Ölümsüz Don Kişot

‘25 yıldır çekilen ya da çekilemeyen Terry Gilliam filmi’ ibaresiyle başlıyor ‘Don Kişot’u Öldüren Adam / The Man Who Killed Don Quixote’. Sinemanın efsanevi yaratıcısının Amerika’da başlayıp İngiltere’de zirveye ulaşan kariyeri boyunca hep talihsizliklerle mücadele ettiğini biliyoruz. Lakin ‘Don Kişot’ projesinin karşılaştığı engellemeler 2002 yapımı ‘Lost in La Mancha’ belgeseline konu olacak denli dramatiktir.

2000’lerin başlarında yapımcılarla olan anlaşmazlıklara bir sel afeti, bir de başrol oyuncusu Jean Rochefort’un rahatsızlığı eklenince filmin çekimleri durmuş, sonraki yıllarda Gilliam’ın finansman arayışı devam etmiş. Sancho Panza rolü için Johnny Depp’in adı telaffuz edilmiş bir ara. Derken geçen süre zarfında Rochefort ve Don Kişot rolü için düşünülen diğer bir isim olan John Hurt yaşama veda etmiş. Ancak -nihai eserini artık aramızda olmayan bu iki büyük oyuncuya ithaf etmiş olan- Gilliam pes etmemiş. Dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’ndeki gösterim gününe kadar hukuki sorunlarla boğuşmuş olan yapım, azmin zaferiyle dünya sinemalarıyla birlikte ülkemizde de izleyici karşısına çıkmış bulunuyor.

Yazıldığı 17. yüzyıl başlarından itibaren edebiyat alemine yeni bir yön vermiş ve tüm sanatçılara esin kaynağı olmuş Cervantes’in ölümsüz eseri sessiz dönemden başlayarak birçok kez filme alınmıştır. Sinemanın belki de en çilekeş yaratıcısı olarak adlandırılabilecek Orson Welles’in çekilememiş ‘Don Kişot’ projesi düşünüldüğünde seksenine merdiven dayamış Gilliam’ın yıllarca sabırla bekleyerek projesini tamamlaması hem sevindirici hem de takdir edilesi bir vak’a. Sonuç ise gayet tatmin edici. Gilliam’ın çekilme aşamasında çoktan efsaneye dönüşmüş olan yapıtı, hiç dinmeyen temposu, sanatçının her daim genç kalmış uçuk zihninin parlak buluşları, gerçek ile düşün birbirine karıştığı zengin olay örgüsü, dev oyuncu kadrosu ve üstada özgü sıradışı mizah anlayışıyla beklentilerimizi boşa çıkarmıyor.

Günümüzün en değerli oyuncularından, Jim Jarmusch’un unutulmaz ‘Paterson’ı Adam Driver’ın canlandırdığı arayış içindeki reklam yönetmeni Toby’yi alter ego’su olarak kaleme almış Gilliam. Mezuniyet projesi kısa filme konu olan Don Kişot uyarlamasını yıllar önce aynı coğrafyada çekmiş olan Toby anılarına daldığında, ayakları (ya da motosikleti) onu 10 yıl öncesinin küçük dağ kasabasına ve birlikte çalıştığı amatör oyuncu ekibine götürür. Sancho Panza’yı canlandıran şişman köylü çoktan ölmüş, Dulcinea’ya hayat vermiş 15 yaşındaki küçük kız yeni bir hayat peşinde Madrid’e gitmiştir. Zırhını kuşanmış elinde mızrağı ile Don Kişot’luğunu sürdüren yarı kaçık yaşlı ayakkabı tamircisi Javier ise yıllar sonra karşılaştığı Toby’yi kaybettiğini sandığı Sancho Panza’sı olarak bağrına basacaktır.

Akabinde sinemanın uçuk masallar yaratıcısı Gilliam’ın fantezi evrenine hızlı bir giriş yapıyoruz. İkili yıllar sonra yeniden karşılaşınca, reklam filmine konu olan votka markasının sahibi acımasız Rus oligark, fırsatçı reklam yapımcısı ile mazide kalmış eski aşkların buluştuğu, geçmiş ile bugünün, gerçek ile hayalin birbirine karıştığı çağdaş bir Don Kişot ikliminin ortasına düşüyor. Javier’nin önüne geçilmez tutkusu ve deli kararlılığı, Toby’nin sistemle olan bağlarını yeniden gözden geçirmesine ve prangalarından kurtularak hayallerinin izini sürmesine destek oluyor.

Toby karakteriyle kapitalist sisteme, düşlerine set çeken film yapım endüstrisine Don Kişot’un yeldeğirmenlerine saldırması misali hücum eden Gilliam’ın biraz da Adam Driver için çektiğini söylediği bu vasiyet filminde yaşlı Javier’yi deneyimli İngiliz oyuncu Jonathan Pryce canlandırırken, ikiliye yan rollerde Stellan Skarsgaard, Sergi Lopez, Rossy De Palma, Olga Kurylenko gibi deneyimli uluslararası bir oyuncu kadrosu eşlik etmiş. Nicola Pecorini’nin İspanya kırsalını ve Gilliam’ın fantezi evrenini görselleştiren kadrajları; yerel tınılar ile Shostakovich’in ünlü 2 no’lu valsini anımsatan ezgilerin süslediği Roque Baños imzalı müzik bandı birinci sınıf. Yazının başlığının filmin adıyla tezatına gelince, onun yanıtını da filmi izleyince alacaksınız.

