Dünyanın Sonuna Doğru

Joshua Oppenheimer’ın takipçilerini şaşırtan yeni çalışması ‘Son / The End’, Nobel ödüllü Amerikalı şair T. S. Eliot’un 1943 yılında yayımlanan ünlü ‘Dört Kuartet’inden bir alıntı ile açılıyor.

‘Evler sulara gömüldü / The houses are all gone under the sea
Dansçıların tümü tümü tepenin altına göçtüler / The dancers are all gone under the hill’

‘Öldürme Eylemi / The Act of Killing’ (2012) ve ardından gelen bizde de gösterilmiş ‘Sessizliğin Bakışı / The Look of Silence’ (2014) belgeselleriyle Suharto cuntasının Endonezya’da giriştiği insanlık tarihinin yüz karası katliamın dününü ve bugününü anlatan Amerikalı sinemacı, bu defa dünyanın sonuna dair ürkütücü bir öyküyü müzikalin tezat ve sahte umudu ile buluşturarak biz hayranlarına sürpriz yapıyor.

Yanıp yıkılmakta olan dünyadan uzak tam 20 senedir yeraltında eski bir tuz madeninde yaşayan 6 kişilik aile ile tanışıyoruz önce. Yitip gitmiş dünyanın enerji sektörü oligarkı baba (Michael Shannon), Bolşoy’da dansettiğini söyleyen eski balerin anne (Tilda Swinton), yirmili yaşlarındaki oğulları (George Mackay), annenin yakın arkadaşı (Bronagh Gallagher), bir doktor (Lenny James) ve bir uşaktan (Tim Mclnnerny) ibaret topluluk, tuzdan sığınağı yüzme havuzu da olan lüks bir eve dönüştürmüştür. Genç oğlan eski uygarlıktan kaçırılmış sanat eserlerinin duvarları süslediği izole mekânda büyümüş, ailesinden aldığı bilgilerle bir yandan kadim kentlerin maketlerini oluştururken, diğer yandan babasının hiç kimsenin okumayacağı anı kitabının editörlüğünü yapmaktadır. Seralarında ürettikleri bitkiler ve akvaryumlarda yetiştirdikleri deniz ürünleri ile beslenen aile, dış dünyadan gelebilecek tehdide önlem olarak, silahla atış talimi yapar, olası yangınlara karşı düzenli tatbikatları ihmal etmezler. Günün birinde madende bitiveren genç bir siyahi kız (Moses Ingram) yerleşik düzen için tehlikeli gibi dursa da, bu taze gelişme ailenin yaşamında yeni bir sayfa açacaktır.

Oppenheimer dünyanın geleceğine dair karamsar ve hüzünlü bakışına karşılık, olan biteni başta da belirttiğimiz gibi müzikalin tezat dünyası içinde sunması, çağdaş dünyanın yaklaşan yıkımı göz ardı edişinin altını çizen buruk bir metafor olarak dikkat çekiyor. Bu minvalde, madene sığınmış aile hep birlikte ‘birlikte çok güzel bir geleceğimiz var’ gibi sözleri olan şarkılar söylüyor. Yeni gelen yılı ya da bayramları coşku içinde kutlayan insanlığın içine düştüğü hazin yanılsama perdeden hepimize geçiyor. Siyahi genç kızın ‘gökyüzünü göremem, rüzgârın yağmurun kokusunu alamam, maviliğe sonsuza kadar hasretim’ yakarışıyla yükselen ezgisine balerin annenin ‘burada güvendeyiz, biz bir aileyiz’ tesellisi yetmiyor. Sanayici babanın ‘diğer şirketler daha kötüydü, bir milyar insana enerji sağladım, en azından temiz su sağlamak ya da şempanzeleri kurtarmak (?) için çalıştım’ benzeri savunmalara girişmesinin artık hiçbir yararı yoktur. Aileyi çevreleyen karanlık ürkütücü bir boşluktur yalnızca.

Amerikalı sinemacının şaşırtıcı denemesi gerçek bir tuz madeninde alan derinliğini ve renk paletini çok başarılı kullanmış olan, Andrey Zvyagintsev başyapıtlarının usta görüntü yönetmeni Mikhail Krichman’ın üstün çabası ve başta Shannon, Swinton ve Mackay olmak üzere tüm oyuncu ekibinin müzikal yeteneklerini de konuşturduğu nefis performansları ile büyülüyor. Mevsimin bu ilgiye değer sürpriz denemesi bir hafta içinde kısıtlı bir gösterim düzeni sonrasında sinemalardan kalkmış gibi duruyor. Bir yerlerde bulup izlemeye çalışın.

(03 Mayıs 2025)

Ferhan Baran

[email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir