Sanatın önemli özelliklerinden biri size, kendi yaşamınıza farklı açılardan baktırmasıdır. Anlatılan öykü ya da izlenen film sizin hikâyenizdir bir bakıma. Eğer kendi hikâyenizi bulur da oradan yürürseniz film başarılıdır; tabii ki sizin için.
Sinemamızın iyi görüntü yönetmenlerinden biriydi Aytekin Çakmakçı (çiçek koksun toprağı), “görüntüyü görmüyorsanız başarılıyım demektir” diye anlatıyordu hem çalışma sırasında hem de ders verdiği okullarda. Belirleyici olan izleyicinin aldıklarıdır.
Gelinim sana söylüyorum…
…kızım sen anla! Atasözümüz “Fransız Postası” filmi için biçilmiş kaftan bana kalırsa. Filmle ilgili çok yazıldı, çok irdelendi, yönetmeninden oyuncularına, çekim tekniklerinden sinema diline kadar… Bizde “reklam olmasın” diye gerek RTÜK gerekse telif hakları nedeniyle isim verilmez ya… “Fransız Postası”nda da ne yer var, ne mekân, ne de insan. Hepsi, bütün olarak hayali. Onun için de zaten bizim gazetelerimizi, bizim gazetecilerimizi, bizim muhabirlerimizi ve bizim haberlerimizi getiriyor akla. Daha dün, hayal çeken gazeteciler üzerinden koparılan -aslına bakarsanız serginin ‘mânâ ve ehemmiyetini’ hiçe sayan- fırtınanın ardından; hepimizin bildiği bir yazarın öngörüsü(zlüğü) ile iktidar yanlısı yazdığı başyazı ve üzerine konuşulanlar.
Sahi, hepsi aslında Fransız Postası filminde yer alabilir, istenirse. Senaristler ve yönetmen bilseydi zaten, çok kolay eklerdi filmin akıcı öyküsüne.
Kısa film…
“Fransız Postası” üç kısa filmden oluşuyor. Bir gazetenin son sayısını hazırlayan gazeteciler ve patronun gizemli, ama alabildiğine komik ve tabii bir o kadar da trajik öyküsü. Merak etmemek elde değil.
Yazarlar kendilerince içinde yaşadıkları olayları kendilerince kurgulayıp kendilerince sunuyor bizlere. Kurgulanmış bir kentte kurgulanmış gazetenin kurgulanmış muhabirleriyle tanıyoruz ortamı ve insanları. Ne olacak acaba?
Bir sayfa çevirince…
Yerel haberlerden sanat sayfasına geçmiş gibiyiz… Bir ressamı tanıyoruz… ama ne tanıma! Onun gibi sanat simsarı (!) da bizimle birlikte tanıyor. Çok ilginç bu bölüm, çok da göndermeler var, sanatsal anlamda. Futbol sadece futbol değildir derler ya; sosyoekonomik, sosyokültürel, sosyopolitik açılardan bakıldığında sadece bir top peşinde koşan on bir kişi değil, tüm dünya vardır. İşte, bu filmde de ne ressam sadece ressam, ne model yalnızca model, ne galerici sadece galerici, ne de haberleştiren sadece haberi yansıtıyor sayfasına…
Teknikle birlikte…
Görüntünün görülmediği bir filmi başarılı olarak kabul edince siyah/beyaz ile renklinin, sinemaskop (hâlâ kaldı mı) ile görüntünün küçülmesinin de farkına varmayacaksınız. Öyle olunca da keyifle, heyecanla, merakla izleyeceksiniz alabildiğine ünlü oyuncu kaynayan ve onları bir arada izlemenin keyfi içinde Wes Anderson’un “Fransız Postası”nı ve asla unutmayacaksınız; ustayı da filmini de…
Fransız Postası (The French Dispatch) (Mizah, Merak, Heyecan); Yönetmen: Wes Anderson; Senaryo: Wes Anderson; Oyuncular: Bill Murray, Tilda Swinton, Léa Seydoux, Benicio Del Toro, Adrien Brody, Benjamin Lavernhe, Timothée Chalamet, Liev Schreiber, Jeffrey Wright, Alexandre Steiger, Christoph Waltz, Cécile de France, Pablo Pauly, Willem Dafoe, Elisabeth Moss, Mathieu Amalric, Henry Winkler, Damien Bonnard, Owen Wilson, Edward Norton, Stephen Park, Fisher Stevens, Bob Balaban, Lois Smith, Tony Revolori, Toheeb Jimoh, Sam Haygarth… 3 Aralık’tan başlayarak gösterimde…
(02 Aralık 2021)
Korkut Akın
korkutakin@gmail.com