Birçok insan için hayat tekdüzedir. Sabah kalkar, kahvaltı yapar ya da yapmaz, işe gider… iyi kötü ekmek parası kazanmak için çalışır, akşam ya kahvede oyun oynar ya da evinde oturur. Ertesi gün de aynıdır, daha ertesi günler de… Arada değişen pek bir şey yoktur yıllar geçse de. Ne etliye sütlüye karışır ne bir değişiklik düşünür ne de kimseye bir öneride bulunur. Tipik bizim insanımız… Bu, sorgulamak gerektiğinin göstergesidir, yani yaşam sorguladıkça anlam kazanır. Sorgulamak, ama en ince ayrıntısına kadar ve anlamlandırarak sorgulamak -hayır, sonuca varmaktan söz etmiyoruz, sadece sorgulamak- bir şeylerin ayırdına varmakla özdeştir de aynı zamanda.
Kim ilgilenir?
Salah Birsel’in,–kimi edebiyatçılar tarafından, ülkemizde ilk olarak nitelenen- felsefi romanıdır. Okur yazarlığımız oranında okunmuştur, yani okurun ilgisi neredeyse yok denebilecek düzeydedir kitaba. Bu tür, tecimen olmayan ama insanı derinden etkileyen, anlatmakta bile güçlük çekilen konuları ancak kısafilmciler izleyiciye sunarlar.
Kısafilm, sadece süresi kısa olan film demek değildir, bir coşkuyu, bir umudu, bir heyecanı aşkla anlatmak demektir. Profesyonelce yapılsa bile tecimen değildir asla. Sanatçıların, kimseye değil, kendilerine borcunu ödemesidir kısafilmler. Çerçeveler yerli yerindedir, mizansenler doğru ve etkilidir, oyuncular alabildiğine derinlemesine oynamışlardır tabii rol çalmaksızın, dekor aksesuar belki zayıftır ama mekânlar örtüşür düşlenenlerle, diyaloglar ne eksik ne fazladır, efektlerle süslemek yerine görüntülerle anlam güçlendirilmiştir. Kısacası kimseye kendini kanıtlama derdi yoktur kısafilmin de, kısafilmcinin de.
Gözlemcinin cesareti
Mehmet Güreli, Salah Birsel’in, bu gerekli ilgiyi görmemiş, ama değeri çok yüksek olan romanını, Görkem Yeltan’ın senaryosundan, duyguyu tam verebilmek için siyah/beyaz çekmiş. Gözlemci, yani filmin ana karakteri, bir şarap fabrikasında çalışır. Kendisini uluslararası düzeyde gören, uykusunda bile gözlemciliğini sürdüren biridir. Ne yapıyorsa onu söyler. Karşısındakiler, buna müdürleri, patronları da dahil, Gözlemcinin yanıtlarını anlamasalar da bir şey söyleyememenin haklı sıkıntısını yaşarlar. Yanlışları yok mudur? Vardır belki, ama o yanlışın yanlış olduğunu söyleyebilecek güç ve doğruda birileri yoktur ki. Yapabilecekleri tek şey işten atmaktır ve onu yaparlar.
Dördüncü köşe…
Kızkulesi, İstanbul’un simgesidir, ama Kızkulesi’nden görülen manzara hem eksik hem de kötüdür… Çünkü Kızkulesi’nin görünmediği bir İstanbul manzarası İstanbul’u anlat(a)maz. Bu çerçeveden baktığınız zaman, bir köşesinde durduğunuz dörtgenin ancak üç köşesini görürsünüz ve anlatırken de o üç köşe ile yetinmek zorundasınızdır.
Mehmet Güreli, bir kısafilm çekmiş. Yetkin dili, sakin kamerası, abartısız oyuncularıyla gerçekten zor bir işin üstesinden gelmiş. İzleyiciye bir şey söylemiyor, bir vaadi de yok… Sadece gösteriyor. Yorum, perdede gördüklerini kendi yaşamıyla karşılaştıracak izleyicinin.
Dört Köşeli Üçgen, yönetmen: Mehmet Güreli, oyuncular Mustafa Dinç, Kaan Çakır, İlyas Özçakır… 27 Temmuz’dan başlayarak gösterimde…
(23 Temmuz 2018)
Korkut Akın