(07 Aralık 2018)

Ferhan Baran

[email protected]

Oyuncu Olmak İsteyen Parmak Kaldırsın

Sanat, hayatın ta kendisidir. Dünyayı bir sahne, üzerindeki yapıları, ağaçları, hayvanları, dağları -aklınıza ne geliyorsa artık- her şeyi dekor; insanı da oyuncu olarak kabul edebiliriz. Yani hepimiz parmak kaldırmak zorundayız, bu anlamda. Hepimiz oyuncuyuz… acısı tatlısı, tasası kıvancı, zorluğu kolaylığı, sağlıklılığı hastalığı ile hepimiz iyi birer oyuncuyuz hem de… Anne/baba, öğrenci/öğretmen, köylü/kentli, zengin/fakir, yaşlı/genç, kadın/erkek olsak da rolümüzü becerebildiğimizce iyi oynuyoruz. Bir tek oyuncular, onlar rolleri gereği köylüyü de kentliyi de, yaşlıyı da genci de, iyiyi de kötüyü de, dostu düşmanı da, akıllıyı da deliyi de -örnekleri uzatmak mümkün- oynuyorlar. Sadece oynamakla kalmayıp bizi ikna da ediyorlar.

Kolay görünen zorluk

“Benim hayatım roman” sözünü çok duymuşsunuzdur, ama birçoğumuz yaz(a)mayız bile başımızdan geçenleri… Aynı şey, aynı şekilde “ne olacak ki, yaşadığımız şeyler hepsi, ben de oynarım” diye yüksekten attığımız, ama iş başa düşünce “kem… küm” dediğimiz oyunculuk için de geçerli.

Tümay Özokur, yıllarını verdiği oyuncu ajansı işinde insanların daha da dik durması, kararlı olması, işini (burada rolünü kuşkusuz) daha başarılı yapması için düşüncelerini kitaplaştırdı. “Oyunculuk nedir”den başlayarak “neler yapılmalı”dan tutun da “nasıl yükseliriz”e kadar akla gelebilecek her şeyi anlatıyor.

Ama önce…

İyi bir insan olmayan iyi bir oyuncu olamaz! Bu konuda hemfikir olalım. Kendisine ve hayata olumlu bak(a)mayan, figüran olur ancak. Kendisine yeterli gelen için söylenecek bir söz yok, ama herkesin gönlünden başrol geçer. Galiba en çok da sabırlı, iyi niyetli, hoşgörülü ve art niyetsiz olmak gerekiyor birinci koşul olarak. Bunun için çok çalışmak gerekliliğini bir tarafa koyalım da Tümay Özokur’un bilgi birikimi ve deneyimlerinden yararlanarak bir adım öne çıkalım…

Oyuncu olmak isteyenlere epey bir ipucu veriyor Özokur, tabii profesyonelliğini bırakmadan. Küçük bir not eklemek isterim burada… Sadece oyuncu olmak isteyenlere seslenen bir kitap değil “Oyuncu Olmak İsteyen Parmak Kaldırsın”; kendisini tanımak, hayatta daha iyi bir yer bulmak/tutmak, başarıya ulaşmak, zorlukla çıktığı zirveden hiç inmemek isteyenler de okumalı. Hatta başucu, başvuru kitabı olarak hep el altında tutmalı. Belki de en çok anne babalar okumalı, sadece çocuklarını yönlendirmek amaçlı değil, yetiştirmek amaçlı. Öğretmenler de okumalı, hem öğrencilerine nasıl davranacaklarını kestirebilmeleri hem de onları başarıya yönlendirebilmeleri için…

On iki bölümden oluşan kitap, “nasıl oyuncu olunur”dan oyuncu ajans ilişkisine, ajans menajer yapılanmasına, yapımcı-ajans(menajer)-oyuncu üçgeninde nelerin nasıl yapılması gerektiğine (bu, çok önemli, çünkü sadece oyuncu için değil, yapımcı için de pek doğru ilişki/iletişim yaşanmıyor), sette yönetmen-oyuncu, senaryo-oyuncu, rol-oyuncu ilişkilerine dek her konuyu açıyor, anlatıyor. Sonrası size kalmış.

Oyuncu Olmak İsteyen Parmak Kaldırsın
Tümay Özokur
Güncel/Başvuru
Destek Yayınları
Mayıs 2018
255 s.

(07 Aralık 2018)

Korkut Akın

[email protected]

Bu Haftasonu (08 – 09 Aralık 2018) Kundura Sinema’da

Beykoz’da film stüdyosu ve sanat etkinlikleri merkezi olarak kullanılan Kundura Fabrikası içinde açılan Kundura Sinema gösterimlerini sürdürüyor. Sinemada, 08 – 09 Aralık 2018 tarihlerinde Gece ve Şehir (Night and the City), Trafik (Trafic), Berlin: Büyük Bir Şehrin Senfonisi (Berlin: Symphony of a Great City) ve Apartman (The Apartment) adlı filmler gösterilecek. Trafik’te (Trafic) Bay Hulot, kendi tasarladığı otomobilini Amsterdam’daki otomobil fuarına götürmek üzere yola çıkıyor.

Bu Haftasonu (08 – 09 Aralık 2018) Kundura Sinema’da yazısına devam et

Korkut Akın Yazıyor: Bana Kara Diyen Dilber, Gözlerin Kara Değil mi?

İnsanları dil, din, ırk, cinsiyet ve rengi üzerinden niye ayırırız ki! Binlerce yıldır bu yerküre üzerinde yaşıyoruz. Kimimiz oralı, kimimiz buralı, kimimiz kadın kimimiz erkek, gencimiz de var yaşlımız da… Hayata bakışımızı belirleyen (biz Emin Oktay tarihiyle büyüyen bir nesiliz, birçok şeyi deneye sınaya bulduk) toplumu yönlendirenler olmuş. Güçlü olana çıkarılamayan ses(ler) bir süre sonra sadece boyun eğilen kurallar haline gelmiş. Bu kuralları … Devamı… »