Wim Wenders’in 76. Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapmış olan son başyapıtı ‘Mükemmel Günler / Perfect Days’* adını Lou Reed’in tanınmış şarkısından (‘Perfect Day’) almış. 2013 yılında kaybettiğimiz ünlü rock müzisyeni bu ölümsüz bestesinde sevgili ile parkta sangria içtikleri, hayvanat bahçesinde hayvanları besledikleri, daha sonra bir film izleyip eve döndükleri mutlu bir günü anlatır. Wenders’in filmi umumi tuvaletleri temizlemekle görevli kamu işçisi Hirayama’nın harika yaşamından 12 günün incelikli detaylarının izini sürüyor.
Birçok yapıtında şehirlerden esinlenen usta sinemacı bu kez “Tokyo Tuvaleti” adında gerçek bir kentsel yenileme projesinden esinlenerek hem gayet şiirsel hem de dokunaklı bir filme imza atmış. İşini son derece titizlikle, kendini vererek ve gururla yapan orta yaşlı adam ahenkli rutinini, özenle yinelediği eylemlerini bir sanata, çevresiyle uyumlu bir geleneğe dönüştürmüştür. Mütevazi evinde gün doğmadan kalkar, yatağını toplar, bitkilerine özenle su verir. Evin kapısından çıktığında yeni güne şükreder. Temizlik araç gerecini yüklediği minivanı ile trafiğe çıktığında eski müzik kasetlerini dinleyerek yola koyulur. Öğle molasında oturduğu parkta asırlık ağaçların dibinde bitmiş filizleri kağıttan muhafazalar içinde yanına alır. Eski model fotoğraf makinası ile yaprakların rüzgârda zarifçe salınışını fotoğraflar. İş bitiminde eve dönerken uğradığı alt geçit çarşısında karnını doyurur. Yatmadan önce küçük odasını boydan boya kaplayan kütüphanesinden bir kitap alır, William Faulkner’ın bizde ‘Çılgın Palmiyeler’ olarak bilinen ‘Wild Palms’tan okur biraz, sonra uykuya dalar. Siyah – beyaz rüyalarında günden kalan imajlar dışavurumcu bir estetikle perdeye yansır.
Hirayama’nın mükemmel günleri böylece sürüp gider. Japon sinemasının yıldız oyuncularından Kôji Yakusho geçtiğimiz yıl Cannes’da en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görülen performansıyla filmi çok az diyalogla neredeyse tamamen sırtlanıyor. 70’li 80’li yılların müzik kasetlerinden yükselen unutulmaz şarkılar onun kelimelere dökmediklerini anlatıyor bizlere. ‘House of the Rising Sun’ın (The Animals) tınılarıyla açılan film, Patti Smith, Otis Redding, The Rolling Stones, The Kinks, Van Morrison’dan ezgilerle besleniyor. Lou Reed’in başta sözünü ettiğimiz ünlü bestesinin ardından filmi noktalayan Nina Simone şarkısı ‘Feeling Good’ filmin temel mesajını müzik aracılığı ile vurguluyor. Hirayama her biri teknolojik sanat yapıtı gibi olan umumi tuvaletleri özenle temizlerken beklenmedik karşılaşmalar bizi kısa süreliğine onun geçmişine götürüyor. Wenders bu geçmişi kaleme almış olmasına ve baş oyuncusuna anlatmış olmasına karşın izleyiciye detay vermiyor, yaşamı sanat düzeyine çıkarmış adamın geçmiş hikâyesini izleyicinin hayal gücüne bırakmayı tercih ediyor. Hedefi müzik kasetleri, ağaçlardan süzülen günışığı, kitaplar gibi günlük hayatın ufak mucizeleriyle varoluşumuzun güzelliklerini keşfe çıkmak, sakin bir mutluluk arayışının izini sürmektir. 80’li yaşlarına yaklaşan Alman asıllı sinemacı bu noktada hayranı olduğu ve yıllar önce hakkında bir belgesel çektiği (‘Tokyo-Ga’, 1985) Japon sinemasının büyük ustalarından Yasujiro Ozu’ya adanmış bir şaheser ‘Mükemmel Günler’. Köprü üzerinde iki bisikletlinin yer aldığı sahne ‘Tokyo Story’ye, yaprakların rüzgârda zarifçe salınımı Ozu’ya ve yaşama şükredişin bir ifadesi olarak gönülleri okşuyor.
*Bu güzel film Filmekimi’nin ardından, Wenders ve Yakusho’nun ziyaretleri kapsamında 43. İstanbul Film Festivali’nde yeniden programlanmış. 23 Nisan Salı 13:30 Kadıköy Sineması’nda, film ekibinin katılımı ile 27 Nisan Cumartesi 19:00 Atlas 1948 Sineması’nda gösteriliyor.
(16 Nisan 2024)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com