yine gülümsüyorsun. SOĞUK VE UNUTULMAYA KABUK TUTMUŞ BİR YARA GİBİ UYUYORUZ. Gün ışıyor. Linda herşeyin farkındaymış gibi tatsız. Cenaze arabasında, evin önünden geçiyorsun. Linda anlamsız gözlerle, boş boş bakıyor. Emek Sineması’nda toplanıyoruz. Herkes hüzünlü. Belgeselini izliyor, seni konuşuyor sevenlerin. Gücüm tükeniyor. Cenaze arabasına biniyorum. Birlikte önce Teşvikiye Camisi’ne sonra Zincirlikuyu’ya gidiyoruz. Ömer abiyi, zaman’ın içindeki giz dolu derinliğe, hikâyesini anlatacak filmiyle başbaşa bırakıyoruz. Sadık’la evine dönüyoruz. Çalışma masana tekrar bakıyorum uzun uzun. Linda kalacağı yeni bir eve götürülüyor. Sadık’la uzun uzun seni konuşuyoruz. Işıklarını yakıp çıkıyoruz. Dönüp pencerene bakıyorum. Gülümsüyorsun…
(30 Haziran 2009)
Arslan Kacar