Anderson Usulü Kozmik Hüzün

Çoklu evren çılgınlığının hüküm sürdüğü günümüz sinemasında Wes Anderson patentli özel aleme dalmaya ne dersiniz. Çağdaş sinemanın ayrıksı yaratıcısı yıllar boyu ilmek ilmek inşa ettiği evreninin son sürümü ‘Asteroit Şehir / Asteroid City’de bizleri 1950’li yıllara ışınlıyor.

Bizde ‘Alacakanlık Kuşağı’ olarak yayına girmiş 50’lerin ünlü TV dizisi ‘The Twilight Zone’ gizemini aratmayan açılışta Rod Serling kıvamındaki eksantrik sunucudan (Bryan Cranston) filme adını veren çok tutmuş sahne oyununun televizyona uyarlandığı bilgisini alıyoruz. Siyah – beyaz prologda, tam 785 kez sahnelenmiş oyunun yazım sürecine, Tennessee Williams esinli oyun yazarının (Edward Norton) yaratım sancılarına tanıklık ediyoruz. Derken perde renge bürünüyor ve 3 perdelik oyunun film versiyonunu izlemeye koyuluyoruz. Bu oyun içinde film süreci, oyuncuların sahne gerisindeki çalışma süreci ile iç içe geçerek Anderson yapıtının alıştığımız çok katmanlı yapısını oluşturuyor.

Güneybatı Amerika’nın 87 nüfuslu kurgu çöl kasabası, yaşı küçük dehası büyük kıdemsiz uzay gözlemcilerinin de davetli olduğu ‘Uzay Araştırmaları Kongresi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Savaş fotoğrafçısı Augie Steenback (Jason Schwartzman) ergenlik çağındaki parlak zekâlı oğlu Woodrow (Jake Ryan) için buradadır. Karısını erken yaşta yitirmiş olan genç adam, geçmişin acılarını ifadesiz bakışları ile maskeleyen ünlü yıldız Midge Campbell (Scarlett Johansson) ile karşılaştığında ruh ikizini bulduğunu anlar. İki yaralı ruh, kayıplarının hüznünü paylaşır bir süreliğine. Derken gizemli şeyler olmaya başlar. Tam ortasında 5000 yıllık meteor krateri bulunan çöllük araziden atomik testlerin sarsıntıları duyulur, ardından radyoaktif mantar bulutları yükselir. Seminer için toplanmış kalabalığın dehşetli bakışları arasında bir uzay gemisi sürpriz konuğu ile birlikte gökten iniverir. Herkesin bilinmezlik endişesi ile baş başa kaldığı süreçte yerleşim bölgesi güvenlik güçlerince karantinaya alınacaktır.

Anderson’ın uzun yıllar birlikte çalıştığı yapım tasarımcısı Adam Stockhausen ile birlikte yarattığı kurgu kasaba, yönetmenin alameti farikası farklı katmanlar içinde ayrıntılarla zenginleşen bir dünya yaratıyor. Renkli bölümler parlak -ki ne parlak- çöl ışığı izlenimini vermek için özel filtrelerle çekilmiş. Kimi çok kısa rollerde de olsa yönetmenin gözde yüzleri ve ilk kez çalıştığı birkaç düzineyi aşkın pek ünlü oyuncular insanoğlunun kozmik hüznünü, bilinmeyeni keşif arzusu kadar bilinmeyen karşısında telaşlı ve komik çaresizliğini ete kemiğe büründürüyor. Tek bir karesinden filmlerini tanıdığımız yönetmenin 2014 yapımı ‘Büyük Budapeşte Oteli / The Grand Budapest Hotel’ Anderson’ın Avusturyalı yazar Stephen Zweig’a yazdığı aşk mektubudur. Sondan bir önceki ‘Fransız Postası / The French Dispatch of The Liberty, Kansas Evening Sun’ hayranı olduğu ‘The New Yorker’ dergisi editör ve yazarlarına ve de Fransız Yeni Dalga ekolüne ithafıdır. Anderson bu defa 50’li yılların soğuk savaş iklimine odaklanarak ikinci büyük savaşın ardından dünya hakimiyetini ilan etmiş -ve henüz Vietnam bozgununu yaşamamış- kibirli Amerika’nın röntgenini çekmeye koyulmuş. Uzayı keşfetme tutkusu ile bilim adamlarıyla işbirliği yapmış generallerin hırslı otoriter dünyasında nükleer başlıklar yük vagonlarıyla taşınıyor çöllük ücra bölgeye. Atomik denemeler kaygısızca sürdürülüyor. İçine doğduğu kafası karışık Amerikan toplumunun 15 yıl öncesine neşter atan sinemacının sonraki çalışmalarından birinde kamerasını Vietnam trajedisi ile sarsılmış çiçek çocukları kuşağının Woodstock manifestosuna çevirmesini bekliyorum şahsen.

Bir söyleşisinde, John Ford westernlerinden, ‘The Petrified Forrest’ (1936) ve ‘Bad Day at Black Rock’ (1955) filmlerinin çöl sahnelerinden ilham aldığını ifade ediyor sinemacı. Final jeneriğine döşediği çocukluk anıları ile yüklü ‘Looney Tunes’dan ‘Road Runner’ esinli hızlı koşucu çöl kuşu ile yaşam hüznünü komikle buluşturan yapıtını noktalamayı tercih ediyor. Roman Coppola ile birlikte kaleme aldığı girift senaryonun siyah – beyaz katmanlarında ise 50’li yıllar New York tiyatro dünyasına sevgi dolu özlemi gözlemliyoruz. Elia Kazan esinli tiyatro yönetmeni (Adrien Brody) ile dönemin yükselen Metod oyuncuları hep bu dönemin nostaljik iz düşümleri olarak yerini almış. Jason Schwartzmann ile Margot Robbie’nin yer aldığı tiyatro binasının yangın merdivenlerinde çekilmiş uhrevi sahne ise filmin unutulmaz sekanslarından birini oluşturuyor.

(24 Haziran 2023)

Ferhan Baran

[email protected]